Teşhis var tedavi yok! Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde Kıbrıs Meselesi ile ilgili uluslararası bir toplantı yapılacağı haberi ülkede büyük yankı yaptı. Uzmanlar gelecek ve 43 yıldır halledilemeyen bu meselenin nasıl halledileceği konusunda bizlere yol göstereceklerdi. Bu uzmanların arasında Kıbrıs meselesinin halli için yedi yılını harcamış olan Lord Hannay de olacaktı. Gelişmeleri merakla izledim. Gördüğüm kadarı ile konuşmacılardan hiç biri “mesele nedir? Önce bir teşhis koyalım” demedi. 43 yıldır meseleye “taraflar iyi niyet göstersin, diyalogdan kaçınılmasın, bazı temaslar başlatılmış, aman bunlardan vazgeçilmesin, sivil toplum örgütleri tarafları yakınlaştırmak için daha da gayret göstersin” gibi genellemelerin ötesine geçen olmadı. Belki de “geçmek istemediler” demek daha doğru olur çünkü bunların çoğu, Lord Hannay gibi, kendi ülkelerinin çıkarlarını gözeterek BM Güvenlik Konseyi’nde aldırdıkları kararlarla kendilerine öz teşhislerini çoktan koymuşlar ve eli kanlı, suçlu Rum idaresini “meşru hükümet” addetmekle Kıbrıs Türk Halkını ta başlangıçtan kendi çizdikleri hatların içinde kalmaya mahkûm etmişlerdir .Yıllardır bunlara yaptığım “geliniz, meseleye teşhis koyalım” çağrımı bir kulaklarından koyup diğerinden çıkarmışlar! Bunların tümü Rumlar tarafından kandırılmış kişiler (veya işlerine öyle geldiği için Rumların çizgisinde kalmayı yeğleyen uzmanlar). Buna rağmen hepsinin de desteklediği ve Türk tarafına “çok iyi, çok güzel, mükemmel fırsat, son fırsat” diye sattığı, Rum’un “evet” diyeceğine inandığı (veya bizi kandırmak için inanmış göründüğü) Annan Planı konusunda son durumu gördükten sonra hâlâ bize gelip de “uzlaşınız, diyalogu sürdürünüz” diyerek adadan ayrılmaları inanılacak bir şey değildir. Bunlara göre, Rum tarafının da iddia ettiği gibi, mesele Anayasal değişikliklerle halledilebilecek bir meseledir. Karşılıklı siyasi vizyonların 180 derece farklı olması önemli değildir. Var olan nüfus dengesizliğine ve Kıbrıs’ta dini, dili ayrı iki etnik halkın varlığına rağmen, bunlardan birinin diğerini yok etmek için sürdürdüğü 43 yıllık mücadeleden ders almaya da gerek yoktur. Lord Hannay her ne kadar da “herkes hata yapmıştır; bunlardan ders alınması gerekir” demiş olsa da esas hatanın “mesele nedir?” sorusunu sormaksızın, karşılıklı vizyonlara bakmaksızın, meseleyi kim başlattı ve niçin başlattı” sorusuna cevap bulmaksızın “diyaloga devam” diyerek eski BM Genel Sekreteri Cuellar’ın dediği gibi “iki halktan tek halk yapmak için ideal addedilebilecek fakat gerçekçi olmayan planlar” sunulmakla bir yere varılamayacağını öğrenmemek olduğunu idrak edememiştir. Garantilenmiş federasyonu yıkan ve 43 yıldır kendini tüm Kıbrıs’ın meşru hükümeti, eski kurucu ortağını da “işgal altında yaşayan azınlığı” addeden; üniter devlet, osmosis diyen Rum tarafı ile “iki kesimli federasyon”u önermek için bu kadar insanı bir araya getirmeğe hiç gerek yoktu. Teşhissiz reçeteyi herkes yazabilir. Gereken gerçekçi teşhistir! Yani 43 yıldır, adanın Yunan’a verilmesini kendi çıkarları açısından uygun bulan emperyalist güçlerin bugüne kadar yapmadıklarını bundan sonra yapıp yapmayacakları meselesidir. DAÜ’deki toplantıdan aldığımız ders, bu güçlerin böyle bir gerçekçilik göstermek niyetinde olmadıkları noktasında yoğunlaşmıştır. O halde devletimize ve Türkiye’nin Garantörlük haklarına sımsıkı sarılmaktan başka çıkar yol yoktur.