SEVGÜL EROĞLU

İSTANBUL

‘Sanki lanetli bir şey gibi değil mi yüzyıllardır kadın olmak. Önce Lilith ile başlar bu lanet. Havva ile taçlanır. Bize kadar taşınır. Daha da devam edecek belli ki. Dünyaya kadın olarak gelmek bir yenilgi değil. Ama zafer de değil. Sana verilmiş tüm isimlerden sıyrıldığında geriye kalansın aslında.’

O bir sanatçı hem de çok iyi bir tiyatro sanatçısı

O bir kadın hem de çok güçlü ve çok güzel bir kadın 

O Ankara’da yaşıyor…

Tanışmaktan ve sohbet etmekten onur duydum.

Öncelikle sizi tebrik etmek istiyorum. Bu deli gönül sizi nerelerden nereye taşımış iyi ki de taşımış... Topluma özellikle de hem cinslerinize aktardığınız çok önemli değerler var. Çok yönlü kişiliğinizin tiyatroya olan sevdası ile sohbetimize başlayalım mı? 

Tabii ki, memnuniyetle…

Yolculuğunuzun miladı ve sonrası günümüze kadar akan o temiz yürek, çalışma azmi, disiplininiz… merak ediyorum doğrusu…

Sanatla olan yolculuğum, annemin beni bale kurslarına taşımasıyla başladı. Ama zaten ben tuhaf bir çocuktum. Oyunbaz dışa dönük neşeli ve derslerle pek ilgisi olmayan bir çocuk. Annem üç yıl bale kurslarına taşıdı beni. Çok zor gittim. Okuldan çıkıp kursa giderken anneme “Bu tütüleri sen giy sen bale yap” der söylene söylene giderdim. Bana ne büyük iyilik yaptığını mesleğe atıldıktan sonra anladım. Annem sanata çok düşkündü ve ablamı konservatuar sınavlarına sokan  yine annemdi. Ablam okula başladıktan sonra rahmetli Semih Sergen’le olan derslerine ben de girerdim. Semih hoca bana yorum yaptırırdı. Mesleğime olan aşkımın temelleri işte o derslerde atıldı ve hala devam ediyor…

Özel Tiyatro kurma fikri bende özgüven, özgürlük çağrışımları yaratıyor Tabii bu konuları atlamayacağım da, merak ediyorum doğrusu, evinizin alt katını  tiyatroya çevirme gibi radikal bir fikir nasıl ve ne zaman doğdu? Burada sadece provalar mı gerçekleşmekte? Pandemi döneminde çalışmaların aksamaması adına buranın  çalışmalarınıza ne gibi bir katkısı  oldu?

Tiyatro açma fikri öğrencilerimle oluştu. 13 öğrencimle pandemiden önce kendi projelerini oluşturmaları ve hayata geçirmeleri için -sevgili eşim Prof. Dr. Hakan ERBİL’in desteği ile- evimizin alt katını tiyatro sahnesine dönüştürme kararı aldık. Biz tiyatromuzu kurduktan hemen sonra pandemi çıktı ve biz 13 öğrencimle neredeyse orada yaşadık diyebilirim. Ve bu kapanma sürecinde bu fikrin ne kadar doğru olduğunu anladık. Çünkü çalışmalarımıza durmadan devam edebildik. Kürk Mantolu Madonna ile başladı serüvenimiz. Ancak daha sonra çocukların her biri bir yana dağıldı ve ben devam etme kararı alıp yeni projelere başladım. Projelerimde hem yeni mezunlarla hem de üretmek isteyen, dimağı açık gençlerle çalışmak beni çok mutlu ediyor, özgürce kendilerini sanatla var edebiliyorlar ve onlara yeni olanaklar sunmuş oluyorum. Sanat ve baskı bir araya geldiğinde ne yazık ki sanat kendini imha ediyor. Bu yüzden kalıplardan sıyrılmış, disiplinli ama baskıdan uzak bir tiyatro halimi gençlerle, sevdiğim arkadaşlarımla gerçekleştiriyorum. Tiyatro No:40 da sadece oyunlarımızın provalarını yapıyoruz. 

Özel tiyatro için kolları sıvadığınızda bireysel olarak veya kuruluşlardan destek gördünüz mü?

Tek destekçim belirttiğim gibi sevgili eşim. Pandemi şartlarında benimle yolculuğa çıkmayı kabul edip, bu serüvene destek olan canım ‘Kocasını Pişiren Kadın’ ekibi.. değeli dostum oyunlarımızın yönetmeni ve akademisyen Levent Suner. Ve Türkiye’nin en iyi dekor-kostüm kreatörlerinden Hakan Dündar…

Ankara Devlet Tiyatrosu’ndan ayrıldıktan sonra gerçekleştirdiğiniz  oyunlarda ne tip  konulara ağırlık verdiniz?

Devlet Tiyatrolarından ayrılmadım. Hala Ankara Devlet Tiyatrosu sanatçısıyım. Ben tiyatromda sahnelenecek oyunlarda kadın meselelerini ele alıyorum. Çünkü ülkemizde ne yazık ki, yoğun yaşanan bir kadın problemi var, hepimizin yakından tanıklık ettiği ve aslında hepimizin son derece canını yakan ve her gün muhatap kaldığımız bu problemleri bir şekilde her yolu deneyerek insanlara anlatmalı ve doğru mesajları vermeliyiz. Ama her seferinde bu problemlerin altını dramatik yolla çizmenin faydalı olmayacağını düşünüyorum. Dolayısı ile, bu konuları işlerken çoğu zaman dramatik bir yapı ile değil, içinde komedi unsurlarını barındıran ama güçlü mesajlar içeren oyunlarla aktarmayı tercih ediyorum. ‘Kocasını Pişiren Kadın’ ve ‘Saat 20:00’de Buluşalım Aşkım’ oyunları seyirciye güçlü mesajlar verirken, aynı zamanda keyifli anlar yaşatıyor. Benim yazdığım ‘Saat 20:00’de Buluşalım Aşkım’ oyunu 26 Ocak’ta seyirci ile buluşacak ve kadın erkek ilişkisini absürd şekilde ele alan çok iyi bir komedi. Pandeminin insanlarda yaratığı depresyon ve her gün karşı karşıya kaldıkları stresin etkilerinden arınmak için izleyebilecekleri keyifli bir oyun. Birbirinden üç farklı kadının bir araya gelerek tek amaç uğruna yaşadıkları sıradışı olaylarla seyircilerimizi buluşturacağız. ‘Kün’ ise, bu iki projeden çok farklı bir anlatım biçimine sahip. Oyun, hayat dolu bir kadının yavaş yavaş yok edilişini sert bir şekilde yüzümüze vuruyor. Genç bir kadronun oluşturduğu bu projenin çok başarılı olacağına inanıyorum. Ankara seyircisi çok iyi ve özel bir oyun seyredecek. Mutlaka hepinizi oyunlarımıza bekliyoruz.

Müzik dünyasından iş dünyasına uzana bir başarı hikayesi: “Nilsu Şirin Turan” Müzik dünyasından iş dünyasına uzana bir başarı hikayesi: “Nilsu Şirin Turan”

Hangi tarz tiyatro eseri sizi cezbediyor? Dünya genelinde ve Türkiye’de etkilendiğiniz sanatçılar kimlerdir?

Özellikle bir tarzdan etkilenmiyorum. İyi yazılmış her eser tabii ki beni cezbediyor. Ama Absürd tiyatroyu çok seviyorum. Matematik problemi çözer gibi hissediyorum kendimi. Türkiye genelinde etkilendiğim sanatçı ablam Zeynep Eronat. Dünya genelinde ise Meryl Streep. Bir daha onun gibi bir oyuncunun geleceğini de sanmıyorum. Ama tabii ki çok beğendiğim oyuncular var ancak etkilendiğim oyuncular yukarıda belirttiğim isimler. Yeni nesil oyuncuları da takip ediyorum ve onların içinden takdir edip, beğendiklerim de var. Hatta bazıları ile beraber çalışıyorum.  

Frued, Young, Adler, Kafka, Çehov… bu tür beslenmenin sanatsal akımınızın oluşmasında size nasıl adımlar attırdı ? Sizi etkileyen hangi isimler sanat anlayışınıza yol verdi?

Benim oyunculuk serüvenimde filozofların ve psikiyatrların yeri ve önemi son derece büyük. Çünkü bir karakteri içinize sindirip onun ruhunu inşa etmeniz için bilmeniz gereken şey felsefe, psikoloji ve sosyolojidir. Bunlar olmadan rolünüzü derinleştirmeniz, katmanlarını süsleyip işlemeniz mümkün olamıyor ne yazık ki ve yüzeysel olarak ele alınmış oluyor. Karakterin yaşadığı çağ, hangi şartlarda neden ve nasıl davrandıkları, karakterlerin arasındaki ilişki biçimleri bunları çok iyi anlayıp yorumladıktan sonra ancak rolün derinliğinden söz edilebilir ki bunlar da ancak felsefe, psikoloji ve sosyoloji bilmekle mümkün olabilir. Ancak yukarıda belirtilen isimlerin dalları birbirinden çok farlı olmakla birlikte; Frued nörolog, Young ve Adler psikolog, Kafka ve Çehov kalemi çok güçlü iki yazardır ve eserleri hala günümüzde geçerliliğini korumaktadır. Yani isimler üzerinde durmadan aslında tiyatro sanatının felsefe, psikoloji ve sosyoloji ile ne kadar iç içe geçtiğini ifade etmek daha doğru olacaktır.  

Bizim sanat anlayışımızı dönemin hocaları yönlendirdi aslında şu anki eğitim biçiminden çok farklı bir eğitim aldık. Bize yaratıcı olabilmek ve sanatımızı layığıyla yapabilmek için dış etmenlerden olabildiğince uzak kalmamız aşılandı. Evlilik gibi, çocuk gibi sorumlulukların olabildiğince az olması… inanılmaz bir disiplinle yetiştirildik ve sanatın gerektirdiği her türlü yol açıcı etmenleri hocalarımız belirledi. Şimdi dijital dünya ve teknoloji ile birlikte eğitim sistemi de değişti. Çağın değişimi ile birlikte birçok metot da ortaya çıktı. Ancak ben şuna inanıyorum ki Konstantin Stanislavski bilmeden bu metotları anlamak mümkün olamaz. Çünkü Stanislavski, tiyatro için alfabenin a’sı gibidir… 

Bilmediğim kimbilir kaç karpuz sığdı bu koltuğa? Dizi, sinema filmlerinizden, yaptığınız dublaj çalışmalarından bahsedelim mi?

Çok sayıda dizi projesinde yer aldım, dublaj yaptım. Ve iki filmde oynadım. Ancak özellikle dizi projelerinin bölüm uzunluğu ve çalışma şartlarının ağırlığı beni bu çalışmalardan uzaklaştırdı. Şu an sadece tiyatro ile meşgul olup, hayallerimi gerçekleştirmek istiyorum. 

Atatürk, ‘Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuştur’ der. Tiyatro da sanatın tam da merkezinde. Bireylere kattığı sosyal bakışı, günümüz ile geçmişin  seyircisi arasındaki değişimi nasıl değerlendirirsiniz?

Bu o kadar kapsamlı ve o kadar uzun konuşulması gereken bir konu ki… Çünkü bu soruyla aslında Türkiye’nin sosyopolitik yapısı, ekonomik yapısı, siyasi yapısı, kültürel yapısını anlatmak gerekiyor. Toplumun günümüz ve geçmiş arasında yaşadığı değişimi ele almak gerekir önce ki ben bir toplum bilimci değilim.  

Ama sadece tiyatro seyircisine indirgersek soruyu, gençlerin tiyatroya olan ilgisinin bariz bir şekilde arttığını söyleyebilirim. Geçmişte klasik eserlere önem verilirken, gençler dijital dünyanın da etkisi ile daha kısa, söylemi net oyunlar istiyor. 

Tiyatro aşkınızın derecesini bildiğim için; Spiritüalist bir yaklaşımla sizi reenkarne edeceğiz deseler yine tiyatro, ille de tiyatro der miydiniz?

Evet kesinlikle.

Gelelim kadın olmaya… Sizce başarılı kadın olmak nasıl bir duygu? Her başarılı kadının arkasında bir erkek var der misiniz, yoksa kadın her yerde tek başına dik durmak zorunda mıdır?

Benim için başarılı olma kavramı kadın ve erkek ayrımı gözetmiyor. Benim için başarılı insan ve başarısız insan kavramları var. Bir insanın başarılı olması için arkasında herhangi birinin olmasına ve o kişinin de eşi olmasına gerek yok diye düşünüyorum. Tabii ki hayatımızda birincil öneme sahip insanların desteği bizi motive edecektir ancak kişi başarılı olmak istiyorsa bunu kendi elde eder ve başarıyı kendi yakalar. Hayatında olan insanlar bu başarıya eşlik eder ya da etmez.

Dünya çapında çoğu küçük toplumlarda olmak üzere kadınlar çok ağır yükleri sırtlarında taşıyor. Erkekler güç gösterisinde bulunup kadınlardan üstünüz derken, kadınların refahını hep göz ardı etmekteler. Kenya’nın Kamba erkekleri kadınlar için ‘küçük ve düz beyinli kendi başlarına bir şey düşünemez’ derlermiş. Özellikle ilkel toplumlarda yoğun yaşanan hastalıklı düşüncelerin, dev adımlar atan insanlık tarihinde hala var olması, hortlaması ve gittikçe de yoğunlaşmasını nasıl yorumlarsınız?

Sadece Kenya’da değil bütün dünyada birçok erkek dile getirmese de bu düşünceye sahip ne yazık ki. Ama şunu bilmiyorlar ya da göz ardı ediyorlar ki, beyin kıvrımlarından bir tanesi kadınlarda daha fazla. Aslında kadının gücünün farkına varan erkek kadını daha çok ezmeye çalışıyor çünkü kendi konforu için bu işine geliyor. İlkel güdülerden kaynaklı olarak kadının birincil söz sahibi olmasını istemiyorlar.  Doğurgan ve üretken olan kadın ve dolayısıyla erkeği yetiştiren kadının bakış açısını değiştirmesi gerekiyor. Aslında yine iş kadınlara düşüyor. Kadının kendine biçtiği rol değişmedikçe, bu düşünce yapısı değişmeyecektir.

Dünya popülasyonunun tavan yaptığı, yaşam kaynaklarının giderek tükendiği günümüzde, çok geçerli olan; ‘İnsanların başarılı adaptasyonuna genellikle bazılarının harcanmasıyla erişilir- çocuklar, kadınlar, daha çok yaşlılar, daha az güçlüler…’ sizce bu teze katılanlar duygusal olabilir mi? Yoksa yeni Frankensteinlar mı doğdu? 

(Gülüyoruz.)

Görüşünüz nedir?

Kişisel görüşüm, evet Frankensteinlar hep vardı ve popülasyonun artması ile birlikte onlar da attı. Elbette ki, insanlar tarafından bunun dengesi bir şekilde sağlanacak, hem diyalektik diye bir şey var doğa da bunun dengesini sağlayacak. Ve biz doğaya çok acımasız davrandığımız için, şimdi asıl Frankenstein olan doğa. Çok acımasızca kendine yapılanın intikamını alıyor. 

Sizce biyolojik yatkınlık, beslenmedeki  etobur- otobur farklılıkları, toplumlarda şiddeti tetikler mi?

Kişisel fikrim, etçil olmak istemeyip, vegan olmayı istememe rağmen ne yazık ki bunu şimdilik başaramadım. Bununla ilgili çeşitli araştırmalar da okudum. Aslında ilkel yaşamdan uzaklaşıp evrimleşen insanın artık hayvanları yememesi gerektiğini düşünüyorum. İnsanın kendine yeni kaynaklar üretebilecek güçte olduğuna inanıyorum. Ancak et yediğim için asla şiddete yatkınlığım olmadı ve şiddetin her türlüsüne son derece karşıyım.

Tüm bu başarıları elde ederken birey ya da kadın olarak zorlandığınız anlar veya yıllar desem?

Elbette var. Bu sanat serüveninde zorlanmadan başarıya ulaşmak çok zor. Mesleğimizin yani sanatın diğer mesleklerden şöyle bir farkı var; diğer mesleklerin üretim aşamaları bir matematik üzerine kurulu. Bizim mesleğimizde ise, her şey havada asılı ve göreceli. Biz sürekli üretmek zorundayız ve farklı üretmek zorundayız. Diğer mesleklerin mesaisi varken, bizler günün her anında sürekli olarak sanatımızla yaşıyoruz. Ama spesifik olarak zorlandığınız yıllar diye sorarsanız son 20 yıl. Teknolojinin de hızla gelişmesi ile güncel kalabilmek ve çağın en iyilerinden olmak, çağa uyum sağlamak zaman zaman zorlayıcı olabiliyor.

Pandemi için insanlık tarihinde yaşanan kırmızı bir leke diyebilir miyiz?

Hayır, kırmızı bir leke diyemeyiz. Çünkü bu insan eliyle laboratuvarda üretilmiş bir virüsse çok korkutucu ve tehlikeli. İnsan popülasyonunu azaltmak için tekrar olabilme ihtimali çok yüksek. Ama eğer bu doğanın bize bir mesajı ise asla doğru algılandığına ve yorumlandığına inanmıyorum.   

Sadık dostlarımız ve bizimle yaşamı paylaşan diğer canlılar için gerekli yaşam koşulları için ne düşünüyorsunuz? 

Bu konu için çok çaba sarf ettim. Ankara Büyükşehir Belediyesi ile de defaten iletişime geçmek istedim. Hem Melih Gökçek ile… hem de Mansur Yavaş ile… Ülkemizde ciddi bir barınak problemi var. Bu canlıların biz yaşam alanlarını istila ettik… Ormanları istila ettik, denizleri istila ettik… Sonra da dedik ki, senin yaşamaya hakkın yok ben yaşayacağım. Denizleri plastiklere boğduk, atıklarla öldürdük… Sokak hayvanlarını kısırlaştırmak, barınaklara kapatmak onlara eziyet edip onları orada öldürmek son derece çağ dışı ve akıl dışıdır. Doğanın dengesini bozuyoruz. Ürememesi gereken bir sürü insan var kendi çocuğuna zarar veren, türlü işkenceler eden o zaman onları kısırlaştıralım.  Ya da hapishaneden asla çıkmaması gerekenler var. Keşke onlar için gerekli çalışmalar yapılsa… Hayvan haklarına gerekli saygı duyulmadan ve bu sorun çözülmeden ülkemiz gelişmiş ülkeler arasına giremeyecek ne yazık ki..

Hatırladığınız güzel bir anıyı bizimle paylaşır mısınız?

Ege Aydan’ın yönettiği Matruşka oyununda rahmetli Mehmet    Ege ile oynuyoruz. Oyuna, seyircilerin arasında koltuk kavgası ile başlıyoruz. Ve ben “yine karına söyleyemedin değil mi beni, gizli gizli geldin” diyorum seslerimiz yükseliyor ve seyirci sonra oyuncu olduğumuzu anlıyor ve oyun devam ediyor. Bir akşam ben bu repliği söyledikten sonra bir kadın seyircimiz, “seni öldürürüm ahlaksız kadın” diyerek bana saldırdı. Eğer rahmetli Mehmet Ege araya girip “biz oyuncuyuz hanımefendi oyun başladı” demeseydi o akşam seyirciden dayak yiyecektim.     

        

 

2022 ye veda ettiğimiz bu günlerde gerçekleşmesini istediğiniz en önemli şey nedir? Yeni yıl için  beklentileriniz çok olmalı… Gençlere verebileceğiniz güçlü bir mesaj alabilir miyim?

Hukuk Sisteminin düzelmesi, adalet mekanizmasının işlemesi, ekonominin düzelmesi, tarıma ve üretime ağırlık verilmesi, insanların birbirini olduğu gibi kabul edebilme melekesine kavuşabilmelerini ümit ediyorum. 

Gençler kendilerini çok iyi ifade ediyor ve çok akıllılar. Ama çok aceleciler, her şeyi kısa yoldan yapmak istiyorlar ve eleştiriye açık değiller. Çünkü dijital dünya onların zaman mefhumunu yok etti. Sanal ile gerçek arasındaki zaman ayrımı kayboldu. Bu yüzden onlara sahip oldukları becerileri doğru yerde kullanırlarsa, eleştirinin geliştirici gücünden faydalanıp, sabırla azimle çalışırlarsa istedikleri başarıya ulaşabileceklerini söylemek isterim.  

Çok teşekkür ederim. Size sanatla iç içe güzel bir yaşam diliyorum.