Başarılı yazar Orhan Şahinoğlu ile yazın hayatına ve “Zühra” adlı yeni kitabına dair konuştuk. Keyifli sohbetimiz sizlerle…

RÖPORTAJ: AYŞENUR MAMA

Öncelikle sizi tanımak isteriz. Orhan Şahinoğlu kimdir?

Tabii ki… 13.04.1982 tarihinde İstanbul’da doğdum. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü’nün ardından Uluslararası İlişkiler ve Avrupa Birliği yüksek lisansını Sakarya Üniversitesi’nde tamamladım ve yine aynı üniversitenin Fen Bilimleri Enstitüsü Bilişim Sistemleri Bölümü’nde ikinci yüksek lisansımı yaptım. Şu an sektöründe lider bir firmanın teknoloji bölümünde çalışmaktayım. 

Annem ve babam, aslen İstanbul doğumludur. Aile erkânı olarak annem Rize; babam ise Bitlis kökenlidir. Zühra’nın geçtiği yer olaraktan da baba tarafının olduğu Bitlis’i anlatmaya çalıştım. Çok kültürlü bir ailede büyümenin hayat görüşümü derinleştirdiğini ve temelinde bana olan pozitif katkısını tüm yaşamım boyunca hissettim, diyebilirim.

Kendimdeki asıl değişimin 2018 yılında anneciğimi kaybetmemin bende bıraktığı duygu yoğunluğunun satırlara sirayet etmiş hali olarak betimleyebilirim.

Yazın hayatınız nasıl başladı? Size öncülük etmiş isimler var mı?

Yazın hayatım, ilkokul çağlarımda halamın eşi emekli sigorta müfettişi Erdoğan Özalp tarafından bana aşılanan şiirlere olan ilgimle başladı. O zamanlarda eniştemin şiirlerini yazmak için kullandığı daktilosunun tuşlarına vururken çıkardığı o güçlü seslerin tınısı ilgimi çok çekerdi. Çocuk aklıyla bir şeyler yazmaya çalışmak, o yılların çocukları için en çılgın oyunlarındandı. Daha sonraları yine eve alınan dönemin ağır edebiyat dergileri ile bendeki merak duygusu birleşip zamanla yazarlığa doğru bir yolculuğa çıktı, sanırım. Ortaokul ve lise dönemlerimde kompozisyon derslerinde başarılı bir öğrencilik hayatı yaşadım. Bu durum, o zamanlarda öğretmenlerimin ilgisini de çekmişti. Sonraki süreçte yazdığım kısa denemeler ve öyküler; kendimi her saniye, her dakika bir şekilde geliştirmemi sağladı. Bunun haricinde bana göre hayatın tüm aşaması, bizlere bıraktığı her yaşam tecrübesi bir yazar için yazın hayatına öncülük eden durumlardandır. Bunun dışındaki diğer durumlar ise bir yazarın hayal gücüyle ilintilidir.

Yazarken nelerden esinlenirsiniz? Örnek aldığınız yazar veya şairler var mı?

Birçok şeyden esinlendiğimi söyleyebilirim. Özellikle bir köşede oturup sadece gelen geçen insanları izlediğim çok olmuştur. Her insanın yapısını incelemek, aklımda yazacağım eserler için farklı görüntü oluşturmada çok güçlü bir dayanak meydana getirmektedir. Bunun haricinde hayal gücümün sınırlarını zorlamayı çok severim. “Hayal dünyam, yazın hayatımdaki en önemli esin kaynağımdır.” diyebilirim. Hayal gücünün dışında hayatıma giren her insan, farklı bir deneyim kazandırdı bana. Onların yapılarını, hareketlerini, olaylara verdikleri tepkileri hayatım boyunca aklımın bir kenarına kaydetmeye çalıştım. Kaydettiklerimi hayal gücümle birleştirince de ortaya hikâyeler çıkmaya başladı.

Yazın hayatımın şiirlere olan ilgimle başladığını söylemiştim. Dolayısıyla örnek aldığım ilk isimler, şairlerden ibaret oldu. “Beni uzaklara götürecek, düşünsel olarak zorlayacak tüm şiirleri ruhumda misafir etmekten hep keyif aldım.” diyebilirim. Cemal Süreya’nın duygu ve derinliği Nazım Hikmet’in uyaklı ve anlamlı şiirleri ile birleşince ortaya çok güzel bir örnek çıkmaktadır. Bunun haricinde ilgimi çeken, bende gizem yaratan tüm yazarların kitaplarını okuyabilirim.

Geçtiğimiz ay okurlarla buluşan “Zühra” adlı kitabınızdan bahseder misiniz? Bu kitabı neden yazdınız?

“Zühra” içinde yaşadığımız toplumun kadına bakış yönünden satırlara indirgenmiş bir yansımasıdır. Bunun haricinde kadının toplumdaki yeri; yaşadığı sıkıntıları, hedeflerine ulaşırken karşılaştıkları engelleri aşmasındaki başarısıdır.

“Zühra” daha bebekken acıyla başlayan bir yaşamın, onda bıraktığı eksik bir tarafın hüznünü yansıtıyor. Yaşadığı yere olan amaçsızca bağlılığı ve beraber büyüdüğü arkadaşlarına olan yakın dostluğu, Zühra’yı bir adım öne çıkarıyor. Zühra’nın doğumuyla başlayan hayatı boyunca sayısız mücadele verdiği zamanlarda bile insanlara olan olumlu tutumu başarma arzusuyla birleştiğinde karşımıza güçlü bir kadın portresinin çıktığını söyleyebiliriz.

“Zühra” aynı zamanda Bitlisin değerlerini, kültürünü ve yapısını kendi penceresinden yansıtmaya çalışıyor. Bitlis’in 600 yıllık kültürünün dışında yöre halkının kadına bakış açısını ve insan ilişkilerini okuyucuya kendi iç sesinden, farklı bir perspektiften anlatıyor.

Kitabı yazmaya karar verdiğim zaman, toplumda kadına şiddetin fazlaca arttığı bir döneme denk gelmişti. Bu, bendeki farklı duyguların gün yüzüne çıkmasına vesile oldu. Asıl amacım, bir kadının hayatı boyunca yaşadığı tüm zorluklara rağmen başarı elde etmesini sınırsızca anlatabilmekti. Sanırım, bunu başardım.

“Zühra” okurlara hangi mesajları vermeyi amaçlıyor?

“Zühra” okurlara bir insanın hedeflerine ulaşmasındaki süreçte karşısına hangi engeller çıkarsa çıksın, mücadele azmini son nefesine kadar göstererek tüm cinsiyetçi tutumlara karşı savaşmayı, bu mücadeleyi hiç bırakmaması gerektiğini anlatmayı planlıyor. 

Özellikle doğu toplumlarındaki kadının yerini coğrafi şartlardaki zorluklarla perçinleyip, kendi kültürünü kendi içinde yaşadığı dünyasından anlatması ve aslında istediği yaşama ulaşmasındaki kararı ve istekliliği Zühra’nın temel konjonktürüdür, diyebiliriz. 

Kitabın ismi nereden geliyor?

Bir anda gelen bir isim olarak bende çağrışım yaptı, diyebilirim. 

Sizlere ilginç gelecek; ama bir gece gördüğüm bir rüya sonrası dilime takılan ve sürekli fısıldadığım bir isim olarak ortaya çıktı. Bu durum, Zühra’nın konusunu belirleyip karakter analizine girdiğim zamanlara tekabül ediyordu. İsim arayışı için “Evet, bu iyi.” dediğim bir karşılaşma oldu.

Zühra’nın isim anlamı “Cennette bir çiçek” olarak geçmektedir.

İsmi, manası ve bende oluşturduğu derinliği çok hoşuma gitti. Umarım, okuyucularımın da hoşuna gitmiştir.

Sizce kitap, beklenen başarıya ulaşacak mı?

Kesinlikle başarılı olacaktır, çok güzel geri dönüşler alıyorum şu sıralar.

“Zühra” bizden biri; çünkü bu toplumun değerini, eseri kadın olarak ele aldığımızda toplum-kadın ilişkisini keskin çizgilerle anlatan bir yapısı da mevcut. Her kesimden okuyucularım Zühra’da kendinden bir şeyler bulduğunu söylüyor. Geçenlerde bir okuyucum, Zühra’nın başına gelen benzer olayları kendi hayatında da yaşadığını, Zühra kadar mücadeleci olamadığını; fakat Zühra’yı okuduktan sonra bu durumun değiştiğini, artık daha güçlü durabildiğini söylemişti. Bu, beni çok mutlu etti. Toplumun bir kesimine dahi olumlu mesaj verebiliyorsanız yaptığınız işten zevk alıyorsunuz ve bu, sizi daha da motive ediyor.

Umarım, daha çok kitlelere dokunabiliriz.

Kitabınıza bir okur gözüyle nasıl bir yorum yaparsınız?

Zühra’yı yazdıktan birkaç ay sonra elime hiç almadım, diyebilirim. Amacım, ondan uzaklaşıp bir okuyucu gibi objektif yorum yapabilmekti. Okumaya karar verdiğim anlarımda yazdığımdan daha farklı bir tat almaya başladığımı hissediyordum. “Zühra” adeta karşımdaydı ve benimle konuşuyordu. Çok güzel bir duyguydu yarattığınız bir karakterin sizinle konuşması.

“Zühra” bana çok şey öğretti, hayata bakış açımı değiştirdi, diyebilirim.  Kadınları bir başka tanımamı, içinde yaşadığım toprakların yansımalarını ve bu bağlamda yaşanan ilişkilerin içsel serzenişlerindeki melodileri daha net duymamı sağladı.

Hazırlık aşamasında olan yeni bir eseriniz var mı?

Var; ama şu sıralar Zühra’ya yoğunlaşmak istiyorum. Yeni romanımda birbirini hiç tanımayan; ama ortak bir noktada buluşan 5 insanın hayatını anlatmayı planlıyorum. Bu insanların ortak noktaları, hayatlarında en çok sevdikleri kişileri kaybetmiş olmaları ve kaybettikleri kişilerin 1 saatliğine dünyaya gelip onlara mesajlar vermesini konu alacağım. Kulağa fantastik gibi geliyor; ama öyle değil.

Son olarak gazetemiz okurlarına neler söylemek istersiniz?

Zühra’yı okumalarını tavsiye ediyorum. Farklı bir tat alacaklarını, Bitlis ve İstanbul hakkında çok şey öğreneceklerini düşünüyorum.

Bunun haricinde kalplerindeki sevgiyi hiç bırakmamalarını, iyiliğin ve güzelliğin hüküm sürdüğü bir dünyada yaşamalarını temenni ediyorum.

Tüm okuyucularımızı saygı ile selamlıyorum.