Takriben 1965’lere kadar süren: (Biz, bize benzeriz!...) deyimi vardı ve daha sonraları kaybolup gitti... Niçin gitti... Ama şöyle, ama böyle; biz asıl kimliğimizden her geçen gün biraz daha uzaklaşmaya başlamıştık da ondan gitti!.. Yanlışımızla, doğrumuzla, hemen her açıdan biz, bizdik!.. Bu nasıl bir şey ise, bugünkü nesiller pek anlayamaz. Dolayısıyla, bir takım misallerle genç okuyucularıma aktarmak bizlerin görevidir. O hâlde gelin hep birlikte mazi ummanına dalalım ve (neydik, ne olduk, daha neler olacağız?) deyimi ile, şapkamızı önümüze koyup düşünelim ve tabii ki, şapkamız kalmış ise!.. Şapka nedir?.. Başımıza: “Soğuktan, yağmurdan ve güneşten koruyan” bir nesnedir. Dolayısıyla, Atalarımız şapka derken, kesinlikle aklı kastetmiş: (Akıllı ol! Hislerini değil, aklını kullan, gerçeğe eriş!..) demek istedikleri şüphesizdir!.. Ancak bazılarında akıl kalmamış ki, bunun manasını kavrayabilsinler!... İslâm ve Gayr-ı İslâm, Türk Milleti bir bütün olarak; “Birlik ve Beraberlik içinde miyiz?” Kesin olarak ‘Evet!’ diyebilir miyiz!.. Hayır! Zira: (Dini ön plânda tutanlar, ırki harslarla siyaset yapanlar ve adına ataist denen dinsizler vs.) Bizler ülkemiz içindeki bu problemin çözümüne bir çare bulamadıkça, “birlik ve beraberliği” sağlayamadıkça, hangisi olursa olsun; Hükûmetlerimizin hemen hiç birisi, hiçbir zaman istikrarlı olamaz ve zaten olamamaktadır da!.. Bizler bir İmparatorluğun bıraktığı mirasın çocuklarıyız ve böylece gerçek bir millet olduğumuzu kabullenip, yekdiğerimizi kucaklayacağımıza tam aksi, cephelere bölünmekteyiz. Niçin?... Niçini basit. Çünkü, artık biz bize benzemiyoruz!.. Meselâ, eskiden hükûmetler pot kırar, Gayr-ı İslâm zümreleri üzerdi ama, diğer taraftan, halk yânî sıradan vatandaş; Gayr-ı İslâm yurttaşların bir şekilde gönlünü alıp, yaralarına merhem olabilmekteydi. Ancak, günümüz insanı böylesine inceliklerden kısmen de değil tamamen uzak olduğundan, siyasiler her ne derse desin, halk tabakasından çıt ses çıkmamakta ve bilhassa, siyasilerin, iç malzeme olarak kullandıkları “hamaset duygu sömürüsü” nihayet halk’a da yansımış ve böylece kendi öz benliklerini, kısmen de olsa yitirmişlerdir. Halkımızın yekdiğerini kollaması, onun üzüntülerinden kurtarmaya çalışması, mağdur kalmasını önlemesi vs. bütün bunlar artık mazimizde kalmış birer değerli hatıra olmaktan ileri geçemez!.. Eskiden aile ayrılmaz bir bütündü. Aile yuvası ise mukaddes addedilirdi. Günümüzde ise: Aile mukaddestir görüşü pek itibar görmüyor ve şu sual soruluyor: Hangi aile mukaddestir? “Büyük aile mi, küçük aile mi, yoksa çekirdek aile mi?” hangisi.) Eskiden “Hafif-Batı Müziği” dediğimiz Batı’nın romantik tarz müziği vardı ve dimağımızı dinlendiren, gençlerimizin aşk duygularını okşayan bir romantik müzik, bir romantik akımdı... Onun yerini Pop, Popun yerini adına metal denen teneke illeti... O’nun yerini ise, ABD Zencilerinin kendilerine has bir garip söyleşili sallan-yuvarlan... Bütün bu değişiklikleri bizlere bir çırpıda hazmettirdiler. Hem de Türk-Basını diye geçinen bir takım tirajı yüksek kendi küçük gazete ve mecmualar ve de TV’ler sayesinde, bilhassa: Türk-Sanat Musikisi’nin bir takım taktiklerle ucube bir duruma sürüklendirilmesi, Anadolu Musikimiz olan hakiki Türkülerimizin yerini uydurma, ruhsuz, melankolik tarzların yer alması, gençlerimizin “Esrar, kokayin ve eroine müptelâ oluşu”, özel seks partilerinde nice gençlerimizin yoklara karışması, ilk okul’dan lise’ye kadar çocuklarımızın ve gençlerimizin muhtelif zehirlere müptelâ edilmeleri. Edilmeleri diyorum zira; Tarkan’ın “kokain meselesinde” Basın ve TV’lerin tutumu hatırlanacak olunsa, bu hususta uzun, uzun düşünmemiz icap ettiğini en safımız dahi anlayabilir!... Eskiden şarkı söyleyenlere “Hanende” denirdi. Günümüzde ise “Ses Sanatçısı” tabiri kullanılmaktadır. Halbuki, gazinolarda her şarkı söyleyen, her kaset ve cd doldurana “Ses Sanatçısı” demek... Sanat sözcüğünün ifade ettiği mânâyı yozlaştırmak veya bilmeden yanlış mânâda kullanmak demektir... Bir hanendeye “Ses-Sanatçısı” diyebilmek için; sesinin şarkı söylemeye uygun güzellikte olması, şarkının ifade ettiği mânâyı, en âlâ şekilde yorumlamak gibi özellikler başta gelmektedir. Halbuki, günümüzde kaset ve cd dolduran, gazinolarda ve açık-hava konserlerinde boy gösteren sözde ses-sanatçıları’nın sayısını saymak dahi insanı yorar diyebiliriz!... Ancak gelin görün ki, bunların hemen bir çoğu “Gerçek Ses-Sanatçıları”nın yerlerini çoktan almış ve dolar üzerinden milyonlar kazanıyor ve hiç de hak etmedikleri hâlde harun hayatı yaşamaktadırlar!... Çünkü, onları dinleyen halk, bizleri değil; kendi kendisine yabancılaşmış bir halkı temsil etmekte olup, musiki zevki ile dinlediği musikinin veya şarkının “güfte ve bestesinin” değerini yorumlayabilmekten yoksun duruma düşmüştür!... Gelelim TV’de sözde bizim halkımızı temsil eden insanların sözde yaşantılarını hikâye eden TV dizilerindeki anormal insanları seyreden halkımızın öylesine izlemeleri ve dahası; Gazete ve TV muhabirlerinin TV-Dizileri’nin oyuncuları ve temsil ettikleri kimselerin yaşantıları hakkında suallere bizim karakter yapımıza uygun olmayan cevaplar vermeleri. Bizim, biz olmaktan ne derece uzaklaşmış olduğumuzun bariz bir ifadesi değil de nedir!?.. Kadın hakları söz konusu olduğunda, erkeklerimizin dolaylı şekilde de olsa, aşağılanması: “Bencil, hain, canavar ruhlu, ırz düşmanı vs.” gibi hiç de lâyık olmadığı sıfatların üzerine yüklendiği muhtelif TV-Dizilerinde gösterilerek; Türk erkeği ile Türk kadınını, yekdiğerine düşman veya en hafifinden hasım duruma getirilmesi karşısında günümüzdeki insan, tam bu tezgâhı kuranların istedikleri ortama düşmüş durumdadır. Yânî, bizlerin biz olmaktan çıktığı çok olmuş!.. Modern yaşam ve karşı cins meselesi, bir şekilde Türkiye’nin başlıca problemi hâline getirildi ve en kötüsü de hemen her nevi “cinsi-sapıklığın” bir şekilde tıbbi açıdan normale yakın gösterilip, İstiklâl Caddesi’nde “kadınsı erkeklerin”, “erkeksi kadınların” boy gösterdikleri bir berbart caddeye dönüşmesi vs. bizlerin biz olmaktan, çıktığımızı açıklıkla göstermiyor mu!.. Bir tarihte, Türk-Sanat Musikisi dünyası için: (Homoseksüeller müziğidir!) diyenler, günümüzde adeta baş tacı edilmekte ve böylece milyon dolarlar kazanmaktadır. Şimdi soruyorum: (Şayet biz, bize benzeseydik.) Hiç böyle bir sonuç zuhur eder miydi!... Hiç sanmıyorum. Zira o zaman sadece biz, bize benzeyecektik!... Erkek neslini, kadınlaştırmak, kadın neslini erkekleştirmek, taktiklerinin uygulandığı bir dönem içinde yaşıyoruz: Liseli kızlar sevdikleri erkek için birbirlerini bıçaklamaktan asla çekinmiyor. Böylesi eylemlere cüret edebiliyorlar?!... Erkek çocuklarına, anneleri veya ablaları hitap ederken: (Olur anneciğim veya olur ablacağım!) nevinden hitaplarla, erkek çocuğunun aklını karıştırarak, cinsi farklılıkların önemini kavrayamamasını sağlamaya çalışmaktadırlar!.. Bu masum görünümlü bir şeytani taktiktir... Aile ödevlerine gelince: Bizim toplumumuzda erkek aile reisi olarak; çalışıp evinin ihtiyaçlarını karşılamakla mükellefti. Mükellefti diyorum, çünkü günümüzde artık öyle değil; evin bütün işlerinde ortak olarak hayatını sürdürmektedir... Peki bu durumda ne düzelmiştir? Hemen hiçbir şey! Ama, olumsuz gelişmeler bir diğerini takip etmiş ve böylece yüzlerce evli çift boşanmış ve böylece diğer boşanma davası açanlar da sıralarını beklemektedir!... Bütün bu olaylar şu gerçeği göstermektedir: (Çünkü; ARTIK, BİZ BİZE BENZEMEMEKTEYİZ!...) İnşallah yeni bir makalemde buluşmak üzere, cümlenize mutlu tatiller diliyorum efendim. Not: (Bu makale: 16 Mayıs 2010 Pazar) tarihinde yazılmıştır.