İBRAHİM  GÜRAY AYTEKİN ÖZEL HABER ARAŞTIRMA

Varlığı günümüzde hala tartışma konusu olan gizemli bir teşkilattır TEKİLAT-I MAHSUSA II. Abdülhamit döneminde benimsenen panislamizm siyasetinin yürütülmesinde kullanılan değişik mekanizmalar, gerek bu alanda görevlendirilen kişilerin devre dışı kalması gerekse yeni siyasetler oluşturulması yolundaki beklentiler sebebiyle işlevsiz kalmıştır. Siyasette yeni bir güç merkezi halinde ortaya çıkan Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti kendi istihbarat birimlerine ve fedai teşkilâtına yarı resmî bir karakter kazandırarak bu boşluğu doldurmaya çalışmış, bu sebeple II. Meşrutiyet döneminin ilk yıllarında ciddi bir yetki çatışması meydana gelmiştir. 

Aslında Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti’nin (cemiyet 1908 ihtilalinin ilk günlerine kadar bu adı kullanır) 1908 öncesindeki muhaberatına bakıldığında, özellikle Batı devletlerinin idaresi altına girmiş müslüman topluluklarla Kafkasya ve Orta Asya’daki Türk kavimleriyle irtibat konusunda II. Abdülhamit’in izlediği siyasetten temelde farklılık göstermeyen düşüncelerin örgüt tarafından benimsendiği görülür. O dönemde gelişen iç ve dış olaylar, Abdülhamit'i, doğrudan kendisine bağlı bir istihbarat teşkilatı kurmaya sevk etmişti. 

Bu olaylara örnek kendi veziri dahi başkalarının adına ve devlete karşı çalışır olmuştu. Bunun sonucu olarak Yıldız İstihbarat Teşkilatı kuruldu. Teşkilat, emsallerinden farklı olarak devlete değil tek bir kişiye, Abdülhamit'e hizmet veriyordu. Teşkilat daha sonra, Abdülhamit lehine çalışanlar ve aleyhine çalışanlar olmak üzere ikiye ayrıldı. Teşkilat, ülke içerisinde özellikle Ermeni komitacılara karşı istihbarat faaliyetlerinde bulunmaktaydı. Bununla beraber yurt dışında da oldukça iyi organize olmuştu. Paris, Roma, Londra gibi çeşitli merkezlerde kişi ve kurumları yakından takip etmekteydi. Çok kısa sürede geniş bir coğrafyaya yayılan hafiyeleri sayesinde saraya, ayda 3000'den fazla jurnal gelmekteydi. Teşkilat, 1908 yılında Abdülhamit'in tahttan indirilişine kadar faaliyetlerine devam etmiştir.


Döneminde, teşkilatın icraatları için jurnalcilik ya da ispiyonculuk tanımlarını kullanarak karşı çıkanlara cevaben Abdülhamid, hatıratında bu kurumun kuruluşuyla ilgili şöyle demektedir:

Yabancı devletler kendi emellerine hizmet edecek kimseleri vezir ve sadrazam mertebesine kadar çıkarabilmişlerse, devlet emniyet içinde olamazdı. Doğrudan doğruya şahsıma bağlı bir İstihbarat Teşkilâtı kurmaya, bu düşünce ile karar verdim. İşte düşmanlarımın Jurnalcilik dedikleri teşkilât budur. Teşkilat kaldırıldıktan sonra yüz binlerce istihbarat bilgisi saraydan alınarak yakılmıştır.

Teşkilatı Mahsusa ise i Cemiyeti bünyesinde Enver Paşa'ya bağlı olarak kurulan gizli teşkilattır. İttihat ve Terakki'nin Türkçü ve İslâmcı siyasi görüşleri doğrultusunda, yurt içi ve yurt dışında, karşı-istihbarat, propaganda, örgütlenme, suikast eylemlerinde bulunmuştur. Çeşitli şahit ifadelerine göre 1911'den itibaren etkin olmuş, 5 Ağustos 1914'te Harbiye Nezareti'ne bağlı resmî bir örgüte dönüştürülmüştür. 8 Ekim 1918'de İttihat ve Terakkî hükümetinin iktidardan ayrılması ile birlikte Teşkilât-ı Mahsusa da resmen tasfiye edilmiştir.

Trablus ve Balkan savaşlarının yol açtığı sorunlar, I. Dünya Savaşı’nın çıkışıyla birlikte çatışmaya Osmanlı Devleti’nin dahil olması, bu tür bir istihbaratın ve gayri nizamî harp teşkilâtının eylem alanı ve hacminin fazlasıyla genişlemesine sebep olmuştur. Yeni örgütte Süleyman Askerî, Yakup Cemil ve Atıf (Kamçıl) gibi İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önde gelen fedai liderleri görev almıştır. Süleyman Askerî Bey’in 1914 sonunda Irak’ta görevlendirilmesinin ardından Ali Başhampa reisliğe getirilmiş, onun 31 Ekim 1918 tarihinde vefatından sonra Hüsamettin (Ertürk) son başkan olarak çalışmıştır.

Teşkilat-ı Mahsusa kitapları olarak iki isim referans alınmaktadır. Cemal Paşa hatıralarında Teşkilat-ı Mahsusa’nın 1913 yılında Batı Trakya’daki faaliyetlerinden söz etmiştir. Yine yabancı bir gözden Doktor Philip Hendrick Stoddard (Teşkilat-ı Mahsusa kitabının yazarı) da Ağustos 1914’te Teşkilat-ı Mahsusa’nın illegal olarak çalıştığını 5 Ağustos 1914’te resmi bir kimliğe büründüğünü belirmiştir. Kaynakların ortak görüşü ise şudur:

“Teşkilat-ı Mahsusa’yı birçok kaynakta Enver Paşa’nın kurduğu yazılmıştır. Mesai arkadaşı Binbaşı Süleyman Askeri‘nin yönettiği ve İttihat Terakki Genel Merkezi’nin Batı Trakya ile ilgili kararlarını uygulamakla görevli bir örgütün büyüyüp gelişmesiyle oluşmuştur. Mahsusa’nın kuruluş amacı, Enver Paşa’nın hatıralarındaki ideallerinden farklı değildir.


-Bütün Müslüman alemini bir bayrak altında toplamak,
-Türk Dünyası’nı da siyasi birliğe kavuşturmak.


Türk toplumbilimci Ziya Gökalp de Teşkilat’ın fikirlerinden esinlenmiş, Teşkilat-ı Mahsusa onun yazıları sayesinde Osmanlı coğrafyasında geniş bir yelpazeye yayılmış, dönemin insanlarına umut aşılamıştır.

Ayrıca Teşkilât-ı Mahsusa, hala varlığı tartışılan bir teşkilattır. Kimi tarihçiler var olduğunu, kimi tarihçiler ise böyle bir teşkilatın asla kurulmadığını ve var olmadığını ileri sürmektedir. 1908 sonrasında kendi teşkilâtını tedrîcen devlet istihbaratı haline getiren İttihat ve Terakkî Cemiyeti aynı şekilde dünya müslümanları, Kafkasya ve Orta Asya Türkleri’yle münasebetleri düzene sokma alanında kurumsal düzenlemeler yapmıştır. Balkan savaşlarının ardından bu topluluklara Rumeli’nin kaybedilen topraklarındaki müslümanlar da katılmıştır. 

Bunun yanı sıra Trablusgarp’ın İtalyanlar tarafından işgali, Asir’de Seyyid Muhammed el-İdrisi, Yemen’in Cibal bölgesinde İmam Yahya Hamidüddin ve Arabistan yarımadasının değişik bölgelerinde yerel liderlerin nüfuz alanlarını genişletmeleri Arap liderleriyle ilişkinin niteliğini değiştirmiştir. Teşkilat-ı Mahsusa’nın Veteriner Miralay Rasim Bey’in telkiniyle gayri resmî olarak Eşref Sencer (Kuşçubaşı) tarafından 1898’de kurulduğu ve 1910’da Sultan Reşat’ın onayı ile resmiyet kazandığına dair kayıtların geçerliliği tartışmalıdır. 

Teşkilat-ı Mahsusa'nın Trablusgarp'ta İtalyanlara, Batı Trakya'da Bulgar ve Yunanlara, Mısır ve Irak'ta İngilizlere karşı direniş örgütleme çalışmaları kısmen belgelenmiştir. Buna karşılık 1915 Ermeni Kırımı'nda Teşkilat-ı Mahsusa'nın oynadığı rol, sık sık dile getirildiği hâlde ayrıntılarıyla ortaya konabilmiş değildir. Teşkilat-ı Mahsusa hakkında tek köklü araştırmanın yazarı olan Philipp Stoddard'a göre Teşkilat-ı Mahsusa, Ermeni tehcirinde hiçbir rol oynamamıştır. Guenter Lewy Stoddard'la 2001 senesinde görüştüğünü ve Stoddard'ın hâlâ aynı görüşü savunduğunu bildiriyor.

Dünya Savaşı'ndan sonra Anadolu'da oluşturulan Kuvâ-yi Milliye ve Müdafaa-i Hukuk gruplarının önde gelen liderlerinin hemen hepsi Teşkilât-ı Mahsusa üyesi olduğu bilinen kişilerdir. Buna rağmen Teşkilât-ı Mahsusa ile Millî Mücadele arasındaki örgütsel ilişki yeterince incelenmemiştir. Teşkilatın kurucusu Enver Paşa'dır. Başında ise Hüsamettin (Ertürk) Bey bulunmaktaydı. Örgütün son başkanı olan Hüsamettin (Ertürk) Bey Teşkilât-ı Mahsusa'nın kuruluş amacını şöyle tanımlar: 

‘’Bu teşkilatın gayesi, bir taraftan bütün İslamları bir bayrak altında toplamak, bu suretle Panislamizme vasıl olmaktır. Diğer taraftan da Türk ırkını siyasi bir birlik içinde bulundurmak, bu bakımdan da Pantürkizmi hakikat sahasına sokmaktır. Enver Paşa'nın bir yandan Emiri Efendi'nin İttihat ve Terakki programındaki panislamizminden, diğer taraftan da Ziya Gökalp'in pantürkizminden ilham aldığı muhakkaktır."

Teşkilât-ı Mahsusa'nın kurucusu olan bu kişinin kimliğinin gizlenmesi kafalarda hep soru işareti olarak kalmıştır. Birinci Dünya Savaşı'nda İngilizlerin Basra'yı ele geçirmesi üzerine, Teşkilat-ı Mahsusa liderlerinden Süleyman Askeri, Kürt ve Arap aşiretlerinden derlenmiş bir çeteyle İngilizlere karşı vur-kaç saldırıları düzenlemiş, Abadan'daki petrol tesislerini yakmıştır. Buna tepki olarak harekete geçen İngilizler, 12-14 Nisan 1915'te Türk ordusunu Şuaybe'de ağır bir yenilgiye uğrattılar. Süleyman Askeri, yenilgi üzerine 14 Nisan tarihinde tabancasıyla intihar etmiştir.

29 Nisan 1916'da Halil Paşa komutasındaki Osmanlı 6. Ordusu'nun İngiliz birliklerini Kut'ül Ammare'de yenilgiye uğratıp esir almalarından sonra, Nuri Paşa ve Rauf Bey yönetiminde bir Teşkilât-ı Mahsusa birliği savaşta tarafsız olan İran ve Afganistan'a girerek burada yerli kuvvetlerden oluşturacağı birliklerle İngilizleri arkadan vurmayı denedi. Mareşal Liman von Sanders'e göre bu macera, Irak'taki Türk yenilgisinin nedenlerinden biri oldu. 

Ermeni soykırımı iddialarını savunan tarihçilere göre, bu gizli teşkilat iddia edilen soykırımı gerçekleştirmekte kullanılmıştır. İddialara göre, Talat Paşa hükûmetinden sonra yeni hükümeti kuran Ahmet İzzet Paşa teşkilatın tüm belgelerini yok etme emri vermiştir. Teşkilat-ı Mahsusa'nın iddia edilen soykırımı gerçekleştirmiş olan örgüt olduğu iddiası, Andonyan belgeleri ve 1919/1920 İstanbul savaş mahkemeleri yanında, soykırım tezini ispatta kullanılan başlıca iddialardan biri. Guenter Lewy'nin verdiği bilgilere göre, Teşkilat-ı Mahsusa hakkındaki iddiaların belgelerde doğrudan dayanağı bulunmuyor, ancak bu iddialar, bu belgeleri okuduğunu belirtenlerin kuşkulu varsayımlarına dayanmaktadır. Lewy, soykırım tezinin savunucularından olan Vahakn Dadrian'ın, orijinal kaynakların olanak vermeyeceği varsayımlarda bulunduğunu bildiriyor.

Stoddard'a göre, Teşkilat-ı Mahsusa, Ermenilerin sınır dışı edilmesinde herhangi bir rol oynamamıştır. 

14 Kasım - 23 Kasım 2005 tarihleri arasında Yeni Şafak gazetesinde Abdullah Muradoğlu tarafından Teşkilât-ı Mahsusa hakkında 10 bölümlük bir yazı dizisi yayınlanmıştır. 

Bu yazı dizisine göre Teşkilât-ı Mahsusa'da görev yapmış ünlü kişilerden bazıları şunlardır: Enver Paşa, Kaymakam Süleyman AskeriEşref Sencer KuşçubaşıZenci MusaYakub CemilDr. Bahattin ŞakirMithat Şükrü Bleda, Ohrili Eyüb Sabri, Fuat Balkan, Teğmen Hilmi Musallimiİsmail Canbulat, Piyade Subayı Rasuhi Bey, Filibeli Hilmi Bey, Şerif Burgiba, Arabistan'da İbn ür-Reşit, Nuri Killigil ve Halil Kut Paşa Paşalar, Ali Fethi OkyarHacı Selim Sami, "Kel Ali" lakaplı Ali Çetinkaya, ilk tayyareci şehitlerden Sadık Bey, Çerkes Reşit Bey, Ahmet Fuat BulcaNuri ConkerRauf Orbay.

Yeni Kurulmuş olan Türkiye'de Atatürk Devrimlerinin başlama ve yerleşme dönemidir. Ancak devrimlere karşı olanların en büyük  hedefi Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal (Atatürk) olmuştur. 15 Haziran 1926 tarihinde ortaya çıkarılan İzmir Suikasti sonrasında Atatürk, Anadolu Ajansı'na verdiği demeçte, "...Alçak teşebbüs benim şahsımdan ziyade mukaddes Cumhuriyetimize ve onun istinat ettiği yüksek prensiplerimize müteveccih bulunduğuna şüphe yoktur...Benim nâçiz vücudum birgün elbet toprak olacaktır; fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet pâyidar kalacaktır." sözleriyle Cumhuriyete ve devrimlere olan inancını belirtmiştir.

İstihbarat faaliyetlerindeki branşların, ayrı, ayrı ihtisas ve kabiliyet isteyen, yalnız savaş halinde değil, barış döneminde de sürekli çalışmayı gerektiren işler olduğu, Millî Emniyet Hizmeti Riyâseti'nin kurulmasına rastlayan dönemde meydana çıkmış bir gerçek idi. Avrupa'nın belli başlı merkezlerinde, Berlin, Paris ve Londra'da Birinci Dünya Savaşından çok önceleri yerleştirilmiş Espiyonaj yuvalarının nasıl çalıştıkları, gizli servislerin bu yuvaları ve ajanları keşfetmek hususundaki gayretleri, Espiyonaj ve Kontr Espiyonaj konularında yayınlanmış kitaplarda ve hatıralarda anlatılmakta idi. Diğer taraftan, özel teşkilâtlara sahip olan ülkeler, bunları devrin ihtiyaçlarına göre bir düzene sokmaya çalışırlarken, böyle bir teşkilâtı bulunmayan ülkeler de yeniden kurmaya başlamışlardı.

İşte, modern devletlerin istihbarat konusunda geliştirdikleri metotları ve teknik alandaki ilerlemeleri göz önüne alan Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal (Atatürk), bir taraftan genç Cumhuriyet'e yönelik yabancı devletlerin Espiyonaj çalışmalarını, hanedan mensupları ve taraftarları ile yıkıcı ve bölücü (Ermenilik, Rumluk, Kürtçülük, Komünizm, rejim aleyhtarlığı vb.) odakların faaliyetlerini önlemek, diğer taraftan yapılan ve yapılacak olan inkılâp hareketleri ile rejimi kollamak ve korumak amacıyla, "Bu böyle olmaz, muasır devletlerde olduğu gibi biz de modern bir istihbarat teşekkülü kurmak mecburiyetindeyiz." ifadeleri ile teşkilâtın lüzumuna işaret ediyordu.

Yaygın örgütlenen, hatta I. Dünya Savaşı sırasında askeri birlikler oluşturulan Teşkilât-ı Mahsusa'nın, en geniş örgütlendiği zamanda çeşitli İslam ülkelerindekilerle birlikte 30 bin üyeye ulaştığı yer alan iddialar arasındadır.