IRAK’TA 13 TEMMUZ 1959 TÜRKMEN KATLİAMI

14 Temmuz 1958 tarihinde Irak’ta krallık yıkılarak, cumhuriyet ilan edilmişti. İhitalin birinci yıldönümü olan 14 Temmuz 1959’da şenlikler yapılacaktı. Törenin başlangıcından hemen sonra, Türkler aleyhine atılan slogan sebebiyle şenlik, bir protesto mitingine dönüştü. Kısa bir süre sonra da miting alanı, cumhuriyetin birinci yıldönümünü kutlamaya gelen silâhsız Türk erkeklerinin, çocuk ve kadınlarının katliamına sahne oldu.

Katliam, 3 gün 3 gece sürdü. Evlerine kapanan Türkler, silâhlı askerler mârifetiyle toplanarak Kerkük Garnizonu’na götürüldü. Garnizondaki sözde halk mahkemeleri, beş-on dakika süren yargılamalardan sonra idam kararı veriyor; karar, anında infaz ediliyordu. Evlerinden çıkmak istemeyenler, azıcık direnenler ise hemen oracıkta, süngü ve dipçik darbeleriyle öldürülüyorlardı. Türklere ait insansız evler ve dükkânlar önce yağmalanıyor, sonra da ateşe veriliyordu.

İnsanlık târihinin yaşadığı en büyük ve en fecî katliam olayı; Ankara, Londra, Şam, Kahire ve Beyrut radyolarından yayınlanan bildirilerle kınandı. Bunun üzerine Bağdat yönetimi olaya el koydu. Bilânço: yüzlerce şehit, binlerce yaralı ve kayıpla kapatılmıştı. Tespit edilebilen şehitlerin adları şunlardı: Tabip Yarbay İhsan Hayrullah, Albay Ata Hayrullah, Kasım Neftçi, Selâhaddin ve Mehmet Avcı, Cahid Fahreddin, Osman Hıdır, Emel – Cihat ve Nihat Fuat, Nureddin Aziz, Abdullah Bayatlı, İbrahim Ramazan, Abdülhâlik İsmail, Hasip Ali, Cuma Kamber, Kâzım Abbas Bektaş, Şâkir Zeynel, Hacı Necim, Enver Abbas, Adil Abdülhâmit, İzzet Çaycı, Fethullah Yunus, Kemal Abdülsamet ve Gani Nakip...

Irak Türklerine, 14 Temmuz 1959 tarihindeki katliam büyüktü fakat son değildi. Irak’ta Türk katliamı günümüze kadar devam etti ve ediyor.


TÜRKLERDE HOŞGÖRÜ
Fâtih Sultan Mehmed Han, 29 Mayıs 1953’te İstanbul’u fethettikten sonra Almanya, İspanya ve Batı Avrupa’nın muhtelif bölgelerinde zulme uğrayan Yahudilere sâhip çıkmış ve onların Osmanlı topraklarına göç etmesini teşvik etmiştir. Edirne Başhahamı İsac Tzatafi de, Güney Almanya’da Yahudilere yapılan zulümlerden kaçarak Osmanlı Devleti’ne sığınmış bir kişidir. Bu Yahudi din adamı, çeşitli ülkelerin yönetiminde baskı altında yaşayan Yahudilerin, Osmanlı Devleti’nin idâresi altında bulunan bölgelere göç etmelerini tavsiye eden bir mektupta, aşağıdaki satırlara yer vermektedir:

Ağıtlarınız, iç çekişleriniz bize ulaştı. Katlanmak mecburiyetinde kaldığınız acılar ve baskılardan haberdarım. Din kardeşlerimin feryatlarını işitiyorum. Ben de oralarda doğdum, büyüdüm.  Fakat kendi öz ülkemden çıkarıldım. Tanrı’nın kutsadığı, tüm güzelliklerle dolu olan Türkiye topraklarına geldim. Burada huzur ve mutluluk buldum. Türkiye sizin için de bir barış ülkesidir. Bulunduğunuz yerden göçmeli ve buraya gelmelisiniz. Burada, Türklerin topraklarında şikâyetçi olacağınız hiçbir şey yok. Büyük nimetler elde etmekteyiz. Çokça altın ve gümüş ellerimizde. Ağır vergi yükümüz yok. Ticaretimiz serbest ve engellenmiyor. Her şey ucuz ve bol. Herkes barış ve hürriyet içerisinde. Türkler, hoşgörülü insanlar. Uyanın kardeşlerim, işe koyulun. Güçlerinizi toplayın ve bize katılın.

Bu ifâdeler Osmanlı Devleti’nin ne kadar âdil, Türk Milleti’nin ne kadar hoşgörülü olduğunu, birlikte yaşama kültürüne sâhip olduğunu gösteriyor. Osmanlı, bu sâyede farklı etnik gruplara ve dinlere mensup, farklı dilleri konuşan toplulukları uzun yıllar huzur içerisinde yaşatabilmiştir.




TÜRK YURTLARINDAN:
B  U  H  A  R  A

Günümüzdeki Özbekistan Cumhuriyeti sınırları içerisinde, Zerefşan Irmağı’nın aşağı havzasındaki büyük vahâda yer alır. Şehrin denizden yüksekliği 220 metredir. Makedonyalı Büyük İskender Türkistan’a geldiğinde Buhara, bölgenin önemli bir yerleşim merkezi idi. Buradan anlaşıldığına göre Buhara’nın kuruluş yılları, M.Ö. 500’lü  yıllar olsa gerek. Buhara hakkında, Çin kaynaklarında fazla bir bilgi yoktur. Buhara’nın tarihi, Müslümanların bölgeye gelmeleriyle aydınlanmaya başlamıştır. Müslümanlar, Buhara’yı, 674 yılında, Emevi Halifesi Muaviye’nin Horasan Valisi olarak bölgeye gönderdiği Ubeydullah b. Ziyad komutasındaki ordu ile fethettiler. Şehirde, o tarihte yaşayan insanların tamamı Türk idi.  İklimi, suyu, bitki örtüsü, toprağının verimi ve hayvan besiciliği açısından bölgenin en çok tercih edilen şehridir.  

İslâmiyet’ten önce Buhara’da yılda iki defa kurulan ve yalnız bir gün devam eden Mah çarşısı adı verilen bir Pazar kurulurmuş. Bu pazarda,  put imâlatçıları put satarlarmış. Kaynaklar, Kabaç Hâtun adlı bir kadının, Buhara’yı  ölen kocasının yerine ve küçük oğlu adına on beş sene müddetle emir sıfatıyla yönettiğini bildiriyorlar. Ubeydullah b. Ziyad geldiğinde şehir, bu kadının yönetiminde idi.

Buhara’lı Türkler, şehri fethedenlerin yönetimlerine boyun eğmedi.  Çünkü kendi inançları olan Gök Tengri inancına sıkı sıkıya bağlı idiler. İslâmiyet’i kabul etmeye yanaşmıyorlardı. Emevilerin sonraki komutanı Kuteybe b. Müslim,  712 yılında Buhara’ya yaptığı dördüncü hücumdan sonra şehre hâkim olabildi. Orada bir câmi yaptırdı. İslamiyet o tarihten sonra bölgede bilinir oldu.

Buharalılar, mal ve para bakımından çok zengin insanlardı. Şehir, icârî ve sınâî faaliyetler çok gelişmiş idi. Fetih sırasında ele geçirilen ve Emevi sarayına götürülen ganimetler,   deve kervanlarıyla taşınıyordu ve çok kıymetli idi.

Buhara, 998 yılında Sâmanoğulları’nın eline geçti. Bu tarihte İslamiyet artık iyice yaygınlaşmıştı.

Buhara şehri, defalarca savaşlara ve tahribata maruz kaldı.  Milâdî dokuzuncu yüzyılda yeni plâna göre eski yerinde yeniden inşa edildi. Buhara, 1220 yılında Cengiz Han tarafından tekrar tahrip edildi. Oğlu Ögeday tarafından yeniden imar edildi. 1238 yılında halk, Moğollara karşı ayaklandı. Fakat hareket kısa sürede bastırıldı.  28 Ocak 1273 tarihinde Moğol süvârileri Buhara’yı işgal ve istilâ ettiler, yedi gün yedi gece şehri yağmaladılar. Şehir tekrar ve bu defa çok ağır şekilde tahrip edilmişti. Şehrin yeniden imârı, Çağatay Türklerinden Kaydo Mesut Bey tarafından 1283 yılında tamamlanabildi. 18 Ekim 1316’da Moğol süvârileri tekrar şehre geldiler.  Halkı şehirden çıkartarak Ceyhun Irmağı kenarındaki Margamin bölgesinde mecburî ikamete tâbi tuttular. 1500 yılında Özbekler şehri aldılar. Fakat devletin başşehri olarak Semerkant tercih edildi. Şeybânilerden iki emir Mahmud b. Ubeydullah ve Abdullah b. İskender,  biri biri ardına Buhara şehrinin emiri oldular.  Buhara, bu emirler zamanında siyâsî ve mânevî merkez hâline geldi, kalkındı, eski zenginline kavuştu.

1645 – 1680 yılları arasında Özbek Abdülaziz Han dönemi, Buharalıların huzurlu ve mutlu dönemlerinin son bölümü idi. Kendisinden sonra gelenler, ülkenin birlik ve huzurunu koruyamadılar.  Ülkenin her bir yanındaki emirler, bağımsızlıklarını ilân ettiler. Buhara’da oturan Han, eski ve büyük devletin çok küçük bir kısmına hükmedebilir hâle geldi.   1740 yılında Buhara, Nâdir Şah’ın yönetimi altına girdi. Ruslar, 1850 yılından itibaren Buhara ile ilgilenmeye başladılar. 1886 yılında şehrin tamamına hâkim oldular.  Ruslar, 1873 yılında da Hive şehrini aldılar. Bundan sonra Rus işgali, bütün Türkistan’a yayıldı.




BUHARA MELİKESİ KABAÇ HATUN

Mâverâü’n-nehr’in en eski şehirlerinden biri olan Buhâra, tarih boyunca bölgenin en önemli kültür ve ticaret merkezi oldu. Bu süreç içerisinde şehri ilgilendiren en önemli tarihî hâdiselerden biri, şehrin Müslümanlar tarafından fethi ve bir Türk-İslâm şehri hâline gelmesiydi. Arap-İslâm orduları Hz. Ömer döneminde Âmûderyâ (Ceyhûn) Nehri kıyılarına kadar ilerlediler. Emevi Halifesi Muâviye döneminde ise Horasan valisi Ubeydullâh b. Ziyâd önderliğinde Ceyhûn Nehri’ni geçip Buhârâ’ya ulaştılar (53/673). Bu seferden sonra Sa‘îd b. Osmân (56/675-676) ve Selm b. Ziyâd (61/680-681) tarafından da bölgeye akınlar düzenlendi. Bu seferler sırasında (53-61/673-681) Buhârâ, küçük yaştaki oğlu Tuğşad adına annesi Kabac Hâtûn adında Türk kökenli bir melike tarafından yönetilmekteydi. Bölge halkı tarafından çok sevilen Kabac Hâtûn, hem başarılı ve âdil idaresi, hem de Emevî orduları karşısında tutumu ile bir efsâne hâline gelmişti. Oğlu, ülkeyi yönetecek yaşa gelince tahttan feragat etti. Tuğşad, ‘Hakan’ unvanını alınca Müslüman oldu. İlk Müslüman Türk hükümdarlarından biridir.  


DOĞU TÜRKİSTAN’DA DEĞİŞTİRİLEN NÜFUS YAPISI

1980’li yıllarda Komünist Çin yönetimi tarafından korkunç bir uygulama başlatılmıştır. Buna göre Doğu Türkistan’a on milyonlarca Çinli göçmen yerleştirilmektedir. Bu göçmen siyâseti ile birlikte uygulanan mecbûrî aile planlaması uygulaması, Doğu Türkistan’ın din, kültür, ve insan varlığını tehdit altında tutmaktadır.  

1952 yılında Mao Zedong, Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi'nin Doğu Türkistan siyasetine ilişkin direktiflerine uygun olarak yaptığı açıklamada şunları söylemiştir: ‘Uygur Özerk Bölgesi (yani Doğu Türkistan) çok geniş bir alana yayılmasına rağmen, yerleşimi az olan bir bölgedir. Bundan dolayı, bölgenin nüfusunun tedrici olarak 200.000.000’a çıkarılması lazımdır.’

Çinli göçmenlerin, Doğu Türkistan'a yerleşmesi için hükümet tarafından birçok avantajlı uygulamalar devreye sokulmuştur. Bunlar arasında, barınma, tedavi, taşınma, kültür ve eğitim, ve para yardımı teşvikleri sayılabilir. Doğu Türkistan'da çalışan bir Çinli, Çin'de bir yılda kazandığı ücretin 100'lerce kat fazlasını kazanmaktadır. Çinli girişimciler, Doğu Türkistan'a yatırım yapmaları durumunda çeşitli vergi muafiyetlerinden yararlanmakta, ayrıca düşük faizli kredi imkânlarına sâhip olmaktadır. Fakat Doğu Türkistanlı işadamlarının yeterlilik belgesine sahip olsalar bile kendi öz vatanlarında iş kurmaları hemen, hemen imkânsız hale getirilmiştir.

Haziran 1987 tarihinde Deng Xiaoping, Çinli girişimcileri Doğu Türkistan ve Tibet'e yerleşmeye teşvik ettiği konuşmasında şunları söylemiştir: ‘Mahallî nüfusun Çinli göçmenlere ihtiyacı var. Çünkü Özerk bölgelerimizin az nüfusları ile kendi kendini geliştirmekte hayli zorlanmaktadırlar.’

1949 yılında Doğu Türkistan nüfusunun % 3’ünü oluşturan Çinlilerin oranı şu anda % 53 ü aşmış bulunmaktadır. Bu durum, 50 yıldır süren göçmen siyaseti ile Çinli aç işsizlerin ve Çinli suçluların kontrolsüz şekilde Doğu Türkistan'a akın edip yığılmasından kaynaklanmıştır.

Asya İzleme Komitesinin raporuna göre, bu çeşit ayrımcılık siyaseti 1981'de Komünist Çin'in de taraf olduğu Birleşmiş Milletler Teşkilatı (BMT) Anlaşmalarından biri olan Her Türlü Ayrımcılığa Karşı Beynelmilel Sözleşme’nin açık bir ihlali durumundadır. Çinli göçmen sayısının hızla artması ve Müslüman Türklerin nüfusa oranının sürekli düşmesi, aslında fiilî durum oluşturmak / ayrımcılık yapmak olarak değerlendirilmelidir. Çünkü barınma, eğitim ve sağlık alanlarında Doğu Türkistanlı Müslüman Türklerin haklarını ciddî olarak sınırlamaktadır. Çinli kadroları oluşturan uzmanlar ve teknisyenlere yer açmak için inşa edilen altyapı yatırımları ve memurlar için sağlanan avantajlar, bunların yanında bir de Han Şovenizmi dikkate alındığında sosyal hizmetler bakımından Çinliler lehine ve Doğu Türkistanlı Müslüman Türklerin aleyhine çok açık ve seçik bir ayrımcılığı gözler önüne sermektedir.

Dünya Sağlık Teşkilatı (WHO) tarafından yapılan tanıma göre Sağlık, ‘Yalnızca hastalığın varolmaması olarak değil, aynı zamanda fizikî, sosyal ve psikolojik vücut rahatlığının bir arada bulunması olarak belirtmiştir.’ Doğu Türkistan Müslüman Türk Kadını sadece sağlık açısından tehlike altında değildir, doğum kontrol siyasetlerinin psikolojik etkileri de yıkıcıdır. Çünkü söz konusu siyasetler kadının üzerindeki kontrol hakkını ortadan kaldırmaktadır. Beynelmilel Af  Teşkilatı’nın raporlarına göre: ‘Resmî olmayan gözlemciler bile, Doğu Türkistan'daki Müslüman Türklere yönelik sağlık şartlarının Çin'in diğer bölgelerinden (Tibet hariç) çok daha kötü ve yetersiz olduğunu belirtmektedir.

Büyük miktarlarda yer altı ve yer üstü zenginliklere sahip olmasına rağmen Doğu Türkistan'daki az gelişmişlik ve ekonominin, Doğu Türkistan Müslüman Türklerinin aleyhine ihmal edilmesi de sağlık şartlarının iyileşmesini engellemektedir. Doğu Türkistan'daki Müslüman Türk çocuklarındaki kötü beslenmenin yaygın olduğu ve çocuk sağlığını korumaya yönelik tedbirlerin; aşı kampanyaları ve tüberküloz kontrolleri gibi hizmetler çok yetersiz olduğu ifade edilmektedir. Dünya Bankası istatistikleri de, bebek ölümlerinin Çin'in diğer bölgelerine oranla Doğu Türkistan'da daha fazla olduğunu göstermektedir. Çin'de her 1.000 bebekten 43’ü ölürken, bu sayı Doğu Türkistan'da 200’e kadar yükselmektedir.

Kürtaj ve kısırlaştırma, her şeyden önce bir kadın sağlığı problemidir. Birçok şâhit ifadelerinde belirtilen sağlık problemlerinin, kürtaj ve kısırlaştırmaya bağlı olarak meydana geldiği görülmektedir.
Kürtaj ve kısırlaştırma operasyonları, üzerinde operasyon yapılan kadının rızası ve sağlık durumu dikkate alınmadan, sağlıksız yöntemler ve ortamlarda yapılmaktadır. Ortaya çıkan sağlık problemleri genelde benzer özellikler göstermektedir. Hatta bazı görüşlere göre, ölüm ve kalıcı hastalık ile sakatlıklara varan durumların görüldüğü söylenmektedir. Mecburî kürtaj ve kısırlaştırma müdâhalelerin bitiminde kadınlara her hangi bir tedâvi veya bakım yapılmamaktadır.






TÜRKÇEM

Türkçe yazar Türkçe okurum
Türkçe danışının
Türkçeden caymam
Türkçeme kurban olurum

Kurt olurum Türkçeyle
Kut bulurum
Kuzu olurum kuş olurum
Türkçeyle şakırım bülbül olurum
Türkçe yazar Türkçe düşünür
Türkçe konuşurum

At sırtında koşarım yalınkılıç
Çağlar açarım Türkçeyle
Dağ olurum tepe olurum ova olurum
Birlik olurum dirlik olurum
Birleşir bir koca budun olurum
Yuva olurum yurt olurum
Türkçeyle vatan olurum

Irmak olurum Türkçeyle
Akarım taşarım coşarım
Çağlayan olurum ara sıra
Enginlerde durulurum
Göl olurum deniz olurum dalgalanırım

Duygu olurum güzelliklere
Geçmiş olurum gelecek olurum
Kimileyin bengitaş olurum anıt anıt
Kucak açarım kuşaklara
Orhunlarda gezinirim
Kimileyin halı olurum kilim olurum
Yürek yürek desen desen dokunurum
Türkçeyle alırım Türkçeyle satarım
Gezer tozarım bağırır çağırırım Türkçeyle
Türkçeyle kızarım Türkçeyle sevinirim
Arınırım durunurum
Yaşam bulurum Türkçeyle
Bilge olurum eren olurum adam olurum

Sazın teli ozanın dili olurum Türkçeyle
Çalar çığırırım
Barış olurum Türkçeyle
Özgürlük olurum
Kargış olurum alkış olurum
Yakarış olurum Türkçeyle
Yunus Yunus okunurum

Aş olurum iş olurum
Sevgiliye eş olurum
Sevgiye yoldaş olurum Türkçeyle
Nen olurum Hatai olurum Fuzuli olurum
Karacoğlan Dadaloğlu Köroğlu
Pir Sultan Abdal olurum
Dede Korkut olurum Mahsuni Şerif olurum
Gönüllere kurulurum
Türkçe yazar Türkçe okur
Türkçe danışırım Türkçeden caymam
Türkçeme kurban olurum

Dr. OĞUZ PAKÖZ