‘İnsan, Cenab-ı Hakk’ın en değerli eseridir. Bu eserin dünyevi bir fiyatı olmaz.’ ‘Kendisini Hakk’a satanlar,  karşılığında ebedî saadeti alırlar.  O saadeti tadanlar, kendilerini,  ne karşılığında olursa olsun,   başkasına satmayı asla düşünmezler’

İlahiyatçı Muharrir ALİ RIZA TEMEL Hocaefendi ile Şahsiyet Kavramı ve Müslüman’ın Husûsiyetleri hakkında konuştuk.

Oğuz Çetinoğlu: Hocam sizinle, Müslüman’ın şahsiyeti hakkında konuşmayı düşünüyorum. Fakat önce idrak etmekte olduğumuz Mübârek Ramazan hakkında genel bir değerlendirme lütfeder misiniz?
Ali Rıza Temel: Dünya ve âhiret hayatı için önemli fırsatlar vardır. Bâzen ömür boyu çalışıldığı halde elde edilemeyen kazançlar bir anda elde edilebilir. Buna ‘şans’, ‘tâlih’ denir. ‘Şansı yâver gitti’, ‘başına devlet kuşu kondu’ denir.
Kaçırılan fırsat ne kadar büyük olursa üzüntüsü de o nispette çok olur. Ticârî hayatta fırsatlar olduğu gibi mânevî ticârette de büyük fırsatlar vardır. Bu fırsatların en büyüğü Ramazan ayıdır. Çünkü onda bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi vardır. Hz. Peygamberin (sav) ifâde buyurduğu gibi Ramazan ayında nâfile ibâdet yapan diğer aylarda farzı yerine getiren gibi ecir(1) kazanır. Ramazanda bir farz îfa eden Ramazan dışında yetmiş farz îfa etmiş gibi sevap kazanır. Orucun sevabını Allah’tan başka kimse bilemez. Zira hesapsızdır. Ramazan’ın ilk gününden itibâren rahmet kapıları açılır, son güne kadar kapanmaz. Ramazan gecesinde namaz kılan bir mümin için Cenab-ı Hak her bir rekât namaza karşılık bin beş yüz hasene(2) yazar. Bir kul Ramazanın ilk günü orucunu tuttuğunda geçmiş Ramazandan bu yana işlemiş olduğu günahları affedilir. Ayrıca bir oruçluya iftar ettirenin, günahları bağışlanır, kendini cehennemden kurtarmış olur. Ziyâfet vererek iftar ettiremese bile bir hurma veya bir yudum suyla iftar ettirse de aynı kazancı elde eder.
Ramazan başı rahmet, ortası mağfiret(3), sonu ise cehennemden kurtuluştur. Ramazanda cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır, şeytanlar zincire vurulur. Sevaplar çoğalır, günahlar azalır. Mazlumun, âdaletli yöneticinin ve iftar vaktinde oruçlunun duası geri çevrilmez. Oruç cehenneme karşı bir kalkandır.
Görüldüğü gibi Ramazan bütünüyle rahmettir. Tamamıyla fırsattır. Hele seksen üç senelik bir ömre bedel, bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesini değerlendirmek bulunmaz bir fırsattır. Üç kuruşluk indirim için mağaza mağaza, market market dolaşanlar, indirim mevsimini dört gözle bekleyenler ebedî kazanç mevsimlerini neden değerlendirmezler, emsalsiz kazançlara nasıl bigâne kalırlar?
Gerçek kazancın âhiret, gerçek hayatın âhiret olduğunu bilmeyenler ne zavallı insanlardır. Asıl olan fânî kazançları bâkî kazançlara çevirebilmektir.
Çetinoğlu: Teşekkür ederim Efendim. ‘Şahsiyet’ kavramını târif eder misiniz?
Temel: Güzel hasletlerle(4) insanda oluşan sağlam yapıya; ‘Şahsiyet’,  ‘kişilik’ veya ‘kimlik’ denir. Bu güzel hasletlerden mahrum olanlarda sağlam bir kişilik ve karakter oluşmaz. Böyleleri dik duramazlar, en ufak bir tehlike veya en küçük bir menfaat karşısında eğilirler. Hasbî(5) değil hesâbîdirler. Değerleri yoktur, fiyatları vardır. Günlük ve anlık yaşarlar. Bunlarla sağlam bir toplum inşa edilmez. Zira çürük ve kötü malzeme mesâbesindedirler.(6)

Çetinoğlu: Şahsiyet sâhibi olmanın ‘olmazsa olmaz unsuru’ nedir?

Temel: İnsanın güçlü ve örnek bir şahsiyete sâhip olmasında imanın büyük payı vardır. Zira iman en büyük güç kaynağıdır. ‘Gevşeyip, üzülmeyin. Eğer mü’minseniz siz daha üstünsünüz.’ (Al-i İmran, 139)
Güçlü İslâm toplumu ve medeniyeti, karakteri ve kişiliği güçlü Müslümanlar sâyesinde oluşmuştur. İslam sâyesinde güçlenen, kişilikleri imanla oluşan kadın-erkek her Müslüman dâvâsını ve prensiplerini daima ön planda tutar. Zira hayat dâva ve prensiplerle anlamlıdır. İnsan hayattan daha değerli şeylere sâhip değilse hayatın da değeri yok hükmündedir. Zira ‘nasıl olsa bir gün sona erecek.’ Diye düşünülür.

Çetinoğlu: Hayatı, kendi dünya hayatı ile sınırlayanlar…

Temel: Bütün mesele ölümle sona ermeyen bir hayata ve bu hayatı oluşturacak kalıcı değerlere sâhip olmaktır. Böyle bir hayat da ancak iman ve İslam’la mümkündür. Güçlü imanın oluşturduğu sağlam kişiliğe dair pek çok örnekler arasında sahâbe-i kiramdan(7) bir hanımefendinin örnek tavrını sunmak isterim. Kahramanımız Ümmü Süleym (r. anhâ)’dir. Ümmü Süleym, kabilesiyle birlikte Müslüman olunca kocası buna çok kızmış, Şam’a giderek orada kâfir olarak ölmüştü. Hz. Enes, ismi Mâlik olan bu zatın oğludur. Annesi Ümmü Süleym O’nu sekiz-on yaşlarında Hz. Peygamber (s.a.v.)’in huzuruna getirerek ‘Ey Allah’ın Rasülü! Bu, oğlum Enescik’dir. Sana hizmet etsin diye getirdim. Bunun için Allah’a dua buyur musunuz?’ dedi.
Efendimiz de: ‘Ya Rab! Bu çocuğun malını ve evladını çoğalt’ diye dua etti. Tam da dua ettiği gibi oldu. Dul kalan Ümmü Süleym’e Medine’de Ebû Talha evlenme teklifinde bulundu. Ebû Talha o esnada henüz Müslüman olmamıştı. Bu teklif üzerine Ümmü Süleym: ‘Ey Ebû Talha! Taptığın putun yerden biten bir ağaç olduğunu, onu bir Habeşlinin yontup şekillendirdiğini bilmiyor musun? Böyle bir şeye tapmaktan utanmıyor musun? Aslında ben seninle evlenmek isterim. Zira sen istenmeyecek birisi değilsin. Fakat sen kâfir, ben ise Müslüman’ım. Şâyet Müslüman olursan senden mehir(8) bile talep etmem. Müslüman olmanı mehrin sayarım.’ dedi. Ebû Talha gidip düşündü, sonra gelip şehâdet getirdi. Bunun üzerine Ümmü Süleym, oğlu Enes’e: Ebû Talha’yı benimle nikâhla dedi. O zamana kadar Ümmü Süleym’in mehrinden daha güzel bir mehir duyulmadı. Bu mehir, kocasının Müslüman olmasıydı.

Çetinoğlu: ‘Kıssadan çıkarılacak hisse’yi açıklar mısınız Hocam?

Temel: Burada belirtmek istediğimiz husus; servet ve yakışıklılığın değil İslam’ın ön plana çıkarılmış olmasıdır. Mâlî ve fizikî olarak reddedilmeyecek birinin sırf kâfir olduğu için reddedilmesi, inancın ve prensiplerin daha önemli olduğunu göstermektedir. Müslümanlığı her şeyin üstünde tutan bu hanımefendi, gösterdiği fedakârlıklar sebebiyle Hz. Peygamber (s.a.v.)’in iltifatına mazhar olmuştur. Efendimiz O’nun hakkında şöyle buyurmuş:
‘Ben rüyamda cennete girdim ve orada bir ayak sesi duydum. Bu kimin ayak sesidir dedim. Dediler ki: Bu şu Enes’in annesi Ümmü Süleym’e aittir.’ (Müslim, Hadis no: 6278)
Rasûlüllah, o ve kız kardeşi Ümmü Haram’ın evinden başkasının evine tek başına girmezmiş. Bu ikisi Rasulullah’ın süt veya nesep yoluyla teyzeleri idiler. Hz. Peygamber Ümmü Süleym’e karşı çok merhametli davranırdı. Zira kardeşi Haram b. Milhan, Bi’r-i Maûne faciasında(9) şehid olmuş, sırtından girip göğsünden çıkan mızrak darbesiyle şehid olurken: ‘Kâbenin Rabbine and olsun ki kurtuldum.’ demişti. Ümmü Süleym, oğlu Enes, kız kardeşi, erkek kardeşi ve kocası Ebû Talha ile en güzel ‘Müslüman aile’ modelini ortaya koymuşlardır. Bu hanımefendinin savaşlarda gösterdiği kahramanlıklar ve gördüğü hizmetler de şayan-ı takdirdir.

Çetinoğlu: Kahramanlıklarından ve hizmetlerinden örnek verebilir misiniz?

Temel: Ümmü Süleym’in Ebû Talha’dan bir oğlu olmuştu. Bu yavru vefat ettiğinde ev halkına: ‘Sakın Ebû Talha’ya oğlunun vefatını ben söylemedikçe hiç biriniz söylemeyiniz.’ dedi. Ebû Talha eve geldiğinde Ümmü Süleym akşam yemeğini getirdi. Ebû Talha yemeğini yedikten sonra hanımefendi o vakte kadar yapmadığı en güzel bir tuvaletle süslenip kocasına göründü. O’nun cinsel ihtiyacını giderince şöyle dedi: ‘Ya Ebâ Talha! Bir takım kimseler bir aileye emânet verseler, sonra da bu emâneti isteseler, bu aile emâneti geri vermeyebilir mi?’ Ebû Talha: ‘Hayır’, dedi. Ümmü Süleym: ‘Öyle ise Allah da emâneten verdiği yavruyu aldı. Sabret ve sevabını Rabbinden bekle’ dedi. Bunun üzerine Ebu Talha: ‘Mâdem öyle de, oğlumun öldüğünü haber vermeden neden beni kendi hâlime bırakıp bu işe bulaştırdın?’ dedi ve Rasûlullah’ın yanına gitti ve olup biteni haber verdi. Efendimiz de: ‘Geçen gecenizi Allah hakkınızda mübârek kılsın’ diye dua buyurdu. Ümmü Süleym hâmile kaldı, bir çocuğu oldu. Enes onu alıp Rasûlullah’a götürdü, Rasûlullah kulağına ezan okuyup ‘Abdullah’ adını koydu. (Müslim, Hadis: 6280)
Bu tabloda anlatmak istediğimiz, imandan kaynaklanan metânet, sabır ve dik duruşa dikkat çekmektir. Böyle bir tavır ancak iman sâyesinde sergilenebilir. Ciğer pâresinin ölümü üzerine vâveyla koparmayıp, ölümü, emânetin geri alınması tarzında değerlendirmesi, kocasını teselli ve ikna etmesi Ümmü Süleym’in ideal bir ‘Müslüman hanımefendi’ örneği olduğunu göstermektedir.
Değme erkeklerin bile gösteremeyeceği bu metânet herkese, özellikle de hanımefendilere çok güzel ve çarpıcı bir örnektir.
Bazı rivâyetlerde; Ebû Talha eve gelince çocuğun durumunu sormuş, Ümmü Süleym, ‘Öldü’ dememiş, ‘her zamankinden daha sâkin’ demiş. Bununla, ruhunu teslim ederek bedenî acılardan kurtulduğunu belirtmiş oluyor. Kıvrak zekâsıyla kocasına karşı yalan da söylememiş oluyordu.
Bi’r-i Maûne faciasında kardeşi Haram b. Milhan’ın tavrı da tam bir yiğit Müslüman tavrıdır. İhânete uğrayıp mızrak darbesini alınca ‘Kâbenin Rabbine and olsun ki kurtuldum’ demesi imanın ve teslimiyetin zirvesidir. Böyle durumlarda insanlar. ‘Kurtuldum’ yerine ‘yandım’ derler. Demek ki insanı her halükârda gerçek kurtuluşa erdiren imandır. Ebedî hayata, ölümsüzlüğe inanmaktır.

Çetinoğlu: Asr-ı sadet insanları…

Temel: Hz. Peygamber (s.a.v.)’in başöğretmen olduğu Kur’an mektebinde bütün zamanlar için insanlığa örnek bir sahâbe kadrosu yetişti. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Bilal, Ammar, Selman, Enes, Fatıma, Ümmü Süleym, Ümmü Haram, Nesibe gibi âbide şahsiyetler dâva yolunda rehberimiz ışık kaynağımız oldular. Onlara bakarak kendimizi test etme fırsatı bulduk. İmanımızın, sabrımızın, fedakârlığımızın derecesini sorguladık. Onlar bizim için mihenk taşı oldular. Zâhiri umran(10) batını buhran(11) olan günümüz dünyasının imanî ve insanî bir dünyaya döndürülebilmesi de ancak belirtilen âbide şahsiyetleri örnek edinenlerce mümkün olacaktır. Dünyayı gaye olmaktan çıkarıp ebedî hayata vasıta yapanlar ancak bu bozuk dünyayı düzene sokabilirler. Sâdece isim ve resim planında yürütülen bir İslam dâvâsı dışı âhiret içi dünya olan sahte bir dâvâdır. Günümüz Müslümanlarının en büyük problemi de bu olsa gerek. İçi boşaltılan mukaddes değerlerin şahsî çıkar ve ikbal uğruna istismar edilmesi en büyük ihânet ve cinâyettir.
Müslümanların önce kendi iç problemlerini çözüp sonra dünyaya örnek olacak konuma gelebilmeleri için Hz. Peygamberin başöğretmen olduğu Kur’ân mektebine yeniden kaydolmaları, kulluk sözleşmelerini yenilemeleri, yeni bir yapılanmaya girmeleri gerekmektedir.

Çetinoğlu: ‘İdeal Müslüman’ tipini nasıl târif edersiniz??

Temel: Müslüman, dâvâsı ve prensipleri için şahsî menfaatlerinden vazgeçebilen insandır. Zira onun için en büyük kazanç Allah rızâsı ve ebedî saadettir. Mevlânâ ne güzel söylemiş: ‘Allah bizi satın aldı ve bizi ebediyyen mukavele ve pazarlıktan kurtardı. Zira bir şey iki defa satılmaz.’ İnsan Cenab-ı Hakk’ın en değerli eseridir. Bu eserin dünyevi bir fiyatı olmaz. Zira o bütün dünyadan daha pahalıdır. Hiç kimse bu pahalı insanı almak için pazarlık cüretinde bulunamaz. Bu derece değerli olan bir kimsenin de kendisini daha değersiz bir şey karşılığında satması nasıl düşünülebilir?
Nefsânî(12) zaaflarını aşmış, nefsini tezkiye(13) ve terbiye etmiş insanlar dâimî manevî gelişme ve yükselme peşinde olmuşlardır. İranlı şâirin dediği gibi onların parolası dâima şu olmuştur: ‘Mütevazı hırkanı ve eskimiş elbiseni kralların sancağı ve sultanların bayrağıyla değişmem. Süleyman saltanatına karşılık fakirliğimi terk etmeye râzı olmam. Cihad sâyesinde kalbimde keşfettiğim bu hazine yok mu, onunla sultanların rahat ve konforunu değişmem.’
Sömürge döneminde Hindistan’da İngiliz yetkili, Şeyh Murâd Âbâdi’yi ziyâret etti ve kendisine maaş bağlamayı teklif etti. Üstad bu teklifi şöyle reddetti: ‘Ben sizin malınızı ne yapayım? Allah’ın kutlu ve ihsanı sâyesinde bir somyaya, iki toprak ibrikle iki testiye sâhibim. Bazı dostlar darı getiriyor. Ondan ekmek yapıyoruz. Eh bu da bize yetip artıyor.’
Madde karşısında insanı güçlü kılan bu sağlam inanç ve sarsılmaz tevekküldür.(14) İnsanı köleleştiren ise aşırı dünya sevgisidir. Ukbâ(15) sevgisini dünya sevgisine üstün tutanlar üstün insanlardır. Bunlar olmazsa zâlim ve azgın materyalizm dalgası ümmetin imanını çoktan yutardı.

ALİ RIZA TEMEL:


1946 yılında Manisa’nın Demirci İlçesi’nde doğdu. 1967’de Balıkesir İmam-Hatip Okulu’nu, 1971’de İzmir Yüksek İslam Enstitüsünü bitirdi. 1967-1975 yılları arasında vaizlik yaptı. 1976’da Haseki Eğitim Merkezi’ne kursiyer olarak katıldı.
Kurs sonunda aynı merkezde asistan olarak görevlendirildi. 1982-1987 yılları arasında Brüksel İslam Kültür Merkezi’nde Türk temsilcisi olarak görev yaptı. Aynı merkezdeki İslam Enstitüsü’nde Ulumu’l-Kur’an dersleri okuttu. Halen Haseki Eğitim Merkezi’nde Arapça ve tefsir dersleri okutmaktadır. Evli ve iki çocuk babasıdır.

Yayınlanmış Eserleri:


1- İslam Dâvâsı ve Münâfıklar, 2- İslam’da Dış Politika ve Diplomasi, 3- İslam ‘da ve Batıda İnsan Hak ve Hürriyetleri, 4-Âyet ve Hadisler Işığında Dînî ve Sosyal Hayatımız, 5- Mutlu Bir Yuva Nasıl Kurulur? 6- Müslümanların Dünü, Bugünü, Yarını (Tercüme), 7- İslam İktisadının Üstünlüğü (Tercüme), 8- İnsanlara İyilik Hakkında Kırk Hadis (Tercüme), 9- Sağduyu Çağrısı.  

LÛGATÇE


(1)ecir: Mânevî mükâfat, sevap.                                                                                                                                                        
(2)hasene: Güzel iş, sâlih amel                                                                                                                                            
(3)mağfiret: Cenab-ı Allah’ın, kullarının günahlarını affetmesi                                                                                                                                                                                                                                                                                              
(4)haslet: Doğuştan gelen husûsiyet                                                                                                                                                   
(5)hasbî: Karşılık beklemeden  
(6)mesâbe: Değer, hüküm, derece, mertebe                                                                                                                                                  
(7)sahâbe-i kiram: Büyük sâhâbeler. (sahâbe: Hz. Muhammed (sav) Efendimiz zamanında yaşamış, O’nu görmüş, sohbetinde bulunmuş Müslümanlar   
(8)mehir: Erkeğin, evlenirken eşine verdiği veya vermeyi taahhüt ettiği para veya kıymeti olan şey veya şeyler                                                                                                                                                      
(9)Bi’r-i Maûne fâciası: Peygamber Efendimizin, Necid şehri insanlarına gönderdiği tebliğcilerin, Bi’r-i Maûne denilen mevkide şehit edilmesi hâdisesi     
(10)zâhiri umran: Görünüşü mükemmel  
(11)bâtını buhran: İç yüzü sıkıntılı       
(12)nefsânî: Nefsin arzularıyla alakalı    
(13)tezkiye: Temiz     
(14)tevekkül: Cenab-ı Allah’a güvenmek   
(15)ukbâ: Âhiret, ölümden sonraki dünya