Acaba, “Biz Bize Benziyor muyuz” suali, günümüzde bazı sebeplerden dolayı İstanbul’a göç etmiş bulunan bir “Erzurumluya” sorulacak olsa, hiç şüpheniz olmasın vereceği cevap şu olacaktır: “İSTANBUL NEÇİ, ERZURUM YAYLA”. Siz dilediğiniz kadar; “Ben size İstanbul’u değil, bütün Türkiye halkını sordum.” deyin. O sizi dinlemeyip, İstanbul deyip duracaktır!.. 
Çünkü onun dünyasında var olan, bir Erzurum ve bir de İstanbul’dur. Bu durum diğer vilâyetlerde de hemen, hemen aynıdır. Bunun böyle oluşunun asıl sebebi; insanlarımızdaki beraberlik duygusunun “hemşerilik” esasına göre, gelişmiş ve öyle yerleşmiş olmasındadır. 
Makalemizin başlığına geçtiğimiz: “Sahi! Acaba biz bize benziyor muyuz!” serlevhamıza bakılacak olunsa, bu sorunun cevabının verebilmek hayli güçtür. Zira, eskiden söz konusu olan sadece “vilayet farkları” idi. Günümüzde ise; doğrudan yabancı ülkelerin kültürü bizleri avucuna almış durumdadır!... 
Genç kız veya genç erkeklerimizin giydikleri dizden yırtık kod pantolonlar, vücutlarının muhtelif yerlerine yaptırdıkları dövmeler, saçı, sakalı birbirine karışmış ve de kulağı küpeli genç erkeklerimiz, burnu veya dudağı halkalı kızlarımız vs. umum ülkemizde tam manada varlık gösterebilmekte ve bir takım danslı partiler tertiplenip, diğer gençlerimiz de tesirleri altına alabilme gayreti sarf eden bazı renksiz ve ruhsuz kimselerin, iğrenç icraatları vs. umum ülkemizi gerçek manada büyük bir felâketin eşiğine getirebilmiş durumdadır!.. 
Anadolu’nun bakir yörelerinden İstanbul’a göçmüş ve de bilhassa kadın mevzuunda tamamen bilgisiz ve zır cahil olan talihsiz insanlarımıza “Maganda” tabirini yakıştırarak, onları söz de cemiyet dışı göstermeye çalışmamız ve bilhassa TV’nin vahşet üzerine kurulu muhtelif dizilerinde; “vur, kır, talan et ve öldür” temalarını hemen her TV ekranında izlemeye mahkûm edilen TV izleyicilerimizi zaman içinde tamamen ruhsuzlaştırılması, sahasında sözde otorite(!) ve fakat aslında hemen hiçbir şey olmayan bazı sözde sanatçılar’ın TV seyircilerin zihninde ne yaman tahribatlar yaptığını yıllardır görememekte değil, bilhassa görmemeye çalışılmakta olduğu, cümlemizce bilinmemektedir!.. 
Evet! Cümlemizce gerçekten bilinmemektedir. Zira, seyircilerimize bu hususta herhangi bir uyarı bilgisi aktarılmamış ve tam aksi malûm dizilerin bazılarına, başarılı olma ödülleri takdim edilerek, alenen mükâfatlandırılmıştı!... 
TV’lerin haber saatlerinde ülkemizi yakından ilgilendiren “İç ve dış problemleri” hakkında gerekli bilgi sunulacak yerde; “Hangi Parti Başkanı” rakip gördüğü diğer bir partinin başkanına, en ağır şekilde hakaretler yağdırmış olduğu allandırıla, ballandırıla seyircilere aktarılmakta, hele iktidar partisi söz konusu ise, akla gelmedik hakaretlerle saldırılmaktadır... 
Evet, bizdeki kardeşlik anlayışı, yerini “hemşerilik” anlayışına terk etmiş olabilir. Dünya’nın bir çok değişikliği açısından ülkelerde bilhassa duygu açısından değişimler olmuş olabilir. Buna hiçbir sözümüz yoktur. Ancak, giyim kuşama varıncaya kadar kısmi de değil, tamamen değişmiş bulunan bilhassa gençlerimizin bu hâllerine sadece seyirci kalınması, tek kelime ile, hataların en büyüğü demektir. 
DEVLETE SÖVMENİN ADI “D E M O K R A S İ” OLDU!..
Hemen her ülkede “Devleti temsil eden”, Hükûmet ve Başbakanıdır. Dolayısıyla, AK-PARTİ iktidarını düşürebilme gayretkeşliği ile Sayın Başbakan’a yüklenmek ve hatta bir nevi talancılıkla suçlamak ve bu suçlamaları TV ekranlarına taşımak, mevzubahis tenkitlerin yönünü değiştirmekte ve doğrudan devlete sövmek gibi bir ortam meydana getirmektedir ki, bu durum hiç de iç açıcı değildir!.. 
Ülkemizin siyasî hayatı o derece yozlaşmış ve o derece bayağılaşmıştır ki, sadece Başbakan değil, AP’nin bütünü “yolsuzluk” ve hatta “Mafya” olmakla itham edilmekte ve böylece ülke insanlarımızın arasındaki “birlik-beraberlik” ilkesi her geçen gün biraz daha erozyona uğramakta ve böylece canım ülkemiz, bir meçhule doğru sinsice sürüklenmektedir... 
Yabancı Devletlerin bizim bu durumumuzu zevkle izlediklerinden asla şüphemiz olmasın. Çünkü, ülkemizin içten içe yoklara doğru sürüklendiğini açıklıkla görebilmekte ve bilhassa iktidar karşıtı ana-muhalefet partisine geri plândan sessizce yardımcı olmakta ve böylece iktidar partisi’ne dış siyasetten ziyade, iç çekişmeleriyle yıpranmasını sağlamaya çalışmaktadırlar... 
Şayet İktidar Partisi’nin şu veya bu şekilde bir takım yolsuzluklara bulaştığı olmuşsa, bu durum hukuki bir mesele olduğundan, doğrudan ülkenin adalet mekanizmasını ilgilendirmesi lâzımdır ve politika sahasında bu durumu değerlendirmeye kalkışmak ve ülke halkını böylesi davranışlarla yanlışa sürükleyip böylece iktidarı ele geçirmek, olmayacak bir şey değildir. Ancak bu durumdan hayır gelmez ve zaten daha evvel zuhur etmiş bulunan “İhtilâl” hareketleri de böylesi durumlardan hiçbir zaman hayır gelmeyeceğini sonuçlarıyla ispatlamışlardır. 
Dememiz odur ki, şayet Başbakanımız, iktidarı kendi şahsi çıkarları açısından değerlendirmekte ise, derakap hukuki açıdan ele alınıp, TCBMM kanalı ile ülkemiz kanunları mucibince adalet huzurunda yargılanması için, şu an sahip bulunduğu mevki ve taşıdığı sıfatın elinden alınması sağlanmalıdır. 
Özetle sunduğum bu işlem yapılmadıkça Başbakan’ı suçlamak, ona karşı ağır ithamlarda bulunmak hem yersiz ve hem de ülkemizin “Millî Menfaatlerini” temelden sarsıcı hareketler olmaktan ileri gitmez!.. 
Sayın Başbakanımız baştan beridir ki, muhtelif konularda milletimize bilgi aktarmakta ve açık mücadeleyi tercih ederek ki, doğrusu budur. Tüm muhaliflerine hemen her konuda hesap vermeye hazır olduğunu defaten tekrarlamaktadır. Bendeniz, ne AK Partiliyim ve ne de Sayın Başbakan’ın herhangi bir sempatizanı. Bendeniz sıradan bir vatandaşım ve sıradan görüşüm şu merkezdedir: (Benim devletim, benim parlamenterlerim, bakanlarım, muhalefet partilerim olması lâzım değil midir!..) 
Ancak bakıyorum ki, devletin üst düzey yöneticileri ve muhalefet partileri, sadece birbirleriyle didişip durmakta ve biz sıradan vatandaşların tabii haklarını savunacak yerde, gözlerini karartmış iktidar hırsı ile yekdiğerlerini ezip, yok etmeye çalışmaktan gayrı hemen hiçbir şey yapmamaktadırlar!.. 
Belediye Başkanlığı seçimleri ile alâkalı propaganda konuşmalarında; kimi, İstanbul’da büyük ulaşım projelerinden söz etmekte ve kimi de Ankara’da bir “Boğaziçi” meydana getireceğinden dem vurmakta ve fakat hiç birisi halkın asıl isteği hakkında tek söz söylememektedir. Halkın asıl istediği ise; “iş açıklığı ve huzurlu bir hayat.” Bunun farkında dahi olmayan parti başkanları ise kendilerince halkın gönlünü çalmaya çalışmakta ve fakat, yanlış bulvarda koşturmaktadır. Zira, halkın asıl istediğini bir türlü görememektedir. 
Efendim; Büyük şehirlere akın olmasaydı, böylesi ihtiyaçlara lüzum kalmazdı diyenlerimiz var. Bu doğrudur, ancak şu hususu da asla kenara itmemek lâzımdır; “diğer vilâyetlerimizde iş hayatı düzgün, yaşantı normal olsaydı; hiç kimse kendi yaşadığı şehri veya kasabayı terk ederek gurbete çıkmazdı!...” 
Bizim ülkemize 1946’lardan itibaren kademeli şekilde yerleşmeye başlayan ABD kültürü, sistemli olarak bizleri, biz olmanın dışına doğru sürüklemekteydi ki, günümüzde bu işlem artık doruğuna erişmiştir. 
İşte bizler meselenin bu yönü üzerinde asla durmamış ve aramızda fark edenlerimiz olmuşsa da; ya meçhul kimseler tarafından susmasına dair ikazda bulunulmuş veya kendiliğinden susmayı tercih etmiştir. 
ABD ilgilendiği herhangi bir ülkeye kendi kültürünü sokmayı arzu ederse, özel bir çaba sarf etmesine hiçbir zaman lüzum görmez. Zira, yıllarca sihirli Sinema Perdesi onun için lüzumlu yatırımı zaten yapmış ve yapmaktadır. 
ABD kültüründe esas olan; “toplumsal ve ferdi hürriyetti”. Ancak, bu sistem bizlerin bildiği türden olmayıp, kendilerine has bir anlayışın ürünü olarak arz-ı endam etmiştir. İkinci Cihan Harbi’nden sonra bütün dünyaya yerleşmeye başlayan bu sistem, hemen bir çok ülkeye yarardan ziyade zarar getirmiştir. 
Tabii ki, biz de bu zehirli meyveyi maalesef tatmıştık ve böylece bizdeki klasik toplum anlayışı, yerini yepyeni bir akımın girdabına bırakmıştı ve bu akım, “Demokrasi” adıyla bir siyasî sistemin alışılması pek güç olan bir hukuk anlayışına itmiştir. 
Bu öyle bir hukuksal anlayışa tabi kılmaktaydı ki, “Sovyetler Birliği Sistemine” benzer yönleri gayet kuvvetliydi ki, aralarındaki tek fark: “Birincisi devlet baskısı ile zorla kabul ettirilmekte, İkincisinde ise; halk kendisi gönüllü olarak, sistemi benimsemekteydi.” 
Biz tabii ki ikincisini yani ABD sistemini kabullenmiştik ve bu sistem anlayışına göre; “Sıfatlar tamamen kaldırıldı ve basın kişiye hitapta; sıfat ve kişilik hakları üzerinde durmaz oldu.” Meselâ: Cumhurbaşkanı söz konusu olursa: “Cumhurbaşkanı Gül dedi ki...”, “Başbakan Tayip, sert çıktı...”, “Genel-Kurmay Başkanı, Başbakan’ı ziyaret etti.” En azından bir (Sayın sözcüğü)nün başta kullanılmaması, bizim “millî kültürümüze” ters düşen bir husustur. Bu durum ABD için normal sayılabilir. Zira, onların temel gelişimlerine tamamen uygun bir husustur. 
Ancak, biz ve diğer kadim ülkelerin “Millî kültürlerine” tamamen ters düşer. Bunun bizler için sakıncalı tarafları olduğunu, ABD’de bilmekte ve fakat bizim gibi ülkelerde ahlâken çökertici bir akım olduğu için ABD’nin işine gelmektedir. 
Dünyamızdaki sür’atli değişimi en âlâ şekilde değerlendiren ABD, ülkelerin dünlerde olduğu gibi, günümüzde de “fetih yolu ile” hüküm altına alma imkânı olmadığını gayet iyi bildiğinden, değişik bir sistem uygulamakta gecikmemiş; ülkeleri içten fethederek, “yozlaştırılmış bir kültürün kölesi” durumuna getirmeyi daha uygun bulmuş ve böylece bir gerçeği görmüştür; herhangi bir ülkeyi askeri güç kanalı ile fethetmekten ziyade, kendi kültürünüzü ülkeye sokarak, çabasız ve daha az masraflı olduğunu açıkça görmüş ve de tatbik sahasına koymuştur: “genç adam, genç bayan” gibi tabirler nasıl ki, “Küçük hanım, Hanımefendi, Küçük Bey, Beyefendi” gibi klasik deyimlerin yerlerini asla tutamazken, daha bir çok deyim de, hiçbir zaman eskilerin yerlerini alamaz ve de alabilmesi sadece yozlaşmayı hızlandırır... 
Nitekim, “8 Şubat 2014 Cumartesi” tarihli gazetelere konu olan “Sayın Meral Akşener ile Sayın Fahrettin Poyraz” arasında geçen tatsız tartışma, bizim iddiamızda nasıl haklı olduğumuzu açıklıkla göstermektedir. Bu durum şu hususu belirtmektedir ki, herşeye rağmen bizim insanımız, lüzumsuz laubaliliklere katlanacak bir yaradılışa sahip değildir. 
Bizleri yozlaştırma mekanizması o derece ustalıkla işletiliyor ki, bizim insanımız hiç farkına varmadan onların istedikleri şekle hiç yormadan girip, sıradan vatandaş olmanın da dışında, sıfatsız, renksiz bir birey olarak yoklara doğru kayıyor... 
Bizdeki TV-Dizileri’nin hemen bir çoğunda, genç kızlar genç kadınlar ellerinde tabanca veya daha değişik bir silâhla sözde hayat mücadelesi vermekle(!) erkeklerle eşit olduğunu ispat ediyor imajlarıyla, istenmeden, halkımız tamamen yanlışa sürüklendiriliyor... 
Kimi layık ve kimi de yakıştırma olarak bizlere san’atçı diye tanıtılan yeni nesil “oyuncu ve şarkıcıları”, çok değil, kısa kısa aralıklarla “uyuşturucu kullanmaktan” dolayı tutuklanmakta ve onların bu halleri de yazılı basında adeta birer kahraman gibi(!) itibar görmektedir!.. 
Resmi nikâhın yerini alan, “birliktelik” gibi tabirlerle resmi nikâhın pabucunu dama attırmaya çalışanların bu menfi davranışlarıyla bizim insanımıza ne yaman yarınlar hazırlanmakta olduğunu ve bu uğursuz akımı bizzat kendileri tarafından uygulandığını bilmeden, tam bir basiretsizlik içinde uygulayıp durmaktadırlar... 
Türklüğü, Türk olmayı hemen hiç kimseye bırakmayıp, sadece kendilerinin Türk olduğuna inanarak, diğer kavimlere hemen hiçbir medeni hak tanımayan “Irkçı” bir kesim, bir kör uçuşun peşinde hata üzerine hata işlemekte ve böylece kendi ülkemize değil, tamamen yabancı ülkelerin istediklerine hizmet verdiklerini bilemeden, o sakat yolda maalesef hâlâ yürümeye çalışmaktadır... 
Bu niçin böyledir? Niçin gerçekleri görebilmekten yoksundurlar? Bunun sırrını çözebilmek için uzun uzadıya düşünmeye lüzum yoktur ve bir tek açıklaması vardır: “Talat Paşa, Enver Paşa ve Cemal Paşa” üçgenini hakiki çehreleriyle günümüz insanına günahlarıyla, sevaplarıyla tanıtmak. Bu durum halledilmedikçe hiçbir meselemiz düzelmez, düzelemez. Çünkü, bizler kahramanlık destanları içinde boğulup kalmış bir milletiz!. 
Saygıdeğer okuyucularım, yeni bir makalemde buluşabilmek ümidi ile cümlenize mutlu yarınlar diliyorum efendim. Saygı ve sevgilerimle.