Funda Akosman Erman: Merhaba Göktürk Ramu sizi tanıyabilir miyiz?

Göktürk Ramu: Merhabalar. Ben 1980 yılında Artvin’de doğdum. Çocuk yaşlarda babamdan dinlediğim gizemli hikâyeler sayesinde mistik araştırmalara ilk adımımı attım diyebilirim. Bursa’da geçirdiğim ergenlik yıllarımda ve İzmir’de geçirdiğim üniversite yıllarımda UFO’lara ve gizemli bilgilere olan ilgim hiç azalmadı. Öğretmen olarak göreve başladığım Rize’de Tarih bilimine de ilgi duymaya başladım. Hatta İstanbul’a atamam gerçekleştiğinde yüksek lisans için Türkiyat bölümüne başvurdum ancak puanım çok yüksek olmasına rağmen mülakatı geçemedim. Bir sonraki yıl Beykent Üniversitesinde yükseğimi tamamladım ama maalesef çok istediğim tarih alanında değildi o yüzden akademik olarak doktora ve üstünü hiç düşünmedim. Şimdilerde devam ettiğim öğretmenlik mesleğimin yanı sıra alternatif tarih üzerine çalışıyorum.

Özel ilginiz anunnakiler nasıl başladı? Nasıl yol aldınız ve nereye vardınız?

Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı’nın bünyesinde 2008 yılında Kazım Mirşan seminerine katılmıştım. Kazım Hoca orada Sümer dili ile ilgili yeni iddialarda bulunuyordu. İşte ilk olarak o seminerde Sümerliler ilgimi çekti. Sonrasında Muazzez İlmiye Çığ, Samuel Noah Kramer, Gönül Tekin gibi hocaların çalışmalarını titizlikle inceledim. 2012 yılında ise Zecharia Sitchin kitaplarıyla tanıştım. Sümerlilere hem bambaşka bir pencereden bakıyordu hem de bilimsel çalışmalarla görüşlerini destekliyordu. Sitchin’in kitaplarını okudukça hayatımın yirmi yılını alan mistik araştırmaların hepsi birer anlam kazandı. Piramitler, zigguratlar, megalit yapılar, takvim tapınaklarının hemen hemen hepsi birbirleriyle bir şekilde bağlantılıydı ve Sümer bilgilerine göre bu yapılar Anunnakilerin ürünleriydi. Sonra Anunnakilerin ülkemizde çok fazla bilinmediğini fark ettim ve bunları yazmalıyım dedim. İşte o günden bugüne üç kitap yazıldı, biri İngilizce’ye çevrildi, onlarca araştırma yapıldı, çokça eğitimler ve geziler düzenlendi. Hala da devam ediyorum çalışmalarıma…

Bu konularla ilgili derin çalışmalarınızın ürünü, Kitaplarınız da var, içeriklerini anlatır mısınız? 

İlk olarak Amon Ra; Uzaylı Bir Prensin Yaşam Öyküsü kitabından başlamak istiyorum çünkü o benim ilk göz ağrım. Bu kitapta kadim tabletler, gereksiz tekrarlar ve devrik cümlelerden oluştuğu için verilen bilgiler alınarak düz cümlelere uyarlanmış, % 90 kadim bilginin üzerine yaşananlar ve sonuçlara bakılarak yürütülen tahminlerle % 10 kurgu eklenmiştir. Sonra da tüm bu parçalar birleştirilerek kolay anlaşılabilmesi için öykü şeklinde okuyucuya sunulmuştur. Dört yüz bin yıllık alternatif bir dünya tarihini bir anunnaki “Marduk-Amon Ra” gözünden sunmaktadır.

İkinci kitabım Son Çağrı Anunnakilerle Temas ise daha çok insan bakış açısından anunnakileri anlatmaktadır. Bu ikinci kitapta kurgu şeklinde yazılmış içeriğinde daha çok kendi görüşlerime ve araştırmalarıma yer verilmiştir. Özellikle rüya, görüm, vizyon yöntemleriyle kurulan temasların anunnakilerle ilgisi anlatılmış, ölümsüz insanlar ve dünyanın sistemi konuları irdelenmiştir.

Üçüncü kitabım Sümer’in Göksel Ataları Anunnakiler ise ilk iki kitaptan farklı olarak kurgu yerine bilgi kitabı olarak yazılmıştır. Anunnakilerin el kitabı şeklinde yazılan bu kitabın dünyada benzeri yoktur. Bu yüzden de İngilizce’ye çevrilerek dünyaya sunulmuştur. 

Siz özel mekanlara profesyonel gezi düzenleyip, tarihini de anlatıyorsunuz, nasıl geri dönüşler alıyorsunuz? Rotaları nasıl belirliyorsunuz? Talepler nasıl?

Evet yurtiçi ve yurt dışı antik kentlere geziler düzenliyoruz. Rotaları ilk olarak yaptığım araştırmalar belirledi. Örneğin Rhodiapolis ve Soğmatar gibi kentleri sadece araştırmalarımla buldum ancak sonrasında arz talep dengesiyle geziler yapılmaya başlandı. Bizler enerjiye inanan insanlarız ve antik kentlerin özel enerjilere sahip olduğunu düşünüyoruz. Özellikle farkındalıklı insanların bu antik kentlere gitmeleri gerektiğini, özel enerjileri orada hissetmeleri gerektiğini, ek olarak ta orada neler yaşandığını öğrenmeleri gerektiğini savunduğumuz için gezilerimize devam ediyoruz.

Kadim tapınaklar enerji alanlarının üzerine kurulmuştur. Mısır gezimizde özellikle gördük ki en önemli yirmi bir adet piramidin tamamı enerji yataklarının üzerine kurulmuştur. Krallar vadisindeki piramitlerin magnezyum; Red Piramit ve Medum Piramidi gibi piramitlerin doğalgaz, Hawara piramidinin su; büyük piramitlerin yerküre enerjisi üzerine kurulması gibi tüm tapınaklarında bir hat üzerinde kurulduğu veya takımyıldızları izdüşümü alınarak yapıldıkları görülmüştür.

Hatta bu yapıların sanki bir bilgisayarın anakart sisteminin üzerine konulan parçalar gibi oldukları görülmektedir. Yani birileri dünyayı bir anakart olarak görmüş ve üzerine enerjiyi işlesinler diye bu yapıları kurmuştur. İşte tüm bunları bilerek gezdiğimizde katılımcılar hem enerjiyi hissediyor, hem profesyonel rehberlerimizle ana akım bilgiyi alıyor hem de antik uzaylılar teorisiyle başka bir açıdan tarihe bakma fırsatı yakalıyor.

Kendinizi en iyi ifade ettiğiniz, mutlu olduğunuz alan hangisi? Kitaplar, eğitim, gezi...? 

Her birinin yeri ayrı ve hepsinden ayrı keyif alıyorum. Severek yaptığım her işten çok keyif alıyorum, zaten de keyif almadığım bir şeyi de yapmıyorum. 

Özel eğitimler de veriyorsunuz neleri aktarıyorsunuz, bilgi birikiminizin yanında, ön görüşlerinizi ve yorumlarınızı da aktarıyorsunuz...

Evet, hem bilgisayar üzerinden canlı olarak hem de şehir eğitimleri veriyorum. Günümüzdeki bilgilerle geçmişin bilgilerini harmanlayıp sunuyorum bu eğitimlerde. Genellikle araştırmalarımın sonuçlarını paylaşıyorum bu eğitimlerde ve sonra da genellikle kitaba dönüşüyor bu sonuçlar.

Hedefleriniz neler?

İlk büyük hedefim dünyaya açılmaktı ve bunu gerçekleştirdim. Şimdi ise dünyada çok daha fazla kişiye ulaşabilen, çok daha fazla kişiye farkındalık kazandırabilen bir yazar olmayı hedefliyorum. Bu yöndeki çalışmalarım devam ediyor. 

Bu bilgi aktarımlarınızla insanlarda nasıl bir bilinç oluşturmayı amaçlıyorsunuz?

Bizler bulunduğumuz yerden olaylara bakarsak sadece bize verilenleri görürüz oysa yazılı altı bin yıllık tarih üzerinden olaylara bakarsak bize anlatılanların doğru olmadığını anlarız. İlk olarak son altı bin yılda tabletlere, duvarlara yazılmış olan bilgileri insanoğlunun ortak hafızası olarak görmeliyiz. Şu an her ne yaşanıyorsa geçmişte de bir benzerinin mutlaka yaşandığını fark ettiğinizde geleceği de öngörebiliyorsunuz. İşte geçmişi bilen ve bu sayede geleceği öngörebilen bir ortak bilinç oluşturmak. Çünkü Carl Sagan’ın dediği gibi; “Geçmişini bilmeyen geleceği göremez.”

Tarih bize öğretilenden farklı mı sizce?

Yaklaşık 2500 yıl önce Mısırlı rahipler Solon’a derki; “Ey Solon, bildiğiniz tarih çocuk masalı bile değildir...” Şimdi de durum bundan farklı değil. Bugün kazananların tarihini okuyoruz kitaplarımızda. Örneğin 2. Dünya Savaşı’nı Hitler kazansaydı Nasyonal Sosyalist Bilimi’nin kitaplarını okuyacaktık. Tarihin bize öğretilenden farklı olduğunun en net kanıtı ise Göbeklitepe… Bize öğretilen maden devirlerinin yanlış olduğunu, 12 bin yıl önce taşları kesebilmek için sert madenlerin muhakkak kullanılmış olması gerektiği konusunu tartışıyor bilim dünyası…

Enerji sistemi nasıl işliyor sizce?

Antik kentlerdeki enerjilerin kaynağı hakkında birçok görüş bulunmakla birlikte en çok kabul edileni Arkeolog Alfred Watkins’in “Ley Hatları” teorisidir. Antik haritalarda, önemli yapıların hep ayni hatlarda hizalanarak dönem dönem üst üste yapılandığını gören Watkins’e göre, ley hatları düz ve paralel bir şekilde yürümektedir. Stonehenge anıtı gibi özel dikilmiş taşlarla, eskinin yapıtları bu gizemli enerjinin belirgin noktaları veya radyo alıcıları gibidir. Bu teoriye göre Dünya’nın kendine özgü doğal bir gücü ve enerjisi bulunmaktadır.

Dünya her şeyi ile yaşayan bir organizma gibi düşünülmekte ve havası, toprağı, mineralleri, suyu, canlıları ile bir bütün olarak görülmektedir. Bu yüzden onun da bioelektrik enerjisi vardır. İnsan bedenini saran sinir sisteminde akan enerji gibi, dünya yüzeyi altında da negatif ve pozitif radyasyon akımları vardır. Bunlar, yerin jeolojik yapısının elektriksel girdabından doğmakta ve enerji ağları olarak Dünya’yı sarmaktadır. Bu ağların kesiştikleri noktalarda ise yoğun bir enerji çıkışı yaşanmaktadır. İşte bu enerji çıkışının yaşandığı noktaların tamamında kadim yapıların kurulduğunu görmekteyiz.

Bu enerji alanlarının kadim zamanlarda nasıl tespit edildiği ile ilgili olarak ise sadece anunnakilerin bu yapıları kurduklarını ya da insanlığa verdikleri teknoloji ile kurdurduklarını önerebiliriz. Bu iddiamızı destekleyecek onlarca kanıt mevcuttur kadim bilgelikte; yaklaşık 4500 yıl önce Anunnaki Ninurta’nın  Lagaş Kralı Gudea’ya rüyalar yoluyla Lagaş ziguratını (tüm ayrıntıları vererek) yaptırdığını; yaklaşık 3000 yıl önce Süleyman’a, 2500 yıl önce de Ezra ve Neremya’ya ikinci tapınağın Yahweh tarafından yönergelerle yaptırıldığını; hatta günümüzde kurulmaya çalışılan üçüncü tapınağın bile Yahweh tarafından Hezekiel’e verilen görümlerle detaylarının belirlenmiş olduğunu görmekteyiz(Hezekiel Kitabı 40-48. Bölüm). Bu örneklere Efes Artemis Tapınağını, Ayasofya’yı, Harran Ehulhul Tapınağını ve yüzlerce kadim tablette anlatılan tapınağı örnek verebiliriz.

Bizler bu yapılara tapınak desek de esasında bu yapılar anunnakilerin enerjiyi dönüştürmek adına kurdukları fabrikalardır. Hathor Dendera Tapınağında Hathor Necklace adı verilmiş duvar çizimi yeryüzü enerjisinin hangi işlem basamaklarından geçirilerek elektrik enerjisine dönüştürüldüğünü ve de bu enerjinin kaidelerin üzerindeki sütunlar ile nasıl depolandığını çok detaylı anlatmaktadır. Bu bağlamda üzerindeki yazı çok anlamlıdır: “Bu gücü ele geçiren pozitif olarak kullanmalıdır aksi halde sistem çöker.”

Yine günümüzdeki wifi ağına benzer bir yöntemle elektriğin obeliskler kullanılarak nasıl dağıtıldığını en iyi Nikola Tesla anlamıştır diyebiliyoruz çünkü o da benzer şekilde elektiriği Wardenclyffe Kulesinden dağıtmayı düşünmüştür.

Tarih Sümerliler ile başlıyor diyorsunuz biraz anlatır mısınız? 

Sümer Uygarlığı’nın şehirleri arkeologlarca gün ışığına çıkartılmış, dili ve yazısı Akkadca sayesinde çözülebilmiştir. Sümer’in arkeolojik buluntuları bugün dünyanın büyük müzelerinde özenle korunmaktadır. Sümer, Büyük Tufan’dan yaklaşık yedi bin yıl sonra aniden ve her şeyiyle ortaya çıkan bilinen ilk uygarlıktır. Yüksek bir uygarlığı bütünleyen her konuda neredeyse tüm ilkler insanoğluna burada verilmiştir. İlk tuğla yapımı ve ilk fırınlar, ilk yüksek katlı tapınaklar ve saraylar, ilk tekerlek, ilk rahipler ve krallar, ilk tıp ve ilâçbilimi, ilk müzisyenler ve dansçılar, tacirler ve kervancılar, esnaf ve zanaatkârlar, ilk yasa maddeleri ve yargıçlar, ağırlık ve ölçüler... Kara taşımacılığında, tekerleğin ilk kez kullanımı, ilkokullar, ilk iki kamaralı meclis, ilk tarihçi, ilk “çiftçi takvimi”, ilk kozmogoni ve kozmoloji, ilk atasözleri ve deyişler, ilk edebî tartışmalar, ilk kütüphane katalogu, ilk kanunlar ve toplumsal reformlar… İlk gök bilimciler ve gözlem evleri, ilk matematikçiler ve fenciler… Belki de en önemlisi MÖ 3800 gibi erken bir tarihte yazı kullanımının da Sümer’de başlamasıdır. Kil tabletler üzerine kama şekilli olan bu yazı (çivi yazısı), Sümer’i tanrıların ve insanların şaşırtıcı hikâyelerini yazan kâtiplerin ülkesi haline getirmiştir. Sümerli kâtipler çeşitli piktografik işaretlerin hazır “tipo”larını yapmışlar ve bunları şimdi bizim ıstampayı kullandığımız gibi, ıslak kil üstüne istenen işaret sıralamasını bastırmak için kullanmışlardır. Ayrıca rotatif baskı makinelerimizin ilk tipi olan silindir mühürlerini icat etmişlerdir. Son derece sert taştan yapılan küçük bir silindire istenen mesaj veya desen tersten kazınmakta, mühür ıslak kil üzerinde ne zaman yuvarlansa, izi kil üzerinde “pozitif’ olarak çıkmaktaydı. Mühürler ayrıca belgelerin otantikliği konusunda teminat da sağlamaktaydı; belgedeki eski izle karşılaştırmak için hemen yeni bir iz yapılabilmekteydi. Sümerler ayrıca tüm kil ürünlerinin hafifliğini ve sağlamlığını birleştirmeyi mümkün kılan iki teknolojik hamleyi yani takviye ve fırınlamayı da gerçekleştirmişlerdir. Bilim insanları kil tabletlerde yazılı olan bu kadim metinleri mit, efsane olarak ele almaktadırlar. Oysa biz bunları gerçekten meydana gelen olayların kayıtları olarak düşünmekteyiz.

Aslında bilim dünyası, Sümerlerin bu yüksek uygarlığının birdenbire ortaya çıkışı karşısında tatmin edici bir cevap bulamamaktadır. Oysa cevap görmek isteyenler için ortadadır. Ortaya çıkartılan on binlerce kadim Mezopotamya yazıtından birinde şöyle denmektedir: “Güzel görünen her neyse, anunnakilerin lütfuyla yaptık.”

Teşekkür ederim röportaj için....