Ülkemizde doğal felaketlerin sonu gelmiyor; biri bitmeden bir yenisiyle karşılaşıyoruz…

Güney ve Güneydoğu Anadolu’daki deprem felaketinin yaraları sarılmadan, çözümler üretilmeden onlara bir de Şanlıurfa’daki sel felaketi eklendi. Medya’dan öğrendiğimiz kadarıyla yollar köprüler, viyadükler yıkılmış, insanlar sele kapılmış, araçlar sürüklenmiş,  apartmanların alt katlarını sular basmış.. İnsanlar yaşamlarını yitirirken mal ve hayvan kayıpları yine büyük boyutlara erişmiş…

Meteoroloji metrekareye 111 litre yağış düştüğünü belirtiyor. Şehrin Eyübiye, Haliliye,, Karaköprü ilçelerindeki sokak ve caddeler  sel sularının  altında kalmış. Sular çekilince yerini balçık yığınlarına bırakmış; kısacası felaket yine göz göre gelmiş…

Şanlıurfa’nın benim için özel bir yeri vardır. Yıllar önce 14.Süvari Tümeni, 14. Süvari Alayında yedek subaylığımı yapmıştım. İlk defa İstanbul dışında görev yapmış, yaşadığım yerden çok farklı bir toplum ve daha doğrusu şehirle karşılaşmıştım. Önce yadırgamış, sonra alışmış ve uzun yıllar süren pek çok dostum olmuştu. Yalnızca il merkezini değil, Harran’ı, Akçakaleyi, Silvan’ı Ceylanpınarı görmüş; ismini duyduğum serabı orada yaşamıştım.   Geçmiş yılları hatırlayarak tarihi şehirdeki anıtların ne kadar etkilendiğini düşünmekten kendimi alamıyorum. 

Mezopotamya’nın en eski kültür merkezlerinden olan Urfa’nın ismi çeşitli efsanelere karışmıştır. Tarih boyunca Sümer, Hitit. Asur, Babil . Emevi Abbasi Zengiler, Eyyubi, Artiklu, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı dönemlerini yaşamıştır. O dönemden arta kalanlar; mancınıklar, camiler, hamamlar, çeşmeler, sebiller, köprüler ve sivil mimari örnekleri selden ne kadar zarar görmüşler?

Özellikle Şanlıurfa’nın simgesi Halil-ür rahman ve balıklı göl selden etkilendi mi, içerisindeki balıklar ne oldu?

Gerçekten merak ediyorum.

Şanlıurfa’da şiddetli yağışların ardından gelen sel felaketinde üç ay öncesi törenle açılan, müteahhidine dünyanın en büyük müteahhidi ödülü verilen Abide Köprülü kavşağı zarar görmüş ve orada yaşamını yitirenler olmuş... Suların çekilmesiyle birlikte yaşanan facianın boyutları ortaya çıkmış, askerler yarı bellerine kadar çamurları temizlemeye çalışıyorlar.  Çamurla kaplanan Süleymaniye ve Akabe mahallelerinde apartmanların alt katları su ve çamurla dolmuş, insanlar can ve mallarını koruma uğruna şimdilerde büyük mücadele veriyorlar. 

Ülke olarak topyekûn başımıza gelen bu felaketler bizlere neden bu kadar pahalıya mal oluyor diye düşünmekten kendimi alamıyorum.  

Akıl ve bilimden uzak; Şanlıurfa’daki çok sayıdaki dere ve su yataklarındaki yapılanmalar bu felaketlere davetiye çıkardığı açık… Neden bunların yapılmasına olanak sağladık diyeceğimize her felakette olanları tanrıya bağlamaktan, kader demekten ne zaman vazgeçeceğiz?

İsim vermek istemiyorum; üst düzey sorumlulardan biri  “Kuraklık riski vardı Bir taraftan 15 canımızı aldı ama  diğer taraftan toprak suya  doydu” gibisinden bilimden nasiplenmemiş  bir söz söylemiş… Oysa toprak suya kavuşmamış, seller toprağı alıp götürmüş...

 Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Levent Kurnaz;  “Bu yağışın kimseye faydası yok. Bizim istediğimiz yağış sakince 10 gün yağsın ve toprağı ve yeraltı sularını beslesin” demiş.  Ardından da eklemiş; 150 kg yağış bir gecede yağarsa o hiçbir yeri beslemez diyerek sözünü tamamlamış.

Bir Zerdüşt sözünü yeri geldiğinde sizlerle paylaşmak isterim:

 “Söz ve davranışlarınızı her zaman akıl terazisinde tartıp uygulayalım.”