Türkiye 40 yıldır  bir proje ürünü olan PKK terör örgütü ile mücadele etmektir. Türkiye’nin gelişme hızını kesmek,bölgede etkili bir güç olmasını  engellemek için  Türkiye’nin başına musallat edilen  bu terör örgütü ile onun arkasında bulunan  emperyalist güçlerin neticeye ulaşmaları da mümkün değildir. Çünkü kürt kardeşlerimizin haklarını savunma görüntüsü ile ortaya  çıkarılan  terör örgütünün  gerçekte öyle olmadığı, terör örgütünün  kürt halkını temsil etmediği çoktan anlaşılmıştır.  Baştan beri kürt halkı devletinin yanında olmuş; devletin de,devletsizliğin de ne demek olduğunu  gayet iyi bilmektedir.Ülkenin batısında ne varsa, doğusunda da olması  gayreti içinde olan ve bu konuda çok mesafe alan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin çabasına karşılık;  terör örgütün  her yola başvurarak  bunları engelleme gayretlerini , her alanda büyük  zararlar verdiğini ve cinayetler işlediğini herkes görmüştür.

Kaldı ki bugün kürt halkı sadece bir bölgede olmayıp,Türkiye’nin her yerindedir ve bulundukları yerlerde kendi işleri güçleri ile uğraşmaktadır. O halde kim kürt halkının haklarını  kime karşı savunmaya  kalkıyor? Öyle bir ihtiyaç nerden çıkmış?

Türk Silahlı Kuvvetleri ile asimetrik savaş (düzensiz savaş)  yürüten terör örgütünün en çok kullandığı muhimmatlardan biri  MAYIN dır. Terör örgütü askerlerimizin geçiş yollarına veya dolaşacağı alanlara mayın döşeyerek tuzaklar kurmakta ve bu kalleşliğe sık başvurmaktadır.

O zaman terör örgütünün çok miktarda kullandığı mayınları ,terör örgütüne  hangi ülke/ler veriyor sorusu akla geliyor.

 Mayınların,  ayırım yapmadan  yaptığı hasarlar dikkate alınarak  Birleşmiş Milletler’de  90’lı yıllarda  Anti- Personel mayınlarının yasaklanması  amacıyla bir çalışma başlatılmış ve  “Ottowa Sözleşmesi “  ortaya konmuştur.

Ottowa Sözleşmesi; Mayın Yasağı Anlaşması diye de adlandırılan bu sözleşme;   Dünyada büyüyen mayın sorununa karşı; “ anti-personel mayınlarının kullanılması, stoklanması, üretilmesi ve transferinin yasaklanması ve imhasına” dair sözleşme, 1 Mart 1999 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bugüne kadar  sözleşmeye 164 taraf devlet olmuş, ancak Birleşmiş Milletlere üye ABD, Rusya, Çin, Ermenistan, Mısır, İsrail, İran, Suriye, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Libya, Gürcüstan vb. gibi 33 devlet sözleşmeyi  imzalamamıştır.  Sözleşmeye taraf olmayan ABD, mayınları üretirim,satarım, istediğime veririm der gibi, "kara mayınlarını  kullanma hakkını elinde bulundurmakta" olduğunu açıklamıştır.

Türkiye Ottawa Sözleşmesini;  12 Mart 2003 tarihinde TBMM'de kabul etti.

ABD’nin Körfez Savaşından sonra Ortadoğu Bölgesi ile  daha yakından ilgilendiği bilinen bir husustur.

Demokrasi getirme bahanesi  ile girdiği ve bir milyon insanının öldüğü  Irak’ın durumu bugün ortadadır. Bunun yanında Kuzey Irak’ı Saddam’dan koruma bahanesiyle kuzey Irak’a “ Çekiç Güç” ile yerleşmiş, bu arada  PKK terör örgütünün gelişip,güçlenmesine yardımcı olmuştur. ABD terör örgütüne desteğini  başlangıçta açıktan belirtmezken , son on yılda  bütün dünyanın gözünün önünde alenileştirmiştir. PKK/PYD terör örgütlerine yüzlerce tır dolusu silah yardımı yapmış, savaş  eğitimleri vermiş ve önemli  mali destekler  sağlamıştır. Tavrını daha da ileri götürerek PKK/PYD terör örgütlerini bölgede müttefik ilan etmiştir.

ABD ortakları ile beraber , Arap Baharı söylemiyle  masumlaştırdığı projesi ile ve yine demokrasi getirme bahanesiyle Tunus,Libya,Mısır ve Suriye’de kargaşalar, iç savaşlar çıkarıp bu ülkeleri perişan etmiştir. Bütün bu gelişmelerin insani gayeler taşımadığı, önceden  ilan ettiği Büyük Ortadoğu Projesini ( BOP)  gerçekleştirmeye çalıştığı her yönüyle çoktan anlaşılmıştır.

 Türkiye’nin Suriye sınırındaki mayınları,onlarca şehit vererek  temizlemesinden çok geçmeden; Suriye’nin kuzeyindeki milyonlarca halkın Türkiye’ye sürülmesi tesadüf olabilir mi?  Bunun Suriye’nin kuzeyinde, Türkiye’ nin  güneyinde,Akdenize açılan bir terör devleti kurulmak istendiği, bütün hazırlıkların bu amaçla yapıldığı anlaşılmıştır.

ABD,  BOP ni Türkiye’de ; Türkiye’yi sığınmacı istilasına uğratarak istikrarsızlığa sürükleme, demokrafik yapıyı bozarak Türk nüfusu azınlığa düşürme  yolları ile gerçekleştirme yolunu seçtiği bütün verileri ile ortadadır.  Bugün Türkiye’de sadece Suriye’den değil,  Afganistan’dan, Pakistan’dan,  Irak ve çeşitli Afrika ülkelerinden gelmiş 10 milyon civarında sığınmacının olduğu bir gerçektir.

Terörün dininin, milliyetinin  olmadığı ve terör örgütü oluşturmanın,bunu kullanmanın   büyük bir insanlık ayıbı/suçu olduğunun  bilinmesine rağmen; ne yazık ki bazı emperyal güçlerin  bu kötü alışkanlıklarında vazgeçmedikleri görülüyor. Terör örgütü kuran ve destekleyen ülkelerin, bu silahın kendilerini de bir gün vuracağını çoktan anlamış olmaları gerekirdi.Bunu da en iyi, 11 Eylül’de  “ İkiz Kulelere”  yapılan,  tarihteki en büyük  terör saldırısına maruz kalan  ABD nin bilmesi lazım.

Desteklenen  terör örgütlerinin terörden vazgeçmeleri mümkün değildir ve  desteklendikleri sürece emperyal güçlerin projelerine hizmet ederler.  PKK terör örgütünün  arkasındaki emperyal güçlerin esas amacının, kürt halkının haklarını savunma görüntüsü altında Türkiye’nin bölünmesini hedeflediği  bütün açıklığıyla anlaşılmış durumdadır.

Bugün PKK terör örgütü ABD başta olmak üzere,bazı komşu ülkeler de dahil,bir çok ülke tarafından çeşitli şekillerde desteklandiği bilinmektedir.

 Terörün önlenmesi için Birleşmiş Milletletler tarafından insani amaçlarla ortaya konmuş  sözleşmelere medeni geçinen, gelişmiş ülkelerin uymaması çok dikkat çekicidir. Bütün dinlerin ve öğretilerin de prensipleri ile hiç uyuşmayan  bu anlayış insanlığın geleceği açısından kaygı vericidir.

Son söz: Rüzgar eken FIRTINA biçer.

Dr. Abdurrahman Kutlu