Psikolog HİCRAN TÜLÜCE ile bir araya geldik... “Günümüzde bir ilişkiye başlamak da ilişkiyi devam ettirmek de çok zor” dedim, “Biz demenin yollarını aramalıyız” dedi. “Sosyal medya çiftler arasında sorun olabiliyor” dedim, “Sadakat yürekten gelmeli” dedi. Onunla konuşmak bana iyi geldi, umarım okumak da size iyi gelir…

Hoş geldiniz Hicran Hanım, öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?

Hoş bulduk Yağmur Hanım. Öncelikle nezaketli davetiniz için çok teşekkür ederim. Kendimi hayat boyu öğrenci olarak tanımlayabilirim. Dünya, yaşam, kendim ve insanlar hakkında bitmek bilmeyen bir öğrenme aşkım ve merakım var. Doğaya, sanata, psikoloji ve felsefeye âşık biriyim. Psikolog ve aile terapisti olarak çalışıyorum. Son dönemde “yazar” olma yönünde bir sürece girdim. Planlarımda olan bir şey değildi ama hayatıma dönüp baktığımda yazmak en sevdiğim şeylerden birisi oldu.

Psikolojik açıdan kişi kendisinin sağlıklı olup olmadığını nasıl anlar? Hangi durumlarda insanlar bir psikoloğa gitmelidir?

Çalışmalar şunu gösteriyor; Psikolojik olarak sağlıklı kişiler, duygularının farkında olan ve ifade edebilen, strese karşı dayanıklı, iyimser ve umutlu, yaşamdan keyif alan kişiler. Bununla birlikte tüm bunlar yaşam boyu devam etmiyor, çünkü yaşamın ve insanın kırılgan bir yapısı var. Ne kadar mutlu ve psikolojik açıdan sağlıklı olursak olalım, bazen bu durumu sürdürmek zorlaşıyor. En çok dikkat etmemiz gereken konu duygusal durumumuzun farkında olmak. Kısa süren üzüntü, kaygı ya da öfke problem değil. Ama iki haftadan uzun süren ve geçmeyen yoğun olumsuz duygular varsa psikoloğa gidilmesi gerekir. Ayrıca bir partnerden ayrılma, iş kaybı, sevilen birini kaybetme gibi büyük yaşam krizlerinde de psikolojik yardım aramak gerekebilir. Genellikle hafif ve orta dereceli depresyonlar göz ardı ediliyor. Kişi kendi karakterinin böyle olduğunu düşünüyor ve kabulleniş içinde yaşıyor. Daha mutlu ve doyumlu yaşamayı öğrenebiliriz, bu bir lüks değil ihtiyaç. Elbette ki bu, olumsuz duyguları yaşamayacağız anlamına gelmiyor. Duygularını yönetmekte zorlanan, sürekli mutsuz ve karamsar hisseden, ilişki ve evlilik sorunları yaşayan, duygusal duruma bağlı fiziksel sorunları olan, özgüvenini yükseltmek isteyen, hedef belirlemekte ve ulaşmakta zorlanan herkes psikoloğa gidebilir. Tüm bu sorunlar terapiyle çözülebilen sorunlar. Fiziksel sağlığımız kadar duygusal sağlığımıza da önem vermeliyiz.

Psikologlar danışanlarına nasıl yardımcı olurlar? İyi bir dinleyici oldukları için mi rahatlıyoruz psikolog ile görüştükten sonra?

Elbette dinlemek sürecin önemli bir parçası ama tamamı değil. Psikoterapi, kişinin duygularını ve geçmişle bağlantılarını analiz etmeyi ve teknikler uygulamayı da içeriyor. Psikologların öncelikli görevi danışanların duygularını anlamak. Terapide duygularla çalışıyoruz. Yargılamadan onların zorlu dönemleri ya da yaşam krizlerini atlatmalarına eşlik ediyoruz. Pozitif psikoterapide, “sorunlu ya da kusurlu yönleriniz şunlar” diyerek başlamıyoruz. Bu insancıl bir yaklaşım değil. Hepimiz insanız ve duygusal sorunlar yaşayabiliriz. Pozitif psikoterapide danışanın yaşamı insancıl bir biçimde ele alınıyor. Kişinin neye ihtiyacı var? Perspektifini nerede ve nasıl kaybetmiş? Ve elbette bir an önce kendisini iyi hissetmesi önemli. Kişinin sorunlarını çözmesinde yardımcı olmak kadar, kapasitelerini geliştirmek de gerekiyor. Yani psikolojik dayanıklılık ve mutluluğunu nasıl artırabileceği üzerinde de çalışıyoruz.

Psikoterapi ne kadar sürüyor? Seanslarınızı ne sıklıkla ve ne kadar süreli planlıyorsunuz? Sürecin işleyişi hakkında bilgi verebilir misiniz?

Psikoterapi süreci kişiden kişiye ve sorunların niteliğine göre değişir. Pozitif Psikoterapi genelde 6 ile 10 seansta sonuç veren bir psikoterapi türü. Yani kısa sürede etkisini gösteren bir terapi ekolü. Bazı durumlarda daha uzun seanslar gerekiyor. Soruna göre bazen geçmiş yönelimli çalışıyorum, bazen de psikolojik dayanıklılığı ve umudu artırmaya yönelik programlar hazırlıyorum. Elbette danışanın çabası ve aktif katılımı da önemli. Sadece duygularını paylaşmak değil, kendi yaşamının mimarı olmak için de çaba göstermesi gerekiyor. İlk 2-3 seans değerlendirme ve planlamayla geçiyor. Danışanla ortak hedefler belirlemek önemli. Pozitif psikoterapinin aşamalarına göre, danışanın yeteneklerini geliştirmeye ve hedef genişletmeye giden bir süreç izliyoruz.

Danışanlarınıza uyguladığınız testler var mı?

Evet, hem duygusal durumlarını değerlendirmek için duygu durum testleri, hem de pozitif psikoterapi için uyguladığım testler var. Bu testler kişinin duygusal durumuna, yaşam enerjisini nasıl kullandığına ve yaşadığı çatışmalara nasıl tepki verdiğine dair önemli bilgiler veriyor.

Kitaplarınızdan da bahsedelim mi biraz? Neler anlattınız?

Tabi ki. İlk kitabımız Kalpleri Ayarlama Enstitüsü’nü kardiyolog Ahmet Taha Alper’le birlikte yazdık. Ülkemizde kalp sağlığını korumaya ve iyileştirmeye yönelik duygusal bir rehbere ihtiyaç olduğunu düşündük. Kalp bedenimizin çekirdeği ama aynı zamanda duygularımızın da evi. Bu nedenle her tür duyguya karşı çok hassas. Kitapta kalbimiz için öneriler yanında, tarihi ve gerçek hikâyeler var. İsmini de sevgili Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü kitabından esinlenerek verdik. Şeytan Terapiste Gittiğinde isimli psikolojik bir romanım var. Yayınevimizin başkanı sevgili Yelda Cumalıoğlu’nun önerisiyle yazdım. Bu süreçte bana olan desteği ve önerileri için kendisine minnettarım. Şeytan Terapiste Gittiğinde, yeryüzündeki iyilik ve kötülük üzerine psikolojik ve tarihi bir roman. İnsanoğlu kötülükte şeytanı bile gölgede bırakıyor. Psikolojik olarak zorlanan şeytan daterapistlere giderek çözüm arıyor. Son olarak Jean Jacques Rousseau, İnsan Özgür Doğmuştur Ama Her Yerde Zincire Vurulmuştur isimli kitabı hazırladım. Rousseau üniversite yıllarımda tanıştığım ve beni derinden etkileyen bir kişilik. İnsan yaşamının iyileştirilmesi için müthiş bir duyarlılığa sahip ve çok mütevazı. Örnek aldığım yaşamlardan birisi. Onunla ilgili yazmış olmak büyük mutluluk.

Günümüzde bir ilişkiye başlamak da ilişkiyi devam ettirmek de çok zor diye düşünüyorum. Mutlu bir ilişki için birkaç taktik verebilir misiniz?

Çok haklısınız. İlişkiler yaşamın en güzel alanı olsa da, özellikle büyük şehirlerde ilişki kurmak da sürdürmek de zorlaştı. Bunun nedenleri yoğun çalışma, zaman yokluğu gibi görünse de, dünya genelinde tüketim alışkanlıklarının ilişkilere yansıması söz konusu. Daha fazlasına sahip olma arzusu ve haz odaklı mutluluk anlayışı ön planda. Bu da anlam boşluğu doğuruyor. Dahası ilişki sorunları, narsisizmin artması ve empatinin düşmesiyle de bağlantılı. “Ben çok özelim, benden daha önemli bir şey yok” düşüncesi popüler dünyanın kuralı haline geldi. Peki, bu durumlar neye neden oluyor? Bizi birbirimizden uzaklaştırıyor. Derin ve kaliteli ilişkiler kurmamızın önüne geçiyor. Maalesef tüm popüler söylemler “önce ben” demeyi fazla abarttı. Şimdi artık “biz” demenin yollarını aramalıyız. Bencilliğin sonu yok. İnsan olmak sevgiyi paylaşmak demek. Mutlu ilişki için öncelikle sizin ve partnerinizin duygusal ihtiyaçlarının farkında olmalısınız. Ayrıca aşk ve sevgi kadar, paylaşımlarınızın artması ve uyumu sağlamaya çalışmak önemli. Birlikte yaptığınız her sohbet, aktivite ve paylaşım olumlu anılar biriktirmenize yardım ediyor. Bu da ilişkiyi mutlu ve doyumlu hale getiriyor. Ayrıca ilişkide bir sorun olduğu zaman, ilişkinin ve partnerin iyi yönleri hızla gözden kaçıyor. Haklı olmak uğruna büyük mücadele veriliyor. Gerçekten önemli olan bu mu? Tartışmalar kırıcı bir şekilde sonlanıyor. Rahatlıkla çözülebilecek küçük sorunlar bile kör düğüm haline geliyor. İlişki sorunlarını konuşurken ilk üç dakika çok kritik. Eleştirerek başladığınızda o konuşma iyiye gitmiyor. Yumuşak bir dille başlamak, sizi bir arada tutan şeyleri ifade etmek ve ardından sorunu gündeme getirmek gerekiyor. Ayrıca duyguları doğru ifade etmek önemli. Hayal kırıklığı, kaygı, üzüntü gibi duygularınızı ifade etmeniz partnerinizin duygusal farkındalığını, empati ve şefkatini geliştirebilir.

Sosyal medya da çiftler arasında sorun olabiliyor bazen. “Sosyal medya hesaplarını kapat” diyen sevgiliye ya da eşe karşı nasıl yaklaşmak gerek? Sizce huzurlu bir ilişki için sosyal medya kapatılmalı mı?

Sosyal medyanın kapatılması partnerler arasında güveni kısmen artırabilir, ama sadakat yürekten gelmeli. Sadakat öğrenilebilir, elbette kişi buna istekliyse. Aldatılmak büyük bir hayal kırıklığı ve incinme nedeni, hatta çoğu durumda travmatik bir deneyim olabiliyor. Sosyal medyada başkalarını takip etmek, beğenmek de “aldatılma” olarak algılanabiliyor. Pozitif psikoterapide bu durum, şüphe yeteneğinin gelişmesiyle ilgili. Partnerinizin bu konuda hassasiyeti varsa, ona saygı göstermek sizin seçiminiz. Ama maalesef şifreli telefonlar, gizli mesajlaşmalar ilişkideki güveni sarsan durumlar. Mutlu bir ilişki için sadakat olmazsa olmazlardan birisi. Erich Fromm’un sözü bu konuda çok etkileyici; “Sıkılmama, sevmenin tek koşuludur, sıkılanlar sevgi değil, arayış içindedir...”

Online seans yapıyor musunuz? Yüz yüze seans ile bir fark oluyor mu? Sonuç olarak başarı oranı aynı mı?

Evet hem ülkemizden hem de Avrupa ve Amerika’dan danışanlarımla online seanslar yapıyorum. Yüz yüze ve online seans arasında hiçbir fark yok. Hem uygulanan teknikler hem de alınan sonuçlar aynı. Bu konuda çalışmalar da yayınlandı. Etkinlik açısından bir fark bulunamadı. Özellikle büyükşehirde yaşıyorsanız, seans için ofise gidip gelmek çok zamanınızı alabilir. İstanbul içinde dahil bir çok kişi online seansları tercih ediyor.

Daha önce aldatılmış birisi sonraki ilişkilerinde de aldatılma korkusu yaşıyorsa ne yapmalı? Bu korku atlatılabilinir mi?

Aldatılmak bazı durumlarda kişinin parterine yönelik ilgisizliği ve ihtiyaçlarını karşılamamasıyla ilgili olabilir. Ama partner çok eşli yaşam biçimini benimsediyse ve gizli flörtler yaşıyorsa, bunu kişisel algılamamak önemli diye düşünüyorum. Yeni bir ilişkide güvenin kurulması zaman alacaktır. Yoğun şüpheler ve kontrol etme ihtiyacı olabilir. Bu çok doğal bir tepki. Çünkü kişi aynı acıyı tekrar yaşamak istemez. Şüphelerle ilgili çok beklemeden ve yapıcı bir dille partnerle konuşmak gerekir. Çoğu kişi bu şüphelerini gizlediği için hem içinde stres ve kaygı büyüyor hem de birdenbire patlayabiliyor. Şüpheleri gizlemek iyi bir seçim değil. Ayrıca şüpheler kanıtlara dönüşüyorsa, o ilişkiyi sürdürmek ve düzelir diye beklemek aynı kısır döngüye girmeye neden olur.

Biraz da bağımlılıktan bahsedelim isterim. Sigara, alkol, madde bağımlılığı… Gençlere bağımlılıklar konusunda önerileriniz var mı? Aileler ne yapmalı?

Bağımlılık, kişinin sevgiyi ve anlamı madde kullanımında bulması olarak görülebilir. Araştırmalar bağımlı kişilerin anlam boşluğu içinde olduğunu doğruluyor. Aile içi iletişimde azalma varsa, ergenler duygu dünyalarını paylaşamıyorsa, madde kullanımı ihtimali artıyor. Ebeveynlerin aşırı itaat beklentisi, ebeveyn-ergen arasındaki en önemli bariyerlerden birisi. Çatışmalı iletişim, ebeveyn ve ergenleri birbirinden uzaklaştırıyor. Sevgi ve anlayışın yerini öfke ve eleştiri alıyor. Önce kaliteli duygusal iletişim kurmanın yolları aranmalı. Bağımlılık uzadıkça sorun büyüyor, bu nedenle zamanında bireysel terapi ve aile terapisine başvurmaları gerekir.

Kadın cinayetleri, çocuk tacizleri, hayvanlara yapılan işkenceler olmak üzere son yıllarda şiddet eylemleri oldukça arttı. Bu kadar insanın bir anda vahşileşmesi tesadüf olamaz diye düşünüyorum. Sizce altta yatan sebepler nedir?

Maalesef şiddet evrensel bir yara... Önyargı, düşmanlık ve sevgisizlik şiddeti ortaya çıkarıyor. Hayvanlara şiddet uygulayan kişilerin insanlara uygulama riski 5 kat daha fazla bulunmuş. Sosyal medya sayesinde bu kişiler hızla deşifre olabiliyor. Kadın cinayetleriyse ülkemiz için en temel sorunlardan birisi. Ama şiddet bununla sınırlı değil. Hayatta kalan şiddet mağduru kadınlar her zaman risk altında. Psikiyatri polikliniğine başvuran kadınların %62’sinde partner şiddeti olduğu bulunmuş. Şiddeti anlamak için çalışmalıyız, önleyici şiddet kavramını nasıl uygulamaya geçirebiliriz bunun üzerinde düşünmeliyiz. Şiddet büyük oranda öğrenilmiş bir davranış. Ama sakinlik ve şiddetsizlik de öğrenilebilir. Ergenlikte ciddi davranış sorunları olanlar, aile içi şiddete maruz kalanlar, sert ve cezalandırıcı ebeveyn yaklaşımıyla büyüyenlerin ilerde şiddete başvurma olasılığı yüksek.  Ayrıca çok ilginç bir çalışma var, eşlerine karşı şiddet uygulayan erkeklerin yüzde 53’ünde çocukluğunda kafa travması öyküsü var. Kafa travması yaşayan erkeklerin şiddet uygulama riski ise 6 kat fazla. Yani sadece öğrenilmiş bir davranış değil, kafa travması öyküsü de şiddete zemin hazırlıyor. Şiddete maruz kalmak hem kadın hem de çocuklar için psikolojik olarak oldukça riskli. Evlilik ya da aile terapisi almak şiddeti azaltıyor. Şiddet kronik hale gelmeden yardım almaya çalışmak çok önemli. Şiddetin altında sevgisizlik var. Bir canlıyı incitmek insana yakışmıyor.

Size ulaşmak isteyenler nasıl ulaşabilir?

www.hicrantuluce.com ya da instagram hesabım @drhicrantuluce üzerinden bana ulaşabilirler Yağmur Hanım.

Keyifli sohbetiniz ve verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederim. Son olarak neler söylemek istersiniz?

Harika sorularınız ve sıcak tavrınız için ben teşekkür ederim Yağmur Hanım. Son olarak şunu söylemek isterim; Kalplerimizi sevgiye ayarlamak, bu yaşamda yapabileceğimiz en güzel şey.

Röportaj: Yağmur Tanyıldız