Bugün, Türkiye’de son yıllarda yükselişe geçen edebi türlerden olan Türkçe bilimkurgu, fantazya ve korku edebiyatının öncü isimlerinden olan yazar Murat S. Dural ile birlikteyiz.
Yakın dostluğun da getirdiği rahatlıkla merak ettiğim her şeyi ona sordum. Kendisiyle geçmişi, edebiyat macerasını, yeni kitabını ve halen bilmeyenler için “Alex De Souza’nın Ayakları” olma konusuna da değindik. Murat S. Dural, şimdi sizinle!
Murat S. Dural kimdir? Kendini nasıl tanımlar?
25 Nisan 1973 yılında, İstanbul’da, Üsküdar’da doğdum. Tarkan’ı kurtlar yetiştirirken beni babaannem ve anneannem büyüttü. Elli yıllık Üsküdarlıyım. İstanbul Üniversitesi Klasik Arkeoloji bölümü, aynı bölümde yüksek lisans, geçen sene aynı üniversiteden Felsefe mezunuyum. 2015’ten beri Fantazya ve Bilimkurgu Sanatları Derneği (FABİSAD) Üyesiyim. 2016’dan beri üreten, yazan, oldum olası büyümeye direnen biriyim. Engellerin aşılmak için imkân olduğunu düşünüyorum. 13 yıl plazada çalışıp insan kaldığımı uman türden bir punkım. Talihsizliklerin meziyeti imtihan ettiğine inanıyorum.
İkinci isminin gizemine değinmek istiyorum. Açıkçası ben biliyor olsam da bilmeyenler için o “S” nasıl bir anlam ifade ediyor? Bu gizin bir anlamı var mı?
Annemin erken yaşta vefat eden babasının adı Saim. Enteresan bir tesadüf babaannemin ismi de Saime. “Oruçlu” ya da “Oruç Tutan” anlamına geliyor. Murat Dural’ı kullanabilirdim ama çok sevdiğim bir dostumun ismi de Murat Dural olunca aramızda “Senin ismin de Murat, soyadın da Dural; hadi ben araya göbek adımı koyayım,” durumu oluştu. O da kıymetli bir yazardır. Birbirimize “Paralelim” deriz. Fakat o “S” ile ilgili başka bir yorum daha var. İzninle söyleşilere saklamak istiyorum. Dural’dan ve üretim hızımdan dolayı soyadımı “Duracell” diye telaffuz edenler de mevcut. (Gülüyor)
Tırnak içinde söylüyorum, çünkü ben hiçbir engelin olduğunu düşünmüyorum, o nedenle beni bağışlamanı rica ediyorum. “Engelli” olduğunu seni tanıdıktan çok sonra öğrendim. Bu soruyu da hafızayı tazelemek için soruyorum, seni Alex’in Ayakları olmaya iten o günleri nasıl açıklarsın?
Kafamda her zaman fikirler, projeler vardı. Ne yazık ki sanatsal üretime yeteneğim olduğunu çok geç fark ettim. O durduramadığım hayal gücü 18-30 yaş aralığında korku olarak bana döndü. Uykusuzluk ve ayaklarımı biteral chopart kaybetme hikâyemin başrolü ne yazık ki kendime dönmüş bu silahtı. Meğerse güçlü tarafımmış. Alex De Souza Organizasyonu ise diğer bir sevdamın, engelimden güç alarak Fenerbahçe ve futbol adına projelendirdiğim bir çalışmaydı. Çok kıymetli insanlarla beraber yürüdüm bu yolu. Amacım hem Fenerbahçe hem de bu ülkenin kuruluşu, Cumhuriyet ilkelerine vurgu yapmak, “Sadece vazgeçersek kaybederiz” demek, engelliliğin kazandırdıklarını sergilemekti. Bir damla sudan bir deniz yapma çabası. Çok güzel şeylere vesile oldu, kartopu hayırlı bir çığa dönüştü. 2001 yılında ayaklarımı kaybettim, gerçekten kaybettim mi? Oysa dönüp baktığımda engel denilen o şeyle nice şey kazandığımı, kendime kattığımı görüyorum.
Daha önce de sormuştum ama söz uçar yazı kalır. Sevgili eşin Serap içindeki bu Fenerbahçe aşkını kıskanmıyor mu? Ne yapacağız senin bu Fenerbahçe aşkını?
Fenerbahçe’yi neden ve en önemlisi nasıl sevdiğimi, temsil ettiğimi biliyor. 3 Temmuz doğum günüdür, 2011 itibariyle başka bir mücadelenin de abidevi tarihi oldu. Hangi ilkelere sahip çıkıp savaştığımı iyi biliyor ve bir savaşı verme şekliniz sizi tanımlayabiliyor. Fenerbahçe iyiyse iyiyim, kötüyse Serap ilgisiyle iyileştirir. Eskiden mücadele için ayağa kalkmam günler alırdı artık birkaç saatte motivasyonum geri geliyor. Her gün yeni bir şey görüyoruz birbirimizde ve öğreniyoruz. Pandemi, ülkenin zorlu şartları derken her ilişki büyük sınavlardan geçti, geçiyor. Bugüne kadar karşılıklı saygı, sabır ve sevgiyle sınıfları geçmeye çalıştık, çalışıyoruz. İlişkiye özen ve birbirinin renklerini kabul etmek güçlü, gelişkin bir bağ sağlıyor. Fenerbahçe en aziz aidiyetlerimden. Bir Fenerbahçeli için sevdiklerini onu sever gibi sevmek, karşı tarafın bunu anlaması büyük bir nişan.
Tanıdığım en aktif yazarlardansın. Çünkü durmaksızın üretiyorsun. Bana bir sohbetimizde yazma rutininden bahsederken, “ben bir esnaf gibi çalışıyorum” demiştin. Bunu açar mısın?
Çok değerli hocam rahmetli Celil Oker’in bana mirası. Bugüne kadar bir Yaratıcı Yazma Atölyesi’ne katıldım. Bilgi Üniversitesi’nde polisiye edebiyatımızın büyük değeri Celil Oker’in verdiği bir programdı. Yazma çabasının statükoculuğa, sınır çekmeye, bence olmayan bir taht için savaşmaya açık, tuhaf, karanlık bir tarafı var. Bu tavrın elindeki en ısırgan kırbaç yazmanın tamamen yetenek olduğu, satış rakamları ile sınırlanabileceğini söylemek. Her platformda gözlemlenen üstten bakış, yer kapma yarışı. Yazmanın emekçi tarafını görmemek hak ihlallerine sebebiyet veriyor. Sadece yazar değil çevirmen, editör, redaktör, çizer, tüm edebiyat ehli bu durumdan mustarip. Bu gayya kuyusuna fikren dahi düşmemek için en iyi yöntem esnaf olduğunu bilmek. Hepimiz dil ve düşünce işçisiyiz.
Şimdilerde Epona Kitap etiketiyle yeni bir çalışman yayınlandı. Neler hissediyorsun? Yaratım süreci nasıl oldu?
2016 Eylül’de çıkan “Kibrit Ev”den sonra 2017’de ilk romanımı yazdım. Ne yazık ki hala sürüncemede. “Lefter” kitabı ve “Tribünde Var Bir Adam: Koray Şener” küçük nefes alma anlarıydı. Solo kitap bambaşka, gerçekten derdinizi anlatabildiğiniz, okura dokunduğunuz bir doğum aşaması. Sancılı ama çok güzel. Başta da dediğim gibi Dural soyadını Duracell olarak kullananlar var. Yedi yıldır hiç boş durmadım. Kendime tuhaf, tekinsiz mektuplar yazmak gibiydi. Okurla iletişime geçmek, düşünüp yazdığını onun gözünden görmek olağanüstü bir şey. Beni bu özel ve samimi mesafeye taşıyan Epona’ya, Sedat Demir’e ne kadar teşekkür etsem az.
Kurmaca zor bir tür ve biz “Basübadelmevt” adlı kitabınla bu zorlukla pek de güzel bir biçimde baş ettiğini gördük. Basübadelmevt ile nasıl bir evren kurdun? “Ölümden sonraki diriliş,” kavramını işlerken nasıl bir zihin süzgecinden geçirdin?
Dinler tarihi özel ilgi alanım. Böyle olunca Eleazar ya da bildiğimiz adıyla Lazarus tahayyülümde bambaşka bir yer tuttu. Uzun yıllar “bir dinin en büyük alameti olan şey ya da o kişi için bir lanete dönüşüp dönüşmediğini düşündüm. Bir kurban ya da feda hikâyesine dönüşeceğini gördüm. Basübadelmevt’te bunu o günden bugüne değişken estetik anlayışı, güzelliğin çarpıklaşan şekilleri üzerinden yapmaya çalıştım. 2000 yıllık süreci bu perspektiften anlamlandırmaya çalıştıkça Estetik Cerrah Dr. Ali Zar şekillenmeye başladı.
Bence Türkiye özelinde bilimkurgu ve korku edebiyatı henüz keşfedilmemiş bir elmas niteliğinde. Peki ya sence, yerli ve yabancı yapım şirketinin bugün halen kapımızı yeterince çalmamasının sebebi nedir? BluTV, Gain ve Netflix gibi özgün yayın platformlarının da artık hayatımızda yadsınamaz bir yeri olduğunu da eklersek, sence Türkiye’de yapım şirketlerinin Türkiye’ye odaklanmasının vakti gelmedi mi?
Geldi, hatta ellerimizden kayıp gidiyor. Ne yazık ki bugüne kadar ilgili türlerde yapılan yapımlar büyük sıkıntılar, izlenme oranlarında düşüşler yaşadı. Ortak sofraya oturamıyoruz, emeğin pazarını kuramıyoruz, hayal gücümüzü özellikle yurtdışına doğru sunamıyoruz. Senaryolaşacak eserler gibi yazarlar da senaryo ekibi içinde olmalı. Tabii ki herkes film dilini anlayamaz, senaryo yazamaz ama ruhu doğru yansıtmak, fikri anlamak lazım. Ülkemizde bu türlerde çok iyi metinler yazıldığını, hayal gücünün kuvvetini gösterecek üretimler küçük hedeflere takılıyor. En güzel örnek “Şahsiyet” dizisi oldu. Doğru metin, doğru yönetmen, doğru oyuncular her şeyden önemlisi ne kadar basit olursa olsun fikri güç. Alt yapısı sağlam, iyi anlaşılmış konseptler, metin, fikirler. Nokta vuruş.
Yakın geçmişte solo ve birçok kolektif çalışmada yer aldın. Yayınladığın çalışmalardan en özeli hangisiydi?
Tabii ki “Kibrit Ev” ilk göz ağrısı. Çok kıymetli insanlarla çalıştım, Celil Oker’in dediği gibi beraber eğlendik. O samimiyet metne yansıdı. Bunun haricinde “Hayalet Müzik” serisi ve Kayıp Rıhtım ile yaptığımız “Tüm Panayırların Heyulası” diyebilirim.
Peki, gelecek günlerde okurlarını neler bekliyor? Onlara ne söylemek istersin?
Basübadelmevt’in ardından Şubat’ta “Replikalar Çölü” ve Mayıs’ta “Lamia” yayınlanacak, Arke serisi tamamlanacak. Bir iki aya Hayalet Müzik serimizin üçüncü kitabı gelecek. Yine ilkbahar dönemi ya da yaz başında bilimkurgu romanı gelecek. Uzak hedefimiz 2023 sonbaharında uzatmalı doğum sancım, romanım “Fırtına Çıkmazı”nı yayınlamak. Dediğim gibi çok yazıyorum. Şu an üç yıl yayın yapabilecek kadar dosya mevcut elimde. Tabii bunların pişme süresi var. Önemli olan hep yolda olmak.