17 Aralık, 1986`da (KKTC`nin doğuşundan üç yıl sonra) Lordlarkamarasında Kıbrıs`la ilgili müzakerelerde konuşan Lord Broxbourne "Federal bir anlaşma Kıbrıs Rum uzlaşmazlığı nedeniyle imkânsız hale gelirse, (adada) sadece Rum tarafını tanıma anormalliğinden vazgeçilmeli ve Majestelerinin Hükümeti Kuzey Kıbrıs`taki idareyi tanımalıdır. Federasyonu elde etmek imkânsızlaşmışsa bu bir son çaredir" demiştir. Aynı yıl, (o yıldan önce de ve bugüne kadar olduğu gibi) ABD`nin yıllık "İnsan Hakları Uygulamaları" raporunda Kuzey Kıbrıs`taki idarenin serbest seçimlere dayalı demokratik bir idare olduğu ve temel insan haklarının teoride ve pratikte uygulanmakta olduğu" vurgulanmaktadır. "Kıbrıs Cumhuriyeti" dedikleri Güney Kıbrıs`ta da durumun aynı olduğu belirtilmektedir. Kuzeyde de, Güneyde olduğu gibi hür seçimlerle seçilen, partili demokrasi vardır. Güney ve Kuzey, tarafların 1975, 1977, 1979 anlaşmaları ile Kıbrıs`ın geleceğinin modeli olarak tescil edilmiştir. Öngörülen federal çatı Rum tarafının Kıbrıs`a hakim olmak siyaseti nedeniyle mümkün olmamıştır. O halde ABD ve diğerlerinin, özellikle garantör İngiltere`nin Güney`deki idareyi "meşru hükümet" olarak tanımaktaki ısrarlarının geçerli bir nedeni olmadığı aşikâr değil midir? Kıbrıs`ta 1956`dan 1960`a kadar valinin müsteşarlığını yapmış olan John Reddaway yazmış olduğu kitabında 1960 Anayasasını ihlal eden Rum idaresini İngiltere`nin meşru hükümet olarak tanımasını gündeme getirerek şöyle der: "Siyasetimizin tutarlı olması için ya meşru hükümet yoktur denmeli veyahut da Anayasal hükümetin, eşit şartlarda ya meşru ya da gayri meşru, iki otonom idarenin varlığı kabul edilmeliydi!" Hatırlanacağı gibi 1974 Barış Harekâtından sonra Birinci Cenevre Toplantısında bu karara varmışlardı. Ancak bunun nedenini Türkiye`nin müdahalesine dayamak yanlıştı. Kıbrıs`ta iki De Facto idare 1964`den itibaren başlamıştı. Bunun nedeni de Makarios`un Anayasayı ortadan kaldırdığını ilan etmiş olmasıydı. Bu kanunsuzluğa boyun eğmeyen Türk halkı, Makarios`un "tanımıyorum" dediği Kıbrıs`ın Cumhurbaşkanı muavini Dr. Küçük`ün etrafında toplanarak 1960 Anayasasının ruhundan ayrılmayarak "Geçici Türk Yönetimini" kurmuşlardı. 103 köyden göç etmek zorunda kalan Türklerin kümelendikleri adanın %3`üne tekabül eden Türk bölgelerinde halk, Geçici Türk Yönetimi tarafından idare ediliyor, Rum idaresine boyun eğmiyor, Rum otoritesini bölgelerine sokmuyordu. Kleridis yazmış olduğu hatıratında "bu bölgeler zaman içinde bir mini devlet şeklini aldı fakat dünya bizi tanımay adevam etti" der. İşte, gayri meşru, gaspçı, kapkaççı, terörist bir idarenin meşru hükümet olarak tanınmasının sonucu "meselenin" 43 yıl halledilmemiş olması ve suçlu tarafın bu statükodan yararlanmaya devam etmesidir. Suçlu Rum idaresinin "meşru hükümet" olarak kabul görmesi adaletsizliktir; hukukun ihlali olduğu kadar insan haklarının da ayaklar altına alınmasıdır; uluslararası anlaşmalarla tescil edilmiş, ikili bir demokraside Türk demokrasisinin reddi ve demokratik ilkelerin çiğnenmesidir. Bu haksızlık ve adaletsizlik yumağını hak, hukuk ve barış için malzeme yapmaktan çekinmeyenlerin hesapları şahsi çıkarlarına dayanmaktadır. "Kıbrıs`ta uzlaşma için uğraşıyoruz" diyerek yıllardır buraya "temsilciler", "koordinatörler", "arabulucular" gönderenlerin başta gelenleri Kıbrıs`ta kendi harmanlarında kendi ektiklerini savurup, torbalamakla meşguldürler. Hak ve adalet düşündükleri yoktur. kendilerine öz hedefleri vardır: Türkiye`yi adadan çıkarmak ve 1974`ün öcünü almak başta gelen hedefleridir! Varılacak bir "kağıt anlaşmasında" (1960 antlaşmasında olduğu gibi) Kıbrıs Türklerinin başına ne gelecekmiş? Umurlarında değildir. Bu nedenledir ki hala bugün ABD ve Garantör İngiltere gözümüzün içine bakarak ve hiç de pişmanlık veya utanma hissine kapılmayarak "Biz Kıbrıs`ta tek hükümet, tek halk tanıyoruz; KKTC`ni asla tanımayacağız" diyebilmektedirler.