RÖPORTAJ: GİZEM YILDIZ

Merhaba Sinan Bey, sizi şuan “Kadın” dizisinde herkesin severek izlediği Raif” karakterinde izliyoruz. Öncelikle sektöre yeni adımlar atan biri olarak oyunculuk serüveniniz nasıl başladı?

Aslında sektöre adımlarım çok yeni değil. 19 yaşında tiyatroyla başladım. O zamanlar amatör bir tiyatro için Macbeth’in dövüş koreografisini hazırlıyordum. Oyuncu olmak istediğimi fark ettim bir ajansa yazıldım. Bir baktım kendimi “Öyle Bir Geçer Zaman Ki” dizisinin içinde bulmuşum. Piyano çalan birini arıyorlardı. Ben de piyano çalabildiğim için kendimi kamera önünde buldum (gülerek). Sonraki sene Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ni kazandım. İki ay gibi kısa bir süre okuduktan sonra Fransa’ya taşınma kararı aldım.

Neden Mimar Sinan gibi herkesin içinde olmak isteyeceği bir okulu, 2 ay gibi bir sürede bıraktınız?

Onun nedenini bütün Mimar Sinan’lılar bilirler, ama bunun camia içinde kalması daha keyifli olur (gülerek). Eğlenceli bir hikayeydi. Magazinin de hoşuna gidecek bir hikaye, ama şu an sürpriz olarak kalmasını istiyorum.

Yurtdışında eğitim almış biri olarak Türkiye’deki eğitimleri nasıl buluyorsunuz?

Bunun kararını vermek bana düşmez diye düşünüyorum. Bence Türkiye’de oyunculuk eğitimi çok başarılı. Ben Mimar Sinan Üniversitesi’ni kazandığımda 21 yaşındaydım. 6 sene üniversite okuyacağımı düşününce, sektöre 27 yaşında atılmak bana çok geç geldi. Sonrasında yurt dışına çıkma fikri de biraz geç geldi. İçimde bir korku vardı, çünkü bizim meslekte yaş çok önemlidir. Sinema, Televizyon için, biraz güzellik üzerine kurulu bir sektör diyebilirim. Sorunuza dönersek coğrafya olarak genetiğimiz bu işe çok yatkın. Çok yetenekli oyuncularımız var. Hatta benim Avrupa’da tanıştıklarımdan çoğundan çok daha yetenekli. Sadece orada biraz daha tekniğe önem veriyorlar. Ters bir algı olmasının nedenini anlıyorum ama yurtdışında da çok fazla niteliksiz oyuncu var. Sektör ve dönen paralar çok büyük olduğu için biz sadece en iyileri görüyoruz. Türkiye daha küçük ve daha aile gibi geliyor bana.

“Ben hiçbir gidişe kesin gözüyle bakmam”

Üniversite bittikten sonra Fransa’dan İstanbul’a dönüş planlı mıydı?

Planlı dersem yalan söylemiş olurum. Bence kimse böyle bir şeyi planlı yapmaz. Ne yapacağımla ilgili hiçbir fikrim yoktu. Tamamen o günün gereksinimlerine göre hareket ettim. Sorbonne’dan sonra İstanbul’a dönmeyi düşünüyordum, ama İngiltere’de çok iyi bir konservatuar kazandım. Öyle olunca bir buçuk senemi daha orada geçirdim. Böylelikle İngiliz Tiyatro Ekolünü de öğrenmiş oldum. Cephanemi tam doldurup İstanbul’a dönmek istedim.

Kesin dönüş mü?

Giderken de kesin gidiş degildi dönerken de kesin dönüş olmayacacak diye düşünüyorum. Farklı dillerde kültürlerde sinema yapmak istiyorum. Dile hakimseniz, o kültürle kendinizi özdeşlestirebiliyorsanız neden olmasın?

Fransa’ya ilk gittiğiniz bir yabancılık çektiniz mi?

Çok çektim. Özellikle Fransız kültürü Türk kültüründen çok farklı bir kültür. Fransız’ların mizacı biraz farklıdır. İlk başta çok zorluk çekmeme rağmen sonrasında çok sevdim. Kurallara ve düzene olan hayranlıkları, birçok konuya yargısız yaklaşmaları, her şeyi merak etmeleri, farklı kültürlere ilgi duymaları beni çok etkiledi. Birçok ülkede, başka bir yerden gelmek dezavantaj olurken, Fransa’da bir oyuncu olarak gittiğinizde bu bir avantaja dönüşebilir, çünkü yeni ve farklı olan şeyleri istiyorlar. Burada anahtar dile ve kültüre hakim olmak diye düşünüyorum.

Orada geçirdiğiniz günleri özlüyor musunuz?

Hiçbir yerdeki günlerimi özlemiyorum, çünkü geçen her günüm ayrı ve kendine has geçiyor. Böyle olması için de uğraşıyorum. 50 sene ileri gitsek ve ben çocuklarıma bu yılları anlatıyor olsam, bu dönemi farklı bir keyifle Fransa’daki günlerimi başka bir keyifle anlatırdım.

Herkes yurtdışında eğitim alıp, orada bir kariyer oluşturmak isterken, siz bunu yapıp İstanbul’a döndünüz?

Hiç önermiyorum. Bir kere oyunculuk dille yapılan bir şey. Sizin ana diliniz, sizi duygusal anlamda en hızlı etkileyen, tetikleyen şey. İngilizce oynarken, Fransızca oynarken beynin içinde de bir tercüme gerçekleşiyor ve sizi o anın içinden biraz uzaklaştırıyor. Diğer oyuncuları dinlemek zorlaşıyor. Yerel oyuncular siz ne kadar iyi olursanız olun hep 1-0 önde oluyorlar. Türkiye’de şu an çok iyi projeler yapılıyor. Dizi sektörümüz dünyanın dört bir ucuna ulaşirken, sinemada Türkiye ve İran dünyanın incilerinden. Şu an burada size bir sürü yönetmen sayabilirim. Batı’da, doğu’da gözleri parlayarak izliyorlar filmlerimizi. Farklı coğrafyalarda defalarca şahit oldum. Daha yeni, çok önemli bir tiyatrocumuz yurtdışında bir yabancı oyuncunun alabileceği en büyük dizi ödülünü aldı. Kendisine çok büyük bir hayranlığım vardır, belki bir gün birlikte tiyatro yapma imkanımız olur.

“Kendi kendinize verdiğiniz eğitim her şeydir”

Şu an Türkiye’de şiddetle savunulan “oyunculuk okumayan insanların da oyuncu olabileceği” söyleniyor. Siz oyunculuk adına çok iyi eğitimler aldınız. Bu düşünceyi nasıl buluyorsunuz?

Bu tamamen tutku meselesi. Bu iş için illa çok iyi bir üniversitede okumaya ihtiyacınız yok. Diploma bir etikettir. Kapılar açar, ama 15 saniye kötü oynadığınız zaman bütün diplomanız çöpe atılır. 15 saniye sonunda iyi bir oyuncu, hangi okulda okuduğuna bakılmaksızın hemen takdir edilir.

“Eğitim her şey değildir” diyorsunuz.

Eğitim her şeydir, ama kendi kendinize verdiğiniz eğitim.

“Türkiye’deki kariyerimin ilk sahnesini Kadir İnanır’la yaptım”

Müziğe karşı da bir ilginiz var galiba. Sizin adınıza youtube da küçük bir düet parçanızı dinledim.

O düet bana ait değil, amcamın projesiydi. Ben film müzikleri yapıyorum. Hobi olarak da piyano ve trompet çalıyorum. Hala ders almaya devam ediyorum. Bence müzik bir duyguya ulaşmanın en kısa yolu. Bir sahneye hazırlanırken, o sahneye ait bir müzik dinlediğinizde, o sahnenin duygusu sizin için kendi kendine hazırlanıyor. Her sanatçının müziğe ilgisi oluyor

2019 yılında oyunculuk adına Türkiye’de güzel işlere imza attınız. “Kapı” filminde usta oyuncu kadrosunun içindeydiniz. Şimdilerde “Kadın” dizisinin içinde “Raif” karakteriyle herkesin gönlünde taht kurdunuz. Öncelikle “Raif”le nasıl tanıştınız?

Bu anlamda çok şanslıyım. İngiltere’den geldiğimde hemen “Kapı” filminden seçme geldi ve büyük hevesle hazırlandım. Şansımı denedim. 15 gün sonra bir baktım Türkiye’deki kariyerimin ilk sahnesini Kadir İnanır’la çekiyorum. Hayatım boyunca unutmayacağım, hatta ilerleyen zamanlarda belki kısa filmini çekebileceğim kadar ilginç anılarım oldu. Film çıktıktan sonra bir süre iş peşinde koştum, sürekli seçmelere gittim, kapı kapı dolaştım. Hangi okul mezunu olmanız hiçbir şeyi değiştirmiyor. Yine kapı kapı dolaşıyorsunuz. Bu doğru zamanda, doğru yerde olmakla ilgili bir durum.

Raif karakterine çok uygundum. Tek tek prodüksiyonları gezerken Medyapım benden bir deneme çekimi aldı. Kendilerine, özellikle Fatih Aksoy’a burdan teşekkürlerimizi sunalım. Bir baktım ertesi gün Gökçe’yle (Eyüboğlu) tanışıyoruz. Bir hafta sonra önceden hayran olduğum bir çok oyuncuyla setteydim. Raif’i çok sevdim. Bir karaktere hazırlanırken bu çok yardımcı oluyor. Engelli bir karakterin, bir kahramana dönüşebilmesi çok özel bir şeydir. Topluma çok kıymetli bir mesajdır. İnsanlar “Raif ne zaman yürüyecek? Kalkmayacak mı?” diyorlar. Raif hiçbir zaman yürümemeli ve koltukta olmanın bir engel olmadığını hepimiz görmeliyiz. Zaten Raif’i Raif yapan şey, yaşadığı kötü anılar, zor hayatı ve kaza. Onu izlenmeye değer kılan elementler hayatının zor zamanlarında gizli.

“Raif işin içinden çok iyi çıkmış”

Gökçe Eyüboğlu ile başarılı bir partnercilik izliyoruz. Set halleriniz nasıl?

Biz dizi çekiyor gibi hissetmiyoruz. Set günüm hangi günse gidip, orada çok eğleniyoruz. Sonra o dizi oluyor (gülerek). Sadece Gökçe Eyüboğlu ile değil, bütün Medyapım ailesiyle çok mutluyuz. Hümeyra Hanım’ın bizim gibi genç oyunculara karşı bu kadar sabırlı, bu kadar özverili ve bu kadar hoşgörülü olması muhteşem bir şey.

Raif karakterinin açılımına baktığımız zaman; tekerlekli sandalyede yaşayan, psikolojik sorunları olan genç bir adamı anlatıyor. Nasıl yaparım korkusu yaşadınız mı?

Raif’i toplum dışarı ittiği için, onu olduğu şekliyle kabul etmediği için o eve kapanmış. O evde olmayı kendi seçmemiş. Toplumun içinde var olamamış ve oraya hapsolmuş. Ben senaryoyu okurken çok güçlü olduğunu görüyorum, çok iyi çıkmış işin içinden, ben öyle çıkamayabilirdim.

Kendinizi onun yerine koyduğunuzda “Ben de aynı tepkileri verirdim” diyor musunuz?

Ben Sinan Helvacı olarak çoktan patlamıştım. Raif’in gösterdiği sabrı gösteremezdim.

Bence Raif benden çok daha güçlü. Bir karaktere hazırlanırken kendime hep şunu söylüyorum “O insana dönüşemezsin. Sadece o insanı temsil edebilirsin” çünkü ben üç boyutlu –geçmişiyle, bugünüyle, geleceğiyle- başka bir insanım ve hiçbir zaman Sinan’ı kenara bırakıp tam anlamıyla o insana bürünmem söz konusu değil. Yalnızca en başarılı örneğini gösterebilirim. Tam tersi bir durum da mevcut. Insan oynadığı karakterden de bir şeyler alıyor tabi. Raif de benim bir parçam haline geldi. Raif’den sonra engellilerle de çalışmaya başladım. Konuyu anlamak “Türkiye’de başka ne yapabiliriz?” sorusuna başka bir cevap verdi.

“Keşke dünyayı kadınlar yönetse, erkekler bu konuda çok daha yıkıcı”

Raif ile Ceyda’nın ilişkisi nasıl yön bulacak? Sevenler kavuşacak mı?

Şu an benim elimde de bir bölümlük senaryo var (gülerek), ama verebileceğim cevap şu; Ceyda ile Raif’e bir şey olmaz. İkisi de çok kuvvetli karakterler, ikisi de zor zamanlar görmüş insanlar , birbirlerinin değerini anlayacak, kıymetini bilecek insanlar.

Kadın dizisinde olmak, böyle bir hikayenin içinde olmak size neler kattı?

Ben “Kadın’ın senaryosunu okuduğum zaman çok büyük bir tatmin duydum. Bir kadının tek başına varoluş hikayesinin ekranda olması tüm dünyaya çok güzel bir örnek. Böyle projeleri Türkiye’de çok göremiyoruz. İnşallah daha çok görme fırsatımız olur. Hatta keşke dünyayı kadınlar yönetse, erkekler bu konuda çok daha vahşi ve yıkıcı.

Bundan sonraki düşünceleriniz neler? Sizi nasıl projelerin içinde göreceğiz?

Blu Tv için “Alef” projesini yaptık. Yönetmenliğini Emin Alper yaptı. Çok uzun zamandır filmlerini hayranlıkla takip ettiğim bir yönetmendi. Çalışma fırsatı yakaladığım için bizi tanıştıran Mehmet Altıoklar’a ve Harika Uygur’a müteşekkirim.

Bütün bölümlerde sizi izleyecek miyiz?

Yalnızca ilk bölümde varım ama anahtar bir karakter. Birkaç sahnem var ama Ahmet Mumtaz Taylan ve Kenan Imırzalıoğlu gibi iki sanatçıyla oynama ayrıcalığına eriştim. Çok gurur duyarak oynadığım bir diğer proje. Benim için çok önemli, bundan sonra da anlamlı ve bizleri birbirine tanıştıran, kaynaştıran projelerin içinde var olmak istiyorum.

Yönetmenlik hayali var mı?

Hiçbir şeyin hayali yok. Anın içinde ne uygun gelirse, onu yapmayı düşünüyorum.

Yurtdışında kısa film çalışmalarınız olmuş. Onun devamı gelecek mi?

O filmler dünyanın birçok yerinde festivallerde yarıştılar. Kısa film yapacağım zaman çoğunlukla kendim yazıyorum. Prodüksiyonu da kendim üstleniyorum. Kantsaywhere filmini yazarken Oxford kütüphanelerinde tarihçi bir arkadaşımla çalıştık. Baya ciddi şirketlerle görüştük bu projeyi gerçekleştirebilmek için. Biz bu filmi sağdan soldan topladığımız paralarla çektik. Film senaryonun hak ettiği kadar olamadı. Kesinlikle geri dönüp tekrar gerçekleştirmek istediği bir proje. Senelerdir beraber film yaptığımız başka bir dostum var. Can Köroğlu London Film School’da okuyor. Senelerdir onunla film yapıyoruz ve senaryolarını birlikte yazıyoruz. Onunla çektiğimiz filmler de Moskova ve Manchester film festivallerine girdi. Bir kısa film daha çekeceğiz. Benim için bu yolculuk hiç bitmeyecek, bir ömür buralarda geçecek gibi görünüyor.

Yeni Çağrı Gazetesi’nden alıntıdır.