Liberalizmin, ABD'li siyaset bilimci Richard Falk tarafından dile getirilen özelliklerinden ikisi, bu sistemin totaliterleşmesinin de göstergeleridir: Laiklik ve piyasa (1). Laikliğin "vatandaşların din ve vicdan özgürlüğü, devletinse din karşısında bağımsızlığı" şeklindeki hepimizin benimsediği teorik tanımına rağmen, devletin dayatmacı uygulamalarının kökenini, Falk'ın izahatında bulmaktayız. LAİKLİK-PİYASA İLİŞKİSİ Falk, laikliğin uygulanma hedeflerini şöyle açıklamaktadır: "akıl, bilim, ilerleme, maddiyatçı değerler, devletçi sadakat, siyasî kimliğin hâkim kaynağı olmada din ve etnik kökeni aşıp onların yerini alma." Bu tanımda maddiyatçı değerlerin gözetilmesi, devletçi bir sadakat beklentisi ve dinin yerini alma çabası; konumuz olan totaliterleşme açısından uygun örnekler olmaktadır. Laikliğin bu şekilde uygulanmaya çalışılmasının liberal kapitalist piyasanın hedeflerine de uygun olduğu görülmektedir. Falk, bu hedefler arasında "insanlığı homojenleştirme, tüketici hale getirme ve kendine özgü her kimliği yok etme" gibi başlıkları zikreder. Yukarıdaki izahlardan, uygulamadaki laikliğin, liberal kapitalizmin hizmetinde olduğu açıkça görülmektedir. Piyasadaki "Moda" kavramının da homojenleştirici, kimliksizleştirici ve tüketim toplumu inşa edici etkileri zaten bilinmektedir. Diğer yandan genellikle dinlerin, özellikle de İslam'ın israfı yasaklayan tavırları, tüketim toplumu oluşmasında en büyük engel olduğuna göre, kapitalizmin hizmetindeki laikliğin, dinin yerini alma çabası daha iyi anlaşılmaktadır. KÜLTÜREL LİBERALİZMİN İPTALİ Her ne kadar, hararetle laikliği savunanlar, bir "teokratik devlete", ya da bizim coğrafyamızın terminolojisine göre "şeriata dönüşü" engellemekten bahsederlerse de ne Batı'da ne de bizde bir din devleti kurma yönelimi vardır. Batı'nın Hıristiyan Demokratları da bizdeki muhafazakârlar da böyle bir maksattan oldukça uzaktır. Bunların maksadı din ve vicdan hürriyetini korumaktan başka bir şey değildir. Üstelik liberalizme fazlaca bir itirazları da yoktur. Oysaki liberalizmin onlara itirazı vardır ve bir zamanlar komünizme karşı kullandığı bu kitleleri, şimdi yok etme gayretindedir. Zira kapitalizm, "kültürel liberalizm"den "çoğulcu liberalizm"e geçişe karar vermiştir. "Çoğulcu liberalizm"den, bizim de tasvip ettiğimiz, demokrasilerdeki çoğunluğun tercihine geçerlilik tanınması anlaşılmamalıdır. Söz konusu olan, bütün millî ve manevî değerleri boşaltılıp, sadece maddî değerlere ve tüketime yönlendirilmiş ve hiçbir sosyal bağlantısı olmayan bireylerin çoğulcu demokrasisidir. Birey veya çoğunluk, manevî olan kültürel değerlerde en ufak bir talepte bulunduğunda, hemen demokrasi dışı tepkilerle karşılanmaktadır. Liberalizmin en önemli düşünürlerinden John Stuart Mill'in, sistem için bir tehlike oluşturabilmesine karşı çoğunluğun her istediğinin olmaması için tedbir olarak üstün azınlığa (elit tabakaya) mensup her bireye, çok sayıda oy kullanma hakkı vermeyi teklif etmesi oldukça enteresandır (2). Böyle bir görüş zaman zaman bizde de "profesörün oyuyla çobanın oyu nasıl eşit olur" mantığıyla ifade edilmişse de, bizde "liberal demokratik laiklik" adına askerlere "ihtilal" çağrısı yapmak gelenekleşmiştir. Kültürel liberalizm ise millî devletleri esas alıyordu ve bu "millîlik", dinî kurumlara yönelme yerine laikliğin maksadına uygun olarak, "devletçi sadakat" oluşturulmasında etkili bir araç oluyordu. Ayrıca insanların din ve feodalite bağlamında siyasî yapılanma alışkanlıklarına, din dışı bir izah getirme açısından işe yarayan(!) "millîlik", mensubiyet ihtiyacını tatminde de yeni bir görev ifa ediyordu. Kültürel liberalizmin savunucularının dinden bahsederken bile gerçekte apayrı bir şeyden bahsettikleri de bir diğer özelliktir. Bu konuda Charles Taylor'ın dine bakışını göstermek uygun bir örnek olacaktır. Milletlerin farklı olduğunu söyleyen Taylor, yine de Batı milletleri için Hıristiyanlığı bir ortak kimlik olarak göstermektedir. Ancak Taylor, Hıristiyanlıktan kastının dinin kendisi olmadığını, "bir anlam ufku ve ahlaki kaynak" olduğunu belirtmektedir (3). SON DURUM Gerçek şu ki, Batılı burjuvazi, liberal-kapitalist bir maksatla reformasyon yolunda dini kullanmış, ona ihtiyacı kalmayınca da tasfiyesine yönelmiştir. Bugün artık dinin folklorik diyebileceğimiz bir görünümüne bile tahammül edememektedir. Şimdilerde gelişen bir yaklaşım da millî devletlerin de hedef seçilmesidir. Soğuk savaş döneminde milliyet ve din faktörlerini, kültürel özgürlükçülük gereği bir taktik olarak sahiplenen liberal demokrasi; Sovyet bloğunun dağılmasından sonra, bu taktiğe ihtiyaç duymadığından onlara cephe almıştır. Günümüzde liberalizmin totaliterleşmesiyle bireysel hak ve özgürlükler için sisteme muhalefet, sivil toplum örgütlerine kalmıştır. Devletler tarafındansa birey hakları gittikçe inkâr edilmekte, sorumluluklar dikte edilir olmaktadır. Bireyler, potansiyel suçlu olarak görülmekte ve suçu bertaraf etme maksadıyla fişlenmektedirler. Fransa ve İngiltere'nin gelecek nesilleri de takip edebilmek maksadıyla bütün vatandaşlarını tâbi tuttuğu "genetik fişleme"yi 2015 yılına kadar tamamlayacağı belirtilmektedir (4). Sadece dini değil, her türlü kültürü, yok etme gayreti içinde olan liberalizm, hak talep eden bireyler değil, sadece tüketici olan bireyler arzulamaktadır. Liberal demokrasinin dinî söylemler kullanarak hürriyetçi olmaktan, dinin yerine geçmek isteyen laikliğe doğru değişerek totaliterleşmesinin sembolü şahsiyet, senelerin liberal demokratı Sayın Süleyman Demirel'dir. İnançlara hürriyet isteyen, hatta tamamen dindarca söylemlerle defalarca ülke yönetimine gelmiş olan Demirel, artık "tek tip insan yetiştirmeliyiz" ve "türban özgürlüğü masum değil, oldukça tehlikeli bir taleptir" şeklindeki ifadeleri kullanmaktadır. Bugün yaşamakta olduğumuz huzursuzlukların temeli, liberal demokrasinin bu totaliterleşmesidir işte. ----------------------- 1- Richard Falk, Yırtıcı Küreselleşme, tercüme: Ali Çaksu, Küre Yayınları, üçüncü baskı, İstanbul, 2005, ss. 69-71 2- Donald Tannenbaum - David Schultz, Siyasî Düşünce Tarihi: Filozoflar ve Fikirleri, Çev. Fatih Demirci, Adres Yayınları, Ankara, 2006, s. 376 3- Aydın Müftüoğlu, Kültürcü Liberalizmin Anti-Liberalizmi, Toplum ve Bilim Dergisi, S. 96, İstanbul, 2003, ss. 166-183 4- Jose Bove - Gilles Luneau, Sivil İtaatsizliğe Çağrı, Çev. Işık Ergüden, İletişim Yayınları, İstanbul, 2006, ss. 199-241