ZAMBAK KARABAY

Sevgili okuyucularımız “Türkiye’nin Elmas Çocuğu”ndan yani Ersin Faikzade’den bahsedeceğim. Ersin Faikzade’yi tek kelimeyle tanımlamak gerçekten çok zor. Katıldığı projelerden aldığı nişanlara, ünvanlara kadar çok donanımlı ve birçok hikaye’ye sahip bir kişi. Kendisini Lions’un Sosyal Sorumluluk Programı olan bir  gecede tanıma fırsatı buldum. Hayatı ve sanatına dair yaptığım röportajı siz değerli okuyucularımız ile paylaşmak isterim... 

Yakın dönemde yeni çıkan Asrın En Merak Edilen Kadını Prenses Süreyya (Prenses Süreyya / Aşktan Ölmek) kitabı ile Kalbi Aşktan Kırılmış Bir Kadının Bahtsız Hayat Öyküsü, Aşkı’ını yazdınız... hatta “Tanrı ona efsunlu bir güzellik vermişti ve bitmeyen bir hüzün” diyerek de eklediniz...

Lafı fazla uzatmadan röportaja geçiyorum. Öncelikle yaşadığımız sıkıntılı Corona Virüs günlerinde bana sizinle röportaj yapma değeri verdiğiniz için çok teşekkür ediyorum. 

Öncelikle sizi okuyucularımıza tanıtmak isterim. Ersin Faikzade kimdir? Bize kendinizden ve ailenizden bahseder misiniz?

 Öncelikle Gazete Vatan’a ve bizleri okuyan siz değerli okuyucularımıza sevgilerimi iletiyorum. Kendimi ancak şöyle tanımlayabilirim. Kendini insanlığa, sevgiye ve Aşk’a adamış bir adam.

Canım Anneciğimin MS hastalığına yakalanışı, 25 yıl yatağa mahkumiyeti ve ona aşık, kutsal sevgi bağı ile bağlı bir babanın evladıyım. Anneme olan büyük sevgimiz, saygımız onu hayata tutundurmamız yıllar içinde zihnimde fırtınalar estirdi. Ne yazık ki doğum günüm 7 Ağustos’ta annemi, babamı da 12 Ağustos’ta kaybettim. Hayat bir döngü ve yolumuza bakmamız gerektiğini amaçlarımızı ve hedeflerimizi yerine getirmemiz gerektiğini o an anladım.

Sanat hayatınız ne zaman başladı? Sizi çok yönlü aktiviteler yapmaya yönlendiren ne olmuştu? 

Sanatı çok seven bir ailede yetiştiğimden küçük yaşlarda en büyük sanatçıların seslerini ve hikayelerini öğrenerek büyütüldüm.Tarihi ve coğrafyayı çok seven babam bana bu özelliğimi işlemişti. Ve birgün tüm dünyaya gideceğimi, kültürler, insanlar ve her ırktan aileler edineceğimi küçük yaşlarda hedeflemiştim.

Çok ödüllü bir sanatçı olarak Türkiye’de size ve sanatınıza dair duyarlılığı nasıl görüyorsunuz? 

Tabiki halkımızın daha önce Türkiye’de görülmemiş bir sanatçı örneği var karşılarında. Sanat camiasında mesela kabul etmemek için baya bir savaş olduğu kesin. Beni tanıyan insanların gözünde ise ailelerinden bir parça, sevgi dolu dostları ya da ailelerinden birey gibiyim. Dualarında yer verdikleri sevdikleri biri olmak çok özel.

Sanatınıza ilginiz, nasıl ve ne zaman başladı?

7 yaşında arşivcilik yapmaya başladım. Halen o zamanlardan biriktirdiğim materyaller İzmir’deki evimde duruyor. Zaten orası Arşiv ev gibi... Tarihe olan büyük ilgim bir çok figürü hayatıma soktu ve son anıma kadar hep benimle olacakları kesin. Yazmak, araştırmak, öğrenmek, arşivler edinmek, yeni diller öğrenmek, sesimi daha iyi kullanmak, yeni her dilden şarkılar beyin arşivlerime eklemek...

Sanat benim tarzım diyen bir sanatçı olarak fotoğraflarınıza baktığınızda, gerçek zamanlı bir tünelde gibi hisseder misiniz?

Kesinlikle ben sanatın ta kendisiyim. Sanat zaten gördüğümüz her şeyde, Yüce Allahın yarattığı inceliklere bir bakarmısınız, gözlerimizin gördüğü her yerde o Asil yaratıcının muhteşem imzası var. Ruhum müzik ile yaşıyor, gözümü açtığım sabah saatlerinden uyuyana kadar hep müziğin içindeyim. Kendine özgü bir insan olduğumdan sınırlarım pek yok. Şarkı söylemek istediğim her koşulda yerde okuyorum. ☺ bazen çok esprili anlarda oluyor.

Yurt dışındaki başarılı sanatçı imajı, çalışmalarınız da gerçek değerini buluyor mu? 

Bu sorunuza yüz yüz demek istiyorum. Benim zaten yaptığım her çalışma yurt dışında çok ses getirdi ve saygınlık olarak bana geri döndü. Hangisini sayacağım şaşırıyorum şuan. İspanya’da Pedro Morales ile yaptığımız Türkçe ve İspanyolca Aşk şarkıları albümü. Manevi Babam dediğim İran’ın gelmiş geçmiş en büyük sesi Sattar ile yaptığım ve beni milyonlara tanıtan single çalışmamız Simin Bari benle özdeş oldu adeta.

İngiltere’nin Galler Bölgesindeki 2 yıl süren zihinsel engelliler projem, insan hakları elçisi, Barış Elçisi ünvanlarını bana getiren ilk adımım olmuştu. Daha sonra bana güç veren bu çalışmam 29 ülkede yer aldı.

Siz tarzınızı nasıl tanımlıyorsunuz ve çalışmalarınızla vermek istediğiniz mesaj nedir? 

Ben Evrenselim… Dünya’yım… Üzerimde Latin Amerika’yı da görürsünüz, Avrupa’yı da, Asya’yı da. Gittiğim coğrafyalara, ülkelere, insanlarına saygım sonsuz, dinlerine, dillerine, yaşayışlarına ilgim öğrenme aşkım onlarda büyük bir saygı ifadesi yaratıyor.

Vermek istediğim mesaj şudur ki “Hepimiz sadece insanız ve insan olarak yaşamak sorumluluğumuz var. Bizler AŞK ile varolmuşuz. Bu yoldan ayrılmadan kırmadan, incitmeden, terk etmeden, kimsenin Gönül Kabesini yıkmadan yürüyelim yolumuzda. İnsanlık kadar ulvi bir ünvanımız varken bunu yitirmeyelim. Herşey gelip geçici baki kalan sadece insanlık”...

Çeşitli hayır kurumları ve dernekler için ücretsiz konserler vermişsiniz. Bunun sizin için anlamı nedir? Sizi bu işe şevk eden nedir?

Röportajımızın başında da bahsettiğim gibi, rahmetli Anneciğimin henüz ben 5 yaşındayken vücud fonksiyonlarını kaybetmesi MS hastalığı neticesinde, kalbimde, beynimde büyük ızdıraplar yaşamama neden oldu. Hüzün dolu yılları nasıl insanlara yardım edebilirime çevirdim.

Allah’ın bana verdiği yetenekleri kullanmaya başladım, sesimi ve iletişim yeteneğimi, herkese ulaşabilecek kadar güçlü hissediyordum kendimi ve kendi imkanlarım çerçevesindede bunu yaptım.

Engellilerin daha kaliteli yaşamalarını destekleyen ve Avrupa Birliği tarafından desteklenen “Plast Lıuest Day Service’’ projesine katılmışsınız. Biraz bundan bahseder misiniz?

Hayatımın ilk ve en büyük projesiydi. Annemin hastalığında İzmir’deki evimizde pek çok gönül dostlarımız hayatlarımıza girmişti. Ev neşe ve müzik ile birlikle dolup taşardı...  Ailece; hayata herşeye rağmen gülümsemeyi zorluklar içinde neşe dağıtabilmeyi gösteriyorduk dostlarıma ve hayatımıza yeni girenlere. İşte Zehra teyzemizde böyle güzel bir dostluk örneğiydi annemin arkadaşı ve bizlere bilgelik yolu açan güzel kalp. 

 Beni İngilteredeki bu projeye yönlendirende o oldu. Prenses Diana’ya olan büyük sevgim ve ilgim beni Galler’e uçurdu. Neyi hayal edersen o gerçeğe dönüşüyormuş. Ben hüzünlerimi de acılarımı da içimde yaşıyorum fırtınalar kasırgalara dönüşüyor ve kimse iç dünyamı bilemiyor.

Amerika’da ”Türkiye’nin Elmas Çocuğu”, Pakistan’da ”Barışın Sesi”, İran’da ”Sevginin Sesi”, Türkiye’de ”İtalyanlara Allah Dedirten Tenor” diye tanınıyorsunuz. Her lakabın anlamınsan söz eder misiniz?

Yapmış olduğum uluslararası sevgi temalı, yardım projelerindeki insanlara verdiğim koşulsuz ve yaklaşımı görenler takdirlerini dile getirmek için hep ünvanlar takmışlardır. Birgün Amerikalı bir tv yapımcısı bir röportaj yapmıştı benimle anlattıklarım o kadar kalbine girmiş ki, kapak olduğum Washington’daki diploması dergisi kapağında şu başlığı atmıştı. “Türkiye’nin Elmas Çocuğu’’…  

Pakistan ise beni evlat olarak kabul eden bizim gerçek dostumuzdur. Her yıl giderim ve muhteşem karşılamalar ve sevgi gösterileri yaşarım İslamabad’da Lahor’da. En çok konserler bu ülkede veririm. Devlet televizyonları Elmas Star olarak yayınlar özel röportajlarında beni. Allah’tan bir youtube kanalım var ve bu anlattıklarımın hepsi videolar ile izleyenlere ulaşıyor.   

İtalya ise bir başka yanım dostlarım ve sevenlerim, Sicilya’da verdiğim konserde Çile Bülbülüm şarkısını defalarca okutmuşlardı bana ve gazetelere manşet olarak düşmüştü  “İtalyanlara Allah Dedirten Tenor’’.

Çok özel anılarım var İtalya’ya dair. Vatikan’a davet edilen Müslüman bir Barış elçisi ve kilisede hayat öyküm İtalyanca ve İngilizce Pazar ayininde okundu ve Ave MARİA ilahisini ünlü Soprano Anne Laura ile seslendirdik. Kilise duvarları alkıştan yıkılacak sanmıştım o gün. Youtube’dan videosunu izlemenizi tavsiye ederim.

Ülkemizin sanat alanındaki size yaklaşımı ne durumda? Size olumlu/olumsuz yanları nelerdir? 

Açıkça söylemek gerekirse ülkemiz çok fazla gündeme gebe, çok çabuk gündem değişebiliyor pek stabil kalamıyoruz. Aslında artık Dünya’da bu şekilde. Dünya’da ses getiren projelerimin kendi ülkemde daha çok kitlelere ulaşması öncelikle güçlü sesimin her kesime yayılmasını kalbimden diliyorum. Ben bu ülkenin milletimin evladıyım. Gittiğim her kıtada ülkede Türkiye’nin Elmas Çocuğu olarak yer almanın onurunu yaşıyor ve bu şekilde ülkemi her platformda yüceltiyorum.

Yurt dışındaki başarılı çalışmalarınızla Türkiye’yi  en iyi şekilde temsil ediyor olmak sizce nasıl bir duygu?  

Böyle bir fırsatın ilahi bir şekilde bana gelmiş olması belkide en büyük mutluluğum. Çünkü düşünün yapılan iyi niyetli adımlar çığ gibi büyüyor ve dünya’da pek çok kesimi etkiliyor ve takdir görüyorsun. Sonra Dünya’ya ilham veren Şahsiyetler listesine halk oylaması ile alınıyorsun. 2013 yılında BM tarafından. İNSANLIK ile anılmak ve davet edilmek ve hürmet görmek beni çok duygulandırıyor. İnsanlığın Yıldızı diye anons edilip 5 Mayıs 2020’de Küresel Barış Elçisi ilan edilmek sanırım en büyük onur olsa gerek.

 “Prenses Diana ve Ersin Faikzade”... Sanatçılar, tiyatrocular ve doktorların bulunduğu kendi ülkelerinde, şehirlerinde Prenses Diana hakkında birtakım etkinliklerde bulunan bir vakıf kuruluyor... Diana’nın vefatından sonra anma törenlerine katılıyorsunuz... Okuyucularımıza vakfa dair bigi verir misiniz? Evet...aldığınız Gal Nişanı’ndan.

Çocukluğumun ilk ikonu Galler Prensesi Lady Diana, güzelliği, içtenliği, dünyanın en güçlü ülkesinin gelecekteki Kraliçesi olacaktı ama kader izin vermedi. İnsanlara dokunması beni çok etkilemişti, korkmadan insanlık için adımlar atıyordu. Her yerde hemde. Ünvanını, popülerliğini insanlık için sosyal farkındalık için kullanması beni çok etkilemişti. Hayalimde yaşattığım onunla tanışma fikri, vefatı ile sona ersede daha sonra ilk insani projemi Galler’de yapmış olmam ve büyük arşivlerimi orada toparlamam asla ve asla tesadüf olamaz. Bu büyük bir tevafuk… Hayatımın her alanında olduğu gibi.

2 yıl Zihinsel ve Bedensel Engelliler için aklınıza gelecek her ihtiyaçları ve  sosyal hayata tutunmalarını entegre edecek bir projede yer aldım. Zormuydu? Kimilerine göre delilikti yaptığım. Bir İngiliz sahil kasabasında kendini yaşlı ve engelli insanlara adamak ve onları hayata tutundurmak. Benim için ise hayata kattığım en büyük renk ve değer olarak yolumu açmıştı. Bana Gal Nişanını getireceğini bilmeden sadece severek bu işi yaptım.

Lady Diana, Prenses Süreyya ve Farah Diba Pehlevi üzerine yazdığınız makaleler ve belgeseller mevcut. 3 kadının sizin için anlamı nedir? Neden bu 3 kadını seçtiniz? Nasıl tanıştınız?

3’ü de dünyayı çok etkilemiş, kalpleri çeşitli şekillerde kırılmış ve enerjileri ile insanların farklı bir dünyaya açılan pencereleri olmuşlar. Beni de çok etkilediler ve bu yaşıma kadar hep arşivlerini topladım ve makaleler ve belgesel videolar ile kitlelere ulaştım. Şimdi de çok ses getiren Prenses Süreyya’nın kitabını çıkardım.

2014 Şubat ayında Latin Amerika ülkelerinde Paraguay, Arjantin ve Şili’de yaptığınız İnsanlık Projeleri’nden bahseder misiniz? Ve aldığınız Şeref Madalyasından...

Latin Amerika benim kalbim oldu özellikle Brezilya, Paraguay ve Arjantin... 3’üne çok seyahat yapıyorum. Paraguay’da her yıl 2 ay kalıyorum evimde. Çok sevgili dostlar ve aileler edindim orada doğallığı yaşıyorum. Hırslarında egolarından arınmış ya da hiç daha önce bu kötü huyları tatmamış insanların arasında basit bir hayat yaşamak muhteşem benim için.

Müziğin gücüne inanır mısınız? Türk müziğine olan katkılarınızdan bahseder misiniz? 

Müziğin gücü zaten beni dünyalara tanıttı ve sevdirdi. Türk müziğini dünya üzerinde pek çok ülkede seslendirerek duyulmasını sağlıyorum. Dilimizin ne kadar ahenkli ve melodik alt yapısını duymaları beni de sevindiriyor. Düşünün Şili’de, Arjantin’de, Uruguay, Brezilya, Paraguay’da dünyanın en uzak ülkesinde Türkçe - İspanyolca şarkılar söyleyen bir BARIŞ VE SEVGİ ADAMI. 

Eşsiz bir sanatçı olarak sanatınızla ülkemizi dünyada temsil edebiliyor ve gelecek nesillere aktarabiliyor musunuz? Bu konuda size yaklaşımı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yaptığım tek şey sadece kendimi yaşamak… İçimden geldiği gibi ruhuma neresi iyi geliyorsa oraya gitmek kendimi yaşamayı seviyorum. Arjantin Buenos Aires’te tango yaparken ya da Londra Kensington Sarayı’nın arkasındaki Cafe dostlarımla 5 çayı içerken Prenses Diana’nın bir zamanlar o bahçelerde olduğunu hissetmek. Pakistan’daki aileme gittiğimde o güzel mabedleri ziyaret etmek o mistik havayı solumak… ve gittiğim her yerde Türkiye insanını sevgi ile saygı ile temsil etmek... zihinlerde güzel imajlar bırakmak.

Evet... araştırmam üzerine Sattar ve siz desem? Manevi babanızdan ve beraber söylediğiniz ”Simin Bari” şarkısından bahseder misiniz? Nasıl tanıştınız ve neden manevi babanız olarak bahsediyorsunuz kendisinden?

2011 yılında canım babacığımı kaybettim. İçime öyle dokunduki ansızın gidişi...  zaten hayatımda herkes ansızın terk etti beni... canım annem doğum günümde, babacığım ise sabah kahvaltısı için bana simit almaya gidip geri dönmedi… Hayatta en sevdiğim aşık olduğum insan dediğim ise bir yılbaşı gecesi ansızın terk edip beni yalnızlığa mahkum etti…        

Hep ansızın oldu bu gidişler… Allahın takdiri dedim hep susdum... Başka çare varmıydı ki sanki. İşte Sattar’da babamın vefatından 1 ay sonra bana bir mail ile ulaştı. Bir düet yapmak istediklerini ve gerçek bir sanatçı ile bunun olacağını söylediler. Havalara uçmuştum. Sadece kendim olduğum için duygularımı hep ön planda yaşadığım için insanlar beni hep sevdiler... ve Sattar’da bildi sevgi dolu ona yaklaşımımı, içtenliğimi ve riyasızlığımı…

Bende ona Baba dedim ve büyük konserlere beni yanında çıkardı düet yaptık. Geniş kitleler sayesinde beni tanıdı. Daha nasıl babalık yapılırdı ki zaten söylesenize...

2019 Ocak ayında Los Angeles, Beveryl Hills Hilton’da 50. Sanat yılında beni onur konuğu olarak çıkardı. Yer yerinden oynadı. Kraliçe Farah Pehlevi en önde tüm ileri gelen sürgündeki İranlılar, California Valisi herkes orada.  Sahneye oğlum diye aldı, elini öpecekken alnımdan öptü. Birlikte İran’ın şimdilerde yasaklı olan İmparatorluk Marşını hep birlikte okuduk.Yine youtube hesabımdan bu videoları izlemenizi tavsiye ederim. Hayatımın en unutulmaz anlarıydı diyebilirim. Büyük bir ihtişam vardı ve en gözde adamın oğlu olmam orada bir anda beni ilginin merkezine itmişti. 

Gazetelerde şöyle yer aldı sonra “Beverly Hills’te bir Elmas Türk’’. 

Konumunuza dair bir sorum olacak... önemli bir İnsan Hakları Örgütü tarafından ”Dünya İyi Niyet Elçisi” seçildiniz. (Excelleny Ambassador of Human Rights) Bundan bahseder misiniz? Nasıl seçildiniz ve bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Yaptığım çalışmaları asla bana ünvan getirsin beni yukarılara taşısın ya da madalyalara, plaketlere boğulayım diye yapmadım. Sadece kalbimden bu şekilde adım atmak geliyordu. Bu benim hayat amacımdı. Çocukluktan beri süregelen bir istekti...  başka türlü bir hayat zaten ben bilmiyorum. Ben kimseyi kıramam ama beni kırıp atarlar. Olsun derim ben güçlüyüm toparlayabilirim ama ya ben kırarsam ya toparlayamazlarsa hep korkarım bundan. İnsan hakları elçisi ilanım törenle 2009’da İtalya Sicilya adasında gerçekleşti. Sonra Sabancı Atlı Köşk’te bir törende ödülümü aldım.

 “Yılın Barış İnsanı’’ ve devamı geldi. Dünya İnsan Hakları Komisyonu (IHRC) Genel Sekreteri Rafal Marcin bir basın toplantısı ile dünyaya 5 Mayıs 2020’de beni yeni “Küresel Barış Elçisidir’’ diye tanıtı. Ve bir diplomatik kimliğe sahip oldum bir bayrağım ve flamalarım var artık. Uluslararası toplumda bu Ünvan ile karşılanıyorum şimdilerde.

Prenses Süreyya / Aşktan Ölmek adlı yeni çıkan kitabınızdan kısa da olsa bahseder misiniz? Literatürel olarak nasıl bir yankı uyandırdı? Etki / Tepki boyutları oluştu mu? 

Şimdi gelelim gündemdeki en büyük konumuza. Tam 20 yılımı verdiğim arşivciliğimin en büyük eseri “Prenses Süreyya” “Aşktan Ölmek’’ romanım.

Kitabı yazmaya karar verip ilk sayfalarını yazmaya başladığımda Türkiye ve dünya medyasında inanılmaz bir reaksiyon oldu. Çünkü daha önce hiç yazılmamıştı. Prenses Süreyya büyük bir ikondu bir zamanlar Dünyada. Milyonlarca kadının kalbi bu aşk neticesinde kırılmıştı. Çünkü kısırdı ve bir evlat veremiyordu İran Şahına, ikisi de deliler gibi aşıklardı birbirlerine, insanların koyduğu kurduğu bu düzende anayasa onları ayırdı. Ağlaya ağlaya ayrıldılar, Süreyya sürgün edildi. Bir daha ülkesine giremedi. Dünya ayağa kalktı, hiç bir kadın bu şekilde bir ayrılığı hak etmiyordu. Onun kusuru değildi kısır olmak. Takdiri ilahiydi bu. Şah yeniden evlenmek zorunda kaldı Farah Diba ile. Çünkü tahta bir veliaht gerekliydi. Ne oldu yıllar geçti. İran kalkındı Dünyanın en zengin en saygın ülkelerinden biri haline geldi. Şah beyaz devrim dediği Atatürk’ten Türkiye’den etkilenerek kadınlara seçme seçilme hakkı verdi. Petrolün kontrolünü ele geçirdi, dünyada artık kural koyucu oldu. Prenses Süreyya ise Avrupa sosyete davetlerinin vazgeçilmesi oldu mutsuz ve ihtişamlı bir hayat yaşadı. Ayrılığından 20 yıl sonra yeniden aşık oldu. Evleneceğim dedi ama karar verdikten birkaç hafta sonra uçak kazasında onuda yitirdi. Şah’a mı ne oldu? Ülke molların eline geçti orta çağ karanlığına mahkum oldu. Kanserden vefat etti. Ülke elden gitti. Artık bir veliahtı vardı ama ülkesi ve tahtı yoktu. Kitabımda Gönül Yazar’dan, Zeki Müren’e, Frank Sinatra’dan Prenses Diana’ya pek çok ikonu göreceksiniz. Ve her bölümde Aşkı bizlere yaşatan öğreten büyük ustaların sözleri, Mevlana, Şems, Sadi Şirazi, William Shakespeare. Bu kitabın yazılması kapağının tasarımına kadar her bir santiminde emeğim var. Düşünün ki Fransa, İspanya, İngiltere, İtalya, Amerika ve Türkiye’de pek çok kitapçılardan arşivler derleyip ve birebir Süreyya’nın yakınlarından olayları dinleyip, sadece gerçekleri yazdım ve o döneme ışık olacak bir eser ortaya çıktı. Eleştirmenlerden tam not alırken daha önce hiç yapılmamış bir şey yaşıyoruz. Kitabı nereden alırlarsa alsınlar insanlar okurken fotoğraflarını paylaşıyorlar. Prenses Süreyya aslında her evde bir isimdi bir zamanlar, kimin halası, kiminin annesi, babaannesi herkes Süreyya’ya benzetiliyor o güzellik ile anılıyor. Çünkü insanların zihninde bir ikon... Ruhunu onurlandırdığım için çok mutluyum. Farsça diline Shima Asadi çeviriyor ve İngilizce olarak da yakında yayımlanacak. Düşünün farklı dillere de çevrildiğinde dünyanın pek çok yerinde kitabım gözyaşları ile hayattan dersler alınarak okunacak.

Kitabım bestseller olma yolunda gidiyor bu beni çok mutlu ediyor neredeyse her şehirde bir eve girmesi, yurt dışına gitmesi ve hepsini kurduğum web sitesinden "www.prensessureyya.com"dan aldıklarında evlerine imzalı bir şekilde gidiyor. Ve canım şehrim İzmir’imde imza günümde 30 Ekim depremini birebir yaşadım. Bu yüzden satılan kitaplar bir amaca hizmet ediyor. Şimdi İzmir depremzedeleri için bağış olacaklar. Hep yakın tarihimizi ve dünyadaki olayları bilinmeyenleri bu kitapta okurken hemde bir amaca hizmet etmenin mutluluğunu yaşayacaksınız.

Kitabı okuyanlar gözyaşları ile ellerinden bırakamadıklarını dile getiriyorlar, akıcı ve çok sade bir dille yazdım 6 ay eve kapatıp kendimi ve bende çok gözyaşı döktüm yazarken. Biliyor musunuz ilk kez sizinle paylaşıyorum ben bu kitabı yazarken çok aşıktım…. Ve kitabı bitirdiğim noktasını koyduğum gün sevdiğim gitti...  yani beni terk etti. Çok şaşırdım ve sesimi bile çıkaramadım… Büyük bir şoka girdim uzun süre.

“Aşktan Ölmek” kitabı en yakın diliyle aşkı ve kocaman bir hiç olduğumuzu bize anlatıyor... Bu hiçlik bilinci ile yaşayalım… Çünkü herşey gelip geçici, dilerdimki sadece AŞK BAKİ KALSIN ve kimse kimseyi sessizliğe mahkum edip gitmesin.

Son olarak eşsiz bir sanatçı olarak bundan sonraki yıllar için ne gibi projeleriniz var?

Kitabım bana büyük bir şevk verdi şehir şehir dolaşıyorum sevenlerimle buluşuyorum, gözyaşları ile bana sarılıyorlar,sevgilerimizi dile getiriyoruz, tek tek uzun uzun kitabıma hislerimi yazıyorum kargoluyorum ya da imza günlerinde şarkılarla birlikte oluyoruz. Yeni kitaplar gelecek, yaşamım inanılmaz deneyimler ile dolu. Hastalıklar, kayıplar, projeler, sanat, kültür, diller, dinler ülkeler ve kıtalar... ve terk edilişler, karanlığa düşüp çukurun altından tek başına daha güçlü bir şekilde tırmanışlarım. Hayatın anlamını anlamış biri olarak yoluma devam ediyorum.

Bir televizyon programı yapacağım çok yakında. Artık internet dünyasındayız ve sizlere buradan daha çok ulaşacağım, konuklar alacağım ve deneyimlerimi paylaşacağım. Şarkılar söyleyeceğim. Dünyamı sizlere daha çok tanıtacağım. Ve yeni bir şarkı çok sürpriz bir eser gelecek harika bir video klip ile birlikte.

Yine AŞK’ı anlatacak… Aşk adamından şimdilik bu kadar... yeniden birlikte olana kadar hep sevgi ile kalın. Sizleri çok seviyorum.