Ortadoğu Uzmanı Prof. Dr. ÖMER A. AKSU ile mülakatın üçüncü ve son bölümünde

SÜPER GÜÇLERİN ORTADOĞU’DAKİ ÜSTÜNLÜK MÜCÂDELESİNDE MÜSLÜMANLARIN DURUMUNU KONUŞTUK.

Oğuz Çetinoğlu: Hedefte Ortadoğu, yâni Müslüman ülkeler mi var?
Prof. Dr. Ömar Alparslan Aksu: Kaderin cilvesine bakın ki, Soğuk Savaş döneminde SSCB’ye karşı onun güneyinde “Yeşil Kuşak” olarak adlandırılan Müslüman ülkeleri cesaretlendiren ve destekleyen ABD ve İngiltere, Sovyetler dağılır dağılmaz bu defa İslâm’ı batı’nın düşmanı ilan ediverirler. Üstelik ABD, SSCB’nin Afganistan’ı işgâline karşı çıkıp bunlara karşı koyan İslâmcı mücâhitlerin de mucididir. ABD desteğindeki bu İslâmcı mücahitler Rusları geri püskürtürler. Oysa o gün kendi yetiştirdiği Talibanlar, El Kaideler sonra güya silahlarını ABD’ye çevirirler. Bunlar o meşhur, menfur 11 Eylül 2001’deki saldırıyı gerçekleştirirler. ABD’de bunu bahâne ederek yetiştirdiği mücâhitler desteğinde Afganistan’ı daha önce Rusya’nın da yaptığı gibi kolayca işgâl eder. Çünkü ABD’nin karşısına dikilecek bir Rusya da artık yoktur. ABD Başkanı G. W. Bush’un da Afganistan ve Irak savaşlarını başlatırken kullandığı “Haçlı seferleri” sözü ile önceki târihî husûmeti içeren Müslüman-Hıristiyan çatışmasına atıfta bulunması, bir de buna İran’ın Araplara şirin görünmek için durduk yerde İsrail’i hedef göstererek Orta Doğu’da anlamsız bir dinler savaşına yuvarlamasına sağladığı katkı ile işin vahâmeti daha da artar.
Çetinoğlu: Sizce ABD’nin politikası doğru bir politika mıdır?
Aksu: ABD, mâhiyeti hâlâ tartışılmadan 11 Eylül 2001 menfur saldırısı ile bütün İslâm dünyâsını karşısına alarak hem kendini hem de İsrail’i sıkıntıya sokar. Daha 1970’li yıllarda ABD’nin Orta Doğu politikasının yanlışlıklarına Hanson W. Baldwin dikkatleri çekmektedir. “ABD’nin Orta Doğu’daki elle tutulur çıkarları, İsrail’de değil, Arap ve İslâm ülkelerindedir. Ancak birçok Amerikalının hissî bağları, Yahudi ve Hıristiyan dinlerinin ortak temeli ve iç politika mülâhazalarının baskısı bizi İsrail’e bağlamıştır. Bu çıkmazın çözümü oldukça imkânsızdır Ancak çözümlenmese bile hafifletilmediği takdirde yalnız İsrail için değil, ABD içinde trajediye yol açabilir.” ABD’nin bugüne kadar Avrasya’da üstünlük sağlamada yaptığı patinajlarının arkasında, İslâm dünyasına İsrail penceresinden bakılmasına bağlayan Baldwin gibi pek çok yorumcular var. Çünkü ABD bölgeye özellikle 11 Eylül 2001’den itibaren daha yoğun biçimde bitirici bir darbe vurma şeklinde İsrail’in gözüyle baktığı imajını vermiştir. Alman istihbaratından Eckehardt Werthebach ile Andreas von Bülow 11 Eylül 2001 olaylarının istihbarat diliyle “Sahte Bayrak” operasyonu olduğunu, saldırılarının arkasında İsrail gizli servisi Mossad ve CİA’nın olduğunu Amerikan Free Press’e verdiği demeçte belirtmişlerdir.” Böylece ABD, elindeki gücü devamlı ve ısrarla İsrail lehine kullanarak, İslâm dünyasını parçalama gibi bir maksadı üstlendiği şeklindeki düşünceler giderek yaygınlaşır.
Burada dikkat çeken husus, Merkezî Avrasya’da yâni İslâm coğrafyasında İngiltere ile başlayan ve ABD ile târihî gelişimini tamamlayan bu süreç, 21. yüzyılın ilk çeyreğinde bundan önceki işgâllerden çok farklı yönde gelişir. Bugünlerde İslâm dünyasında görülen kargaşanın arkasında bu işgâlleri kalıcı kılan hegemonya-ekonomi yanında bir de târihî bir hesaplaşmayı da içinde barındıran dîne dayalı bir siyasî güç-iradeyi ortaya koyan projeler var. Bu projeler Orta Doğu’da “Medeniyetler Savaşı”na dönüştürülür. Bu nedenle Güney Avrasya’da sözü geçen bir yanda hegemonya-ekonomi diğer yanda da dînî hesaplaşma ve zorlayıcı bir siyasî güç- irâde mevcut olduğu sürece, anlaşma-uzlaşma da, o oranda daha zor ve daha karmaşık ve daha kanlı çatışmalar kaçınılmaz olacaktır.
Çetinoğlu:  ABD’nin ‘Süper güç’ sıfatı devâm eder mi?
Aksu: Bugün ABD gibi Avrasyalı, yâni yerli ve yerleşik olmayan devâsâ deniz aşırı askerî harcamaları olan bir gücün, özellikle başta ekonominin rekabet gücünü aşındıracağından, süper güç konumunu devam ettirmesi giderek zorlaşacaktır. Zâten ABD’nin ekonomik gücü de 1950-1960 ‘ardaki gibi değildir. Bu nedenle, ABD savunma bütçesinde er geç kısıntıya gidecektir. Nitekim “2010 yılındaki ABD savunma bütçesi 700 milyar dolardan fazla iken, tâkip eden yıllarda 1/3 oranında azalmalar olmuştur. Ancak Irak ve Afganistan’ın 1 trilyon dolarlık bütçesinde kesinti yapılmayacağı da “ belirtiliyor. Ancak ne var ki, ABD savunma bütçesini diğer kısımlarda ve bölgelerde kısarken, İslâm coğrafyasında özel bir fonksiyon için bütçesinde herhangi bir kesintiyi düşünmemesi hem ilginç hem de korkunçtur. Çünkü böylesine bir silâhlanmanın bu bölgede yoğunlaşması düşündürücüdür. Süper güçler arasındaki çatışmanın hattâ muhtemel bir üçüncü dünya savaşının bu defa Güney Avrasya yüzünden çıkacağı kaçınılmaz gözüküyor. Bu çatışmanın büyük tarafları ABD, Rusya ve Çin daha henüz tam açık ve seçik olarak karşı karşıya gelmediler. Önce Orta Doğu’yu tasarım ile zengin enerji ve ham madde kaynaklarının kontrolü ile uğraşmaktalar. Orta Doğu’ya önce Afganistan ve Irakla gelip yerleşen ABD’nin önceliği bu bölgeyi tam olarak kontrol altına almaktır. Ancak bugüne kadar ortaya çıkan fotoğraftan sanki çatışmaların, Rusya, Çin ve hatta İran’dan ziyâde başta Arap devletlerinin etkisizleştirilmesi ve ufalanması için tasarlandığıdır. Oysa ABD’nin Avrasya’daki küresel üstünlük mücadelesinde Rusya ve Çin’i sarmalama politikasında Orta Doğu’nun kaynakları için Orta Doğulu devletleri yanına alarak sürdürmesi beklenirdi. Oysa önceliğin Orta Doğu’daki Müslüman ülkelerin istikrarsızlaştırılmasında ve özelliklede Araplar üzerinde sürdürülmesi ilgi çekicidir. ABD politikalarının bu çelişkisi kendi içinde de tartışılmaktadır.
Çetinoğlu: Olumsuz görülen nedir?   
Aksu: Burada ABD’nin askerî alanda çok fazla yayılmanın ve bunun getirdiği harcamaların riskini giderek gerileyen bir ekonominin daha uzun süre taşıyamayıp eninde sonunda gücünü yitireceği yönündeki söylemler giderek kendi içindeki tepkilerden anlaşılmaktadır. Esasen bu durum sâdece ABD’ye özgü değil, bugüne kadar bütün imparatorlukların başına gelen kaçınılmaz bir yazgıdır. Başta Paul Kennedy, bu yazgının târihini yazmıştır. Yine Joseph S. NYE de, “On yıl kadar önce, geleneksel görüş, Amerika’nın gerileme sürecine gireceğinden yakınıyordu. Çok satan kitap raflarında gerileyişimizi tarif eden kitaplar sıralanıyordu. Popüler bir derginin kapağında Özgürlük Anıtı gözünden yaşlar akarken tasvir edilmişti.”
Böylece vaktiyle önce Türklerin daha sonra da Britanya’nın kontrolüne geçen Güney Avrasya bugünlerde de SSCB’nin sessizce kendiliğinden dağılmasıyla ABD’nin gözünü diktiği ve gelip yerleştiği bir bölgedir. Böylece ABD’nin Rusya’nın batısını kontrol altına almasından sonra yöneldiği Orta Doğu’yu da kontrol etme çabası sürmektedir. Ancak Avrasya’nın Güneyi dün olduğu gibi bugün de üstelik giderek artan bir çatışmaya sürüklenmiştir. Orta Doğu bölgesi, ABD için bir yanda İsrail’in güvenliği sebebiyle dînî ve politik, diğer yanda da jeopolitik ve jeostratejik ham madde ve enerji kaynaklarının ve bu kaynakların Hint denizine açılması ve Rusya ve Çin’i sarmalama politikasının da mihenk taşı olmasıyla hayâti öneme sâhiptir.
Böylece. Avrasya’nın güneyini ele geçirme projesinin İngilizlerden sonraki tâlibi olan SSCB, İngilizler kadar uzun süre kalamadan çekildi. Şimdilerde de daha büyük proje ve organizasyonlarla üstelik Avrasya dışından olan ABD’de, Güney Avrasya’yı kontrolüne almak istiyor. Böylesine hem Avrupa’yı hem de Asya’yı kontrole kalkışan ABD, dünyanın en büyük askerî organizasyonu olan NATO’yu kendi ordusu hâline dönüştürerek Güney Avrasya’ya yöneltmeyi şimdilik becermiştir. Stalin ile Hitler’in 1940 yılında anlaşarak ABD’yi Avrasya’ya sokmama düşüncesi yıkılmış ve Amerika bugün artık Merkeî Güney Avrasya’ya yerleşmiştir.
Çetinoğlu: Aynı oyunlar Birinci Dünya Savaşı sonrasında Balkanlarda da oynanmamış mıydı?
Aksu: Merkezî Avrasya’nın Balkanlaştırılmasında Ruslar ve İngilizler birlikte çalışmışlardır. Eskiden bütünüyle Türklerin hayat sâhası olan bu bölge Birinci Dünya Savaşı sonrası Rusların ve Britanya’nın kontrolüne geçmiştir. Rusların Türkistan’da (Orta Asya’da), Britanya’nın da Hindistan’ın batısından başlayarak, Afganistan, İran ve Arap yarımadasında yaptıkları, aynı milleti farklılaştırma ve bölme ile Kuzey ve Güney Avrasya kendi içinde Balkanlaştırma politikasına mâruz kalır. Dolayısıyla 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başlarından bu yana Merkezî Avrasya (Büyük Orta Doğu) Balkanlaştırmaya, farklılaştırmaya çalışılan bir bölgedir.
Bugün SSCB dağıldıktan sonra Merkezî Avrasya bölgesinin kuzeyinde Türk dili konuşanlar, parçalanmış yapıdan tekrar eski bütünlüğüne kavuşma yolunda çaba içindedirler. Burada aynı imparatorluğun ve aynı dil grubunun içinde bulunmaları dolayısıyla şimdi kendi aralarında eski bütünlüklerine tekrar kavuşmada fazla mesele görülmemektedir. Türkiye’nin de çabalan ile 1992’den sonra Türk Dili Konuşan Ülkelerin bir araya getirilmesi çabaları sonuç vermiştir. Böylece Türk Dili Konuşan Ülkeler Konseyi kuruldu. Başlangıçta Türk dili konuşan ülkeler toplantılarında SSCB’den kopan ülkeler Azerbaycan dışında hepsi Rusça konuşurlardı. 2010 yılında yapılan Dış İşleri Bakanları toplantısında bakanların tamamı Türkçe konuştu. Türk dili konuşan ülkeler devlet başkanları 10. Zirvesi İstanbul’da yapıldı. Gelişmeler vaktiyle Rusların Kuzey Avrasya’da uyguladıkları bölme, Balkanlaştırma politikasının artık bugün iflas ettiğini açıkça göstermektedir.
Çetinoğlu: Sonuç farklı mı olacak?
Aksu: Ancak İngilizlerin Güney Avrasya’da gerçekleştirdiği Balkanlaştırma politikasının yansımaları ise hâlâ sancılı bir konumdadır. Bugüne kadar da bu yara kapanmamıştır. Üstelik İngilizlerden sonra bölgeye göz diken ABD’nin özellikle 11 Eylül 2001 ile başlayan bölgeyi işgâlleri ve etnik azınlıkları harekete geçirmesiyle durum giderek iyice ağırlaşmaktadır.
Merkezî Güney Avrasya 19. yüzyıla kadar Türklerin egemenlik alanındaydı. Üstelik bu bölge Arap bölgeleri dışında, Farsça yanında çoğunluğu Türk dili konuşan ve müşterek bir kültürü paylaşan tamamının da Müslüman olduğu bir yapıya sâhipti. Burada da vaktiyle yine bir bütünlük vardı. Devletler sürekli isim değiştirse de, yapı yine aynı milletin önderler ve aşiretler arası bir değişime uğramasından başka bir şey değildi. Ancak İngilizlerin Hindistan’ı kontrolüne aldıktan sonra Güney Avrasya parçalanmaya başlar. Târihî ve jeopolitik gelişmeler Güney Avrasya’da da İngilizlerin oluşturduğu Balkanlaştırma politikasının da giderek Afganistan, İran ve batı bölgesinde Osmanlı’dan koparılan Arapların üzerinde görülür.
Çetinoğlu:  SSCB’nin dağılmasından sonra neler oldu, bu günden sonra neler olabilir?
Aksu: Sonuçta SSCB’nin dağılması sonucu Merkezî Avrasya’da Kazakistan, Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan ve hattâ Tacikistan gibi yeniden târih sahnesine çıkan Türk Devletleri ile Merkezî Avrasya yeniden şekillenmeye başlar. Buna son günlerde ABD baskısı altında giderek aynı ortak kaderi paylaşan Pakistan, Afganistan, İran ve Irak’ı da katarsak değişimin ve gelişimin bu ülkeleri nereye sürüklediği daha kolay anlaşılır. Burada ABD’nin körüklediği fakat sanki öngöremediği veya önceliğinin farklılığı sebebiyle görmek istemediği değişik bir gelişim söz konusu. ABD güyâ Orta Doğu ülkelerini istikrarsızlaştırayım, kontrolüme alayın derken tam tersi bir tepki gelişimi, bunların kendi içlerinde birleşmesi yönünde bir akımı tetiklediğini ya umursamıyor veya basiretsiz davranıyor veya başka bildiği bir şey var. Ancak ABD kendi târihî seyri çerçevesinde fazla ideolojik davranmayan ve dâimâ elâstik, rasyonel ve faydacı bir dış politika tâkip ettiği de bilinir. Ama her ne hikmetse ABD özellikle Bush’lar döneminde Merkezî Güney Avrasya (Büyük Orta Doğu) politikasında ideolojik ve gözünü karatmış bir öngörüsüz politikalar mâcerâsının içinde sürüklenmiştir. Çünkü ABD’nin Afganistan ve Irak’ı işgâli, hiçbir vicdan sâhibinin kabul edemeyeceği bir husustur. Dünya kamuoyunda ABD çok büyük itibar kaybına uğramıştır. Hattâ bu işgâli BM’den geçirememiştir. Onun için ABD’yi böylesine bir İslâm düşmanlığı gibi yanlış politikalar uygulamasına sürükleyen esas gerekçe nedir? Herkesin bu politikaların mimarları olarak gösterdikleri “Neo-Conlar” kimlerdir. Bunlar neden Amerikan politikalarını böylesine yanlış bir mecraya sürüklemişlerdir. Bunların amaçları nedir? Bu meselenin bilinmesi ile ancak çözüme ulaşılabilir. Merkezî Güney Avrasya’da yâni İslâm coğrafyasında ABD’nin konumu da ancak bu doğrultuda açıklık kazanır. Gerçi bu konular artık son zamanda giderek artan bir tempoda ABD’de yâni kendi içinde de tartışılmaktadır. ABD’nin Orta Doğu politikasında bugünlerde yaşanan Amerikan Gücünün Paradoksu çok açıktır. Bunu gören Amerikan yöneticileri ABD’nin, dünyaya yumuşak mesaj verebilmesi maksadıyla Obama’nın özellikle seçildiğini belirtmektedirler. Bu sebeple de Obama başkan seçilir seçilmez, ilk gezisini İslâm dünyasının ve özellikle de Orta Doğu’nun iki büyük ülkesi olan Türkiye ve Mısır’a yapmıştır. Bu gezide iki ülkede yaptığı konuşmalarla daha önce yapılan Amerikan politikalarının İslâm ülkeleri üzerindeki olumsuz etkilerin silinmesini sağlamaya çalışacağı beklenmektedir.
Çetinoğlu: ABD’nin Avrasya’daki üstünlüğü devam eder mi?
Aksu: Bu soruyu Brezinski de soruyor. Cevabını da şöyle veriyor: “ABD’nin 11 Eylül 2001’den sonraki gelişmeleri yönlendiren Orta Doğu politikası belirleyecektir.” Ancak bugüne kadar özellikle başkan Bushlar tarafından Orta Doğu’da sergilenen “Demokratikleşme ve Barış Getirme” plânlarının inandırıcılığını kaybetmesi bunun yerine tam tersi, din eksenli ideolojik politikalar yâni İslâm’ı düşman gören politikalar ve başta Arap devletlerinin istikrarsızlaştırılması ve ufalanması gibi politikaların bölgede ABD üstünlüğünü sıkıntıya sokacağı kaçınılmazdır. ABD’nin Orta Doğu’da son günlerde sergilediği “Dostumsu Düşmanlığın” tahribatı giderek genişlemektedir. Vaktiyle dinsiz SSCB’ye karşı İslâm’ın yanında yer almasıyla “Sevgi”ye, Sovyet, sonrası beliren İslâm düşmanlığı ile de “Nefrete” dönüşen ABD politikaları, Orta Doğu’yu şaşkına çevirmiştir. Orta Doğu’da yapılan kamuoyu anketlerinde ABD düşmanlığı giderek tırmanmaktadır. ABD’nin Orta Doğu politikalarında nefret ve şaşkınlık daimî istikrarsızlığa ve kargaşaya yol açmıştır. Daimî kargaşa ise içinde bulunduğu devletleri bitirdiği gibi bunu iyi yönetemeyen büyük devletleri de bitirir. Bu durumun ise Orta Doğu’yu ister istemez sevgi yönünde, hak ve adâlet yönünde bir değişime ve yeni bir düzenlemeye zorlayacağı kaçınılmazdır.
Çetinoğlu: Bölge ile ilgili genel bir değerlendirmenizle mülâkatımızı sonlandırabilir miyiz?
Aksu: Sonuç olarak Merkezî Avrasya’nın gerek kuzeyinde gerek güneyinde Türk dünyasının ve Türkiye’nin önemi giderek artmakta, bölgesinde bir câzibe ve çekim merkezi olmaktadır. Bu sebeple Türkiye ve Türk dünyası bugün artık giderek ‘küresel üstünlük’ mücâdelesinde şimdilik taraflar arasında dengeyi tâyin edecek bir ağırlığa kavuşmuştur. Bu sebeple günümüzde Avrasya’da üstünlük mücâdelesi veren süper güçler ve özellikle de ABD’nin, bundan böyle bölgenin aslî unsuru olan ve bölgeyi iyi tanıyan ve yüzyıllarca yöneten Türkiye’yi ve Türk dünyasını hesaba katmaları gerekir. Nitekim buna işâret eden ABD Dış İlişkiler Konseyi-CFR uzmanı Steven A. Cook “ABD’nin Orta Doğu’daki Yeni Rakibi Türkiye” yazısıyla “Gözü olana gün ışımıştır” diyor.


BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ (BOP)

‘Büyük Ortadoğu Projesi’nin resmî adı; ‘Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Girişimi’dir.

Büyük Ortadoğu Projesi, ABD’nin batıda Fas, doğuda Moğolistan, kuzeyde Çeçenistan, güneyde Yemen’e kadar uzanan bir coğrafyada yer alan ülkelere yönelik siyasî, hukukî, bilgi/eğitim, ekonomi, sosyal ve güvenlik boyutlarını içeren kapsamlı bir ‘İslam Coğrafyası’ dönüşüm stratejisidir. Bu alanlarda uzun vâdeli bir değişimi hedeflemektedir. ABD’nin Donald Rumsfeld, Dick Cheney, Paul Wolfowitz, Richard Perle ve William Kristol öncülüğünde, 1997’de oluşturduğu ‘Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi’nin (PNAC) bir alt unsurudur.

ABD Kongresinin 1957’de kabul etti Ortadoğu’da Barış ve İstikrarı Koruma başlığını taşıyan ve Eisenhower Doktrini olarak anılan kararı bugünkü Büyük Ortadoğu Projesi’nden farklı bir şey değildir.

Büyük Ortadoğu Projesi’ne ilişkin bütün değerlendirmeler, NNSS 02 olarak kodlanan Ortadoğu’da ABD’nin Yeni Millî Güvenlik Stratejisi: Bir 11 Eylül Sonrası Analizi, (New National Security Strategy of The USA in the Middle East Apost September 11 Analysis) adlı belgeye dayandırılmaktadır.

ABD Hükümeti bu politikasını farklı yollarla açığa çıkarmaya başlamış ve önümüzdeki 10 yılda ABD- Orta Doğu Serbest Ticaret Alanı önerisi ve Aralık 2002’deki Orta Doğu Ortaklık Girişimi bünyesinde destek programları bunlardan birkaçını oluşturmuştur.

Millî Demokrasi Desteği’nin (National Endowment for Democracy) 20. yılında ABD Başkanı tarafından geliştirilen ve 2004’teki State of Union konuşmasında daha da genişletilen, en son olarak da, G-8 Zirvesi için hazırlanan ve Al-Hayat Gazetesinde 13 Şubat 2004’te yayınlanan çalışma kâğıdı Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın 2002 ve 2003 Arap İnsanî Kalkınma Raporları’nda belirtilen ‘eksikliklere’ dayandırılmıştır.

ABD Büyük Orta Doğu Projesini, desteğini almak istediği G-8’i oluşturan Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, Kanada, İngiltere ve Rusya’ya iletmiştir. Bu ülkelerde mercek altına alınan proje, Haziran 2004’te Amerika’da, G-8 zirvesinde ele alınmıştır.

Büyük Ortadoğu Projesi’nin kamuoyundaki algılaması çok daha basit cümlelerle ifâde edilmektedir: ‘ABD’nin, Ortadoğu zenginliklerinden daha fazla yararlanması ve ‘ılımlı İslam’ olarak adlandırılan, sınırları belirlenmemiş bir ‘İslamiyet’i etkisizleştirme’ projesi.’
(İNTERNETTEN ALINTIDIR)
 


Prof. Dr. ÖMER ALPARSLAN AKSU

1944 yılında Konya’nın Ereğli ilçesinde doğdu. 1956 yılında Kırıkkale’de İlkokulu, 1961 yılında Erzincan askerî Lisesi’ni, 1962 yılında Kara Harbokulu’nu, 1967 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni bitirdi.

1967-1968 yıllarında Çimse-İş Sendikası Genel Merkezinde Eğitim ve Araştırma Müdürlüğü, 1968-1970 yıllarında Devlet Plânlama Teşkilatında Uzmanlık yaptı.

1970 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde Akademik kariyere başladı. 1971-1972 yıllarında Alman Hükümeti’nin bursu ile Köln Üniversitesi’nde Doktora çalışması yaptı. 1973-1975 yıllarında Ankara’da Millî Prodüktivite Merkezi’nde danışmanlık yaptı. 1975-1976 yıllarında Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın bursu ile Almanya’da Hür Berlin Üniversitesi’nde, 1978-1979 yıllarında İngiltere ve Hollanda’da çalıştı.

1979-1980 yıllarında Başbakanlık Devlet Plânlama Teşkilatı’nda Müsteşar Müşâviri olarak görev yaptı. 1981-1983 yıllarında Birleşmiş Milletler Teşkilatı bursu ile ABD’de New York Üniversitesi’nde çalıştı. 1987-1989 yıllarında İktisadî Kalkınma Vakıfı Başkan Vekili olarak görev yaptı. 

2001-2003 yılları arasında ABD Virginia Eyâletindeki George Mason Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümünde çalışmış olan Aksu, hâlen İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyesidir. Evli ve iki evlat babasıdır.