Dünyanın sonunu insanın kendisi getirecek derler. Özellikle ülkemizde televizyon sektörünün sonunu da yine sektörün kendisi getiriyor. 20 yıl önce radyo neyse, günümüzde televizyon da o olmaya başladı. Hatta radyo sektörü, arabadaki dinleyicileri nedeniyle şu anda televizyon sektöründen daha avantajlı hale geldi. Özellikle trafik yayını yapan radyolar, en azından taksiciler arasında kemikleşmiş bir kitleye sahipler. Ama televizyon sektörü öyle mi?  Her geçen gün kan kaybediyor. İstanbul, Ankara, İzmr gibi metropollerde televizyonun yerini dijital platformlar aldı. TV sektörü biraz nefes alabiliyorsa, bunu Anadolu kentlerindeki seyircisine borçlu. Reyting pastası gittikçe küçülüyor. Nedense reyting listelerinin uluorta açıklanması yasaklandı. Bunu izlenme paylarının her geçen gün düştüğünün gizleme çabası olarak görüyorum. Herhangi bir günün izlenme paylarına baktığımızda, araştırmaya alınan deneklerin yüzde 40’ının televizyon açmadığı çıkıyor ortaya. Daha basit anlatmam gerekirse, bir seçim olduğunu düşünün ve halkın yüzde 40’ının sandığa gitmediğini hayal edin. Televizyon sektörü de böyle işte. İzlenme oranları yani share oranları geri kalan yüzde 60’ın üzerinden hesaplanıyor. Reyting, açık olan televizyon sayısı üzerinden hesaplandığı için dolayısıyla da her dizi ya da programın reytingi düşmüş oluyor.  

Günümüzde 10 reytingi bulan diziler çok iyi izlenmiş olarak görülüyor. Ama geçmiş yıllarda öyle miydi? Kurtlar Vadisi, Yaprak Dökümü, Ezel gibi diziler 20 reytingi bulurdu. Dizileri televizyon sektörünün can simidi olarak görmeyin. Bir kere dediğim gibi, önemli bir izleyici kitlesini dijital platformlara kaybettiler. Orada yerli ve yabancı dizileri istediği saatte izleme özgürlüğü var. Genç kitle ise video paylaşım sitelerine reklamsız üye olup, beğendikleri dizileri istedikleri saatte reklamsız olarak izlemeyi tercih ediyorlar. Prime time’de verilen diziler, maliyetini karşılayıp yayıncı kanalı kara geçirmek için bir bölümde en az 10 milyon liralık reklam geliri elde etmek zorunda. Öyle ya, başroldeki dizi yıldızlarının bölüm başı en az 1 - 1,5 milyon lira arasında gelir elde ettiği konuşuluyor. Rakamlar magazinel olarak belki biraz abartılmış olabilir ama yine de üç aşağı beş yukarı bu oranda. Bazı diziler, sadece reyting listelerindeki düşüklüğünden dolayı değil, reklam gelirlerindeki azlığından dolayı da bitiriliyor.  

Sektör yöneticilerinin anlamadığı şu. Reklam verenler ve aracı olan pazarlama iletişimcileri sadece izlenme oranlarına bakmıyor. Markalarının reklam verecekleri yayına hedef kitle olarak uygunluğu da önemli. Her yıl bir dizi tuttuysa, diğer tüm kanallarda aynı konunun benzeri diziler sanki tek bir kalıptan çıkmışçasına yayına veriliyor. Örnek verirsek eğitim sektörüyle ilgili bir markanın reklamını bir mafya dizisinde, ya da zengin erkek – fakir kız dizilerinde ne kadar görebilirsiniz? Reyting listelerinde dikkat çeken bir unsur da gittikçe kabaran oranları ile “the others” yani ölçüme girmeyen kanalların izlenme oranları… Belli ki halk artık farklı şeyler izlemek istiyor ve farklı kanallarda yayınlarda farklı arayışlardalar. Sonuçta herkesin işten eve geldiğinde, akşam yemeği sonrası uyuyana kadar iki saat vakti var. Akşam saat 9 ile 11 arası televizyon seyredecek. O saatte prime time olarak adlandırılıyor. 

Malum şu anda yaz mevsimindeyiz. Bu aylar sektörde ölü dönem olarak kabul ediliyor. Geçen Aşk-ı Memnu dizisinde az sonraları seslendiren arkadaşımı aradım. Yaz aylarının geldiğini bu dizi için seslendirme geldiğinde anlıyorum diyor. Her yaz olduğu gibi bu yaz da geçmişte çok tutan dizilerin tekrarı yayındaydı.  

Şimdi yeni sezonun arifesindeyiz. Sektör yöneticileri kara kara düşünüyor olmalı. Zaten artık şapkayı öne alıp düşünme vakti geldi. Bazı programlarda sezon sonu öncesi toplu istifalar olduğunu duydum. Nedeniyse ücretlerin kriz ortamına dayanamıyor olması. “Bu paraya gider bir süpermarkette çalışırız daha iyi.” deyip istifa etmişler. Haksız da değiller. Gece gündüz çalışıyorsun ama aldığın maaş kira masrafını anca karşılıyor. E bu çalışan bir ay boyunca ne yiyecek, ne içecek? Bir de bir televizyon programı boyacı küpünden çıkmıyor ki! Tüm yük editörlerin ve kurgucuların sırtında. Fakat en çok sömürülen kitle de onlar. Bir de başlığı “Televizyonun Kıyameti” diye verdik madem. Şu sözümüzü de unutmayalım. Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar!  

Sektörün gelir pastasının tamamı yapımcılar ve programın vitrini olan kamera önü temsilcilerinde…. Geri kalan kırıntıları muhabirler, editörler ve kurguculara veriyorlar. Tabi kabul ederlerse. Sektörün en iyileri şansını şu an video paylaşım kanallarında arıyor. Aralarında emlakçılık gibi, farklı sektörleri deneyenler de var… Muhabirler özellikle magazin muhabirleri daha şanslı. Menajerlik ve danışmanlık yapma olanakları var. Her şeye rağmen sektörde işsizlik had safhada. Nedense medya sektöründe sendikalaşma olmadığı için, tüm bu sorunlara eğilebilecek herhangi bir kurum yok. Malum kriz dönemindeyiz. Bazı sektörler grev hakkını kullanarak istediğini almaya çalışıyor. Ama medya sektörünün böyle bir imkanı maalesef yok. Sonuç olarak yeni sezonda yıllardır süren bazı programları göremeyeceğiz. Görmeye devam ettiğimiz programlarda da bir personel üç kişilik iş yapacak. Çünkü kadroların da daraltılması gündemde.   

Televizyon sektörü kıyameti yaşıyor dedik. Ama adeta sosyal medyada yeni bir dünya kuruldu. İsmi “Televizyon Dünyası.” 400 bini aşan takipçi sayısıyla her iki platformda televizyon sektöründeki gelişmeleri, programlarda yaşananları ve perde arkasını, dizilerle ve dizi yıldızlarıyla ilgili merak edilen haberleri takipçilerine ulaştırıyor. Hesabın sahibi ismini şimdilik sır gibi saklıyor.  O yüzden adı bende saklı diyelim. Bir dönem editör olarak çalıştığım bir televizyon programında yanımızda stajyer olarak yetişen genç, Z kuşağı ve başarılı bir arkadaşımız. Genelde kanallara iki tip stajyer gelir. Biri sunucu olmak isteyenler. Diğeri yapımcı olmak isteyenler. İşin alfabesini bilmeden işin en tepesinden başlamak istiyorlar. Hee, bir de iğneyi kendimize çuvaldızı başkasına batırmak lazım. Sektörün deneyimli personelleri artık stajyerleri yetiştirmek adına eskisi kadar çaba sarf etmiyorlar. Eskiden öyle miydi? İletişim fakülteleri azdı. Ama daha nitelikliydi. Katlar arasında sepet sepet kaset taşıyıp, dizi oyunculuğuna, stand–up programlarında stajla başlayıp, tartışma programlarında haber moderatörlüğüne yükselen dahi var. 

TV sektörünün nabzını tutan arkadaşımızla sohbet etmişken, kendisinden yeni sezon dizileri hakkında bilgi almayı da ihmal etmedim. Atv’de iddialı bir dizi başlıyor. Kapadokya’da geçecek olan Safir, bakalım yıllar önce yine aynı bölgede geçen Asmalı Konak’ın başarısını tekrarlayabilecek mi? Yaz dizileri maalesef kış sezonuna geçiş yapamadı. Maalesef diyorum sonuçta, sesçisinden ışıkçısına geniş bir kadro bu sektörden ekmek yiyor. Fox tv’de yer alan “Yaz Şarkısı” da kış sezonunda yer almayacak. Aynı kanalda final yapacak olan dizilerden biri de Cem Gelinoğlu ve Özge Özacar’ın başrolünü oynadığı komedi dizisi “Kısmet.” Çağatay Ulusoy’un yeni dizisi Gaddar’daki performansı merak ediliyor. Hande Erçel ve Burak Deniz hayranları ise merakla “İki Yabancı” dizisini bekliyorlar. Kanal D’de yayına girmek için yeni sezonun başlamasını bekleyen ve oyuncuları arasında Perihan Savaş ve Özge Özberk’in de olduğu  “Dilek Taşı” ise izleyiciyi 80’li yıllara götürecek. Yıllardır tarih dizileriyle dikkat çeken TRT 1’in bu yılki kozu ise Kudüs Fatihi “Selahattin Eyyübi….”  

Bakalım yeni sezon neleri getirecek? Kimlerin yüzü gülecek? Kimler üzülecek? Makalemizi sektörde oldukça bilinen bir deyimle bitirelim: “Allah herkesin çarşısını pazar etsin.”