Bu hafta röportaj konuğum memleketimden, Adana Ceyhan’dan değerli bir yazar Levent Sarısu. Levent Bey ile Osmaniye’de kütüphane açılışında tanıştık. Kendisi sosyal sorumluluk bilincini en kalbi duygularla yaşayan, hassasiyetleri takdire şayan güçlü bir kalem. Levent Bey’in kitapları Tanrıların Kehaneti serisini inceledim ve takdir ettim.  Çok uzatmadan kelamı sizi keyifli ve her satırı kalteli bir röportajla baş başa bırakıyorum.

Söyleşimize sizi tanıyarak başlayabilir miyiz? Kimdir Levent Sarısu? Bir günü nasıl geçer?

14 Şubat 1981 Adana Ceyhan doğumluyum. 9 çocuklu bir ailenin en küçük ferdiyim. En büyük özelliğim merakım ve hayalperest biri olmam. Bu özelliklerin avantajları olduğu gibi dezavantajları da olmuyor değil. Yine de merak etmekten ve bu merakımı gidermeye çalışmaktan asla vazgeçmedim. Bana göre “insan, merak eden bir hayvandır.” Okumayı yazmayı çocukları ve hayvanları çok severim. Bir günüm nasıl geçer? Tam olarak bir şey söylemek zor. Çünkü her günümün bir önceki günden farklı geçer. En azından farklı olması için elimden gelen her şeyi yaparım. Bana göre her gün aynı şeyleri yapıp farklı beklentiler içinde olmak deliliktir.

“Tanrıların Kehaneti Kâhin” Roman kitabınızda genel tema ve içerikten biraz bahsedebilir misiniz?     

Aslında tanrıların kehaneti tek bir kitaptan oluşan bir eser olarak basılacaktı. Ancak yayınevi ve satış stratejisi nedenleri yüzünden kitabı üç bolüme ayırdık. Tanrıların kehaneti kâhin ilk kitabın devamı. Kahramanımız Tibet bu bölümde büyük bir değişim ve aydınlanma yaşıyor. İlk bolümdeki kişiliği düşünceleri ve öncelikleri tamamen değişiyor. Yine gizemli ve fantastik bir maceraya kaldığı yerden devam ediyor.        

Konularınızı nasıl seçiyorsunuz? Konu seçimi tesadüfimi oluyor ya da hayatta karşılaştığınız bazı olaylardan mı etkilenip yazıyorsunuz?

Konular tamamen hayalimde şekilleniyor. Önce kafamın içinde yazıyorum. Olayları kişileri bölgeleri diyalogları... Küçük küçük notlar alıyorum. Ondan sonra puzzleın parçaları gibi birleşip bir bütün oluşuyor. İnsan hayallerinin sınırsızlıklarında özgürce gezindiği sürece bulamayacağı hiç bir şey yoktur. Yeteri kadar düşünüp emek verirsen tesadüfe ihtiyacın yoktur. Zira ben tesadüflere inanmam. 

Kitabınızın ismini belirlerken göz önünde bulundurduğunuz kıstaslar nelerdir? Her hangi hikâyesi var mı kitap isimlerinizin?

Tek kıstasım yazdığım eser oldu bu ismi bulurken. Romanı bitirip son noktayı koyana kadar kitabın adı ile ilgili en küçük bir fikrim yoktu. Çünkü romanın adı hikâyeyi çok iyi bir şekilde anlatmalı. Ortada bir hikâye yoksa nasıl isminden bahsedebiliriz ki... Yazmaya başlamadan eserin adını kaç sayfa olacağını önceden belirleyenler vardır elbet. Ama bu benim tarzıma uygun değil. 

Romanda gerçekçilik mi? İdeal dünyamı yoksa hüzün mü?

Hepsi ve hiçbiri. Bana göre eserin bir kimyası olmalı. Bu romanda da şiirde de veya sinemada da olabilir. Sadece bir duygu üzerine ortaya koyulan bir eser evrensel olabilir mi? Sadece belli bir zümreye hitap eder. Gerek yazım dili gerekse konu tarzı olarak doğru oranda bütün duygulara hitap edecek bir eser bence başarılı bir eserdir.

Yazmak sizin için hayat boyu sürecek bir serüven mi yoksa yazmayı bırakmayı düşündüğünüz bir zaman var mı?

Bana göre insanlar hayatları boyunca çok az bir zaman dilimini gerçekten kendileri için yaşarlar. Yazdığım zaman dilimi içinde gerçekten kendimi özgür hissediyorum. Bu özgürlükten kolay kolay vazgeçeceğimi sanmıyorum. Hayal ettiğim sürece hayallerimi kelimelere dökmeye devam edeceğim. Tabiki bu an içinde verdiğim bir karar. İlerde hayatın kararlarıma nasıl bir etkisi olur. Onu yaşayıp göreceğiz. 

Kimsenin okumayacağını bilseydiniz de yazar mıydınız? 

YAZAR KENDİSİ İÇİN YAZAR

Kesinlikle evet. Zaten yazmaya başladığımda da birilerinin okuyup okumayacağını düşünerek veya hesap ederek başlamadım. Bazen bir şeyi yapmanızın tek nedeni yapabildiğinizi bilmektir. Benim yazma nedenimde yazabiliyor olmamdı. Zaten öyle bir kaygım olsa bu türde yazmazdım. Klişe bir soru vardır.” Sanat sanat için mi yoksa toplum için mi ?” Diye. Bana göre sanat sanatçı içindir.  Yazmakta da böyledir. Yazar kendisi için yazar.

Yazın yolculuğunda gelecek ile ilgili projelerinizden bahseder misiniz?

Çocuk hikâyeleri ile ilgili bir çalışmam hâlihazırda devam ediyor. Bu dünyadaki en büyük zenginliğimizin çocuklar olduğunu düşünüyorum. Ama tabiki bu sadece düşünmek ile olmaz. Bir şeyler yapmam gerektiğini de farkındayım. Çocuklar için hikâyeler yazıp bastırmayı ve tüm gelirini de çocuklara adanmış bir kuruma destek olmayı düşünüyorum. Tabi ki çocuklar için hikâyeler yazmak hassas bir konu. Bunun için daha hassas bir çalışma yürütüyorum. Çünkü çocuklar ile ilgili bir şeyler üretiyorsanız çok daha dikkatli ve özverili olmalısınız. Maalesef bu konuda önemli bir zaaf var. Çocuk edebiyatı dikkatle denetlenmesi gereken bir şey. Umarım bu konu ile ilgili gerekli düzenlemeler olur. Bunun dışında sosyal sorumluluk projelerine elinden geldiğinde destek olmaya veya Geçen sene iz bırakan kalemler ile birlikte ortaya koyduğumuz iz bırakan kadınlar şiir antolojisi gibi projeleri Üretip toplumda farkındalık oluşturmaya çalışıyorum. Kadına şiddete edebiyat dilini kullanarak tepki göstermek için iz bırakan kalemler yazar grubu ile oluşturduğumuz bu projede de kadın dayanışma kurumlarına destek olmaya çalıştık. 

Ne tür okuyucu kitlesine hitap ediyorsunuz? İyi bir okuyucu kitlesine sahip olabilmek için ne yapılmalıdır?

Öncelikle bilinçli bir okur olunması gerekir. Neden okuruz? Ne okumalıyız? Okuduklarımız bize neler katıyor? Gibi soruların cevaplarını öncelikle kendimize vermemiz gerekir. Doğru cevapları bulmak için doğru sorular sormalıyız. Doğruları bilmek veya kendi doğrumuzu bulmak ancak bizi bilinçli bir okur yapar. Ne tür okuyucuya hitap ettiğime gelirsek! Bence bir yazarın tek hedefi okumaya değer bir eser ortaya koymak olmalıdır ki Gerisi okurun takdirine kalsın. Yazar kaliteli bir iş ortaya koyarsa Hangi tür okuyucu okursa okusun farkı görebilir. Bunun örneklerini dünyada görmekteyiz. Mesela dante’nin ilahi komedyasını, Dostoyevski’nin Suç ve Cezas’ını, Yaşar Kemal’in İnce Memed’ini tüm dünya okuyup beğeniyorsa bunun nedeni yazarın başarısından ve bölgesel olayları global bir lisan ile okuyucuya aktarmasından kaynaklanmakta. Aksi halde nasıl farklı bir dine mensup bir okur dante’nin cehennem tasvirini etkileyici bulabilir ki? 

“Tanrıların Kehaneti” ve “Tanrıların Kehaneti Kâhin” ile birlikte güzel bir okur kitlesi yakaladınız bunu yakinen takipteyim. Kitap ile sizce ilgili dönütler nasıldı?

METAFORLAR VE ALEGORİK ANLATIMLAR ÇOK FAZLA

Bana ulaşan her okur ile elimden geldiğince sohbet ediyorum. Ve aldığım tepkiler olumlu yönde oluyor. Sohbetten sonra çoğu okurum kitabı baştan okuyorlar hatta. Çünkü benim ortaya çıkarmaya çalıştığım sadece insanların okuyup bitirebileceği bir kitap değil aynı zamanda üzerine uzun uzadıya konuşabileceği bir eser yaratmaktı. Bu yüzden kitapta metaforlar ve alegorik anlatımlar çok fazla. Okur ile sohbetlerimiz de bu metaforlara değindiğimizde tekrardan okuyup yeni bir şeyler keşfedip sanki farklı bir hikâye okuyormuş hissini uyandırmaya hedefliyordum. Bunda da başarılı olduğumu görmek tabiki beni memnun eden etkenlerden. Mitoloji ve antik çağ dinlerine aşina olanların bu metaforları bizzat keşfetmeleri de ayrı bir keyif veriyor. 

Bende bu yazın meziyetin sonradan kazanıldığına inananlardan değilim.  Sizi yazmaya özendiren şeyler neydi?

Çok başarısız bir eğitim hayatım oldu. Özellikle edebiyat derslerinde daha da başarısızdım. Ama yazmak tabiki derslerde anlatılan bir şey değil. Okumak ve kendine güvenmek en önemlisi. Yazabilecek potansiyele sahipseniz gerisi kendiliğinden geliyor zaten. Beni yazmaya özendiren şeyler ise okuduğun ve hayranlık duyduğum eserlerdir. Okuduktan sonra imrenerek o eserin yazarı olmayı istediğim çok kitap olmuştur. Mesela Sofie’nin dünyası. Kurgusuna hayranlık duymuşumdur. Tolstoy’un diriliş kitabı ya da. Daha sonra mitolojiler destanlar ve efsanelere merak saldım. Yunan, Roma, mısır, Sümer ve Türk mitolojilerini araştırmaya öğrenmeye başladım.  Bana göre dünyada ortaya çıkarılmış en iyi eserler mitolojilerdir. Tanrıların kehanetinde mitolojik hikayelerden destanlara göndermeler ve metaforik anlatımlar da bulunduğum birçok nokta olmuştur. Yazmalıyım dediğim bir diğer etken de,  Sadece beğendiğim değil eleştirdiğim eserlerde oluyordu. Bir eserde olması ve olmaması gereken şeyleri biliyorsanız artık bir şeyler üretme zamanı gelmiştir diye düşünürsünüz.

Türkiye’de kitap yayımlamak zor mudur? Bu yolculuğa adım atacak lakin hiç bilmiyorum ne yapacağımı diyen genç kalemdaşlarımız için bir kitabı yayımlatmak için hangi süreçlerden geçmek gerekir?

Öncelikle kendimize sormamız gereken sorular vardır. Bu sorulara verilecek cevaplar doğrultusunda bir yol çizilmelidir bana göre. Yazar olmak mı istiyorsunuz, yoksa kitap çıkarmak mı? Cevap ikincisi ise çok kolay. Herhangi küçük bir yayınevine gidersin. Dosyanı verirsin. Belli bir ücret karşılığında kitabını basarlar. Ama cevabınız yazar olmak ise, o zaman yazar adayının sonsuz yolculuğu başlıyor demektir. Yazmak ile ilgili kendini geliştirmek, Doğru tür seçimi, doğru yayınevi seçimi en önemlisi eleştiriye açık olmak. Çünkü eleştiri kendimizi düzeltmenin en doğru yoludur. Çözüme ulaşmanın ilk yolu hatayı bulmaktan geçer. Buda ancak eleştiri ve özeleştiri yapmakla mümkündür. Tabi eseri ortaya koyduktan sonra kendini okuyucuya kanıtlama ve kabul ettirme gibi etaplarda var. 

İnsanların çoğu ‘hayatımı yazsam roman olur’ der. Sizce herkes kitap yazabilir mi? Yazmak bir yetenek midir? 

Yazmayı resim yapmaya benzetirim. Nasıl ki çöp adam yapmak geometrik şekillerden ev yapmakta bir resim olarak görülüyorsa, yazmanın da belli bir kalitesi var. Herkes yazabilir. Ama edebiyatın Mona Lisa’sini yazabilmek için edebiyatın da Vinci’si olmanız gerekir. Yetenek tabiki bir etken ama ne kadar yetenekli olursanız  olun. Yazmak ile ilgili altyapınız yok ise asla iyi bir yazar olamazsınız. Tıpkı  yüzmeyi bilmiyorsanız asla yüzme şampiyonu olamayacağınız gibi...

Neden şuan revançta olan şiir, öykü ve deneme değil de roman yazarlığı?

Günümüze baktığımızda şiir öykü ve deneme popüler kültürün kurbanı olmuş durumda. Özellikle serbest şiir adı altında şiirin içi boşaltılmış. Serbest şiir adı altında yazılanlara baktığımızda bırakın şiiri, manzume bir esere bile çok uzak eserler ortaya çıkıyor. Bunun için okurken anlamsız ama hafif bir fon müzik eşliğinde dinlerken kulağa hoş gelen sözlere şiir diyorlar. Buda şiir kitaplarına ve şiirlere ilgiyi azaltıyor. Okuyucu dinlemeyi seviyor. Tabi iyi bir ses tarafında seslendirildiği takdirde. Ben şiirin en azından temelinin yerli yerinde olmasını istiyorum. Buna riayet eden modern şairler de var tabiki. Sevdiğim takdir ettiğim şairlerin şiir kitaplarını kütüphanemde bulundururum. Neden roman? Sanırım kolay olduğunu düşünen insanların tercih ettiği için olabilir. Ama kelimelerle bir şeyler anlatmak özellikle fantastik bilimkurgu bir dünyayı anlatmak bence en zoru. 

Yeraltı edebiyatı hakkında ne düşünüyorsunuz? Kendi romanınızı yeraltı olarak tanımlar mısınız? Türkiye’de yeraltı edebiyatı sadece fanzinlerden mi ibaret?

Yeraltı edebiyatı yazılması gereken ama bizim toplumumuzda yazılması en zor ve tehlikeli türdür. Özellikle yanlış konu seçtiğinizde ve bunu okuyucuya en iyi şekilde ifade edemediğinizde çok büyük tepkiler alabilirsiniz. Yeraltı edebiyatına dair bir eser ortaya çıkardığınızda okuyucuya beğendirmenin yanısıra önyargıları dan da uzaklaşmasını ve objektif olarak anlatmaya çalıştığımız asıl konuyu anlamasını da sağlamalısınız. Tanrıların kehaneti yeraltı edebiyatına girdiğini söyleyemem. Korku ve kötülük konuları işlense de daha çok felsefi ve psikolojik olarak yani öznel olarak işlendiği için salt korku veya salt kötülük denemez. Dolayısı ile tanrıların kehaneti yeraltı edebiyatına dair örnekler taşımıyor. Özellikle alkolizm cinsellik sadomazosizm gibi keskin konulardan tamamen uzak fantastik bilimkurgu türünde bir eserdir. Çünkü her ne kadar yarattığım dünya bir distopya da olsa anlatmaya çalıştığım konu insanları sorgulamaya değil düşünmeye itmesi... 

Peki, bu yolculukta ne zaman ben artık yazarım diyebildiniz?  Ya da kendinizi “yazar” olarak tanımlıyor musunuz? 

Kesinlikle kendimi yazar olarak tanımlıyorum. Öyle olmasaydı ikinci kitabı asla çıkarmazdım. Ya da yazmaya devam etmezdim. En azından profesyonel olarak yazmayı bırakırdım. Bir konu üzerinde iyi ve kötü tüm özellikleri fark edebiliyorsanız o konuya hâkimisiniz demektir. Edebiyatın okur tarafındayken yazmak ile ilgili çok hayallerim vardı. Ama buna hazır olduğumu göremiyordum kendimi. Hazır olduğumu fark ettiğimde denemeler yaptım, kendimi sınadım. Bu konuda kendimi ikna ettiğimde yazma serüvenim başlamış oldu. 

 İleriye dönük kariyer hedefi planlarınız nelerdir? Başka ilgilendiğiniz herhangi bir projeniz var mı?

Kendine yakışır kalitede eserler ortaya koymak şimdiki tek hedefim. Ama ilerleyen zamanlarda neler olur bilmiyorum. Kendimi yeterli gördüğüm takdirde fantastik veya bilimkurgu türünde bir film senaryosu yazmak istiyorum. Kim bilir belki bir gün yazdığım bir kitabı senaryolaştırırım. Bunların dışında ileriki zamanlarda eserlerimin farklı dillere çevrilerek farklı ülkelerde de okunması hedeflerinden biri. 

Günümüzün gençliğine, bende yazmak istiyorum diyen genç yazarlara tavsiye verecek olsanız bunlar ne olurdu?

Okumak dışında Hiçbir tavsiyeye uymamaları olurdu. Hatta yazmak ile ilgili ne bir öğüt ne bir ders nede bir araştırma bile yapmasınlar. Çünkü her yazar adayının geçtiği yoldan geçerlerse çoğu yazar adayının geldiği sonuca varırlar. Yani sıradanlık. Farklı olmak istiyorlarsa mutlaka kendi yollarını bulmaları gerekir. Ben şahsen öyle yaptım. 

Sizi diğer yazarlardan ayıran nedir? Okuyucu neden Levent Sarısu’yu okumalı?  Eserlerinizde size has bir tarzınız, imzanız var mı? 

YAZDIĞIM ESERLER, BİR ROMANDAN ÇOK DAHA FAZLASI

Tabiki. Öncelikle ben sadece bir hikâye anlatmıyorum. Hikâyenin içinde birden fazla farklı hikâyelerde okuyucuya anlatmaya çalışıyorum. Mesela tanrıların kehaneti kitabı Tibet’in başından geçen fantastik bir macerayı anlatıyor. Ama aynı zamanda farklı bölümlerinde farklı hikâyelerde barınıyor. Bir bölümünde Gılgamış destanına gönderme yaparken Başka bir bölümde promotheus mitine atıfta bulunuyor. İki kişinin diyaloğun okurken aslında onların kişiden çok daha fazlası olduğunu iki insanı duygu olduğunu görüyor okuyucu. Böylece okurken farklı şeylerde keşfediyor. Mesela kitaptaki kişi karakter ve bunların isimlerinin hiçbiri tesadüfen verilmiş isimler değil. Her isim karaktere uygun anlamlar içeren isimler olarak özellikle seçilmiş isimler. Fantastik karakterlerin isimleri bile. Eserde onlarca karakter olduğunu düşünürsek üzerine fazlasıyla düşünülmüş bir eser olduğunu söylemek yanlış olmaz. Beni farklı kılan özellik yazdığım eserin, bir romandan çok daha fazlası olması.  

Başarılar dilerim Levent Bey. 

Teşekkür ediyorum Aslı Hanım...

Röportaj Aslı M. Sarı