ASLA UMUDUNU YİTİRME

Merhabalar: Bu hafta kültür sanat röportajlarımda yine okurken ve düzenlerken çok heyecanlandığım, kitabı “İkinci El Umutlar” ile muhteşem bir farkındalık örneği gösteren Yazar Figen Şahin var. Kendisi Çok samimi ve yürekten. İşkolik, yerinden duramayanlardan. Üretmeyi seven, örnek alınası bir kadın.  Her hafta muhakkak belirttiğim üzere, sayfamda yer verdiğim değerli kalemler, çok ince eleyip sık dokuduğum muazzam meziyetlerinden ötürüdür. Sizlerin de bu başarı hikâyelerinden feyz almanızı yürekten dilerim.  Figen HanımÜsküdar doğumlu. Evli ve sekiz yaşında bir oğlu var.  İstanbul Etiler’de on bir senedir güzellik salonu işletiyor. Sevgili Aslı Hanım; İkinci El Umutlar kahramanı, kendi geçmişini bilmeyen yirmi iki yaşındaki Ada, sahaflarda bulduğu kitapların arasında sıkışmış kalmış notlarla mektupların peşine düşmeyi, onların sahiplerine ulaşıp hikâyelerini öğrenmeyi çok seviyor. Biraz da olsa, kendi hayatındaki boşluğu doldurmuş, yalnızlığını perçinlemiş oluyor böylece.

Bir gün öyle bir mektupla karşılaşıyor ki orada gördüğü aşk, acı ve gizem onu hiç tahmin edemediği ölçüde etkiliyor ve Ada, ilk âşık olduğu adamı da peşinden sürükleyerek kendini bu hikâyenin kahramanlarını bulmaya adıyor. Ancak o sırada, asıl kendi geçmişindeki büyük sır perdesi aralanıyor ve hayatını derinden etkileyecek büyük sürprize doğru giderek yaklaşıyor.  “İkinci El Umutlar” kitabım görme engelliler için seslendirilip Boğaziçi GETEM ve tüm sesli kütüphanelere gönderildi. Bu aşamada çok şanslıyım. Eşim seslendirme yönetmeni onun ve çalıştığı stüdyonun da desteği ile oyuncu ve dublaj sanatçısı olan Sevinç Sırma kitabı seslendirdi ve Erdal Özyağcılar bu projenin farkındalığını arttırmak için görme engelliler olan kısmı seslendirdi.  Kitabın içerisinde Karanlıkta Diyalog müzesinde geçen bir bölüm yazmıştım. O sebeple kitabın üzerinde braill alfabesi ile kitap adı ve yazar adı kabartma yapıldı. Kitabım sonunda sahaflardan topladığım efemeralar da mevcut. Buradan tekrar hepsine teşekkürlerimi yolluyorum. Karanlıkta Diyalog Turkcell  ‘e bağlı bir kurum. Erdal Özyağcılar’ın seslendirildiği bölüm Karanlıkta Diyalog içinde Turkcell’in görme engelliler için kitap dinletilen bir programa yüklendi ve müze içinde gelen misafirlere dinletildi.  Ses kaydı aynı zamanda Boğaziçi Üniversitesi GETEM aracılığı ile tüm görme engellilere ulaştırıldı, sesli kütüphanelere bağış yapıldı ve Turkcell’e görme engelliler kütüphanesine eklendi. Benim için büyük bir mutluluk bu. Yeni çıkacak olan kitabım da da aynı yolda devam edeceğim. Görme engellilerden aldığım mailler inanılmaz güzel. Bu duygu binlerce satışa bedel ifadelerini kullanan Sevgili Figen hanımla röportajımız sizlerle.

Figen Şahin kimdir? Bir günü nasıl geçer?

1983 Üsküdar doğumluyum. Evliyim ve sekiz yaşında bir oğlum var.  İstanbul Etiler’de on bir senedir güzellik salonu işletiyorum. İnsanlara sadece kelimelerle dokunmuyorum aslında, cilt, kilo problemi olan ve bununla beraber aynada kendini mutsuz hissetmeye başlayan herkese ulaşıyorum. Günlerimi dolu dolu geçirmeyi severim. Canım sıkılıyor demeye asla vaktim kalmaz. Mutlaka bir uğraşım vardır elimde. Güzellik Salonun da kendime ayıracağım müsait saatlerim oluyor. Alanımı güzelleştirmeyi seviyorum. Benim için en güzel alan Kitaplarla dolu olan yerlerdir.  Mutlaka her gün bir kitap, deneme ya da şiir okurum. El işi ile uğraşırım. Ve tabii İnstagram. Akşam olunca evli her kadının meşgaleleri gibi; eve gidip oğlumun ödevini kontrol ediyorum, akşam yemeği için mutfakta hızlıca pişirilen yemekler, yani günün kalan zamanını da ailem ile tamamlıyorum.

İlk kitabınızı çıkartmayı ne zaman ve nasıl düşündünüz?

Benim en büyük hayalim çocukluğumdan beri yazar olmaktı, sürekli yazıyordum. Sanırım on yedi, on sekiz yaşlarından beri hep bir hedef koymuştum kendime. Otuz beş yaşında kitabım yayımlanmış olacak diyordum sürekli. Neden otuz beş diyordum diye sorarsanız eğer; Hayatın bana vereceklerini deneyimlemek, biriktirmek ve daha çok okumam gereken kitap var diye düşündüm hep. Ve sözler büyülüdür evrene ne verirseniz onu alırısınız. Öyle de oldu ilk kitabım otuz beş yaşında yayımlandı.

İkinci El Umutlar kitabı; Bir akşam oturmuş günlük yazıyordum. Kitaplığımdaki kitapları gözüm daldı. Kalkıp sahaftan aldığım kitapların olduğu tarafa gittim. Dizlerimin üzerine çöküp kokusunu içime çektim. Şu an gibi aklımda. Sonra da; kimin acaba bu kitap? Hikâyesi ne acaba diye sayfalarını karıştırdım. Elime aldığım ‘’Deliliğe övgü ‘’kitabını alıp geçtim masanın başına işte o an Ada(karakterim) bana merhaba dedi. Saat sabahın dördüne kadar hiç durmadan yazdım.

Meraklılarına isin neden ‘’İkinci El Umutlar’’?

Sahaflardan alınmış ikinci el bir kitabın içinden çıkan notları takip eden birinin; kaybettiği umudu bulduğu kitabın sayfaları arasında aradığı için.  Ve o kitabın sahibinin belki ikinci bir umudu varsa diye peşinden gidip yarım kalan hikâyesini tamamlamaya çalıştığından dolayı. Asla umudunu yitirme.

Konuları nasıl seçiyorsunuz? Konu seçimi tesadüfimi oluyor ya da hayattan karşılaştığınız bazı olaylardan mı etkilenip yazıyorsunuz?

İkinci El Umutlar kitabı tamamen benim hayal ürünüm.  Yazarken çok araştırma yaptım. Sahafları dolaştım, tuzlu rafların arasından notlar, gazete küpürleri, biletler, mektuplar buldum. Ada’nın neler hissettiğini hissetmek için onun gibi düşünüp hareket ettim. Yazdığım tüm caddeleri, yerleri bilhassa gezdim. O yüzden de hayatın ta kendisi oldu. Ada sen misin diyen okurlarım bu yüzden çok. Hayatta karşılaştığım olayları sadece farkındalık kazandırmak adına kurguya ekledim. Görme engellilerin dünyasından biraz, etkisi altında kaldığım güncel gazete haberlerden konular ekledim.

Yazdığım öykü, deneme ve şiirlerin konusu ise; kimi zaman sevdiğim bir kelimeden yola çıkarak yazıyorum. Kimi zaman etkilendiğim bir fotoğraf yahut da resme bakıp karalıyorum satırları.  Kelimelerle oynamayı çok seviyorum. Sürekli sözlük kurcalamak, duygulara tercüman olacak deyimleri okumak bana keyif veriyor. Denemelerimi genellikle yaşamın içinde sıkıştığım zaman yazıyorum. Yaşadığımız coğrafya da kadına, çocuğa, hayvanlara, doğaya yapılan haksızlıklar ve canice işlenen cinayetlere sessiz kalmak çok zor. Elimden gelen sadece yazmak oluyor. Ya da gidip bir meydanda kadına şiddete hayır diye bağırmak. Delirmemek için yazmam gerek… Ruhunu yazarak azat eden her insan gibi… Bunu için yazar olmak, bir eser sahibi olmaya gerek yok. Yazmak; en güzel terapi aynı zamanda.

Yazın yolculuğunda ruh dünyası karakteristik mi olmalı?

Ruh her zaman özgür olmalı. Kaleme zincir vurmaya gerek var mı? Murat Gülsoy’un yaratıcı yazarlık eğitimine katıldığımda aklımda kalan bir sözü var. Güzel bir öğreti aslına bakarsanız. Dedi ki; Herkesin bir saçmalama defteri olsun. Öyle bir defter olsun ki bu; biri bulup okuduğunda ülkeyi değil kıta değiştirmek zorunda kalın. O ne der, bu ne der, kocam, kayınvalidem, abim, annem baban ne düşünür diye sınırlarsanız kendinizi yazdıklarınız çekmecede kalır. O günden sonra ben de özgürleştim… Paylaşmadığım ne kadar ayrılık, acı, ıstırap dolu yazı varsa hepsini paylaştım. Bir sürü de mesaj aldım. Hayırdır Boşandın mı? Evliliğinde sorun mu var diye. Hayır, sadece yazdım… Kültürel robot olmanın verdiği getiriyi bir derste yok ettim. Yazarken Özgürüm…

Sevgili Figen Hanım cevabını duymaktan hoşlandığım bir sorulardan bir tanesi. Sizin yazma tarzınızdan bahseder misiniz? Mesela nasıl bir ortamda yazmayı tercih ediyorsunuz?

Ben öncelikle kafamda kurduğum dünyayı defterlere yazıyorum. Belirli bir süre sadece not alıyorum. O kadar çok defter taşıyorum ki sırt çantamda, resmen hikâyemin hamalıyım. Yazacağım kurgu sürekli zihnimde büyüyor. Başım ağrımaya, zihnimde sancılar çekmeye başladığım zamanda da geçiyorum bilgisayarın başına.  Bazen altı, bazen yedi saat yazıyorum hiç kalkmadan. Yemek yiyemiyorum bu süre zarfında sadece kahve, çay ve su tüketebiliyorum. Onlarda genellikle yarım kalıyor. İlk kitabımı yazarken kıştı ve tercihim mekânlar genellikle raflarında kitap olan, kahve kokusunu duyduğum yerler oldu. Sene başında çıkacak olan kitabım ise yaz mevsimine denk geldi. Bütün satırlarımı deniz kıyısında Burgazada’da yazdım. Sessizlik, deniz, gökyüzü ve serin esen poyraz ve mutlaka klasik müzik eşlik etti bana. İlk kitabımı Farid Ferjad’ın ritmine kapılıp yazmıştım. Bu sefer Eleni Karaindrou Ağlayan Çayır albümü eşlik etti.  Kitap yazarken; herkesten ve her şeyden soyutluyorum kendimi. Yalnızlık, kâğıt, kalem, bilgisayarım ve doğa…

Kitabınızda kendinizden soyutlanmış karakterlerimi yoksa sizi yansıtan karakterlerimi anlatmak daha güzel geliyor? Yani eserlerinizin sizi yansıtması hoşunuza gider mi?

Yazdığım her karakterin bir ruhu olduğuna inanıyorum. Bu dünyada bir cisme bürünemiyorlar ama satır aralarında can buluyor her biri. Fiziksel özellikleri, psikolojileri, nelerden hoşlanıp nelerden hoşlanmadıkları, hastalıkları vb. Bir bütün olarak karşımda duruyorlar. Her biri benim eserim ama asla ben değiller. Bir gün biyografimi yazarsam beni ancak o zaman satırlarda bulabilirsiniz. Mesela Ada sen misin diyenlere şu cevabı verebilirim; Ada, aslında hepinizin yirmi iki yaşından bir parça. Okuyan herkes kendini görebilir. O kadar gerçek bir karakter oldu. Bu sebeple de onun yarım kalan hikâyesi merak uyandırdı. Bu yüzden İkinci El Umutlar devam ediyor. O da Ada’nın hikâyesi…

 ‘’ İkinci El Umutlar’’ isimli ilk roman kitabınız piyasada satışta. Genel tema ve içerikten biraz bahsedebilir misiniz?

Romanın katmanlı bir hikâyesi var. Herkesin kendinden bulabileceği bir parça olduğuna inanıyorum. Aşk, aile, hayat, yalnızlık ve korkular. Kitabın mottosu ise; Asla umudunu yitirme.

Kendi geçmişini bilmeyen yirmi iki yaşındaki Ada, Sahaflardan bulduğu kitapların arasında sıkışmış kalmış notlarla mektupların peşine düşmeyi, onların sahiplerine ulaşıp hikayelerini öğrenmeyi çok seviyor. Biraz da olsa kendi hayatındaki boşluğu doldurmuş, yalnızlığını perçinlemiş oluyor böylece. Bir gün öyle bir mektupla karşılaşıyor ki orada gördüğü aşk, acı ve gizem onu hiç tahmin edemeyeceği ölçüde etkiliyor ve Ada, İlk aşık olduğu adamı da peşinden sürükleyerek kendini. Bu hikayenin kahramanlarını bulmaya adıyor. Ancak o sırada, asıl kendi geçmişindeki büyük sır perdesi aralanıyor ve hayatını derinden etkileyecek büyük sürprize doğru giderek yaklaşıyor.

Yazın yolculuğunuzda gelecek ile ilgili projelerinizden bahseder misiniz?

İkinci kitabım ADA 2020’nin ilk aylarında çıkacak. ikinci kitap çıktıktan sonra yayımlanan online dergide çok beğenilen yazdığım öyküleri bir kitapta toplamak istiyorum. Bir sonraki projem ise gene bir roman olacak. Konusu hazır.

Ne tür okuyucu kitlesine hitap ediyorsunuz?

Kitap kokusuna âşık, okuma tutkusu olan herkese.  Roman, öykü, hatıra, şiir sevenlere. Aslında İkinci El Umutları okuyanlar spiritüel kitap okuyanlar, psikoloji sevenler dahi olabilir. Neden olmasın.

Aslında bir farkındalık yazarısınız. En çok saygı duyduğum meziyetlerden. İkinci El Umutlar kitabınız görme engelliler için seslendirildi. Bu süreci biraz anlatabilir misiniz?

İstanbul Gayrettepe Metro durağında Karanlıkta Diyalog Müzesi bulunuyor. Ada, karanlık korkusu olan bir karakter. Müzeyi ilk deneyimlediğimde oraya Figen değil Ada girdi. O karanlıkta adım adım ilerledi. Bütün hissettiklerimi kazıdım zihnime. Görme engelli bir rehber eşliğinde tam 40,45 dakika. Muazzam bir deneyim imkânı olan herkesin yaşaması gerek diye düşündüm. Kitabın içine bu deyimimi yazdım. Sonraki adımım da bunu görme engellilere ulaştırmaktı. Kitap baskıya girer girmez bende seslendirme için yola koyuldum. Bu aşamada çok şanslıyım. Eşim seslendirme yönetmeni onun ve çalıştığı stüdyonun da desteği ile oyuncu ve dublaj sanatçısı olan Sevinç Sırma kitabı seslendirdi ve Erdal Özyağcılar bu projenin farkındalığını arttırmak için görme engelliler olan kısmı seslendirdi.  Buradan tekrar hepsine teşekkürlerimi yolluyorum. Karanlıkta Diyalog Turkcell  ‘e bağlı bir kurum. Erdaş Özyağcılar’ın seslendirildiği bölüm Karanlıkta Diyalog içinde Turkcell’in görme engelliler için kitap dinletilen bir programa yüklendi ve müze içinde gelen misafirlere dinletildi.  Ses kaydı aynı zamanda Boğaziçi Üniversitesi GETEM aracılığı ile tüm görme engellilere ulaştırıldı, sesli kütüphanelere bağış yapıldı ve Turkcell’e görme engelliler kütüphanesine eklendi. Benim için büyük bir mutluluk bu. Kitabın üzerinde Braill alfabesi de bulunuyor.  Yeni çıkacak olan kitabım da da aynı yolda devam edeceğim. Görme engellilerden aldığım mailler inanılmaz güzel. Bu duygu binlerce satışa bedel.

Kitabınızın sonunda sahaflardan topladığınız efemeralar da mevcut. Nasıl bir fikir ve düşüncedir bu muazzam  bayıldım. Biraz bahsedebilir misiniz? Zorlandınız mı toplamakta.

Sahaflardan bu kitabı yazmadan öncede kitaplar alıyordum. Eski kitap kokusunu içime çekmek beni arındırıyor.  Kitap kurtçuklarıyla çokça haşır neşirdim.  Bu kurgu belirince zihnimde sahaf sahaf gezmeye argümanları toplamaya başladım. Saatler tezgâhlarda kitapların aralarına baktım. Eğer içinde not olan bir kitap bulursam da içindeki ile beraber satın aldım. Çoğu sahaf artık içlerini boşaltıyor ne yazık ki. Kimi zaman çöp poşetlerine doldurulmuş yüzlerce mektup, siyah beyaz resimlerin arasına gömdüm başımı. Neler neler var bir bilseniz. Bende çok hoşuma gidenleri paylaşmak istedim. Mesela ben 1930’lu yılların Elektrik faturasını hiç görmemiştim bu beni çok etkiledi ve düşündüm ki oğlumda bizim kullandığımız yeşil otobüs biletini hiç göremeyecek. Bu sayede gelecek nesil için de; onları şaşırtacak geçmişin izlerini ekledim. Kitabın sonuna ulaşan herkesin gülümseyeceğini biliyordum. Çünkü geçmiş geçmiyor… Roma’da bir sahafa gittim ve Roma’da geçen bir hikâyem olduğunu söyledim yaşlı adama. Nasıl heyecanlandı. Bütün eski gazeteler, resimler, mektuplar muntazam dosyalanmıştı. Gözlerime inanamadım. Keşke dedim bizim sahaflarda da eski eşyaların böyle kıymeti bilinse. Çok az sahaf var ki kitapların arasından çıkanları dosyalayıp saklasın sergilesin. Oradan aldığım hiç bir mektup vb. Şeyden para almadı ne kadar rica etsemde. Ne yazık ki İstanbul’da işler biraz ticari. Bir keresinde bir anı defterine iki kitap parası ödemiştim. Çöp poşetlerinden ayıkladığım onca anı ise elime alınca değerlendi. :) Benim için paha biçilemezlerdi. 

Yaptığım birçok yazar söyleşisinde Türkiye’de ki yayınevleri ile yazara değer verilmediği hususunda ilgili çok şikâyet alıyorum. Sizin konuyla ilgili düşünceleriniz nelerdir?

İlk kitabımın çıktığı yayınevinden çok memnunum. Yaşadığım olumsuzluk hiç olmadı. Bu konuda çok şanslı olduğumu düşünüyorum. Bu yolculuğa onlarla çıkmış olmam benim için mutluluk. Büyük bir ailem olduğunu hissediyorum.

Türkiye’de kitap yayımlatmak zor mudur? Bu yolculuğa adım atacak lakin hiç bilmiyorum ne yapacağımı diyen genç kalemdaşlarımız için bir kitabı yayımlatmak için hangi süreçlerden geçmek gerekir?

Sevgili genç yazarımızın önce dosyasını tamamlamış olması gerekir. Bir sonraki adım yazdığı türde kitaplar basan bir yayınevi aramasıdır. Kişisel gelişim, ya da korku kitapları basan bir yayın evine deneme dosyanızı yollarsanız üç ayınız boşuna gider.  Dosyanızı türünüz doğrultusunda seçtikten sonra elden ya da mail yoluyla istenilen şekilde yollamak gerekiyor. Ve heyecanlı bekleme süresi. Bu süreçte sabırsız olanlar çevredeki paralı kitap basan yayınevlerinin kapısında kuyruk oluyorlar ne yazık ki. Beklemek gerek. Eğer ki sonuç olumsuz ise dosyan üzerinde biraz daha çalış. Bir daha dene. Dosyana güveniyorsan eğer sana bir kapı açılacaktır sabır. Denemekten asla vazgeçmesinler derim.

Okumayı sevmeyen bir milletiz. Günümüzde gençlerin sosyal mecralarda çok zaman geçirmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sadece gençler mi? Ellisinden sonra facebook, instagramla tanışanlar dahi sosyal medyanın bağımlısı olmuş durumda. Güncel haberleri oradan takip eder olduk. Hepimiz ne yazık ki bu yeni dünyanın içinde bir tuşa basıp beğenildiğimiz, taktir edildiğimize inanıyoruz Bir kitabın ne kadar beğeni aldığına bakıp okumadan eleştiri alıyoruz. Kitap okuma alışkanlığını seki yaşındaki oğluma kazandırmaya çalırken diğer uyaranlardan koparmak çok zor oluyor. Keşke bu Tetris gibi modası geçecek bir oyun olsa, ya da sanal bebekler kadar masum. Asla bitmeyecek dalga dalda büyüye büyüye üzerimize gelen bir tsunami gibi; zamanımı, anımızı, sohbetlerimizi, okuma yapacak zamanımı alıp içine katıyor yerle bir ediyor zihinlerimizi. Bunun önüne nasıl geçilebilir bu günümüzün doğal afeti ne yazık ki..

Neden şu an rövanşta olan şiir, öykü ve deneme değil de roman yazarlığı?

Yazarlar genellikle yaratıcı yazarlık kursları açıyorlar. Bu sebeple Roman yazma sanatı üzerine kurulmuş bir düzen var.   Birçok kitap basılıyor Roman yazma sanatı diye, defterler tasarlanıyor. Yönlendiriliyor yazmaya meyili olanlar.

Peki, bu yolculukta ne zaman ben artık yazarım diyebildiniz? Ya da kendinizi ‘’yazar’’ olarak tanımlıyorsunuz? Sizde estağfurullah Aslı Hanım gönül işçisiyim diyenlerden misiniz?

Daha önce de belirttiğim gibi be meşakkatli bir yolculuk ve ben daha çok başındayım. Ben yazarım demem için kırk fırın ekmek daha yemem gerekiyor. Bunun için kendimi geliştirecek kitaplar okuyorum farklı dallarda eğitimlere katılıyorum. Çocukluğumdan beri benim en büyük hayalim yazar olmaktı. İlk adımımı attım. Bu büyük bir mutluluk.

Bende yazmak istiyorum diyen  genç yazarlara tavsiyeler desem? Günümüzün gençliğine üç tavsiye desem bunlar ne olurdu?

1.            Çok kitap okuyun

2.            Kendinize güvenin

3.            Asla vazgeçmeyin, sabırlı olun.

Son olarak gündemde ısrarla kalmaya devam eden bir türlü bitmek bilmeyen çocuk istismarları, kadın cinayetleri ve hayvana şiddet hususunda neler söylemek istersiniz.

Emine Bulut’un canice işkence edilerek öldürülmesinden sonra Kadıköy’ de bir mitingde sesim kısılıncaya kadar bağırdım. Kime ne faydası oldu. Birkaç gün sonra hastanede başka bir anne öldürüldü. Yeter demek, yetmedi. Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz diyen kadınların yanında insan güçlü hissediyor tabii. Ya karakola gittiğinde kocasından şiddet gördüğü halde hiçbir güvencesi olmayan kadın nasıl güçlü hissedecek.  Orada öğrendim ki İstanbul Sözleşmesinin 6284 maddesinin uygulanması gerekirmiş. Yirmi ülkenin imzaladığı bu sözleşmede biz de varız. Eğer mağdur bir kadın karakolda bu maddeyi söylerse ne olursa olsun polis kadını koruma altına almak zorundaymış. Nerede peki bu koruma altına alınan kadınlar? :( çocuk istismarına gelince kanım çekiliyor. Bir anne, bir kadın etmediğim beddua kalmıyor. Bütün sinirlerim altüst oluyor. Yaşanan olaylardan sonra günlerce kendime gelemiyorum. Hani ateş düştüğü yeri yakar diyorlar ya doğru. Ama inanın her annenin canı her haberde kalbi kan ağlıyor. Hayvanlara gelince ben her canlıya kıyamıyorum. Ağaçların kesilmesine, denizlerin kirletilmesine, doğaya yapılan saldırıya da dayanamıyorum. Sessiz kalan her şeye insanoğlu zarar veriyor. Kadın sessiz, çocuk sessiz, hayvanlar ve ağaçlar sessiz…

SES-SİZ…

Biz sesleri olalım… 

ÇARE-SİZ

Ben oğluma sevgiyi, vicdanlı olmayı, yardımsever olmayı aşılıyorum. Doğada olan her canlıyla konuşabileceğini gösteriyorum. Sabah ağaçlara günaydın diyoruz, yoldan geçen kedi köpeği seviyoruz.

Sevgi ekerseniz, mutluluk biçersiniz.