Kuzey Irak’ta, Suriye’de ve Türkiye’nin güneydoğusundaki ayrılıkçı faaliyetler zaten gözler önündeydi. Son olarak geçtiğimiz günlerde Libya’nın doğusunda ilan edilen özerklik, beklenen “çoğulcu demokrasi”nin zıddına bir teşebbüs oldu.
Batı dünyası da o türden gelişmelerden uzak değildir. İngiltere kökenlilik esaslı Anglosakson milliyetçiliği, İskoçya’nın referanduma götüreceği bağımsızlık talebi karşısında acze düşmüş durumda. Başbakan David Cameron, İskoçlara, “Birlikteliğimiz mutluluk, ayrılmamız üzüntü verir” demekten öte bir şey söyleyemiyor.

PUSUDAKİ IRKÇILIK

ABD, İngiltere ve kıta Avrupa’sı ülkelerinin tarihî varlık alanı anlayışı, İngiltere Başbakanı David Cameron’un bir konuşmasını yorumlayan ABD’li siyaset bilimcilerden Joel Kotkin’in bir makalesinde yer aldı. Forbes dergisinin 26 Ocak 2012 tarihli sayısında yer alan, “Welcome Back Britain...” (Dönüşünle Hoş Geldin Britanya…) başlıklı o makalesinde, İngiltere Başbakanı Cameron’un Almanya liderliğindeki Avrupa’ya karşı çıktığını, böylece “büyük ve tarihî dayanağa sahip” Anglofon (İngilizce konuşan) dünyanın merkezi olmak şuuruna döndüğünü ifade etti.  
Kotkin bu tezini, tamamen ırkçı bir mantıkla savunuyordu. Britanyalıların Amerikalı, Kanadalı, Avustralyalı ve Yeni Zelandalıların “kuzeni” olduğunu fakat Alman, Fransız ve İtalyanlarla bir akrabalığının bulunmadığını söylüyordu. Kotkin’in dikkat etmediği husus, bugünkü Amerikalılık, Kanadalılık, Avustralyalılık ve Yeni Zelandalılığın, hem oraların yerli halklarının hem de dünyanın değişik bölgelerinden tarih boyunca gelen farklı ırk ve dillerden toplumların birleşmesiyle oluştuğudur.
Nitekim siyasî liberalizmin önemli düşünürlerinden ve yine bir Amerikalı olan John Rawls, o farklılıklara sahip bir toplum oldukları şuuruyla, birlikte yaşamanın ilkeleri üzerinde kafa yormuştur. Ne var ki ABD ve diğer Batılı liberal ülkeler, o farklılığı kendi ülkelerinde genellikle kabullendikleri hâlde aynı tutumu başka ülkelere karşı göstermemektedirler. Kotkin ve benzeri ırkçıların onlardan farkı, kendi ülkelerindeki farklılıkları da kabullenememeleridir.       
Sosyal yapıdaki farklılıklara menfi bakmak, ırkçı düşüncelerin müşterek özelliğidir. Kotkin de aynı mantıkla yaptığı yorumda, ABD’nin şimdiki yönetimine, Anglofon bağları anlayamadığı yakıştırması yapıyor; “Acımasız sömürgeciliğin kurbanı bir Kenyalının torunu” diyerek Başkan Obama’nın başka ırktan bir kölenin torunu olduğunu hatırlatıyordu. Daha sonra da o “yabancı”yı Britanya’yı ABD’den uzaklaştırmakla itham ediyordu. Kotkin, umarız Britanya’ya karşı isyan ederek ABD’nin bağımsızlığını ilan eden Beyaz-Anglosakson-Protestanların (WASP) da başka ırklardan kölelerin çocukları olduğunu iddia etmez.
Kotkin, o ırkçı görüşlerini temellendirirken 14. asırda yaşamış Tunuslu tarihçi ve düşünür İbni Haldun’un görüşlerinden de güya yararlanmaktadır. İbni Haldun’un ağırlıklı olarak kan bağı esasına bağlı dayanışmayı ifade eden meşhur “el asabiyye” nazariyesi, Kotkin’in yazısının dayanağını teşkil ediyordu. Ne var ki, Kotkin de bütün ırk temelli milliyetçiler gibi, ya İbni Haldun’u yanlış anlamakta ya da kasten yanlış anlatmaktadır.

İBNİ HALDUN’A YAPILAN HAKSIZLIK

Milliyetçi ideologlar, İbni Haldun’u, sanki sosyo-politik hayatın her safhasında, kan bağını gözetmeyi tavsiye etmiş gibi anlatırlar. Hâlbuki İbni Haldun, özellikle devletleşmeden önceki göçebe kabile hayatında soy birliği duygusunun kuvvetli bir dayanışma gücü oluşturmakta etkili olduğunu; buna karşılık, şehirleşmeyle birlikte gittikçe farklı soylardan gelenlerin birleşmesiyle önemini kaybettiğini belirtmiştir. Aynı duygunun, devletlerin ilk doğuş safhasında da yöneten aile (hanedan) ile tebaanın uyumu bakımından faydası olduğunu fakat devletleştikten, bilhassa da genişleyip çok değişik kabilelerin katılmasından sonra ise bölünmelere ve yıkılmalara yol açtığını anlatmıştır. Ayrıca, bir halkla hiçbir akrabalık bağı bulunmayan başka yerden gelmiş bir ailenin de o toplum tarafından benimsenip, etrafında kenetlenmesi hâlinde devlet kurabileceğini de anlatmıştır.
Kısacası İbni Haldun, “el asabiyye” duygusunun çeşitlerini de geçerli ve geçersiz olduğu alanları da faydalarını da zararlarını da göstermiştir. Devletin sağlam yaşayabilmesi için gösterdiği başlıca kesin şartlar ise, yöneticilerin adaletli olması, ‘halk için sorumluluk’ alması ve iyilikte yarışmasıdır.  
Bütün bu özelliklerine bakıldığında, asabiyyet nazariyesini, vatandaşları içindeki etnik farklılıklara karşı katliamcı, asimilasyoncu veya yok sayıcı milliyetçi ideolojiye dayanak yapmanın, İbni Haldun’a büyük bir haksızlık olduğu kolayca anlaşılacaktır.
Kotkin’in ırkçı yazısının üzerinden bir ay bile geçmeden, İngiltere Başbakanı Cameron’un, ülkesindeki dili ve etnik aidiyeti farklı olan İskoçları, bağımsızlık ilan etmekten caydırmaya çalıştığı duyuldu. O ayrılış isteği ise ırkçı asabiyyetin, İbni Haldun’un bahsettiği zararlarındandır.
Demek oluyor ki devletler ve toplumlar, kendi varlık alanlarını doğru tespit edip sahiplenmezlerse, ne derece güçlü olurlarsa olsunlar, varlıklarını bizzat kendileri tehlikeye atmaktadırlar.
Gelecek yazımızda Türklüğün ve İslam’ın varlık alanını konuşalım.