YAĞMUR TANYILDIZ'ın röportajı için tıklayınız...

“Şahane Bir Şey Yaşamak” kitabının yazarı CİHAT ÖZKAN ile bir araya geldik. Yazmaya nasıl başladığından, kitabından ve projelerinden konuştuk. Kitabının adından yola çıkarak “Şahane bir şey mi yaşamak” diye de sordum; “Her türlü yaşam şahane olmak zorunda değildir ama yaşamak şahane bir şeydir” dedi… Keyifli okumalar…

1-325

Hoş geldiniz, öncelikle tanımak isteriz sizi. Kimdir Cihat Özkan?

1994 yılında Trabzon’da dünyaya geldim. Çocukluğumu Trabzon’un Sürmene ilçesinin Koyuncular -eski adıyla Vadon- köyünde (şimdi mahalle oldu) geçirdim. Aşağı Aksu İlkokulu’nu Sürmene’de okuduktan sonra, Of Hacı Mehmet Bahattin Ulusoy Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’de Bilgisayar Bölümü’nde Veri Tabanı alanını bitirdim. 2013 yılında Kocaeli Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi’nde 4 yıllık lisans eğitimime başladım ve Friedrich Wilhelm Nietzsche’nin etik görüşü üzerine yaptığım ve “Nietzsche’de Yaşam Felsefesi” adını verdiğim tezimle bu süreci tamamladım. Üniversite döneminde Platon, Aristoteles, René Descartes, Immanuel Kant, George Wilhelm Friedrich Hegel ve Friedrich Wilhelm Nietzsche gibi filozofların etkisinde kalarak kendime yeni bir yön çizdim. Lisans eğitimimin ardından iki yıllık aradan sonra Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi Felsefe Bölümü’nde yüksek lisans eğitimime başladım. “Kant Felsefesinde ‘Ben’ Bağlamında Özne Tartışmaları” adlı tezimle yüksek lisans derecesine hak kazandım. Diğer taraftan kendi şiir dünyamın hissel keşif ve yaratılarını satırlara aktarmak istedim. 2024 yılında ilk kitabım olan “Şahane Bir Şey Yaşamak” adlı şiir kitabımı yayımladım. Ağustos ayının sonuna doğru ikinci kitabım ‘Lucifer: Felsefenin Senfonisi’ni çıkarmış olacağım.

Yazmaya ilk nasıl başladınız? İlginiz hep var mıydı?

Belki de bu soruya cevap vermek için soruyu biraz genişletmem ve kendime şunu sormam yerinde olur: “Yaratıcı bir etkinlik olarak aktif bir şekilde sanatla olan ilişkim ne zaman başladı?” İlk olarak ortaokulda hocam Şaziye Bilge Yıldız’ın etkisiyle resimle ilgilenmeye başlamıştım. Liseye geçtiğimde ise resim yapma yeteneğim nedense köreldi ya da onunla ilgilenecek zamanı bulamadım. Belki ortamın etkisi belki de beni gerçekten tatmin etmediği için olsa gerek giderek resimle hiç ilgilenmemeye başladım ve sonundaki aramızdaki bağda koptu. Ama bu sanatla olan bağımın koptuğu anlamına gelmiyordu. Resim yerini güçlü bir şekilde şiire bıraktı. Şiirler okumaya ve şiirler yazmaya başladım. O dönemde aşk ve dostluk üzerine şiirler yazardım. Bu şiirlerin birçoğu kaybolmuştur. Bu gerçekten üzücü bir durum. Buna karşın üniversiteye geçişimle birlikte şiirlerimin ruhunu felsefi bir bakış açısı, toplumsal ve yaşamsal problemler etkilemeye başladı. Böylece şiir yazacağım zaman masaya oturmuyordum. Yataktan kalkıp takvim kağıdına, telefonumdan kendime mesaj atarak, bir kitap ya da defterimin boş sayfalarına şiir yazıyordum. Bununla birlikte, eğer psikanalitik bir bakışla inceleyip çocukken yazdığım ve bazıları için bir saçmalık olabilecek ama benim için çok önemli olan çocukluk şarkılarını hesaba katarsam yazmak bir şekilde benim ruhumun konuşması olarak hep vardı diyebilirim.

“Şahane Bir Şey Yaşamak” nasıl çıktı ortaya?

Öncelikle şunun altını çizmem gerekiyor; daha önce yazdığım ve bir kenarda bekleyen şiirlerim vardı. Bunlardan bazılarını blog sitemde yayınlıyordum, bazılarını ise bir kitap çıkarma hayaliyle özelde biriktiriyordum. Kitap ve şiir okumayı çok seven birisi olarak ne kadar okusam ve yazsam da yazdıklarımı paylaşmak konusunda uzun bir dönem tereddüt ettim. Sonra hayatın çok kısa olduğunu ve kendi anlam yaratma yetilerimi bizzat her ne iseler o şeyler olarak sunmak istedim. Tam olarak bir süreç veremem. Çünkü şiir oturulup planlanarak yazılabilecek bir şey değil diye düşünüyorum. Şiir yazmak için bir masaya oturup yazamazsınız. Şiir bir şekilde sizin ruhunuzun bazı aletlerle müzik çalıp şarkı söyleyerek dans etmesidir. Olması gereken bir şey değil, olacaksa zaten olan bir şeydir.

“Bu şiirler insana adanmıştır ve böylece insanca her şeye” diyorsunuz kitapta. Nelerden ilham aldınız kitabı yazarken?

Bu soruya cevap verirken benimle yapılan başka bir röportajdaki cevabımı aynen aktarmak isterim. En azından şu anlık oradaki düşüncelerim neyse ve ne söylediysem sonuna kadar aynı cümlelerin arkasındayım: “Öncelikle yazarken hissetmek ve ilham almak gibi kavramların tartışmaya açık olduğunu düşünüyorum. Çünkü şiir yazarken hissedersiniz, roman yazarken hem hislerinizi hem zekanızı hem de hayal gücünüzü kullanırsınız, felsefe ya da bilimsel bir metin yazarken daha çok akıl devreye girer ve diyalektik bir tür zihinsel faaliyet içerisinde bulunursunuz. Eğer felsefi bir metin yazıyorsanız her ne kadar duygular kendisini dayatsa ya da duygular üzerine bir metin yazsanız da yazınızı inşa ederken akıl yürütme yetinizi kullanmak zorundasınızdır. Dolayısıyla ne yazdığıma ya da ne tür bir yazı yazdığıma göre beni etkileyen şeyler ve süreç değişiyor. Diğer bir perspektiften, etkilendiğim şeylerin tarzı yazım tarzımı ve hangi yetimi kullanacağımı belirliyor. Gece uykunuzda bir şiir görmek ya da yemeğinizi yarıda bırakıp mısraları bir kâğıda dökmek hislerin aşırı derecede yoğun olduğu bir duygu patlaması gibi görülebilir. Diğer taraftan felsefi bir metin yazıyorsam yazdığım şeye dair bir sorun vardır ya da bir sorun veya benim sorun olarak gördüğüm bir şey beni yazmaya götürmüş demektir. Eğer roman yazıyorsam -ki şu anda roman yazıyorum- hayal gücüm akıl ve duygu çatışması üzerinden yeni bir dünya kuruyor demektir.”

K U T U-2

“Şahane Bir Şey Yaşamak” ismine nasıl karar verdiniz?

Bu soruya nereden başlayarak cevap versem bilemedim. Öncelikle çok sevdiğim iki filozoftan bahsetmek istiyorum. Spinoza ve Nietzsche. İki filozofunda felsefesinde yaşama tam ortasından ve bütünüyle dokunan iki unsur var. İlkinde ‘conatus’ ikincisinde ‘güç istenci’. Onlara ait bu kavramlar, bu kavramların çekirdeğini oluşturduğu felsefelerinin yaşamla ilişkisi ve yaşamı olumlamaya götüren yol beni bir yere götürüyordu. Kitabın adı bu minvalde bir şey olacaktı fakat karar veremiyordum. Kitabın adı üzerinde düşündüğüm sıralarda sevgili Sezen Aksu’nun Şahane Bir Şey Yaşamak adlı şarkısı üzerinden linç yemesi üzerine hem şarkının ismine hem de şarkıda gerçekte ne demek istediğine ister istemez ilgi duymuştum. Ama kesin olan bir şey vardı, o da şarkının adı ve gerçekten hislerime tercüman olmasıydı: Her şeye rağmen yaşamak güzel bir şey diyebilmek! Sözlerin nasıl kurulduğu çok önemli. Her türlü yaşam güzeldir demiyor, şahane bir şeydir yaşamak diyor. Anlatmak istediği şey şu: Her ne yaşarsanız yaşayın yaşama dair her şeyi olumlayabilmek! Bu cesaret gerektiren bir tür realiteyi görebilme kabiliyetidir. Sayın Aksu bir şeyler diyor ve anlatmak istiyordu o şarkıda ve bunu yaparken de doğal olarak metaforlar kullanıyordu. Herkesin bunu anlamasını beklemiyorum. Çünkü bir yanda bir sanatçı ve diğer tarafta edebi ve eleştirel kültüre yabancı, biat etmeyi kabullenmiş, düşünmeye ve kendi varoluşuna sırtını dönmüş düşünce tarzına sahip bir grup var. İki tarafta çok hayattan. Ama burada sorunlu olan şey bir tarafın içerisinde tek bir kötü niyet barındırmadan yazdığı bir şeye karşı onu hiç anlamayan bir insan grubunun yargılaması var. Gerçek toplumlarda bunu göremezsiniz. İşte benim şiir kitabımın adı tamda bu kaosta ortaya çıktı. Ama paradoksal olarak şarkı, yani ‘Şahane Bir Şey Yaşamak’ şarkıyı eleştirenlerin varlığını, o kişilerin kendi varlıklarına ihanet etmesine rağmen barındıracak kadar engin bir ruha sahipti. İşte sanatçı olmak bu demektir. Burada önemli olan toplumun pohpohunu kazanmak uğruna sanata ve sanatçıya sırtını dönmemek ve onu yalnız bırakmamak. Çünkü sanatçı ruhta olmayan insanların bir sanatçıyı anlaması neredeyse olanaksız. Mesela ben bir şiirimde size ‘deli’ derken aslında tüm insanlardan daha zeki olduğunuzu bile söyleyebilirim. Benim kitaba aynı ismi vermem ile birlikte aslında benzer şekilde paradoksal şekilde içeride ve dışarıda kalan herkesi dahil etmiş oldu.

Sizce şahane bir şey mi yaşamak?

Bu bazen bir soru bazen ise bir eleştiri olarak geliyor bana. Kitabı gerçek anlamda hissederek okuyan bir kişinin hissedeceği ilk şeylerden birisi kitabın paradoksal bir boyutu olduğudur. Tabii paradoks ile çelişkinin aynı şey olmadığının altını çizmekte fayda vardır burada. ‘Şahane Bir Şey Yaşamak’ bir küme olarak alınsın. Diğer tarafa da ‘~Şahane Bir Şey Yaşamak’ kümesi konsun. İkinci kümenin var olabilmesi için birinci kümenin var olması baştan zorunludur. Her türlü yaşam şahane olmak zorunda değildir ama yaşamak şahane bir şeydir. Her şeye rağmen yaşamayı olumlamakla ilişkili bir durumdur bu. ‘Lanet olsun bu hayata’ diyenleri duyar gibiyim. Aslında onlar bile şahane bir şeyi yaşıyorlar. Bakın onların hayat tarzının şahaneliğinden bahsetmiyorum. Eğer bir olması gereken uğruna olanı harcarsanız her şey küle döner. Sorunlar var ve sorunları tabii ki aşmalıyız ama tarihteki gibi bir hatanın ardına takılarak değil: Olması gereken uğruna olanı hiçe sayarak değil. Ölüm bile belki de yaşamın bir tür formu olarak olumlanabilen bir şeydir. Koreli Kpop yıldızı Kim Jonghyun’ın ölürken yazdığı veda mektubu bunun çok güzel bir örneğidir.

“Yeri bende başka” dediğiniz bir şiiriniz var mı? Varsa dizelerini paylaşır mısınız bizimle?

Bu çok zor bir soru. Tıpkı annelerin ve babaların dediği gibi hangi parmağınızı diğerinden ayırabilirsiniz? İmkânsız! Ama daha çok beğenilen şiirlerim var. ‘Yaramaz Çocuk’, ‘Nuh’un Gemisi’, ‘Güç Yüzüklerine Dair’, ‘Tetralemma’ ve ‘Aşkın Asrı Saadeti’ şiirlerim arasındaki bir tür beğenilme yarışı var. Şiirlerim arasındaki bu beğenilme yarışı açıkçası beni aşırı derece mutlu kıldı ve motive etti. Diğer şiirlerimde çok beğeniliyor ve onlara yönelik olarak da çok güzel geri dönüşler alıyorum fakat bu beşi daha fazla bir etkiye sahip sanırsam. Tabi benim için eserlerimin her birisi göz bebeklerim.

Yeni kitaplar gelmeye devam edecek mi? Okurlarınızı neler bekliyor ilerleyen zamanlarda?

Çok fazla spoiler vermek istemiyorum ama şu kadarını söyleyebilirim: Şu anda parana yayınlarında bir kitabım yayımlanmak üzere basım sürecinde. Kitabın adı ‘Lucifer: Felsefenin Senfonisi’. Mustafa Kemal ATATÜRK'e teşekkür ile başlayacak olan bu kitap felsefi denemelerden ve felsefi şiirlerden oluşan karma bir yapıya sahiptir. Özellikle biçimsel farklılığı açısından eleştiri beklemiyor değilim. Zira olabildiğince sınırları zorlayan bir kitap olacağından olumlu ve olumsuz olmak üzere geniş kapsamlı eleştiriler alacağımdan eminim. Bu çok güzel bir şey. Ayrıca bu kitaptan sonrası için bir roman hazırlığım var. Daha doğrusu yine kendi tarzımı konuşturduğum bir tür roman gelecek. Şunu rahatlıkla iddia edebilirim ki her ikisi de kendilerine münhasır birer eser olacak.

“Şahane Bir Şey Yaşamak” diyemeyenlere neler söylemek istersiniz buradan?

Aslında yaşam hepimiz için şahane bir şey. Ama seçtiğimiz yaşam tarzlarımız ya da bize yaşamamız için dayatılan zorunlu kaderimiz (kültürel bir şey olarak alınırsa sevinirim bu kavram) bazen yaşamı şahane bir şey olmaktan çıkarıyormuş gibi gözüküyor. Aslında şahane olmayan yaşamlarımız değil yaşamak zorunda kaldığımız veya bırakıldığımız yaşamlarımızdır. Ayrıca insanlara olması gerekenden söz edemem. Tarih zaten baştan sona bununla örülü. Bazen bazı noktalarda haddini bilmek gerekir. Bu nedenle başkasının hayatı hakkında ahkam kesmeye gireceğim noktada susmayı yeğlerim.

Siz hangi yazarları ve şairleri okursunuz? Örnek aldığınız isimler var mıdır?

İlk söyleyeceğim kişi ilk hocam Sokrates’i eserlerine taşıyan Platon olacaktır. Hem en sevdiğim yazar hem de en okumaya değer bulduğum kişi, filozof Nietzsche’dir. Lise yıllarımdan bu yana beni en çok etkileyen edebi yazar Dostoyevski’dir. Dostoyevski romanlarının arka planlarında yakaladığım felsefi perspektif ise beni Kant’a götürür. Gelgelelim bilimden bir tür deneysel yazıma geçince hem tarihsel hem de bilimsel/deneysel nitelikte sayılabilecek Atatürk’ün Nutuk’unun bende ayrı bir yeri vardır. Hayal dünyama sürekli bir yaratıcılık katan Homeros-Hesiodos yanında Tolkien baş ucu yazarımdır. Şiire gelince Cemal Süreyya, Nazım Hikmet, Mehmet Akif Ersoy, Özdemir Asaf, Küçük İskender vb. şairler başta olmak üzere yabancılardan hem şiir hem de oyunlar sunan Shakespeare gibi hem şair hem de yazar olan birçok ismi sayabilirim. Soruyu biraz genişletip sanatçılara geçersek Mozart, Beethoven, Bach, Wagner, Elgar, Stirling, Dimash ve Yury gibi isimleri söylerim. Tabii Tartini’nin bende bu saydıklarıma nazaran çok daha özel bir yeri vardır.

Sizi tanıdığıma memnun oldum. Son olarak neler söylemek istersiniz?

Öncelikle kitabımı alan ya da herhangi bir şekilde eline geçen ve okuyan herkese çok teşekkür ederim. Okurlarımdan ilk ricam benim kitabım başta olmak üzere tüm kitapların eleştiriye açık olduğunu bilerek okumalarıdır. Olumsuz ya da olumlu eleştiriler yapmaktan asla çekinmemelerini temenni ediyorum. Zira eğer yaşantımız daha kaliteli hale gelecek ve daha iyi bir yaşam için mücadele edeceksek ilk olarak eleştiriyi kültürel bir norm haline getirmemiz gerektiğini düşünüyorum. İkinci olarak tür içinde egoizme ve tür dışında türcülük hastalığına kapılmamalarını diliyorum. Çünkü Kopernik ile beraber biliyoruz ki artık insan öyle sanıldığı ve tapınıldığı gibi eşrefi mahlukat bir varlık değildir. Tabii unutmamak gerekir ki Ksenophanes ile insanın düşüncelerine dokunan her şey insanın düşündüğü ya da kendi türsel yetisine uyacak şekilde onunla ilişki kurduğu kadarıyla onun için şeydir. Kant'ın gösterdiği gibi insanın görülerine ve düşüncelerine uğramayan hiçbir şeyin bilgisine sahip olamayız. O halde Wittgenstein’ın söylediği gibi konuşulmayan hakkında susmalı! Tam da bu nedenle tüm okurlarımdan ricam başta kendileri olmak üzere diğer insanları olabildiğince anlamaya çalışmaları, başkaları ve kendileri hakkında çok hızlı yargılamalarda bulunmamaları, insanların sebep olduğu kötülüklere tür içi ya da tür dışı olsun kayıtsız kalmamalarıdır. Ayrıca ilk kitabımı yayımlama sürecimde sürekli beni motive eden ve bana destek olan Erhan Çalhan, Gülperi Akdemir, Nurhayat Aydın, Miraç Bingöl, Rasim Eker, Reyhan Çeper, Haluk Gizlenci, Mehmet Verim, Vesile Kuş ve Erkan Demirci’ye, uzun bir zamandır hayatımda olan ve beni her daim destekleyen her an yanımda olan Ulaş Erden, Nurbanu Aytürk, Ayşe Yalman, Orkuncan Okumuş, Şinasi Büksel, Saruhan Özkan ve Yeliz Yılmaz’a, 2013’ten bu güne dek her daim kendilerinden bir şeyler öğrendiğim ve her zaman destekçim olan başta Yavuz Adugit olmak üzere tüm Kocaeli Üniversitesi Felsefe Bölümü hocalarına -hocalarıma-, canım yeğenlerime, son dört yıldır hiç ama hiç yanımdan ayrılmayan ve bana dünyanın en güzel dostluğunu sunan Ares’e, ablam Şenay Özkan, yengem Ayşegül Özkan, abilerim Mehmet Şükrü Özkan ve Murat Özkan’a, her daim yanımda olan bir tanecik anne ve babama -Birnaz Özkan ve Dursun Kanca Özkan- çok ama çok teşekkür ederim. Tekrardan herkese teşekkür ediyor ve selamlıyorum. Sizlere beni gazetenizde ağırladığınız için çok teşekkür ediyorum ve daima şahane bir yaşamınız olmasını diliyorum.