Dünya siyaset bilimi göstermiştir ki; “ekonomik yaptırımlar” lokomotif devletlerin uyguladığı kısmi engelleme operasyonlarıdır.

Sıraya koydukları birinci faz, genel itibariyle kısıtlama ve yasaklama olarak belirlense de; bu atraksiyonların yurdumuza vereceği zarar bizi duraksatacak cinsten değil.

Çünkü vites büyüterek yol alan Yeni Türkiye artık bazı aklı evvellerin hesaplayamayacağı kadar önde ve doludizgin koşuyor. 

Zaman zaman kulağımıza çalınır “Türkiye sadece Türkiye’den ibaret değil; Türkiye Türkiye’den büyüktür diye. 

Bu söylemin doğruluğuna işim gereği belki de en çok şahitlik edenlerden biriyim. Özellikle Osmanlı bakiyesiyken elimizden çıkan ümmet devletlerinin, bizi mumla aradığına pek çok defa şahitlik ettim.

Misal, yıllarca yaptırımlara maruz kalan İran’ın krizleri nasıl yönettiğini, paravan şirketlerle önüne konan taşların üzerinden nasıl atladığını, hatta bu işte yeni bir kondisyon kazandığını önceki yıllara ait makalelerimde ayrıntılarıyla anlatmıştım. 

Bu durum bir çeşit bertaraf etme yöntemidir, elzemdir ve kaçınılmazdır. 

Benzer formüllerin bizde de uygulanmasıyla müspet sonuçlara ulaşılması devletimiz adına elbette takdire şayandır. Türkiye artık o eski Türkiye değil, tehlikeleri algılayıp etkisiz hale getirebilen bir paratoner.

Artık oyun kurucu konumundayız. Karara tabi olan değil; karar alan taraftayız.

Söz sahibi olduğumuz bölgelerde, Okyanus ötesinden Asya’ya, Avrupa’dan Afrika’ya her yerde varız. Hatta ve hatta, buna kişisel olarak son 6 ayımı ayırdığım Arktik Denizi bölgesini dahi ekleyebiliriz. 

Özellikle Kuzey buz denizindeki Arktik Denizi (Arctic Sea) dünyanın geleceği konumundadır ve Türkiye burada da eli güçlü bir şekilde masadadır. Unutulmasın ki; yeryüzünün geleceğine bu bölge damga vuracaktır. 

Kuzey Kutup dairesinin 27 milyon km2’lik alanlı üst bölgesidir Arktik. Adını Yunan Mitolojisinden aldığından “Ayı” anlamıyla bütünleşmiştir.  Burası için ABD, Rusya, Kanada, Norveç, İzlanda, Danimarka, Finlandiya ve İsveç hak iddia etse de; dünyanın eşit ölçüde ortak malıdır. 

Bu denli vazgeçilmez olmasının nedeniyse iklim değişikliğine bağlı olarak ortaya çıkacak küresel ısınmadan mütevellit sahip olduğu işlenmemiş enerji kaynaklarıdır. Diğer bir cazibesiyse çok büyük karbon depolarına sahip olmasından ileri gelir. 

Küresel ısınmaya bağlı olarak buzulların erimesi, diğer ticaret yollarına nazaran daha kısa sayılabilecek yol güzergâhları ortaya çıkarmıştır. Arktik bu bağlamda 21.yüzyılın en paylaşılmaz değeri olmuştur bile. 

Bölgede 90 milyon varil petrol, 48 trilyon varil doğal gaz ve 44 milyar varil doğal gaz sıvısının olduğunun anlaşılması ortak kullanım alanı olan bölgeyi çekim merkezi haline getirmiştir.

Bölge an itibariyle herhangi bir ülkenin kontrolünde olmamakla birlikte tüm dünyanın ortak malı olarak görülür. 

Kuzey ülkelerden bazıları kaçak yoldan izinsiz petrol çıkarmaya başlasalarda; Arktik bölgesi peşine düşen ülkelerin hâkimiyet mücadelesine dönüşmüştür bile. 

Arktik Bölgesinin Türkiye açısından önemi ise, “Küresel ısınmayla ortaya çıkacak olan yeni ticaret yollarının işleyişinin değişecek olmasıyla ilintilidir. Bu üst deniz yolu işlemeye başladığında İstanbul ve Çanakkale boğazları eski cazibesini yitirecektir. Bu alternatif güzergâh ile iki boğazdan geçen gemi sayısı azalacak, Türk boğazlarının eski önemi kalmayacaktır. Yıllardır boğaz geçişlerinde hak kayıpları yaşayan ülkemizin bu anlamdaki zararı daha da artmış olacaktır. İşte, ülkemizin ilk özel su yolu olacak olan Kanal İstanbul’un bu açıdan önemi yıllar sonra çok daha iyi anlaşılacaktır. 

Rusya ise bu konuda çalışmalara daha da erken başlamış olup bölgede seyir edecek gemilere buz kıran zorunluluğu getirecek yasanın peşine düşmüştür bile. Elbette ücretli buz kıran üreticisi olarak… 

Ülkemizde bu bölgeden elini çekmeyerek yeni yüzyıla hazırlıklı girmenin peşine düşmüş, bölgede kurulacak limanın inşasına talip olarak, pastadaki payını arttırma isteğindedir.

Kuzey kutbunda pay kapma mücadelesi aynen bu şekilde devam ederken; konunun bizzat içinde olduğumdan sizlere birinci elden haberler sunmak istedim. 

“Önce Vatan” ailesine katıldığım bu ilkyazımda aslında içim o kadar çağlıyor ve taşıyor ki; adeta kalemim durmuyor. 

Coğrafyamıza dönecek olursak Türkiye’nin saygınlığına her yerde rastlamak mümkün. Bazen bir Türk olarak ülke dışından gözlemler yapmak inanın kendimi daha iyi, daha gururlu, daha güvenli hissettiriyor.     

Mesela Rusya ile Ukrayna Türkiye’ye arabuluculuk yapması için ricacı oldu. Şu durum ister inanın ister inanmayın bir güvenlik dengeleyici olduğumuzun ispatıdır.  

Avrupa dersen cepten yiyor ve kan kaybediyor. Yakında yaşlılığını Anılarını yerlerden toplayanlar derneğinin bir ferdi olarak geçirecek. Lokomotifleri Almanya, Fransa ve İngiltere nefret diliyle birbirine kin güdüyor. 

Fransa’nın Avrupa liderliğine soyunma projesi Almanya’yı rahatsız etti ve  1,50’lik Macron’un boyundan büyük işlere soyunduğu tehdit diliyle kendisine iletildi. O da mecburen yutkunarak köşesine çekildi.  

Oysa büyük bir hedefi vardı küçük beyin. Avrupa ordusu kurarak Charles de Gaulle’nin hayalini gerçekleştirecek ve başkomutan olacaktı. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Kimseden de para çıkmayınca çaresiz oturdu yerine Monşer. 

Almanya ise yaralarına hâlâ merhem olamadı. 

Halkla uyuşmayan hükümetlerin pompaladığı güvensizlik ortamı halkın geleceğe kaygıyla bakmasına neden oluyor. 

Mazinin ünlü Almanya ekonomisi neredeyse her dönem büyüme oranlarıyla sükse yaparken; bu dönem maruz kalınan ortamı açıklamak çok zor. 

Alman orta sınıf vatandaş grubu gidişattan memnun olmadığı için, gelecekte ekonomilerinin dibe vuracağı endişesiyle huzursuzluk yaşadığını artık saklamıyor.

Yaşları 30 ile 59 arasında değişen ve orta jenerasyon olarak nitelenen bu kitlenin %41’i Almanya’nın gelecek yıllarda da ekonomik çöküntü içinde kalacağını düşünerek hastanelik oluyor. 

Dünya’da “German Angst” olarak nitelenen bu sürekli endişe ve korku hâli olağan başarılara ve zengin yaşamaya alışmış Almanları psikologların kapısına düşürdü.

Uzmanlar konuya endeksli olarak psikolojik yardım taleplerinde gün geçtikçe artış olduğunu bildiriyorlar. Orta jenerasyonun ancak ¼’ü gelecekte de Almanya’nın bu konumunu muhafaza edebileceğine inanıyor. 

Almanya bu sarmalla oyalana dursun; Kraliçe’nin ölümüyle sarsılan Britanya’da da durum farklı değil.     

Adada yeni bir dönemin kapısı aralandı. Hükümet değişim umuyor ama o meşhur İngiliz aklı (!) artık yok. İstikrarsızlık her yanı kuşatmış. Hindu Rishi Sunak’ın siyasi ömrü bakalım ne kadar olacak.  

Ülkedeki otoritelerin umudunun zayıf olduğunu ise İngiliz basınından takip ediyoruz. Avrupa Birliğindeki mali yükü bahane ederek ayrılık kararı alan Büyük Britanya bakalım başsız kalınca kendi göbeğini kesebilecek mi? 

Başbakanı bile ithal olan İngiltere’de çözülme başlamış, üzerinde güneş batmayan ülke jenerikleri ise ilaç niyetine içen yok artık. 2022’de doğan en popüler bebek isminin “Muhammed” olması; sanırım gelecek adına bizlere bazı tüyolar veriyor. Avrupa’da Fransa’dan başlayan İslâmlaşma hareketinin bakalım bilmem kaçıncı durağı olacak sömürgeciler şahı.

Karizmalarının çizilmesinden korkan AB ve ABD bugünler için besleyip semirdikleri komşu Mayın Eşeğini yemleyip önümüze sürüyor. Akıllarınca Türkiye’yi teste tabi tutarak irade-i sabrımızı ölçecekler. Amaçları belli; Türkiye’yi tetiği ilk çeken konumuna sokup masaya oturtmak. 

Ayakları yere basmayan Miçotakis’in göz ardı ettiği yerde halkı uyaran Papazın sözleri sosyal medyayı nasıl da sallamıştı hatırlayın.  Bu uyarış iki halkın selâmeti açısından çok kıymetli.  Umarın dikkate alınır. 

Yunanlı siyasetçiler ipleri gerip Türklerin sabrını zorlamamalılar. Aksine merhametlerini yüceltmeliler. Atalarından da Barışı taşıyan İnsanlık Gemisi “Kurtuluş” un serüvenini dinleyip, ön yargılarını törpülemeliler.

Türklerin kimseyle kavgası olmadığı gibi olana da eyvallahı yoktur.

Dönüşen dünyanın terazisi artık batı yönünde takılı kalmadığından olsa gerek, onlar düşerken doğu medeniyetinin de yükselişini seyredecekler.   

Bundan sonraki 500 yılda güneşin aydınlığı önce doğu topraklarını ısıtacak. 

İşte tam bu nokta da doğru yerde durmak, hazır ve uygun olmak gerek.

Batı soğuk ve dondurucu rüzgârlara esir oluyorken bizler yol kat etmeliyiz ki; onların küflenmiş kurallarını ayıklayıp atalım hayatımızdan. Kendimize ve özümüze dönmenin saatine ayarlı kalbimiz.  

Savunma sanayimizdeki yerli üretimlerimiz her alan da takdire şayan övgüler alırken, silah ihraç eden ülkeler üst sınıfının kapısınada dayanmış olduk.  

20 sene de gelişen, üstüne koyan ve oyun kurucu kimliğimizi anlamakta güçlük çekenler; gerektiğinde Yumuşak Güç stratejisinden Demir yumruk mecburiyetine olan sıçrayışımıza da şahit olacaklardır. 

Azerbaycan-Ermenistan savaşında kardeş devlete verilen destek bunun en önemli kanıtı olurken zaferin de nişanesidir. 

İyice hazmedilmelidir ki; Türkiye artık Balkanlarda, Avrupa’da, Doğu Akdeniz de, Orta Asya’da ve Avrasya’da yeni bir soluk olarak kendini kabul ettirdi. Bugün Ortadoğu’ya yön veren Suudi Arabistan ve İran değil, Türkiye ve ABD destekli Suud Krallığıdır.  

Çünkü Suudiler demokratik bir yapıya sahip değiller. Yönetim Ebu Cehil’in torunlarına geçtiğinden bu yana haramzade işleriyle ümmeti utandırmışlardır.  

Prens siyonizmin korkusuyla ülkemin çehresini değiştireyim,  petrolle sınırlı kalmayayım, topraklarımı turizme açayım derken; her türlü necasete göz yumdu ve Hz. Peygamber mirası toprakların çivisini çıkardı. 

Kuzey Afrika’da dünyanın en eski medeniyetlerinden olan ve Osmanlı döneminde tek bir Vali ile yönettiğimiz Mısır ise tepeden inme vizyonsuz bir diktatörün çizmeleri altında maalesef can çekişmekte. 

Eskiler “gafile kelâm, nafile kelâmdır demişler” ama; o gafil artık haddini aşanlar kısmından. Çok olmadı Sisi askeri öğrencilere kurşun geçirmez camların ardından hitap etti askerlik geçmişinden utanmadan. Bakın görün en tepedeki necasetin ülkeye getirdiği güven (!) ortamını. 

Bugün İskenderiye’de ipe yollanan masumların hesabını tutabilen yok. 

O yağlı urganın bir gün o firavun soyunun da boynuna dolanması uzak değil böyle biline. Zaten nerede Türk düşmanı var onlarla iş tutar bu asker eskisi. İslâm birliğine katkısı yoktur. 

Öte yandan gelişmeleri buz gibi bir sükûnetle izleyen Rusya cephesinde ise sükûnet hâkim.  

Putin ülkemizin Orta Asya’daki Türk kardeşliğinden rahatsız olsa da; Türkiye’yi gözden çıkarabilecek kadar fedakâr değil. Rus ayısı lakaplı devlet başkanının renkli bir kişilik olduğunu hatırlatmaya gerek yok. Eski bir ajan olmasından dolayı temkinlidir. Öyle bir karakterdir ki; çözmesi zor bir geleneğin belki de son temsilcisidir. Sanki kaçak bir silah gibi, cinayeti çok kaydı yok. 

İdlib’deki gerilimli süreci hatırlayın. Onca anlaşmazlığa rağmen Moskova Türkiye’nin bakış açısına gönlü istemese de katlandı.

Daha da ötesi Ermenistan’dan ziyade müttefikimiz Azerbaycan’ı haklı bularak Amerikan hayranı Paşinyan’ı yokluğuyla terbiye etti ve Aliyev’i parlattı. 

Arada ters düşsek te bugün Rusya’nın da dahil olduğu Asya grubunun önde gelen iş birlikçilerindeniz. 

Türkiye batıyı Suriye’de Libya’da ve Dağlık Karabağ’da 3 cephede de yendi. Bunu dünyaya ilan ettik. 

Artık mazinin tozlu raflarından kafamızı kaldırıp geleceğe şekil verme zamanı.  Sanayilerin çarkları döndüğü sürece bu devran değişir.

Türkiye’nin karakterli kitlesi lideriyle kenetlenmiş, buna inanıyor, böyle yaşıyor. 

Bu çağın anatomisine yön verenlerde düşmanın stratejisini boşa çıkarıp gereken hazırlığı yapmalıdırlar. 

Adım Hıdır, diyeceğim budur.