SULTAN İKİNCİ ABDÜLHÂMİD HAN

Otuz dördüncü Osmanlı Pâdişâhı, 10 Şubat 1918 târihinde 76 yaşında İstanbul’da vefât etti. Doğumu: İstanbul, 21 Eylül 1842. 

Sarayda iyi bir eğitim gördü. Farsça, Arapça ve Fransızca öğrendi. Osmanlı târihi ve Türkçe dersleri aldı. Akıllı ve zeki idi. Babası pâdişah olmadığı için taht adaylığının çok uzaklarında görülüyordu. Bu sebeple saray mensuplarının ilgisinden mahrum kaldı. Belki de bu yüzden içine kapanık, düşüncelerini açığa vurmayan bir karaktere sâhipti. Ondaki cevheri ve sıkıntıları yalnızca amcası Sultan Abdülaziz Han sezmişti. Yakın ilgi gösterdi. Seyahatlerinde yanına aldı. İstanbul’da olduğu günlerin ders dışındaki saatlerinde toprak işleriyle meşgul oldu, koyun besledi. Borsa ile ilgilendi, çok para kazandı. Kendi parasıyla özel hocalar tutarak devletin gelirleri-giderleri ve muhasebesi konularında, iyi bir mâliyeci kadar bilgi sâhibi oldu. Çok iyi bir teşkilâtçı olduğu kadar, gelecek üzerinde sağlam hesaplar yapabiliyordu.  Amcası Sultan Abdülaziz’i ve Sultan 5. Murad’ı tahttan indiren Mithat Paşa ve arkadaşlarıyla diyalog kurdu ve anlaştı. Bazı tâvizler vererek kendisine taht yolunu açtı. 31 Ağustos 1876 târihinde, 34 yaşında iken pâdişah oldu. 

Osmanlı Devleti, târihinin en zor dönemini yaşıyordu. Ayaklanmalar, malî sıkıntılar, ihânetler ve devleti nereye götüreceği kestirilemeyen batı hayranlığından kaynaklanan reformist baskılar doruk noktadaydı. Avrupa, Osmanlı’ya hasta adam gözüyle bakıyor, O’nu bir an önce mezara iteleyip hem târihî intikamını almak hem de ganimetleri paylaşmak için sabırsızlanıyordu.  İçeride ve dışarıda devletin itibârı iyice sarsılmıştı. 

Mütevâzı bir halk adamı olarak önce milletin, sonra askerin ve sonra da devlet erkânının sevgisini kazandı. O içine kapanık sessiz adam gitmiş, yerine mükemmel bir hatip üslûbuyla konuşan, ufuk açan, yönlendiren dirâyetli bir devlet adamı gelmişti. 

Merhametliydi. Yargı organlarının idama mahkûm ettiği devlet erkânının ve komutanların cezâsını sürgüne çeviriyordu. Kimseye haksızlık yapmadı, kimsenin hayatına son vermedi, verdirtmedi. Ona ‘Kızıl Sultan’  diyenler, istediklerini elde edemeyişlerinin intikamını almaya çalışıyorlardı.

İstediklerini elde edemeyenlerin başında Masonlar, Siyonistler ve bu çerçeve içerisinde, Osmanlı yönetimi altındaki Filistin topraklarında Yahûdi Devleti kurmak isteyen yabancılar vardı. Filistin topraklarını isteyenlere, İngiltere ve diğer Avrupa ülkeleri destek veriyorlardı. Toprak isteklerini reddetti. ‘Milletim, o toprakları kan dökerek can vererek aldı. Onları vermemek için de aynı fedakârlığı yapmaya hazırdır.’   Dedi. Aynı maksatla daha sonra çok büyük paralar teklif edenleri de geri çevirdi. ‘O topraklar, milletimin malıdır. Vermek yetkisine sâhip değilim.’  Cevabını verdi. 

Ülkede ilk defa seçim yaptıran, Meclis-i Mebusan’ı  (Milletvekilleri Meclisi’ni) oluşturan O’dur. Meclis’te Türk ve Müslüman olmayanların, devlet aleyhine sonuçlar doğuran zararlı faaliyetleri önlenemeyince, Meclis’i feshetti. Bu hareket, hürriyet ve meşrutiyet düşmanlığı olarak yorumlandı, öyle anlatıldı. 

O’nun en başarılı olduğu alan dış politikaydı. Büyük devletlerin şerrinden korunabilmek için aralarındaki ihtilâfları hep gündemde tuttu. Biri birleriyle uğraşmaktan Osmanlı’ya sataşmaya fırsat bulamadılar. Bu yöntem geçici idi. Maksadı zaman kazanmaktı. 

Saraydaki ve devlet yönetimindeki israfı önledi. İç ve dış borçlar yarı yarıya azaltıldı. Ülkede imar hareketlerine de hız verildi. İletişim ve ulaşımda, eğitim ve sağlık hizmetlerinde ciddî ilerlemeler kaydedildi. Maksadı devleti iktisâden güçlendirdikten sonra yönetimde reformlar yapmak ve Osmanlı’ya eski itibarını kazandırmaktı. Batılıların içeride çıkarttıkları karışıklıklar sebebiyle bu düşüncesini tam olarak tatbik edemedi. Bir taraftan Derviş Vahdeti, Volkan adlı gazetesi ile  ‘Din elden gidiyor.’  Diyerek halkı hareketlendirip ve devlete güç kaybettirirken diğer taraftan ne pahasına olursa olsun batılılaşma taraftarları halkı aksi yönde ayaklanmaya sevk ediyorlardı. Araplar, Arnavutlar ve Balkan halkları gibi Müslüman unsurlar da ayrı bir hizip olmuşlar, bağımsızlık için devletin karşısında yer almışlardı. 

Bu kargaşa içerisinde, 13 Nisan 1909’da, (eski takvime göre 31 Mart’ta) büyük bir ayaklanma meydana geldi. Olaylar, 11 gün kanlı bir şekilde devam etti. Selânik’ten gelen Hareket Ordusu mârifetiyle isyan bastırıldı. Normal düzene geçileceği sırada milletvekilleri Sultan İkinci Abdülhâmid Han’ın tahttan indirilmesini ve sürgüne gönderilmesini tartışmaya başladılar. Çevresindekiler Sultan’a, kendisine bağlı olan Birinci Ordu ile Hareket Ordusu’nu ve İttihatçıları bertaraf etmesini teklif ettiler. Abdülhâmid Han bu teklifi: ‘Eğer böyle bir çatışma olursa, Rusya ve Avrupa’nın orduları bir gün içerisinde İstanbul’a girer.’  Diyerek reddetti. O, ülkesinin selâmetini, kendi tahtından önemli görüyordu. 27 Mayıs günü Âyân Meclisi ve Mebuslar toplanarak tahttan indirme ve sürgün kararı aldı. Karar bir heyetle Sultan’a bildirildi. Heyette: Yahûdî Emanuel Karasso, Arnavut Esat Toptanî, Ermeni Aram Efendi ve ırken ne olduğu bilinmeyen Ârif Hikmet Paşa vardı. İçlerinde bir tek Türk yoktu. Heyetin oluşturuluş tarzı, Osmanlı târihinin utanç verici hâdisesidir.  Sultan, karar kendisine tebliğ edildikten yarım saat sonra yurt dışına gönderildi. Böylece Sultan İkinci Abdülhâmid Han’ın 33 yıllık yönetimi ile birlikte 610 yıllık Osmanlı Devleti de sona ermiş oluyordu. Osmanlı Devleti, 11 yıl süren uzatmalardan sonra 23 Nisan 1920’de târih sahnesinden resmen silindi. 

Sultan İkinci Abdülhâmid Han’ın özellikleri:

Sultan İkinci Abdülhamit Han,  marangozluğa merak sarmıştı. Zaman zaman Yıldız sarayındaki atölyesine kapanır,  yazı masaları, etajerler, ince kıl testerelerle oyulmuş şık desenli resim çerçeveleri yapardı. Yakınlarının anlattıklarına ve  yazdıklarına  göre bu işin cidden ustası ve üstadı imiş. 

Sultanın başkâtibi Tahsin Paşa’nın dâmâadı Fuat Bey’in evinde, bizzat padişah tarafından yapılmış bir yazı masası vardı. Körüklü, kapaklı, gizli gözlü ve bütün çekmeceleri tek anahtarla açılan bu yazı masası hakikaten ince bir sanat zevkiyle yapılmıştı. Pâdişah, Yıldız’da Ihlamur köşkünün bir tarafında kurduğu marangoz tezgâhında yaptığı yazı masalarını, etajerleri, resim çerçevelerini sadrazamına, başkâtibine, vükelâsına hediye etmekten haz duyardı. Almanya İmparatoruna hediye ettiği resmini, kendi yaptığı bir çerçeve içinde sunmuştur.

Sultan Abdülhamid Han’ın büyük ve çok sayıdaki hizmetleri, bir başka yazıda ele alınacaktır. 

BAHTİYAR VAHAPZÂDE

Türk dünyasının en büyük şâirlerinden biri olan Bahtiyar Vahapzâde, 13 Şubat 2009 tarihinde vefat etti. Önceki ESİNTİLER sayfalarında hayatı hakkında bilgi verilmişti. Bu defa, Vahapzâdeyi, çok sevdiği, aziz dostu Yavuz Bülent Bâkiler’in satırlarıyla ve rahmetle anıyoruz. 

Mehmet Emin Yurdakul'un bir beyti, bana hep Bahtiyar Vahabzâde'yi hatırlatıyor:

‘Unutma ki, şairleri haykırmayan bir millet,

Sevenleri toprak olmuş, öksüz çocuk gibidir!’

Bahtiyar Vahabzâde, fikir ve sanat dünyamıza girdiği günden beri, hep Azerbaycan için haykıran soylu şairlerimizden biri oldu.

28 Mayıs 1918 tarihinde, büyük idealist Mehmet Emin Resulzâde ve arkadaşları, Azerbaycan Cumhuriyeti'ni kurdukları zaman Bahtiyar Vahabzâde, henüz doğmamıştı.

O’nun, ilim adamlığı yanında sanatkâr ruhu, Azerbaycan’a aydınlık ufuklar çizdi. Azerbaycan Türkleri, O’nu, Milletvekili olarak da, Azerbaycan şâiri olarak da devlet mükâfatı kazanan bir fikir ve sanat öncüsü olarak da alkışladı.

Bizim Mehmet Âkif'imiz, Yahya Kemal’imiz, Necip Fâzıl'ımız ne ise, Azerbaycan’ın Bahtiyar Vahabzâde’si de odur. Bu bakımdan, Yeni Azerbaycan Cumhuriyeti’nin doğmasında, O’nun şiir ve nesir dünyasından kopup gelen güzelliklerinin, aydınlıkların da önemli bir payı vardır.

Vahabzâde’nin, bugüne kadar 40’a yakın nesir, 10’dan fazla şiir kitabı yayınlandı. Bu eserler, çeşitli dünya dillerine de çevrilerek O’nun şöhretini, Azerbaycan dışına da taşıdı.

Altı milyonluk Azerbaycan’da şiir kitapları 100.000 basan ve bu 100.000 adet şiir kitabı, bir ay gibi kısa bir sürede biten tek çağdaş, şair galiba Bahtiyar Vahabzâde’dir.

Ben, Vahabzâde’yi önce şiir ve nesirleriyle tanıdım. İlk defa yüzyüze gelişimiz ise, 1980 yılında Bakü’de oldu. 1982 yılında, Hazar’ın kıyısında ikinci defa kucaklaştık. Orada şâhit olduğum Vahabzâde hayranlığını ömrümce unutamayacağım. Hazar kıyısındaki o park içinde Bahtiyar Vahabzâde ile, bir on metrelik mesafeyi bile başbaşa yürüyemedik.

Muallim’ Azerbaycan Türkçesinde ‘Hocam!’,  ‘Efendim!’ veya ‘Muhterem büyüğüm!’ karşılığında da kullanılmaktadır. Azerbaycan Türkleri, o Hazar kıyısında, bir Hazar coşkunluğuyla, Bahtiyar Vahabzade'ye duydukları muhabbeti dile getirme yarışındaydılar.

Her beş-on adımda bir etrafımızı çeviren kişilerin sözleri hâlâ kulaklarımdadır.

-Bahtiyar Muallim sen bizim şerefimizsin!

-Bahtiyar Muallim sen bizim gururumuzsun! Kanımızsın!

-Bahtiyar Muallim, senin eserlerini okudukça var olmamızın sebebini daha iyi anlıyoruz!

-Bahtiyar Muallim, sen bin yaşa!

Bir şairin, kendi milletinin gönlünde böyle bir taht kurması ne kadar güzel! Bu büyük alaka,  Vahabzâde'nin, kendi kültür değerlerine sımsıkı bağlı kalmasından, zulmün karşısında, halkın ve hakkın sesi olmasından kaynaklanıyor.

Vahabzâde, Azerbaycan Türkü'nün fikir ve sanat dünyasına, bir ışık şelâlesi halinde inmeye devam ediyor.

Azerbaycan, 30 Ağustos 1991 tarihinde, bağımsızlığını yeniden ilân etti. Bu 30 Ağustos tarihi, sizin de yüreğinizi güzelleştirmiyor mu? Ve Azerbaycan bağımsızlığını, dünya devletleri arasında, ilk defa Türkiye Cumhuriyeti tanıdı. Bu hassasiyet sizi de sevindirmiyor mu?

Azerbaycan 1920 esâretinden 1991 hürriyetine kolay gelmedi. Azerbaycan bağımsızlığının kazanılmasında Bahtiyar Vahabzâde gibi mütefekkir şairlerin ve yazarların müstesna bir yeri var. Eğer Bahtiyar Vahabzâde'ler, Azerbaycan Türklüğü için haykırmasalardı, Azerbaycan istiklâli için şiirleriyle, nesirleriyle, tiyatro eserleriyle, masalları, destanları, hikâyeleri, romanları ve türküleriyle... uygun bir zemin hazırlamasalardı, Azerbaycan, Mehmet Emin Yurdakul'un ifâdesiyle ‘Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuklardan’ farklı olmazdı.

(YAVUZ BÜLENT BÂKİLER: Bahtiyar Vahapzâde’nin Üç Tiyatro Eseri isimli kitabının takdim yazısı. Kültür Bakanlığı Yayınları. Ankara 1991)


BAHTİYAR VAHAPZÂDE’DEN BİR ŞİİR:

ALLAH

İdrakte yol açmış geceden gündüze Allah. 

Güldürmesen öz gönlünü, gülmez yüze Allah. 

Dünyaya şafaklar gibi Tanrım sepelenmiş, 

Kalbin gözü yanmazsa, görünmez göze Allah. 

Allah! Biliriz cisim değil, ya nedir Allah? 

En yüksek olan hakta, hakikattedir Allah. 

Dondunsa tekâmül ve güzellikler önünde, 

Derket, bu taaccübde, bu hayrettedir Allah. 

Bildik, biliriz, gizlidir insandaki kudret, 

Herkes onu fehmetmese, acizdir o, elbet. 

İnsanın ezel borcudur insanlığa hürmet, 

İnsanlığa hürmette, liyakattedir Allah. 

Gerçek de şu ki: Gizlidir her zerrede vahdet. 

Bir zerre iken külle kavuşmak ulu niyet. 

Gördüklerimiz zahiridir, batna nüfuz et. 

Batındaki, cevherdeki fıtrattadır Allah. 

Fıtrat da yatar sözde, sözün öz yükü fikrim, 

Seçmiş, seçecek daima tüyden tüyü fikrim. 

Ben bir ağacım, yaprağı sözler, kökü fikrim, 

Sözlerde değil, sözdeki hikmettedir Allah. 

İnsan! tepeden-tırnağa, sen arzu, dileksin. 

Nefsinde doyumsuz, fakat aşkında meleksin 

Zulmün yüzüne hak denilen silleni çeksen, 

Sillende mühürlenmiş o gayrettedir Allah. 

Câhil iner alçaklığa, öz kalbine inmez, 

Vicdandan eğer dönse de, hayrından o dönmez. 

Zulmette, cehâlette, adâvette görünmez, 

İlgarda, sadâkatte, muhabbettedir Allah.

TURFAN KARIZLARI (Yeraltı Su Kanalları)

Türklerin dünya medeniyetine bir hediyesi olan Uygur-Turfan Karız Su Kanalları Orta Asya’da Turfan bölgesinde yapılmış yeraltı su şebekesi sistemidir. 

Su kanalları, dünya medeniyet tarihinin en önemli icatlarından biridir. Orta Asya’daki büyük medeniyet birikimini gözler önüne seren Karızlar, Tanrı Dağları’ndan topladığı suyu 60 kilometre boyunca, çölün altından geçirerek Turfan’daki yerleşim birimlerine götürüyor. Aralıklarla açılan kuyular yardımıyla tarım alanları sulanıyor. 

Bu kanalları yeryüzünün yaklaşık 100 metre altında konumlandırmanın maksadı, güzergâhın geçtiği çölde 40 derece sıcaklık düşünülerek buharlaşmayı engelleyerek su kaybını önlemektir. Kanalın derinliği 110 metre den başlıyor. Kanallar çölün altında ağ gibi örülmüş. Yeraltı su kanallarının toplam boyu 5000 kilometre. Bu kanal ağında belli aralıklarla kuyular açılmış. Kuyuların derinliği 90, 80, 70, 60 ve en son Turfan ’da 10 metrenin altıda. Sistem tamamıyla yer çekimi kuvveti ile çalışıyor. Çinliler bu kanalları ülkelerindeki üç harikadan biri olarak gösteriyorlar. Bu kanallar bundan 2500 yıl önce M.Ö 500’ler de Uygur Türkleri tarafından yapılmış. Meyil, açı, suyun akışının sağlanması doğru yolda gidilip gidilmemesi bunların yapılabilmesi için ilim gerekli. Bunu başarabilmek için matematiğin, fiziğin, mühendisliğin ileri bir düzeyde olması gerekiyor. Anlaşıldığı gibi burada yerleşik bir medeniyet var. Karız’ı inşa eden onaran bir irâde var. Çok iyi organize olmuş başarıya ulaşmış ileri derecede teknoloji’ye sâhip büyük bir medeniyet var. ‘Göçebe, barbar, medeniyetten nasibini almamış’ diye tanıtılan, anlatılan Türk Milletinin aslında medeniyeti oluşturan insanlar olduğu ortaya çıkıyor. Matematiğin, fiziğin mühendisliğin ileri düzeyde olduğu, yerleşik tarımla uğraşan bir toplum söz konusudur. Zaten araştırma ve bulgularla ilk tarım toplumlarının; dolayısıyla köylerin ve şehirlerin Türkistan’da kurulduğu ilim çevrelerince ispatlanmıştır. Tanrı Dağı’nın eriyen karları ile yeraltındaki su kaynaklarını birleştirerek yerleşim alanlarına taşımak maksadıyla inşa edilen Karızlar, Çin Seddi’ne âdeta meydan okuyor. Doğu Türkistan’ın üzümleriyle tanınmış Turfan’daki Su Kanalları, Çin Seddi ve doğudaki Büyük Kanal ile birlikte Çin’in 3. harikası olarak adlandırılıyor.

Su Kanalları, kurak Turfan bölgesini bereketli vâhâ hâline getirmiş. Kanalları ziyârete gelen turistler rehberlere, o dönemde bu kadar muhteşem bir sistemin nasıl inşa edildiğini soruyor. Hâlâ problemsiz bir şekilde çalışan kanallar, Turfan vahasına her yıl yaklaşık 200.000.000 metreküp su taşıyor. Bundan dolayı kanallar, Turfan için hayat kaynağı olmaya devam ediyor. Kanallarının her birinde dik kuyular, yeraltı kanalı, yer üstü kanalı ve barajlar bulunuyor. Yeraltı kanalları, bazen birkaç kilometre, bazen de onlarca kilometre uzunluğunda olabiliyor. Yeraltı kanalları inşa edilirken işçiler, havalandırma sağlamak ve kazılan çamurları boşaltmak için 20-30 metre aralıkla dik kuyular açmış. Barajlar ise su miktarını ayarlayan su deposu işlevini yerine getiriyor. Turistler bu muhteşem mimarî eseri görmek için Turfan’a akın ediyor. Yerli ve yabancı turistler hem Karızları geziyor hem  bal tatlısı üzümleri yiyor hem de Turfan’ın temiz havasını teneffüs ediyor. Turistler için Turfan’da Karız Kanalları’nı tanıtan özel bir müze de kurulmuş. Turistler burayı gezdikten ve sonra evlerini hem lokanta hem de dinlenme yeri olarak kendilerine açan Uygur ailelerini ve diğer yerleri ziyaret ediyor.

(BİLİM VE ÜTOPYA DERGİSİ. Eylül 2004, Sayı: 123)