Ayasofya tarihi, tanımlanmış içeriği, müze şekline getirilip tüm insanların ilgi ve alakasına hazır hale sokulması. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün deha kişiliği ile olayları çok geniş açıdan ve 3-5 asırlık süreci öngörerek karar alması, anlamak için çok çabalamak gerek elbette. Ne oldu da önceleri farklı beyanlar vermiş iken aniden 180 derecelik dönüşle Ayasofya’nın müze olma hali rafa kaldırılıp camii olarak kullanılması kararı alındı ve 24 Temmuz itibarıyla uygulamaya başlandı. Politik bir yatırım mı, gerçekten günümüz şartların da gerekli ve doğru bir karar mı, yaşayıp göreceğiz. Görmemiz, anlamamız, tam ve doğru algılamamız gereken yüzlerce, binlerce meselemiz var, anlarız, bu meseleyi de anlarız.

Tamam, kabul, çokça insanımız sevindi, coştu, bizde sevinelim. İyi de gelenek deyip, töre arkasına saklanıp bağımsız Türkiye Cumhuriyetinin güzide bir şehrinde ki camii de elinde kılıçla hutbe vermekte nedir? Ayıp, gerçekten ayıp ve seviye kaybıdır, temsil ettiğin kuruma ve o kurumun ciddiyetine ve tutarlılığına aykırıdır. Diyanet işlerinin kuran, birçok önemli kurum ve kuruluşumuzun yapımında, faaliyete geçmesinde, fikir babalığında rol alan önemli kişi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’dür. İsmine eş tanımla anılan “Sütçü İmam” da hutbede de fetvasında da, ego ve kibirden, şımarık hallerden tamamen uzak, demiştir ki; Her kim ki Mustafa Kemal Atatürk ve Kuvâ-yi Milliye aleyhinde fetva verip düşmanlık yapar, bilinir ki onların damarlarında kâfir kanı akar. Sütçü İmam da hocadır, imamdır, tek farkı ki, farkındalık içinde, farkındadır. Tarih elinde kılıçla hutbe vereni değil kılıç kuşanıp 3 kırık kaburgasına aldırmadan askeriyle karavana da ki çorbaya kaşık sallayan, delinmiş ciğerine rağmen, tüm yokluk ve olumsuzluklara rağmen Türkiye Cumhuriyetini kuranı yazar.

Sevinelim, gerçekleri bilelim yine sevinelim, neden ve gerekçelerini bilelim de sevinelim, sevinmekten geri kalmayalım. Sevindirik olmaya, sırnaşık ve saygısızca tutum ve davranışlara, ATATÜRK ve TÜRKİYE böylesine eşleşmişken yok sayışlara, hutbe alanına kılıçla çıkışlara nasıl bir anlam yükleyeyim ki, zavallılıktan öte.

Sosyal medyadan aldığım bir araştırma yazısını kendi yazıma ekledim.

..

ATATÜRK AYASOFYA'YI NEDEN MÜZE YAPTI?

Ayasofya'nın ne maksatla müzeye çevrildiğini bilmiyor.

Örnek:

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın:

"Asıl soru Ayasofya'nın neden 1934'te müzeye çevrilmiş olması. Cumhuriyet 1923'te kuruldu. Atatürk bile 11 sene bekledi. Bu konu tarihi bir perspektiften araştırılmalı"

Sayın Kalın, siz bu devleti yönetiyorsunuz. Neyi araştıracaksınız? Nasıl olur da bilmezsiniz?

AK Parti bilmediği gibi, Ayasofya'nın neden müzeye çevrildiğini MHP de bilmiyor. Örnek: Sayın Neval Kavcar bakın ne diyor:

"1934'te şaibeli bir Atatürk imza kaşesi ile müzeye dönüştürülen Ayasofya"

Bilmedikleri gibi,
"şaibeli imza kaşesi" demekle
Atatürk'e hakaret ettiklerinin bile farkında değiller.

Bu şu demek: Atatürk'ün Bakanlar Kurulu sahte bir Atatürk imza kaşesi imal ediyor ve Atatürk'ün bilgisi dışında aldıkları Ayasofya kararının altına bu kaşeyi vuruyor.

Yıl 1934. De
Atatürk hasta değil. Devletin başında., onun haberi olmadan Ayasofya müzeye çevriliyor, Atatürk bunun farkında bile olmuyor. Yahu böyle bir şeyi Tansu Çiller'e bile yaptıramazsınız. .

Atatürk'e böyle bir kumpas kurmaya kim cesaret edebilir? Atatürk'ün böyle iktidarsız bir lider olduğunu ima etmek ona yapılacak en büyük hakaret.

Ayrıca, Bakanlar Kurulu ne maksatla böyle bir şey yapmış olsun?
Atatürk'e kazık atıp zevklenmek için mi? Atatürk'ün Bakanlar Kurulu böyle insanlar mıydı? Çok yazık.

İstanbul'un bir an evvel işgalden kurtarılması ve barışa kavuşarak ülkenin imarına başlanabilmesi amacıyla, 23 Temmuz 1923 günü Lozan'da" ileride düzeltiriz" düşüncesi ile iki önemli konuda taviz verdik ve anlaşmayı ertesi gün 24 Temmuz'da imzaladık.

(Osmanlı 1854 borçlandı ödeyemedi,1881de Osmanlı toprakları haciz oldu
Kurtuluş savaşını. Kazanıp Düşmanı yurttan attık Türkiye Cumhuriyetini kurduk)

1- Osmanlı'nın borçlarını ödemeyi kabul ettik

2- İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya'nın Boğazlara yönelik tehditlere karşı garantör olacağı bir "Boğazlar Komisyonu" kurulmasını, Boğazlara Türk askeri yerleştirilmemesini kabul ettik.

Önce Osmanlı borçlarının ödenmesini ele aldık.

1930'a kadar borçların bugünkü değerle
42 milyar dolarlık kısmını ödedik.
Aralık 1932'de borçların geri kalanında indirim yapılmasını,
aksi halde ödeme yapmayacağımızı bildirdik.

Nisan 1933'de görüşmeler sonunda borçlarda %90,8 oranında indirim yapılmasını ve %7,5 faizle 20 yılda ödeme yapılmasını kabul ettirdik.

(Geri kalan borç bugünkü değerle 225 milyar dolardı ve bunu 1944'e kadar vadesinden 10 yıl önce ödedik.)

Nisan 1933'deki borç indirimi anlaşmasından sonra sıra Boğazlara geldi. İstanbul ve Çanakkale Boğazlarına nöbetçi asker bile koyamıyorduk.

Mayıs 1933'de Londra'da yapılan Silahsızlanma Toplantısı'na katılarak Lozan Anlaşması'nın Boğazlar Komisyonu maddesinin iptal edilmesini talep ettik.
Bu talebimiz kabul edilmedi.

Bunun üzerine önce Sovyet Rusya ile görüşerek, Mussolini ve Hitler'in Boğazların güvenliğini tehdit ettiğini,
Sovyet Rusya'nın güvenliği için Türk askerinin Boğazlara yerleştirilmesinin gerekli olduğunu söyledik.

Ayrıca, Ortodoks Rusya'yı yanımıza çekmek amacıyla 24 Kasım 1934'te Bakanlar Kurulu Kararı ile (1453'den önce Ortodoks mabedi olan) Ayasofya'yı müze yaparak karşı atağa geçtik.

Lozan Anlaşması'nda yapılacak değişikliği tüm imzacı ülkelerin kabul etmesi gerekiyordu. Ayasofya kararı,
imzacı devletlerden Yunanistan üzerinde de etkili oldu.
Çünkü Yunanistan da Ortodoks tur.

Milletler Cemiyeti'nin Nisan ve Eylül 1935'de yapılan toplantılarında Lozan Anlaşması'nın Boğazlar maddesinin iptalini istedik, değişen dünya koşullarında (Mussolini ve Hitler'i kastederek)
Türkiye'nin güvenliği konusunda endişe duyduğumuzu belirttik.

Ayasofya tavizi ve baskı diplomasimizin etkisiyle Sovyet Rusya ve Yunanistan delegeleri "Türkiye'nin talebinin makul olduğunu"
belirterek bizi desteklediler.

Bunun üzerine İtalya dışındaki diğer ülkeler de talebimizin makul
olduğunu kabul edince
11 Nisan 1936'da Montrö'deki (Montreux)
Milletler Cemiyeti toplantısında Boğazlar konusunda yeni bir anlaşmaya hazır olduğumuzu belirten bir nota verdik.

20 Temmuz 1936'da Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalandı, TBMM'de onaylandı ve Resmi Gazete de yayınlanması bile beklenmeden 30,000 Türk askeri o gece yarısı İstanbul ve Çanakkale Boğazlarına konuşlandı.

Anlaşma 5 Ağustos 1936 günü Resmi Gazete de yayınlandı.

Görüldüğü gibi,
Ayasofya bir amaç uğruna Atatürk tarafından müze yapılmıştı.
AK Parti ve MHP'ye duyurulur.

Yalnız onlar değil,
CHP, İYİ Parti, hatta ADD
( Atatürkçü Düşünce Derneği ) bile bilmiyor. ADD'nin Ayasofya açıklaması içler acısıdır.

Amaç hasıl olunca Atatürk Ayasofya'nın müze değil, cami olarak tescil edilmesi emrini verdi. Çünkü Montrö imzalanmış, artık Ayasofya'nın müze olmasına gerek kalmamıştır.

Montrö'den 5 ay sonra, 19 Kasım 1936 günü düzenlenen Ayasofya'nın tapusu şöyle: Vasfı: Türbe, Akaret, Muvakkithane ve Medreseyi müştemil AYASOFYAYI KEBİR CAMİİ ŞERİFİ diye Atatürk tescil ettirtti. Sahibi: Ebulfetih Sultan Mehmet Vakfı

Başta Sayın Cumhurbaşkanımız olmak üzere bilumum halkın "Tarihe ihanet" ve benzeri sözlerle Atatürk'ü suçlamaları tamamen bilgi noksanlığı dolayısıyladır. Eşek yükü ile maaş alan danışmanlarının da bu konuda Sayın Erdoğan'a bilgi verecek donanımdan yoksun oldukları, aldıkları maaşları hak etmedikleri de böylece bir daha ortaya çıkmıştır.

"Atatürk müze yapmıştı, biz yeniden cami yaptık" iddiasının da doğru olmadığı tapuyu gören her aklı başında kişi tarafından anlaşılacaktır.

Atatürk eğer Ayasofya'yı müze yapmak isteseydi, tapuya
"Vasfı: Müze" yazdırırdı. Hal bu ki "AYASOFYAYI KEBİR CAMİİ ŞERİFİ" yazdırmış.

"Cami yaptık, tapuya da cami yazılsın" talebi ile Tapu Müdürlüğü'ne gidenler Burası tescilli cami "Zaten cami, müze değil ki" yanıtını alınca mosmor oldular.

Acaba utanıp özür dileyecekler mi?

Her vesile ile Atatürk düşmanlığı yapamazsınız. Onun kurduğu devlette oturuyorsunuz. .

Atatürk Ayasofya'yı yeniden camiye çevirecekti ancak araya Hatay meselesi girdiği için
ve
ayrıca Montrö'den hemen sonra müze kararının geri alınması "sizi aldattık" anlamına geleceği için, ayrıca ömrü yetmediği için Atatürk bunu yapamamıştır.

İmamı müezzini var, Namazda kılınıyor, Müze vasfı iptal oldu

İşletmesi İsveç’e verilmiş, Sözleşme bitimine7yıl var, Senelik 55bin dolar, Sözleşme feshi
cezasını ödeyeceğiz. Birde müze geliri 400milyon artık yok, bütçeye zarar.

..

İsmi yazılı olmasa da belirgin ve altı çizilecek tespitleri içermesi sebebiyle gıyabında Teşekkür ederek minnettar olduğumu belirtmek isterim. Bizler Türk Milletinin fertleri olarak sadece gerçek ve doğruları iyi bilmemiz ve doğru algılamamız gerekir de, yetmez. 21. Yüz yılı yaşarken önceliklerimizi doğru saptayıp, öncelik sıralamasını karıştıran herkesi de uyarmamız, doğru sıralama yapması için ikaz etmemiz gerekir. İnsan olmanın, Türk olmanın, etik kurallara uyarak tüm insanları, tüm canlıları, doğayı kucaklayıp, ortak yaşama bilinci oluşturmanın ilk koşulu budur.