Virüs salgını yanında çekirge istilası dikkate alındığında bölgemizin de içinde bulunduğu ülkeler için kıtlığın kapıda olduğu tahmin edilmektedir. Salgın haberlerine boğulduğumuz bu haftalar, birçok ürün için ekim-bakım ayı olup ciddi bir organizasyon, destek ve teşvik ile üreticilerin her türlü ihtiyacının karşılanması, aksaklıkların yaşanmaması gerekmektedir. En önemlisi üreticiler, tarlasını ektiği, ürününü yetiştirdiği, hayvancılığı bırakmadığı için bin pişman olmamalıdır. Bütün bu süreçte üreticinin sesini duyurmak, ihtiyaçları ve destekleri doğru belirleyip doğru adrese yönlendirmek gerekmektedir.

Türk tarımını bitirme projesinin parçası olan ekilmeyen tarlaya para yerine daha fazla üretim için tohum, gübre, ilaç, mazot desteğine geçilmelidir. "Üreticinin ürünü elinde kalmayacak" sözü slogandan uygulama alanına geçirilmelidir. Çünkü virüsü önleme tedbirleri çerçevesinde nice ürünler tarlada çürümeyi beklemektedir. Hayvancılıkta da benzer haykırışlar duyulmaktadır. Tek talepleri yetiştirdikleri ürünlerin makul fiyatlarla ihtiyaç sahiplerine pazarlanma imkanın oluşturulması.

Tarımsal sorunlar bağlamında Türkiye'nin çölleşme süreci adım adım ilerlemektedir. Konya'dan Antalya, İsparta, Bursa'ya bereket havzasında onlarca göl kurumuş, bir o kadarı kurumak üzeredir. Tam anlamıyla çöl iklimi, çöl fırtınaları başlamıştır. Alınması gereken tedbirler konusunda yöneticiler kadar medya da gözlerini kapamıştır.

Gümüşhane'de ufacık bir göl, altında hazine olduğu iddiasıyla iki iş adamı tarafından kurutulmuş, sonra da toprakla doldurulmuştu. Kasım ayında yaşanan bu olaya medya dört elle sarılınca gölün yeniden ihyası yolunda çalışmalar başlamıştı. Böyle bir gölün kurutulmasının önüne geçmek, kurutanlardan hesap sormak elbette önemlidir. Ancak bu gölün kuruması yüzünden bahçesini, ekmeğin kaybedenlerin varlığı bilinmemektedir. Halbuki Bursa'dan Konya'ya onlarca göl kururken yüzbinlerin babadan-atadan kalma bahçeleri yok olmakta, balık unutulmaktadır. Bu insanların bir şekilde geçimlerini sağlayabilecekleri başka yollara başvuracakları düşünülebilir. Ancak bütün bir bölgeyi bekleyen çölleşme kapımızı çalmış, tuz gölünden itibaren ülkemizi mekan tutmaya başlamıştır.

Göllerin kuruması, balıkların yok olması, bahçelerin hazan olmasının temelinde büyük bir yanlış bulunmaktadır. Gölleri besleyen yer altı suları sondajlarla çekilmekte, her sene azalan suya ulaşmak için kuyular beş on metre daha derinleştirilmektedir. Normal şartlarda buğday, arpa, nohut, mercimek, hayvan yemi yetiştirilmesi, mera olarak kullanılması gereken arazilerde sulu tarım yapılması için hemen her vilayette onbinlerce kuyu açıldı. Bu kuyuların bölgeyi çölleşmeye götürdüğü anlaşılınca 1990'larda yasal düzenleme ile yeni kuyu açılması yasaklandı. Mevcut kuyuların her yıl üç-beş metre doldurularak belirli bir geçiş dönemi sonunda bütünüyle kapatılma süreci başlatıldı. Başarıyla işleyen bu düzenleme 2004'de iptal edilerek felaketlerin yolu açıldı.

Dünyada ve ülkemizde çölleşmenin birçok örneği bulunmaktadır. Zararın neresinden dönülürse kârdır, kuralının acilen uygulanmasına ihtiyaç vardır. Aral gölünün kuruması sadece kıyı ve sahil bölgelerindeki halkı perişan etmemiş, 300 kilometre ötede nehrin suyunu sorumsuzca kullananlara ulaşan kum fırtınaları her yeri çölleştirmeye başlamıştır. Aral gölü çevresinde yüzlerce kilometreyi bulan alanda daha önce hiç bilinmeyen hastalıklar ortaya çıkmış, mesela gırtlak kanseri dünya ortalamasının 25 katına yükselmiştir. Belirtmek gerekir ki Aral'ı ihya için gösterilen gayretin yüzde biri zamanında yapılsaydı bu felaketler yaşanmayacaktı. Öte yandan ülkemizde de kuruyan göller çevresinde değişik hastalıkların ortaya çıktığı bilinmektedir.

Bir tarafta üç beş kuruş daha fazla kazanmak için her yıl kuyusunu derinleştiren, Ankara'da etkili kesimler, öbür tarafta ise bahçeleri yok olanlar. Halbuki bugün fazla kazandığını zannedenler dahil herkesi bekleyen felaket başlamıştır. Bu durumda iktidar ve partileri yanında medya ve sivil toplum kuruluşlarının da işbirliği ile kamuoyunun sahipleneceği projeler derhal uygulamaya geçirilmelidir.

Kuyularla ilgili yasal düzenleme geri getirilerek tavizsiz bir şekilde uygulanmalıdır. Öncelikle yeni kuyuların açılması yasaklanmalı, mevcut kuyular her yıl tedricen doldurulmalıdır. Bu süreçte geliri azalanlar ve işsiz kalanlar için bütçe imkanları dışında uluslararası fonlar da kullanılabilir. Bugün domates yetiştirilen tarlalarda tahıl, yem bitkileri üretimi başlayınca iklim ve bölge doğal dengesini zaten bulacaktır.

Belirtmek gerekir ki Göksu barajını Konya ovasına yönlendirme benzeri projeler sadece pansuman tedbirlerdendir. Bu gibi yatırımlara harcanan kaynakların, her bölgenin kendi şartlarına uygun tarım ve hayvancılık için harcanmasının, çok daha kalıcı ve etkili sonuçları olacaktır. Çünkü son yıllarda binlerce ton sulu tarım ürünleri elde kalırken cevizden buğdaya nohuttan mercimeğe tahılı ithal etmek zorunda kalmışız. Sondajla beslenen domates tarlalarında ithal ettiğimiz ürünlerin yetiştirilmesi çok daha makul ve gereklidir.

Kasım ayı boyunca her akşam bir avuç gölün kurutulması ve yeniden açılması haber bültenlerinin başında yer aldı. Aynı medyanın her akşam sadece milyonlarca insanın değil aynı zamanda nice cins kuşların, balıkların ve diğer canlıların hayat bölgesi olan bir kuruyan gölü haber yapması, göl havzasında yaşayan çaresiz bir aile ile röportaj yapması, bir şekilde açılmış olan kuyu sahiplerinin sebep olduğu felaketi kendilerine anlatması, yaklaşan felaketten onları da haberdar etmesi, bu yönde uzmanlarla programlar yapılması, yasal düzenlemeler için ortak kamuoyu oluşturulmasına şiddetle ihtiyaç vardır. Aksi takdirde ülkenin çölleşmesine sessiz kalarak bir anlamda destek verdiği anlamı ortaya çıkacaktır. Böylece bütün Türk ve İslam coğrafyası için sözkonusu olan halkın düzeninin, geçiminin, inancının, huzurunun, refahının dejenere edilmesi yönündeki küresel projelere, bir kısım medyasının da aracı olduğu yönündeki komplo teorilerinin, aslında gerçek olduğu kanaati geçerlilik kazanacaktır.