İstanbul’un değişen çehresi mi mani oluyor, eskisi gibi güzel şiirler yazmaya, yoksa daha sonra yazılan şiirlerin bed’liği mi İstanbul’u bu hale getirdi. Bu sualimizi çoğu kimse yadırgayacaktır biliyoruz. Bir şehrin müsbet-menfi değişen çehresinin şiirle ne alakası olabilir diyenler, başka haklı sebeplerle ne ilgisi var diye düşünenler olabilir. Olmaz mı? Hem de çok ilgisi var.
Mesela siz evinizde uyurken sabahın erken saatlerinde yan komşuda birisi avazı çıktığı kadar “ne oldi saa, ne oldi saa” diye bağırıyorsa.
Oturduğunuz evin caddesinden, sokağından gecenin bilmem kaçında ne olduğu pek anlaşılmayan, ama sürücüsünün asla insan olmadığı bir aracın sonuna kadar açılmış hopörlerinden yükselen sesler camları zangır zangır titretiyorsa.
Siz sakin sakin yolda yürürken, bir sürü halinde üzerinize gelip şarkı mı türkü mü bir şeyler söyleyerek, sağınızdan solunuzdan size çarparak geçiyorlarsa, nasıl ilgisi olmaz. Bunların arka planında şiir var. Şiirler beste oluyor, bestelerde dinleyenleri bu hâle getiriyor.
Hasılı karmaşık bir manzara ile karşı karşıyayız. Biz bu manzaranın başka bir çerçeveden resmine bakalım en iyisi. İstanbul’u oradan seyredelim.

Bu şehri Stanbulki bî mislü behâdır
Bir sengine yekpâre acem mülkü fedâdır

Bir gevheri yekpâre iki bahr arasında
Hurşidi cihantab ile tartılsa sezâdır

Bir kânı niemdir ki onun gevheri ikbal
Bir bağı iremdir ki gülü izzü alâdır

Altında mı, üstünde midir cenneti âlâ
Elhak bu ne hâlet, bu ne hoş âbû  havâdır.

Nedim’in bu şiirinde olduğu gibi, İstanbul bütün güzelliğiyle iç dünyamızda yerini alıyor. Her ne kadar bugünkü hali ile, Nedim’in anlattığı İstanbul birbirinden farklı ise de biraz Boğaziçi’ne doğru gidildiğinde yada bazı tarihi eserlerin büyüsüne kendimizi bıraktığımızda İstanbul’un Hâlâ o güzel Stanbul olduğunu anlamak, görmek mümkün.
Yahya KEMÂL’in;
Git bu mevsimde, gurup vakti, Cihangirden bak!
Bir zaman kendini karşındaki rü’yâya bırak!
Başkadır çünkü bu akşam bütün akşamlardan;
Güneşin vehmi saraylar yaratır camlardan;
Ve özellikle akşam üzeri bir yamaçtan, bir tepeden bakıldığında tutuşan kandillerin içinizi ısıttığını göreceksiniz. İstanbul hâla akşamları, gökyüzündeki yıldızlarla selamlaşırcasına evlerinin camlarından rengarenk sevdalar saçıyor.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur.
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.
Necip Fazıl’ın bu şiirde söylediği gibi büyülü bir atmosfer içinde, Ay ve denizin nasıl kucaklaştığına şahit olacaksınız.
Devam edecek.