RÖPORTAJ: AYŞENUR MAMA

Bu hafta medya ve sinema sektöründe başarılı bir isim olmayı hedefleyen Zehra Güneş ile sinema sektörüne, senaryoya, projelerine ve hedeflerine dair konuştuk. Keyifli sohbetimiz sizlerle…

Öncelikle sizi tanımak isteriz. Zehra Güneş kimdir?

Öncelikle merhaba… Bunun cevabını henüz ben bile bulamadım; fakat şunu rahatlıkla söyleyebilirim: 

Zehra Güneş; 21 yaşında, attığı her adımı sinemaya çıkan, sinema aşığı ve işkolik. “Henüz 21 yaşındayken mi?” dediğinizi duyar gibiyim. Evet! Öyle. Sonucu her ne olursa olsun üretmeyi seven, boş durmayı sevmeyen geleceğin reklamcı ve sinemacı kadınlarından biri. Kısaca bahsedecek olursam; 1998’de İstanbul Üsküdar’da doğdum. Aslen Siirtliyim. Çocukluğumdan beri oyuncu olmak istemiştim; fakat bazı çevresel ve sektörel sebeplerden dolayı bu isteğimi hep bastırdım. Daha sonra kendimi senaryo üzerinde geliştirmeye karar verdim. Eğitimlere gittim, kitaplar okudum. Hayatımda sinema sektöründe inanılmaz derecede fırsat geçti elime; ancak ilk başlarda tek başıma mücadele ettiğim ve pek bilgi sahibi olmadığım için, biraz da ailevi nedenlerden dolayı bu fırsatların çoğunu değerlendiremedim; ama ben üretmeyi, mücadelemi sürdürmeyi bıraktım mı? Koca bir hayır! Hâlâ da sonuçlarını (yenilgilerimi) çok önemsemeden üretmeye, kısa kısa yazmaya, çekmeye, yönetmeye, en önemlisi umut etmeye devam ediyorum. Daha birçok detay var, onları da bir sonraki sorulara bırakalım istersen. Ben, yazdım mı sonunu pek getiremiyorum da…

Sinema ile nasıl tanıştınız?

Sinemayla 2014 yılında okul arkadaşım Zeyna vesilesiyle tanışmıştım. Zeyna’nın cast ajansının sahibi olan uzaktan bir akrabası vardı. Adı Murat. Bana çok yardımı dokunmuştur. Zeyna bir gün annemin telefonundan bana ulaştı ve “Oyunculuk düşünür müsün?” dedi. Ben, o gün 16 senelik hayatımın en güzel duygularını yaşadım. Tabii rolün figüran (yoldan geçen gölge) olduğunu öğrenene dek. Ben de çocuğum, nereden bileyim uzun zaman ve emek gerektiğini. Neyse; sabahın 6’sında sete gittik, ertesi gün 17:00 gibi eve geldik. Pert olmuşum. Annem, babam hesap soracak. Onları bu mesleği istediğime ikna etmem lazım. Evdekiler de başrol olmuşum sanıyor, nereden bilsinler. İlk beyaz yalanlar… Bunu sık sık tekrarlamaya başladım; ama nedenini hiç bilmiyorum, sadece istedim. Ben, aslında farkında olmadan o zamanlar güçlü bir kadın karakterine geçiş yapmaya başladım. 3 ay kadar figüranlık yaptım ve gerçekten sette figüranları insan yerine koymadıklarını net bir şekilde gördüm. Ondan sonra gittiğim hemen her sette rejiyle, yönetmen yardımcısıyla, servis şoförüyle bir kavgam oldu ve inanır mısınız, her haklı tartışmamdan sonra önüme yeni yeni fırsatlar çıkmaya başladı. Ben, yine değerlendiremedim. Gittim ekip başı oldum. Yarışmalara seyirci, dizilere yardımcı oyuncu göndermeye başladım. Benimle gelen arkadaşların hiçbirini ezdirmedim. Bu da benim biraz daha fark edilmeme ve yükselmeme sebep oldu. Uzun zaman geçti. Üniversite sınavına hazırlanırken uzun bir ara verdim. Sonra ne oldu hatırlamıyorum; ama kendimi klip çekiminde, üniversitede bölümümün tanıtım filmi yüzünde, setlerde, senaristlerin, yazarların, yapımcıların yanında buldum. Anladım ki sinema benim kaderim. Bu sefer ben, bırakmayı düşünmüyorum sinema beni bırakmadıkça. İnsan, sevdiğini bırakır mı hiç? 

Senaryo yazmaya ne zaman ve nasıl başladınız? Bu konuda size destek olmuş isimler var mı?

Murat’ın beni yine figüran olarak gönderdiği bir gün; “Yeter artık! Ne zaman oyuncu olacağım ben?” şeklinde yakınmalarda bulunuyordum. Bana bunun yollarını anlatıyordu. Hiç unutmam; her oturup konuştuğumuzda muhabbet hep başa dönüyordu ve bana “Sabırlı ol.” diyordu. Sabretmek, hiç bana göre bir şey değil. Sonra neden, nasıl, bilmiyorum; kendim kısa kısa yazıp videoda yazdığım karakteri canlandırdım ve Murat’a gönderdim. Murat, oyunculuğumdan çok yazdığımla ilgilendi ve o günden sonra senaryoya dair konuşmaya başladık. Oyuncu olmak istiyordum tabii; ama neden kendi yazdığımı bir gün oynamayayım ki, değil mi? Murat’ın bu konuda teşvikleri oldu. Daha sonra Medya Sanat Merkezi’ndeki Senaryo Okulu’na gittim. Oktay Berber, Uğur Uzunok gibi ünlü senaristlerden dersler aldım. Sonrası geldi zaten. Dışarıdan reklam işleri, senaryo işleri almaya başladım. Şu an Murat’ın ajansından tanıştığım İsmail Tamer Çetin ile birlikte çalışıyoruz. 2015 yılında bana senaryo ve yönetmenlik dersleri veriyordu ve beni asistanı yapmak istediğini söylemişti. Şu an birlikte çalışıyoruz ve hâlâ kendisinin öğrencisiyim. Hep de böyle olacak. 

Şunu da belirtmek isterim ki; erken yaşta bir şeylere başlamış olsam da gidecek, görecek çok yolumun olduğunu, öğrenmemin ucu bucağı olmayacağını kabul ederim. Müthiş bir oyuncu, yazar, yönetmen olsam da bu düşüncem hiç değişmeyecek. Senaryo ile ilgili gelişmelerden, karşıma çıkarmayı başardığım fırsatlardan da bahsedeceğim; ama sanırım onların yeri bu başlık altı değil. 

Sizin gözünüzde iyi bir senaryo nasıl olmalıdır?

Gözlemlerime, çalışmalarıma dayanarak söylemem gerekirse; bu, benim için uzun bir konu. Bir senaryo, bir film gerçekten de seyirciyi ilk 10 dakikada filmin içine sokabilmiş olmalıdır. Bir kitapta okumuştum; seyirci bir filmin iyi ya da kötü olduğunu ilk 10 dakikasında anlıyor, izleyip izlemeyeceğine ona göre karar veriyormuş. Buna katılıyorum. “Babam ve Oğlum” beni 7. dakikasında almıştı mesela. Onun dışında senaryonun dramatik önermesini filmin geneline iyi yansıtabilmek, seyircisine de aktarabilmesi gerek. Dramatik önerme, kısaca filmin ne hakkında olduğudur. Örneğin; “Çin Mahallesi” filminin önermesi, filmdeki kadının Gittes’a “Kocamın kiminle ilişkisi var?” sorusuyla dramatik önermedir. Bunu konuyu dağıtmadan, bu çerçevede verebilmekten bahsediyorum. Bunların dışında, senaryoda karakterimiz tek düze olmamalı bence. Karakterin bir değişimi olmalı, bir ya da birden fazla açmazı, dönüm noktası, dramatik gereksinim, reaksiyon, sahne boyunca karakteri etkileyen duygusal etmenler (bu etmenlerin sahnenin amacı üzerinde etkisi olmalı) vs. Belki de en önemlisi; senaryonun bir başı, sonu ve ortasının olmasıdır. Bu konuda çok eleştirelim günümüz sinemasında, özellikle de komedi filmlerinde. Neyse, konuyu dağıtmayalım. İyi filmler, her zaman bir çözüm aşamasına gelir benim fark ettiğim.  İyi senaryo çekilebilir, olmalıdır. Diyaloglardan da bahsetmeden geçemeyeceğim. Çok nettir ki diyaloğun iki amacı vardır; ya hikâyeyi ileri taşır ya da karakter hakkında bilgi verir. Bu amaçlardan birine hizmet etmiyorsa at onu, gitsin. Kabaca böyle düşünüyorum. 

Şimdiye değin yazdığınız ve senaryolardan bahseder misiniz?

Tabii… Kısaca İsmail Tamer Çetin hocam ile hâlâ üzerine çalıştığımız ve telifini almış olduğumuz senaryodan çok da detay vermeden bahsedebilirim. Trafik kazası nedeniyle sakat kalan kocasıyla köyde yaşayan Zehra’nın zaman içinde yaşadığı hem fiziksel hem duygusal değişimi ele aldık. Sakat olduğu halde kocası Zehra’ya kötü davranır ve onu yerinde oturtmaz, sürekli iş yaptırır. Zehra, sevdiği için katlanmayı tercih eder. Zaman geçtikte, kocasının işlerini yaptıkça zayıfladığını ve kendi bedenini keşfeder. Asıl olaylar, keşfinden sonra başlar. İşler, tersine döner. Burada kadına yönelik mesajlar ve sinematografik anlamda fark yaratmayı hedefliyoruz. “Zehra” ismini anlamından dolayı böyle düşündük. Zehra; çiçek, saf yüzlü anlamına gelir.

Günümüzün senaryo yazarlığı eğitimleri hususunda düşünceleriniz nelerdir?

“Senaryo” teknik bir terimdir. Senaryoyu yazmak kolay aslında. Formatları, senaryonun matematiğini öğrenirsin ve yazarsın. Bana göre asıl önemli olan; yaratıcılık, konu, fikir, diyaloglar. İnsanların daha yaratıcı olmalarını sağlamak (biliyoruz, yaratıcılık öğrenilebilir bir şey) farkındalık kazandırmak, ufkunu açmaya çalışmak yolunda teorinin yanı sıra daha çok pratiklerini artırma yolunda çalışmalar yapılmalı. Ben bir filmin, senaryonun o ülkenin gelişmişlik düzeyini etkilediğine inanıyorum. Daha kapsamlı eğitimlerle özellikle üniversitelerde senaryoya önem vermeliyiz, diye düşünüyorum. 

İlerleyen yıllarda kaydetmeyi planladığınız hedefler nelerdir?

Bu konuda yaşıtlarıma göre biraz daha avantajlı sayılabilirim; çünkü son sınıfta olup da hâlâ nerede, ne şekilde yer almak istediğini bilmeyen birçok insan var. Benimse öncelik sıralamalarım var. Hayalim hep başarılı bir oyuncu olmaktı, aldığım işler ise senaryo üzerine; ama olsun. Hem başarılı bir oyuncu, hem senarist hem de çok uzun zaman sonra titiz bir yönetmen olabilirim. Aynı zamanda “Sinema” alanında yüksek lisans yapma gibi planlarım var. Bencil olmayalım, bilenin bilmeyene her zaman borcu vardır. Her ne olursam olayım; kendim olarak bu yolcuğa çıkmak, kendimi keşfetmek, insanlara, ülkeme faydalı, güçlü bir kadın olarak devam etmem gerektiğinin de bilincindeyim.

Hazırlıklarını yaptığınız yeni bir projeniz var mı?

Elbette, birden fazla var. İlk belgesel filmimi çekeceğim, kısa film senaryosu var. Altın kalem ödüllü yazar Uğur Bostan’ın “Son Düğüm” adlı kitabını İsmail Tamer Çetin ile birlikte senaryo formatına dönüştürme projemiz var. Bu proje, en ön sırada olan ve üzerine en çok yoğunlaştığımız proje. “Uyarlama” demiyorum; çünkü esinlenerek yazdığımız ve kitabın içeriği ile aynı olan bir senaryo. Önceliğimiz bu; çünkü alanında başarılı bir yazar. Daha önce de kitabın tanıtım filmini çekmiştik, tasarımlarını yapmıştık. Başarılı bir yazar ve kitap olduğu için, heyecanla çalıştığımız için, başarımıza başarı katacağına inandığımız için bu proje bizim göz bebeğimiz, diyebilirim.

Son olarak gazetemiz okurlarına neler söylemek istersiniz?

Okurlarımız arasında üniversite öğrencileri varsa ki umarım vardır; farkındayım, düşündüğünüz ve farklı olduğuna inandığınız fikirlerin çoğunu daha önce yapmışlardır. Bilmem kaç defa yarışmalara katıldınız; ama sizin projenizden daha vasat projeler dereceye girdi. Bırakmayın! Üretmeyi, çekmeyi, yazmayı, karalamayı bırakmayın; çünkü ben de bırakmayacağım. Bırakmayın; çünkü rahatsız olduğunuz konularda siz daha iyi olabilesiniz. Kendi senaryonu yazmazsan beğenmediğin filmlerle yaşamak zorunda kalırsın mesela. 

Sinema ya da herhangi bir sektör için “Tanıdık olmazsa olmuyor bu işler.” demeyin. Bunları düşünmeye ayıracak vaktinizi pratikte somut bir şeyler üreterek harcayın. Gerçekten etkisi daha fazla oluyor. Hiçbir işi küçümsemeyin. Yürüyen gölge oldum, sanat asistanı (hamal) oldum; ama sektörde insan tanıdım. Yapımcı, yönetmen tanıdım ve tanıştığım bir yapımcı için şu an “Hannas 2” adlı korku filminin hikâyesini yazıyorum. Gerisini siz düşünün. Bir de lütfen bir duruşunuz olsun. Sektör zaten enteresan. En önemlisi; buradan bir gönderme yapayım bari elime fırsat geçmişken. Sadece laf yapan insanların sizin enerjinizi düşürmesine izin vermeyin, sakın ha! TARMER araştırma ödüllerinde ikincilik (grup başarısı) elde etmeden önce bir arkadaş kahkaha atarak demişti ki; “Ben başaracağım, sen de beni izleyeceksin.” Susmuştum. Küçümsemiyorum; ama şu an onu bölüm dışında herkesin yapabileceği bir işte çalışırken izliyorum.

Daha çok yolum var. Eğer gözlem ve tecrübelerim, söylediklerim sizi sıkmadan hoşunuza gittiyse ne mutlu bana. Umarım, ilerleyen zamanlarda büyük başarılarda tekrar görüşürüz.  

Teşekkürler, saygılar…