Prof. Dr. HASAN ELİK ile KUR’ÂN-I KERÎM’DE ŞEFAAT Meselesini Konuştuk.

(BİRİNCİ BÖLÜM)

 

GİRİŞ

Kur’ân-ı Kerîm’de; insanın irâde sâhibi, hür bir varlık olduğu, dolayısıyla şahsî tercihlerinin sonucu olarak yaptığı iyiliğin mükâfatını, kötülüğün de cezâsını göreceği belirtilmektedir. Diğer taraftan Kur’ân’da şefaatle ilgili âyetler de yer almaktadır. İslâm bilginlerince; bir başkasının vasıtasıyla Allah’ın, günahları affedeceği veya dereceleri yükselteceği anlamı verilen ‘şefaat’le Kur’ân’daki şefaat ne ölçüde örtüşmekte veya ayrışmaktadır? 

Şefaat kavramının kökü olan ş-f-a / şef‘ kelimesi, Arap dilinde ‘bir şeyi benzeri olana eklemek, iki şeyi yan yana getirmek’ anlamına gelir. Şef’in bir anlamı da ‘çift’ demektir ki karşıtı; ‘tek’ anlamındaki ‘vitr’dir. Kur’ân-ı Kerîm’de bu iki ifâde birlikte kullanılmıştır.  Benzerleri olması itibâriyle yaratılan her şeye ‘şef’, eşsiz ve benzersiz olması itibariyle de Allaha ‘vitr’ denir. 

Şef’ kökünden türeyen şefaat kelimesi ise bir kişinin bağışlanması için aracılık etmek, ona yardımcı olmak veya bir başkasından onun adına yardım dilemek anlamlarına gelmektedir ki genelde yüksek konumda olan birisinin kendisinden konum itibariyle daha aşağıda olan kimseye destek vermesini ifâde etmektedir.  Şefaat edene ‘şefî / şâfi’ denir ki, çoğulu ‘şüfea’dır. Bir kimseden şefaat istemeye ise ‘istişfa’ denir. 

Kelamî bir terim olarak şefaat; âhirette günahkâr müminlerin günahlarının bağışlanması, günahı olmayanların da derecelerinin yükseltilmesi için Hz. Peygamberin Allah katında dua etmesi, yalvarması ve onlara yardımcı olmasıdır.  Bâzı hadislerde, sâdece Hz. Peygamber’in değil, nebilerin, meleklerin, âlimlerin ve şehitlerin de şefaat edecekleri belirtilmektedir.

Oğuz Çetinoğlu: Kur’ân-ı Kerim’de şefaatle alakalı hükümler nelerdir?         

Prof. Dr. Hasan Elik: Kur’ân’da şefaatle ilgili çok sayıda âyet olup bu âyetleri iki grupta toplamak mümkündür: 

1-Şefaatin mutlak ve kesin olarak reddedildiği âyetler:

*Hiç kimsenin bir başkasına en küçük bir yararının dokunmayacağı, kimseden yardım görmeyeceği ve hiç kimseden şefaatin kabul edilmeyeceği hesap ve ceza gününe karşı hazırlıklı olun. (Bakara 2/48, 123) 

*Herhangi bir pazarlığın, dostluğun ve şefaatin geçerli olmayacağı gün... (Bakara 2/254) 

*Kendilerine bir yarar veya zarar verecek durumda olmayan şeylere kulluk edip kendi kendilerine: “Bunlar, Allah katındaki şefaatçilerimizdir diyorlar. De ki: ‘Göklerde ve yerde Allah'ın bilmediği bir şeyi mi O’na haber veriyorsunuz?” (Yûnus 10/8) 

*Şefaatçi edindikleri varlıklar hiçbir şeye mâlik olmadıkları ve hiçbir şeye akıl erdiremedikleri halde, onları şefaatçiler mi ediniyorlar? De ki: ‘Şefaat yetkisi tamamıyla, yerin/göğün mülk ve egemenliğine sâhip olan Allaha aittir.’ (Zümer 39/43-44) 

*Onlara hatırlat ki âhirette her insan dünyada yaptığı yanlışlardan ve haksızlıklardan dolayı rehin tutulacak ve kendisini Allaha karşı koruyacak bir dost ve şefaatçi bulamayacaktır.’ (En’âm 6/70) 

*Onlara hiçbir şefaatçinin şefaati fayda vermeyecektir. (Müdessir 74/48)  

*O gün zâlimler için ne bir dost ne de sözü dinlenecek bir şefaatçi olacaktır. (Gâfir 40/18) 

*Zîlimler kendilerine yardım edecek kimse bulamayacaklardır. (Bakara 2/270) 

Çetinoğlu: Şefaatin, Allah’ın izniyle mümkün olduğu şeklinde anlaşılan âyetlere bakabilir miyiz Hocam?

Prof. Elik: Şu âyetler örnek gösterilebilir: 

*Allah’ın izni olmadan/olmadıkça onun katında kim şefaat edebilir? (Bakara/255) 

*Melekler, Allah’ın hoşnut olduğu insanların dışında kimseye şefaat edemezler. Çünkü herkesten önce onların kendileri O’nun korkusuyla titrerler. (Enbiyâ 21/28) 

*O’nun izni olmadıkça hiç kimse şefaatçi olamaz. (Yûnus 10/3) 

*Rahmân’ın* katından bir ahid almadıkça o gün hiçbir kimsenin bir başkasına şefaat etme hakkı olmayacaktır. (Meryem 19/87) 

*Rahmân izin vermedikçe hiçbir kimsenin bir başkasına şefaati bir yarar sağlamayacaktır. (Tâhâ 20/109) 

*Allah izin vermedikçe O’nun katında hiç kimsenin şefaati fayda vermez. (Sebe 34/23) 

*Şefaatlerini umdukları göklerdeki melekler, Allah dilemedikçe ve izin vermedikçe onlara şefaat edemezler. (Necm 53/26) 

Çetinoğlu: Şefaat meselesine hâdisler açısından da bakabilir miyiz Efendim?

Prof. Elik: Başta Buharî* ve Müslim* olmak üzere bütün hadis mecmualarında farklı lafız ve üslûpla da olsa şefaatle ilgili çok sayıda hadis yer almaktadır.  Bu mecmualardaki hadislerin genel olarak şu mânalarda kullanıldıkları görülmektedir:

*Hesap gününün şiddetini azaltıcı şefaat. 

*Bâzı insanların hesaba çekilmeden cennete girmelerini sağlayacak olan şefaat. 

*Bâzı kimselerin hesaba çekildikten sonra azaba müstahak oldukları halde azap edilmeden cennete girmelerini sağlayacak olan şefaat.                  

*Cehenneme giren günahkârların oradan çıkarılmalarını sağlayacak olan şefaat.

*Günahsızların derecelerinin yükseltilmesini sağlayacak olan şefaat. 

*Hz. Peygamberin amcası Ebû Tâlib’in azabının hafifletilmesi 

*Medine halkına şefaat.  

*İyilik ve kötülükleri eşit olanların cennete girmelerini sağlayacak olan şefaat.

*Kelime-i Tevhidi ikrar ettikleri halde hiçbir hayır işlemeyenler hakkında şefaat. 

Çetinoğlu: Kesin hüküm ihtiva eden hadisler hangileri?

Prof. Elik: Bu hadislerden biri: ‘Şefaatim, ümmetimin büyük günah (kebâir) işleyenleri içindir.’ anlamındaki hadistir. Şefaat konusunda delil gösterilen bir başka hadis de şudur: ‘Her peygamberin kendine has kabul olunan bir duası vardır ve onunla dua edegelmiştir. Fakat ben duamı, ahirette ümmetime şefaat etmek için saklıyorum.’ 

Hz. Peygamberin ümmetine şefaati yanında bir de genel ve kapsamlı şefaatinden bahseden bir hadis rivâyet edilmektedir ki buna büyük şefaat (şefaat-i uzmâ) adı verilir. Hadis şöyledir:

‘Kıyâmet gününde güneş insanlara o kadar yaklaşır ki dökülen ter, insanın boyuna yükselir de kulak arkasına erişir. İşte insanlar bu acıklı durumda iken Âdemden şefaat dilerler. O ‘Ben bu yardıma ehil değilim.’ der. Sonra Nuh’tan yardım dilerler. O da ‘Ben buna ehil değilim.’ der. Sonra İbrâhim’den şefaat dilerler. O da ‘Ben buna ehil değilim.’ der. Sonra Musa’dan yardım dilerler. O da ‘Ben buna ehil değilim.’ der. Sonra İsa’dan yardım dilerler. O da ‘Ben buna ehil değilim.’ der. Sonra Muhammed’den yardım dilerler. Bunun üzerine, Hz. Muhammed secdeye kapanarak uzun bir müddet kaldıktan sonra yüce Allah ‘Kaldır başını; iste verilecek, konuş dinlenecek, şefaat dile şefaat hakkı verilecek.’ der. ‘Bunun üzerine Rabbime hamd ederek başımı secdeden kaldırır ve şefaatimle cehennemlikleri cehennemden çıkarır cennete sokarım.’ 

Çetinoğlu: Şefaatle ilgili âyet ve hadisleri İslâm âlimleri ve mezhepleri, nasıl anlamış ve yorumlamışlar?

Prof. Elik: İslâm’ın daha ilk döneminden itibâren şefaat konusu İslâm âlimleri arasında tartışılmaya başlanmış; Hâricîler, Kur’ân’da olmadığı ve bu konudaki hadislerin de Kur’ân’a muhalif olduğu gerekçesiyle şefaati reddetmişler, bâzı sahâbiler ise onların bu redlerini reddederek şefaati savunmuşlar ve şefaati inkâr edenlerin ondan mahrum kalacağını söylemişlerdir. 

Sonraki dönemlerde de şefaat meselesi tartışılmaya devam edilmiş; Mûtezile*, şefaatin âsi muüminler için değil, mutî müminlerin derecelerinin yükseltilmesinde geçerli olduğunu, Ehl-i Sünnet* ise umumî şefaati kabul etmiştir.

Çetinoğlu: İslâm âleminde ekseriyeti teşkil etmeleri sebebiyle Ehl-i Sünnet’ten başlayabilir miyiz?

Prof. Elik: Ehl-i Sünnete göre şefaat haktır. Kıyâmet günü Hz. Peygamber, ümmetinin günahkârlarına, hatta bütün insanlığa şefaat edecektir. Şefaat hem mutî* kulların sevap ve derecelerinin yükseltilmesinde hem de kebâir ehlinin* cezâlarının affedilmesinde olacaktır.  Ebû Hanîfe Hz. Peygamberin şefaatinin büyük günah işleyenler için hak olduğunu ifâde etmiş; Ebu 1-Hasen el-Eş’arî* Müslümanların, Hz. Peygamberin büyük günah işleyen kimseler için şefaatte bulunacağında icmâ (fikir birliği) ettiklerini söylemiş; İmam Mâtürîdî* şefaatin Kur’ân ve hadislerle sâbit olduğunu belirtmiştir. 

Çetinoğlu: Şiî* din âlimlerinin görüşü nasıl?

Prof. Elik: Şîî din bilginleri de şefaati kabul etmişlerdir. Meselâ Ebû Cafer Muhammed el-Kummî: ‘Allah’ın dinini kabul eden bir kimseye küçük-büyük günah işlese de şefaat edileceğine inanırız.’ demiştir.  Yine Şîî kelâmcılardan el-Hillî Hz. Peygamberin şefaatinin sâbit olduğunda âlimlerin ittifak ettiğini belirtmiştir. 

Kelâm* âlimi ve Ehl-i Sünnetin görüşlerinin önemli ve etkili bir savunucusu olan Râzî*, tefsirinde şefaat konusunu genişçe ele alarak Ehl-i Sünnetin ve Mûtezile*’nin konuyla ilgili delillerini ve görüşlerini değerlendirmiştir. 

Râzî şöyle diyor: “Muhammed ümmeti, Hz. Muhammed’in kendilerine âhirette şefaatçi olacağı hususunda icma etmiştir.  Dayanakları iseRabbin seni (ahirette) makâm-ı mahmûda (övgüye değer bir makama) yükseltecektir.” (İsrâ 17/79)  ‘Yakında, Rabbin sana (kalbinden geçeni) verecek ve sen de hoşnut kalacaksın.’ (Duhâ 93/5)  şeklinde anlaşılan âyetlerdir. 

Râzî, Ehl-i Sünnetin şefaatle ilgili delillerini şöyle sıralamaktadır:

1-Hz. İsa’nın ümmeti ile ilgili olarak ‘Şâyet onlara azap edersen onlar Senin kullarındır; onları bağışlarsan bu da Senin kudret ve hikmetinin gereğidir.’ buyrulmuştur. Bu âyette Hz. İsa’nın, günah-ı kebâir* işleyen ümmeti ile ilgili şefaatinden bahsedilmektedir. Şâyet Hz. İsa için şefaat geçerli ise Hz. Muhammed için de geçerlidir.

2-Hz. İbrahim*’in ümmeti ile ilgili olarak: ‘Bana uyan bendendir, bana baş kaldırana gelince şüphesiz Sen acıyan ve bağışlayansın.’ buyrulmaktadır.  Bu âyetteki mağfiret*, kâfirler için değildir

(çünkü onlar mağfiret ehli değildir) küçük günah işleyenler ve kebâir ehlinden* olup da tövbe edenler için de olmadığına göre tövbe etmeden ölen kebâir ehli içindir.

3-‘Rahmân’ın katından bir ahid almadıkça o gün hiçbir kimsenin bir başkasına şefaat etme hakkı olmayacaktır.’  anlamındaki âyet, günahkârların başkalarına şefaat edemeyeceğini veya başkalarının şefaatine nail olamayacağını ifâde ettiği gibi, Rahmân’ın katından ahid almış olanlara şefaat edileceğini de ifâde etmektedir. Ahidden maksat da tevhid* ve İslâm’dır. Buna göre, ahid alan herkes şefaate hak kazanacaktır. Kebâir ehli de Rahmân’dan ahid aldığına göre onlar da şefaate ehildirler.

4-‘Kendi günahlarının ve erkek-kadın bütün müminlerin günahlarının bağışlanması için af ve mağfiret dile’ âyetine göre yüce Allah, Hz. Muhammed’e bütün günahkârlar için istiğfar etmesini emretmiş ve onları bağışlamıştır. Kebâir ehli de mü’min olduğuna göre onlar da bağışlanmıştır.

5-‘Eğer onlar kendilerine zulmettikten sonra sana gelip Allah’tan bağışlanmaları için dua ederlerse şüphesiz Allah affedici ve merhametlidir.’  Bu âyete göre, Hz. Peygamber, zâlim ve fâsıklar* için ne zaman istiğfarda* bulunsa Allah onun duasını kabul eder. Böylece Peygamber’in kebâir ehli* için dünyada şefaati sâbit olmuştur. Bu, ahirette şefaati için de bir delildir. 

 Mûtezile*, şefaatin büyük günah işleyenler için değil, itaatkâr ve tövbekârlar için söz konusu olduğunu; dolayısıyla şefaatin, azabın kaldırılmasına değil, ancak derecelerin yükseltilmesinde ve sevapların artırılmasında olacağını savunmuşlardır. Meselâ Mûtezile âlimlerinden Kadı Abdülcebbâr Hz. Peygamberin şefaatinin ümmeti için sâbit olduğunda ihtilaf olmadığını ancak ihtilafın, şefaatin kim için gerçekleştirileceği hususunda olduğunu ifâde ederek şefaatin büyük günahlardan tövbe eden müminler için geçerli olduğunu söylemiştir.

Çetinoğlu: Mûtezile* nin kebâir ehline* şefaat edilmeyeceğine dair delilleri nelerdir? 

Prof. Elik: Düşüncelerini şu âyetlerle temellendiriyorlar: 

1-Şefaat, cezânın düşürülmesinde etkili olsaydı Kur’ânda ‘Hiç kimsenin bir başkasına yararı dokunmaz, kimseden şefaat kabul edilmez.’ (Bakara 2/123)  denilmezdi.  Zemahşerî*: ‘Bu âyet, âsilere şefaatin olmayacağının delilidir.’  demektedir.

2-Kur’ân’ın bâzı âyetlerinde şefaat mutlak olarak reddedilmiş, bâzı âyetlerde de zâlimlere şefaat edilmeyeceği beyan edilmiştir.  Zalimden maksat, zulmeden herkes olduğuna göre bu ifâde zâlim kâfirleri de zâlim müminleri de içine almaktadır. 

3-Bir âyette yüce Allah, meleklerin; Allah’ın razı olmadığı kimselere şefaat edemeyeceğini haber vermektedir. Fâsık*, Allah’ın razı olduğu kimselerden olmadığından, melekler onlara şefaat etmeyeceğine göre Peygamber de böyle kimselere şefaat etmez. 

4-Bir başka âyette ‘kimseye hiçbir şefaatçinin şefaatinin fayda vermeyeceği’  ifâde edilmektedir. Şâyet şefaat, azabın/cezanın düşürülmesinde, affedilmesinde etkili olsaydı şefaatin onlara faydası olacağı ifâde edilirdi. Bilâkis âyet bunun aksini ifâde etmektedir.

5-Diğer bir âyette: “Allah’ın ‘taht’ını taşıyanlar (melekler) ve O’na yakın olanlar, Rablerinin sınırsız ihtişamını hamd ile yüceltirler, O’na iman edenler için bağışlanma dilerler:Rabbimiz! Sen her şeyi ilmin ve rahmetinle kuşatırsın, tövbe edip yoluna uyanları bağışla ve yakıcı ateşin azâbından onları koru!” (Gâfir 40/7)  buyrulmaktadır. Fâsıklar* için şefaat söz konusu olsaydı âyette günahlarının bağışlanması için tövbe şartı getirilmezdi. O halde, şefaat ancak itâatkâr müminler ve günahlarından tövbe edenler için söz konusudur. 

İslâm bilginlerinin hadislerle ilgili değerlendirmelerine gelince Ehl-i Sünnet*, kebâir ehline* şefaat edileceğinden bahseden hadis ile şefaat-i uzmâ hadisini, büyük günah işleyenlere şefaat edileceğine delil gösterir. 

Mûtezile* ise Ehl-i Sünnet*’in şefaatle ilgili delillerini teşkil eden bu hadislerin haber-i vâhid olduğunu, dolayısıyla zan ifâde ettiğini, Kur’ân’ın, şefaati reddeden birçok âyetine ve akla aykırı olduğunu, şefaat gibi büyük bir olayı sâdece büyük günah işleyenlere tahsis ederek itaatkâr müminlerin bundan mahrum bırakılacağını, dolayısıyla âsiler lehine eşitsizliği ifâde ettiğini ileri sürerek kabul edilemez olduğunu söylemektedir.

Çetinoğlu: Ehl-i Sünnet*, Mûtezile*’nin bu görüşü için ne diyor?

Prof. Elik: Ehl-i Sünnet; Mûtezile’nin bu yaklaşımına şöyle cevap vermektedir:

Bu ve benzeri hadisler âhâd* olarak rivâyet edilse de şefaat konusunda farklı tariklerden* gelen birçok hadis vardır ki bunların ortak noktası, kebâir ehlinin* şefaat vesilesi ile cehennemden kurtulacağıdır. O halde, bu hadisler mütevâtir* hükmünde olup kat’î delil kabul edilmelidir. 

Mûtezile*’nin, şefaatin âsiler lehine eşitsizliği ifâde ettiğine dâir itirazına İbnü’l-Cevzî* ve Nevevî*; ‘Şefaatin en çok muhtaç olana ve en çok ihtiyaç hissettiği anda yapılması, Hz. Peygamber’in ferâsetinin ve ümmetine sonsuz merhamet duygusunun bir ifâdesidir.’  şeklinde cevap vermişlerdir. İmam Mâtürîdî* de şefaat olunan kimsenin, işlediği günah sebebiyle değil, yaptığı iyiliklerle şefaate lâyık olduğunu söylemiştir. 

Mûtezile’nin meseleye akıl açısından yaklaşımını ise İbnü’l-Müneyyir el-İskenderî* şöyle eleştirmiştir:

Onları, şefaati inkâr etmeye sevk eden sebep, Allah’ın mûtî kullarına mükâfat, âsi kullarına ceza vermesinin aklın gereği olduğu şeklindeki yanlış düşünceleridir.’ 

Mûtezile*, şefaatle ilgili bu hadisleri anılan gerekçelerle reddettiği gibi, bâzı hadisleri de şefaatin reddine delil göstermektedir.  Meselâ:

Zâlim yöneticilerin cennetten uzak olacağı’, 

Haramla beslenmiş bir bedenin cennete giremeyeceği, Hz. Peygamber’in bu kişilerden uzak olduğu’, 

Hür bir insanı satarak onun parasını yiyen kimselerin, çalıştırdığı insanın ücretini ödemeyenlerin hasmı olduğu’  bildirilmektedir. Şâyet Peygamber herkese şefaatçi olsaydı bu hadislerde belirtilen kimselerin hasmı olduğunu, onların cennete giremeyeceklerini söyler miydi? Bu günahkârlar hakkında hem bu ifâdeleri kullanıp hem de onlara şefaat etmesi düşünülebilir mi? 

Bâkıllânî*, bu gibi hadisleri ‘haramı helâl saymak ve nassı yalanlamak itikadı ile haram işledikleri takdirde şefaate lâyık olmayacakları’ tarzında yorumlamıştır. 

Râzî* de şefaatin reddine delil gösterilen bu hadisleri şöyle yorumluyor: ‘Bu hadislerden Hz. Muhammed’in kebâir ehlinin tamamına şefaat etmeyeceği anlamı çıkarılamayacağı gibi, kıyâmetin bütün safhalarında şefaat edilmeyeceği anlamı da çıkarılamaz. Mümkündür ki Hz. Peygambere, kıyâmetin bâzı aşamalarında bâzı kişilere şefaat etme izni verilmez ama bâzı aşamalarında bu kişilere şefaatine izin verilir.’ (Râzî, age, 3, 62.) 

(DEVAM EDECEK)