YAĞMUR TANYILDIZ'ın röportajı için tıklayınız...
İş dünyasının tanınan isimlerinden, Ekonomist ve Akademisyen Doç. Dr. Yasin Kalafatoğlu ile Türkiye'nin AB üyelik sürecini, beyin göçünün Türkiye'yi nasıl etkilediğini, ABD ve AB iki küresel güç arasındaki politika alanlarını konuştuk…
Türkiye'nin kısa vadede AB'ye katılması olası mıdır sizce?
Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne (AB) üyelik süreci uzun ve karmaşık bir süreçtir. Avrupa Birliği'ne katılım genellikle kısa süreli bir süreç değildir, çünkü bir ülkenin AB üyesi olabilmesi için yerine getirmesi gereken birçok kriter ve prosedür vardır. Bu süreç genellikle yıllar alır ve belirli aşamalardan geçmeyi gerektirir. Bir ülkenin AB'ye tam üyelik başvurusu, AB Komisyonu'nun değerlendirmesi, katılım müzakereleri, gerekli yasal düzenlemelerin yapılması ve sonunda AB üyesi ülkelerin onayını içerir. Türkiye 1987 yılında tam üyelik başvurusunda bulunmuş, 1999 yılında aday ülke statüsü kazanmış ve 2005 yılında tam üyelik müzakerelerine başlamıştır. Ancak müzakereler yıllar boyunca çeşitli nedenlerle duraklamış veya yavaşlamıştır. Sonuç olarak, Türkiye'nin kısa vadede AB'ye katılması olası görünmemektedir. Bu süreç hem Türkiye'nin iç reformları hem de AB ile olan ilişkilerin durumuna bağlıdır.
Türkiye'nin AB üyelik sürecinin uzun sürmesine ve hala bir sonuca ulaşmamasına yol açan nedenler nelerdir?
Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne (AB) katılım süreci uzun ve karmaşık bir süreçtir. Bu sürecin uzamasında ve üyeliğin gerçekleşmemesinde birkaç temel politik neden öne çıkmaktadır:
1. Demokrasi ve İnsan Hakları: AB, üye ülkelerin demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi değerlere sıkı sıkıya bağlı olmasını bekler. Türkiye'deki ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, yargı bağımsızlığı ve insan hakları ihlalleri konusundaki endişeler, Türkiye'nin AB'ye üyelik sürecini olumsuz etkilemektedir.
2. Kıbrıs Sorunu: Türkiye'nin Kıbrıs Cumhuriyeti'ni tanımaması ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni desteklemesi, AB üyelik sürecinde önemli bir engel olarak görülmektedir. AB, Kıbrıs Cumhuriyeti'ni tanımayan bir ülkenin üyeliğini zor bir durum olarak değerlendirmektedir.
3. Ekonomik ve Yapısal Reformlar: Türkiye'nin AB standartlarına uyum sağlayabilmesi için ekonomik ve yapısal reformları gerçekleştirmesi gerekmektedir. Ancak, bu reformların uygulanması sürecinde yaşanan aksaklıklar ve yavaş ilerlemeler, süreci olumsuz yönde etkilemiştir.
4. Siyasi İstikrarsızlık ve Güvenlik Endişeleri: Türkiye'nin iç siyasi istikrarı ve komşu ülkelerle olan ilişkilerindeki gerginlikler de AB sürecinde sorunlar yaratmaktadır. Özellikle Suriye krizi, terörle mücadele ve Türkiye'nin dış politikadaki tutumu, AB'nin Türkiye'nin üyeliği konusunda çekinceler yaşamasına neden olmaktadır.
5. AB Üye Devletlerinin Tutumları: Bazı AB üyesi ülkeler, Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğine karşıdır. Bunun temelinde kültürel farklılıklar, Türkiye'nin büyük nüfusu ve göç endişeleri gibi nedenler yer almaktadır. Özellikle Fransa ve Almanya gibi ülkeler, Türkiye'nin tam üyeliği yerine "imtiyazlı ortaklık" gibi alternatif öneriler sunmuştur.
6. AB İçindeki Dönüşümler: AB'nin kendi içinde yaşadığı yapısal dönüşümler ve genişleme yorgunluğu, Türkiye'nin üyelik sürecini olumsuz etkilemiştir. Brexit gibi olaylar, AB'nin yeni üyelere kapı açma konusunda daha temkinli bir tavır sergilemesine neden olmuştur.
Bu nedenler, Türkiye'nin AB üyelik sürecinin uzun sürmesine ve hala bir sonuca ulaşmamasına yol açan başlıca politik etkenlerdir.
Olası bir savaş durumunda NATO üyesi olan Avrupa Birliği (AB) ülkeleri, genellikle NATO'nun kolektif savunma mekanizmaları çerçevesinde hareket ederler. Bu durumda, NATO'nun 5. Maddesi devreye girer. Bu madde, bir NATO üyesine yapılan silahlı bir saldırının, tüm üyelere yapılmış sayılmasını ve kolektif bir savunma yanıtını öngörür. Dolayısıyla, NATO üyesi olan AB ülkeleri, NATO'nun alacağı ortak kararlara uymak zorundadır. Eğer NATO bir askeri müdahale kararı alırsa, bu ülkeler de bu müdahaleye katılmak durumunda kalırlar. Ancak, bazı durumlarda ülkeler kendi ulusal çıkarları doğrultusunda farklı politikalar izleyebilirler ve bu da ittifak içinde bazı gerilimlere yol açabilir. AB'nin kendi savunma mekanizmaları ve politikaları da bulunmaktadır, ancak AB'nin savunma politikası, NATO kadar güçlü bir askeri entegrasyona sahip değildir. Yine de, AB üyesi ülkeler arasında savunma ve güvenlik konularında işbirliği söz konusudur ve bu işbirliği, olası bir savaş durumunda NATO'nun kararlarını destekleyici nitelikte olabilir.
Türkiye'de beyin göçü ülkemizi nasıl etkiliyor?
Avrupa ülkelerinin yaşlanan nüfusları ve düşen doğum oranları, bu ülkeleri göçmen kabul etmeye yönlendiriyor. Genellikle, Türkiye'den başarılı kariyer yapmış insanları tercih etmeleri, Türkiye'de beyin göçü olarak bilinen duruma katkıda bulunuyor. Bu durum beyi birkaç açıdan etkileyebilir:
1. Beyin Göçü ve Yetenek Kaybı: Türkiye'den nitelikli iş gücünün yurtdışına gitmesi, ülkenin ekonomik büyüme potansiyelini sınırlayabilir. Özellikle yüksek eğitimli ve yetenekli bireylerin göç etmesi, yerel iş gücü piyasasında nitelikli eleman açığı yaratabilir.
2. Ekonomik Kaynakların Kaybı: Göç eden bireylerin yurtdışında daha yüksek gelirler elde etmeleri, bu kişilerin Türkiye'de yaratabilecekleri ekonomik değerin başka ülkelerde ortaya çıkmasına yol açabilir. Bu da Türkiye'nin ekonomik kalkınma sürecini olumsuz etkileyebilir.
3. Sosyal ve Kültürel Etkiler: Nitelikli insan gücünün göç etmesi, Türkiye'nin sosyal dokusunda da değişikliklere neden olabilir. Göç eden bireyler genellikle genç, dinamik ve eğitimli oldukları için, bu kesimin göçü toplumun genç ve eğitimli nüfusunun azalmasına yol açabilir.
4. Uzun Vadeli Kalkınma Üzerindeki Etkiler: Yetenekli bireylerin yurtdışına göç etmesi, Türkiye'nin uzun vadeli kalkınma hedeflerine ulaşmasını zorlaştırabilir. Teknolojik gelişim, inovasyon ve bilgiye dayalı ekonomi gibi alanlarda geri kalma riski doğabilir.
Ancak, bu süreç bazı fırsatlar da doğurabilir. Örneğin, yurtdışına giden Türk vatandaşlarının elde ettikleri bilgi, beceri ve ağlarla Türkiye'ye dönmeleri veya Türkiye'yle işbirliği yapmaları durumunda, bu göçün olumsuz etkileri bir nebze hafifletilebilir. Ayrıca, göç eden bireylerin Türkiye'ye döviz göndermeleri de ekonomik anlamda katkı sağlayabilir.
Türkiye’nin ihracatını artırmak için neler yapılabilir?
Türkiye’nin ihracatını artırmak, ekonomi açısından büyük önem taşımaktadır. Ancak, yüksek maliyetler, özellikle Avrupa Birliği (AB) pazarında rekabet gücünü olumsuz etkilemektedir. Maliyetlerin yüksek olması, üretim maliyetlerinden enerji fiyatlarına kadar pek çok faktörden kaynaklanabilir. Bu durum, Türkiye'nin ihracatını zorlaştırmakta ve rekabet avantajını azaltmaktadır.
Türkiye’nin bu sorunu çözmesi için birkaç strateji üzerinde durulabilir:
1. Üretim Maliyetlerinin Azaltılması: Enerji maliyetlerinin düşürülmesi, üretim süreçlerinin verimliliğinin artırılması ve hammadde temininde maliyet avantajı sağlayacak anlaşmaların yapılması, ihracatçıların rekabet gücünü artırabilir.
2. Ar-Ge ve Teknoloji Yatırımları: İnovasyon ve teknolojiye yapılan yatırımlar, ürünlerin katma değerini artırarak uluslararası piyasalarda daha rekabetçi hale gelmelerini sağlayabilir.
3. Alternatif Pazarların Geliştirilmesi: AB pazarına ek olarak, Asya, Afrika ve Amerika kıtalarındaki pazarlara yönelik stratejik ihracat politikaları geliştirilerek pazar çeşitlendirilmesi sağlanabilir.
4. Devlet Destekleri: İhracatçılara sağlanacak teşvik ve sübvansiyonlarla maliyetler düşürülebilir ve ihracatın artırılması teşvik edilebilir.
Bu stratejiler, Türkiye’nin ihracatını artırarak ekonomik büyümeye katkı sağlamasına yardımcı olabilir. Ancak, sürdürülebilir ve kapsamlı bir ekonomik reform programı da bu süreci desteklemek için gereklidir.
ABD ve AB iki küresel güç arasındaki politika alanları nelerdir?
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Avrupa Birliği (AB) arasındaki politikalar, uzun yıllara dayanan güçlü bir ortaklığa ve geniş bir işbirliği yelpazesine dayanmaktadır. İşte bu iki küresel güç arasındaki bazı önemli politika alanları:
1. Ticaret ve Ekonomi: Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP): ABD ve AB arasında müzakere edilen ancak henüz sonuçlandırılmamış bir serbest ticaret anlaşmasıdır. Bu anlaşma, taraflar arasındaki ticaret engellerini azaltmayı amaçlamaktadır. Ekonomik İşbirliği: ABD ve AB, küresel ekonominin istikrarını sağlamak amacıyla G7 ve G20 gibi uluslararası platformlarda birlikte çalışır. Ayrıca, karşılıklı yatırımlar ve ticaret, transatlantik ilişkinin temel taşlarından biridir.
2. Güvenlik ve Savunma: NATO: ABD ve AB üye ülkeleri, Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) bünyesinde savunma ve güvenlik alanında yakın işbirliği yapar. NATO, transatlantik güvenliğin temelini oluşturur ve kolektif savunma ilkesi üzerine kurulmuştur.
Terörle Mücadele: ABD ve AB, terörle mücadele alanında bilgi paylaşımı, istihbarat işbirliği ve sınır güvenliği gibi konularda yakın işbirliği yapar.
3. Çevre ve İklim Değişikliği:
Paris İklim Anlaşması: Hem ABD hem de AB, küresel ısınma ve iklim değişikliğiyle mücadelede Paris Anlaşması'nı desteklemektedir. Ancak, ABD'nin bu anlaşmadan dönemsel olarak çekilmesi ve yeniden katılımı gibi gelişmeler yaşanmıştır.
*Yeşil Mutabakat: AB'nin Yeşil Mutabakat politikası, ABD ile çevre ve sürdürülebilirlik alanında işbirliği fırsatları yaratmıştır.
4. Dış Politika ve Diplomasi:
Rusya ve Çin Politikaları: ABD ve AB, Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik saldırganlığı ve Çin'in küresel etkisi gibi konularda zaman zaman ortak bir duruş sergilemiştir. Yaptırımlar, diplomatik baskı ve stratejik ittifaklar bu alandaki işbirliğini şekillendiren unsurlar arasındadır.
İran Nükleer Anlaşması (JCPOA): ABD ve AB, İran'ın nükleer programını sınırlamak için yapılan bu anlaşmanın taraflarıdır. Ancak, ABD'nin Trump yönetimi döneminde bu anlaşmadan çekilmesi ve Biden yönetimi altında yeniden müzakerelere başlaması, transatlantik ilişkileri etkilemiştir.
5. Teknoloji ve Dijital Politika:
Veri Koruma ve Gizlilik: AB’nin Genel Veri Koruma Yönetmeliği (GDPR) ve ABD’deki veri gizliliği uygulamaları, iki taraf arasındaki dijital işbirliğini ve anlaşmazlıkları şekillendiren önemli bir konudur.
Teknolojik Rekabet: Teknolojik yenilik ve dijital altyapı konularında ABD ve AB arasında rekabet ve işbirliği bir arada yürütülmektedir. Bu alanda ortak standartlar belirleme ve teknoloji devlerinin düzenlenmesi gibi konular da gündemdedir.
Bu alanlar, ABD ve AB arasındaki ilişkilerin sadece bir kısmını temsil etmektedir. İki taraf arasındaki ilişkiler, zaman zaman anlaşmazlıklar ve farklılıklarla karşılaşsa da genel olarak işbirliği temeline dayanmaktadır.
Türkiye'den Almanya'ya ilk göç eden Türkler, 1960'lı yıllarda pek çok zorlukla karşılaştılar. Dil engeli, kültürel farklılıklar, ayrımcılık, iş hayatında yaşanan zorluklar ve entegrasyon süreci gibi birçok sorunla mücadele etmek zorunda kaldılar. İlk nesil Türk göçmenlerin çocukları ve torunları olan sonraki nesiller ise, bazı konularda ilerleme kaydetmiş olsalar da, hâlâ belirli zorluklarla karşılaşabiliyorlar. Yeni nesil, Almanya'da doğmuş olmanın avantajlarına sahip olsa da, hala kültürel kimlik, aidiyet sorunu, ayrımcılık ve iş piyasasında fırsat eşitsizlikleri gibi konularla uğraşabiliyor. Ancak, bu sorunlar önceki nesillere kıyasla daha karmaşık ve farklı biçimlerde ortaya çıkabiliyor. Örneğin, bu nesiller hem Alman toplumuna entegre olma baskısı altında hem de kendi kültürel kimliklerini koruma çabası içinde kalıyorlar. Sonuç olarak, yeni nesiller bazı alanlarda daha iyi durumda olsa da, toplumsal entegrasyon ve ayrımcılık gibi konularda zorluklar tamamen ortadan kalkmış değil. Bu zorluklar, hem Almanya hem de Türkiye açısından önemli bir toplumsal ve politik mesele olmaya devam ediyor.