NEDRET HOTUN

BURSA

Bu haftaki konuğum Türk fotoğrafında 50. yılını geride bırakan ‘hayatla olan derdini fotoğraflarıyla dile getiren’  sanatçı, düşünür, akademisyen Kamil Fırat.

Kamil Fırat’la Nişantaşı’nda bir galeride ‘Mektuplar’ adlı sergisiyle tanışmıştım. Sergisinden çok etkilenip, üzerinde saatlerce düşündüğümü hatırlıyorum. Fotoğraflarının felsefi alt yapısının önemini görmüş, onu öne çıkaran ve diğerlerinden farklı kılan yanını kavramıştım.
Daha sonra Bursa Fotofest’in küratörü olarak çıktı karşımıza. Sevecen gözleriyle bilgisini, tecrübesini aktaracak pırıltılı gözler arıyordu. Sıradışı bir fotoğrafçı olduğu kadar sıra dışı bir akademisyen olan Kamil Fırat’ın hayatının bir kesitine gelin hep birlikte tanık olalım.


 

-Kamil Fırat Bey merhaba, Türk fotoğrafının önemli isimlerinden birisiniz. Fotoğraf hayatınızın hangi evresinde girdi, fotoğraf sanatıyla nasıl ilgilenmeye başladınız?

Fotoğraf hayatıma lise yıllarında girmişti. Herkesin o zamanlar birkaç alana merakı olurdu. Benim de bir taraftan spora, diğer taraftan da fotoğrafa ilgim vardı. Üniversiteye başlayınca spor ikinci mesele oldu. Ancak fotoğraf üniversitede eğitimini aldığım alan oldu.

Fotoğraf eğitimi alma kararım çok bilinçliydi. Ancak fotoğraf merakımı tetikleyen birkaç kişinin büyük teşviki olduğunu söyleyebilirim.


-Fotoğraf sizce neyi ifade ediyor?

Fotoğrafı tek bir cümle ile ifade etmek pek mümkün değil. Ancak fotoğrafın gerçeklikle olan ilişkisi, fotoğraf ile uğraşanların –en azından bir kısmının- fotoğraf için “hayatı dert etme” anlamına geldiğini, -en azından benim için- söyleyebilirim. Fotoğraf ile uğraşıyorsanız ve hayat sizin dert ettiğiniz bir konu ise, ona dair her söylemek istediğinizi fotoğraf ile söylersiniz. Dolayısıyla fotoğraf “hayatı dert edenlerin, hayata dair düşüncelerini söylediği bir düzlem”dir.


-Adatepe Taş Mektebi kurucularındansınız. Kuruluş amacınız neydi?

Adatepe Taş Mektebi’ni 3 kişi 1999 yılında kurmuştuk. Şehir hayatından sıkılan insanların felsefe, sanat tarihi ve daha birçok konuda konuşacakları, düşüncelerini paylaşacakları bir yer olarak hayal ederek kurmuştuk. Aradan geçen bunca yıla bakınca, Türkiye’nin böyle yerlere ihtiyacı var mı diye sormadan edemiyorum. Şunun için böyle düşünüyorum. Türkiye’nin konusunda birçok değerli ismini burada konuşmacı olarak konuk ettik. Çoğunda 10-15 kişi ya vardı, ya da yoktu.

-Estetik hakkında donanımlı bir akademisyensiniz. Nesne estetiğine neden takıntılısınız?

MSGSÜ’de estetik dersleri veriyorum. Uzun zamandır da “Nesne Estetiği” konusu üzerinde düşüncelerimi ortaya koymaya çalışıyorum. Bu konu benim ortaya attığım bir mesele değil. Dünyada çok uzun zamandan beri bu konunu zerinde insanlar kafa yoruyorlar. Özellikle fotoğraf ile uğraştığınızda yol sizi bu kavramın huzuruna çıkarıyor. Fotoğrafın nesneler dünyası ile ilişkisi, nesnenin görünümüne dair takıntılı olmayı gerekli kılıyor. Nesne “kendini” nasıl gösteriyor mu? Yoksa “ben nesneyi böyle gördüm”mü?  Bu iki karşıt sorunun cevabı üzerine kafa yorduğunuzda fenomenolojinin alanına girmiş oluyorsunuz. Dolayısıyla Fotoğrafın temel yapıtaşlarından biridir Nesne Estetiği...

-  Fotoğraf sanatındaki yetkinliğinizi yazarlık alanında daki eserlerinizle de kanıtladınız. Hem fotoğraf hem de hikayesini oluşturmak sizce etkili bir yöntem mi?

Bundan 20 yıl önce bu soruyu sorsaydınız ikircikli bir cevap verirdim açıkçası. Ama bugün dönüp baktığımda durum çok farklı. Bugünün dünyasında fotoğrafçı, sadece fotoğraf çeken değildir diye düşünüyorum. Böyle bakınca fotoğrafçının fotoğraf dışında birçok alanda uzmanlaşması değil ama yetkin olması gerektiği gibi bir kanaate sahibim. Özellikle fotoğrafın dokunduğu birtakım alanlar, çoklu düşünebilme yetisini geliştirmeyi zorunlu kılıyor sanki.

-Bazı proje çalışmalarınızda o projeye özel makinayı kendiniz üretiyorsunuz. Sistem her türlü çalışmaya yetecek makine üretmiyor mu?

Birçok makine yaptım açıkçası. Örneğin 6x12 bir makine dünyada zaten üretiliyordu. Ancak çok pahalıydı. O günün koşullarında almak pek olanaklı değildi. Bende kendim yapmaya karar verdim ve nihayetinde yapmıştım. O makineyi Kapadokya çalışırken tasarladım. Kapadokya yatay proporsiyonları fazla olan bir yerdir. Oraya çok uygun olduğunu düşündüğüm için öyle bir yola girmiştim.

Daha sonra “Kubbe” çalışmak için bir makine yaptım. O çalışma için yaptığım makinenin bir benzeri ya da onun yerine koyabileceğim bir makine yoktu. Kubbe’nin estetik formu ile görüntü arasındaki paralellik dert ettiğim bir meseleydi. Sonunda o iş içinde bir makine yaptım ve tüm seriyi onunla çekmiştim. İyi ki de yapmışım. Öyle bir çalışma bugüne kadar hiç yapılmadı.

Yakın tarihte bir başka makine yaptım. O da nesne uzam ilişkisi üzerine bir çözümlemenin sonucunda üretildi.

-Birbirinden ayrılmaz ancak, sizce hayatınızın dönüm noktası olan en değerli  projeniz hangisi oldu? Projelerinizin bitmesi neden uzun sürüyor?

Evet... Hiç bir çalışmamı bir diğerinden ayırmam. Benim söylemek istediklerimi öğrenmek isteyenler işlerimin arasında mutlaka bağ kurmak zorundalar. O nedenle her çalışmam bir cümledir. Her yaptığım iş, yeni işleri içinden çıkardı. Birini öne çıkarmam diğerlerine haksızlık olur gibi geliyor bana. Projeler neden uzun sürüyor. Ben tembel bir adamımdır aslında. Çalışmaktan çok hoşlanmam, üretmekten hoşlanırım. Çalışmak bir rutine sahip olmaktır. Ben üretirken çok disiplinli olurum, ancak onu rutine bağlamam. Bir de her işin –tıpkı yemek gibi- bir olgunlaşma dönemi var. O hızlandırılabilir ya da yavaşlatılabilir bir süreç değildir.  Zamanın ağları örmesine izin vermek lazım...

-2015 yılından beri Bursa Fotofest’in küratörlüğünü yapıyorsunuz. Bursa sizin için ne ifade ediyor?

Hiç bu kadar uzun süre festival küratörlüğü yapacağımı düşünmemiştim. Ancak, -bilenler biliyor- gönüllü bir zorunluluk ile bugüne kadar geldim. Bursa şehir olarak tarihi, kültürü ve coğrafyası ile çok özel bir şehir. Sokaklarında zamanın her katmanına dair izlerin olduğu şehirler hep heyecan verir. Bursa bu anlamda gerçekten heyecan verici bir şehir. Bir de belki de daha önemli bir diğer huşu; demografik yapı. Çok kültürlü, çok katmanlı bir yapıya sahip Bursa. Bütün bunlar onu çok çekici kılıyor.
Bu şehirlerin bu potansiyellerini dışa vurabilmeleri gerekiyor. Bunun araçlarının başında da kültürel etkinlikler geliyor.

  

-Bir şehrin ya da ülkenin kültürünün yüzyıllarca devamlılığı için festivallerin önemi nedir?

Yukarıdaki özelliklere sahip şehirler, bu özelliklerini kendi derinlerinde saklamamalılar. Onu paylaşmalı ve ülke ve dünya kültürüne eklemeliler. Bu da kendiliğinden olmaz. Bursa’nın da bu potansiyellerini dışa vurabilmesi gerekiyor. Bunun araçlarının başında da kültürel etkinlikler geliyor. Festivaller de bu işin parçası. Festivaller kültür ve sanat etkinliklerinin ana platformlarından biri. Bu platformlar sayesinde çok kısa zamanlarda çok insana ulaşılıyor.

-Festivalin Bursa’ya katkısı ne oldu sizce?

Her şey bir yana, Bursa’nın çok değerli bir markası oldu Bursa Fotofest. Bugün Bursa ile özdeşleşen, Uluslararası alanda Bursa’nın adını yukarılara çeken özelliklere sahip. Bu anlamda bir kentin özel bir markasının olması, kentin adıyla anılması çok önemli. Neredeyse dünyanın bütün ülkeleriyle fotoğrafçılar aracılığıyla temas kuruyoruz. Orada –yanlış anlaşılmasın- kestane şekeri bilinmiyor ama Bursa Fotofest biliniyor. Bundan değerli başka bir şey olabilir mi?

-11. yılında sizin de çok emeğinizin olduğu Bursa Fotofest için  artık sürdürülebilen bir festival diyebilir miyiz?

11 yıl çok uzun bir süre sayılmayabilir. Ancak Türkiye’de kültürel etkinlik anlamında çok uzun süredir 11 yıl. O nedenle onun sürdürülüyor olması, başlı başına anlamlı. Burada Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı’na, bugüne kadar ki Kent Konseyi Başkanlarına Bursa’nın çok teşekkür etmesi lazım. Festivalin büyümesine ve sürdürülebilir hale getirilmesi nedeniyle.

-Bursa Fotofest’i özel kılan şey nedir sizce?

Bursa Fotofest, en iyilerin bir araya getirildiği bir etkinlik değil. En iyilerin içinden örnek olabilecekler ile, en iyi olabileceklerin bir araya getirildiği bir festival. Bu onu fotoğrafın büyük platformu haline getiriyor.

-Ülkemizde yetişen fotoğraf ustalarından sonraki nesil, fotoğraf dernekleri açmaya başladı. Derneklere bakış açınız nasıldır, sizce fotoğraf sanatçısı yetişiyor mu?

Dernekler sivil toplum kuruluşlarıdır. Kamuoyu oluşturmada etkin misyonları olabilir. O kadar...

-Bir de hocalığınız var Kamil Bey. Mimar Sinan Üniversitesi’ndeki gençlerden fotoğraf sanatçısı yetiştirmek sizi heyecanlandırıyor mu?

Gençlerin her birinin büyük bir potansiyel taşıdığına inanıyorum. Hoca olmak bir şey öğretmek değildir sadece. Çocuklarda var olan ışığın tozunu silmektir. O ışığın biraz daha parlak olmasına katkı verebiliyorsak ne mutlu bize. Eğitim kurumları tek başlarına sanatçı yetiştirmez. Ülke yetiştirir aslında.

-Böyle büyük bir uygarlığın üzerinde oturuyoruz ve ülkenin hafızasının toplandığı bellek müzesi yok diyorsunuz,  ne yapılmasını istiyorsunuz?

Aslında benim söylediğim; görsel belleğimizi tutacak bir hafızamız yok ülkece. Zaman akıyor ve her gün bir önceki günden farklı. Üstelik zaman çok hızlı akıyor. Bu değişimleri göstereceklerin başında fotoğraf geliyor. Her fotoğrafçı kendi kişisel arşivini tutuyor. Ancak sonrasında bunlar ikinci –üçüncü kuşaklarla birlikte çoğunlukla yok oluyorlar. Bunların yok olmaması, kişilerin çözebileceği bir konu değil. Bu toplumun hafızasının yok edilmesi aslında. Düşünün Cumhuriyetin kurucusu Atatürk fotoğraflarının bile toplandığı bir merkez yok. Benim bildiğim birçok özel koleksiyoner var, ama ülkenin böyle bir hafızası yok. Bütün bunlar endişe verici. Bir ülkenin kültürünü; önce dilini, sonra da hafızasını yok ederek silersiniz.

-Türk Fotoğraf Tarihine iz bırakacağınıza inanıyor musunuz?

Bilmem...  


-Biz tabi ki dokunduğunuz kişiler ve her biri ayrı değerli çalışmalarınız adına iz bırakacağınızı düşünüyoruz. Katkılarınız  ve söyleşiniz için ‘Önce Vatan Gazetesi’ adına teşekkür ederim.

Sevgim ve saygım ile..

 KAMİL FIRAT KİMDİR?

Kamil Fırat, 1959 yılında İstanbul’da doğdu. Yurtiçi ve yurtdışında kişisel sergiler açtı. Fotoğrafları Belçika Anvers Fotoğraf Müzesi ve Almanya Bochum Müzesi koleksiyonlarına alındı. Adatepe Taşmektep kurucuları arasında yer aldı. Bursa Uluslararası Fotoğraf Festivali’nin küratörü olan (BursaFotoFest) Fırat,  Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak çalışma hayatını sürdürmektedir.

Yayınlanmış Kitapları;

1989 “Atlar”

1994 “KIRKPINAR YAĞLI GÜREŞLERİ

1996 “KAPADOKYA”

1997 “Özne: HİLMİ YAVUZ”

2000 “PERVANE”

2003 “KIYI”

2004 “KUBBE”

2005 “PANDORA/DA”

2007 “ARTAKALAN”

2007 “1994”

2008 “DÜŞ KENTLERİ”

2008 “GEÇMİŞ ZAMAN FOTOĞRAFLARI”

2008 “KÖK”