‘BİLGİ VE KÜLTÜR KİRLİLİĞİ İLE TEKNOLOJİ, MANEVÎ DEĞERLERİMİZİ AŞINDIRIYOR.’

Makine Mühendisi, İktisâdî İşletme Uzmanı, Müellif ve Mütefekkir

Prof. Dr. ERSİN NAZİF GÜRDOĞAN ile

İNSANLIĞI BEKLEYEN TEHLİKELER Hakkında Konuştuk.

Oğuz Çetinoğlu: İnsanı değerli kılan unsurlar, ahlâk ve bilgidir. İnsanoğlu bilgi edinmekle iktifa etmemeli, öğrendiklerini, aklını kullanarak geliştirmeli, ilim hâline getirmeli. Orada da kalmayıp oluşturduğu ilimleri, tefekkürle irfan hâline dönüştürmeli. 

Âlimlerin belirttiğine göre irfan, bilgiden 1000 kat, ilimden ise 100 kat daha kıymetlidir. 

Anlaşıldığına göre işin temelinde bilgi var. Günümüz dünya gerçeğinde ise, ‘bilgi ve kültür kirliliği’ olarak adlandırılabilecek yanlış ve hatta zararlı bilgiler var. Bu zararlı bilgiler, ahlakî çöküntülere sebebiyet veriyor. 

Sizinle bu meseleleri konuşmak istiyorum. Genel mâhiyetteki bir değerlendirmenizle sohbetimize başlayabilir miyiz?  

Prof. Dr. Ersin Nazif Gürdoğan: Ekonominin ahlâkî değerlerden koparılarak; târih içinde eşi görülmedik bir biçimde ön plana çıkarılmasının sonucunda, en azından Batı ülkeleri için, bunalımsız ve problemsiz bir topluma ulaşılacağı ümit ediliyordu. Ancak ümit edilenin tam tersine, Batı dünyası giderek, önüne geçilmesi zorlaşan, sosyal dağılmaya ve ahlakî çözülmeye doğru büyük bir hızla ilerliyor.

İktisat, sosyal ve kültürle alakalı krizler birbirini tâkip ederek, değişik alanlarda etkilerini giderek artırmaya başladı. Sanayileşmeyle yaygınlaşan çevre kirlenmesine paralel olarak, çoğalan değer karmaşası, politikadan edebiyata kadar her alana yayılarak, büyük bir bilgi ve kültür kirlenmesine yol açtı. Kültür kirlenmesi çevreye, toprak, su ve hava kirlenmesi olarak yansıdı.

Çetinoğlu: Kültür kirliliği yalnızca çevreyi mi kirletiyor?

Prof. Gürdoğan: Sınırsız kazanma tutkusuyla hız ve yoğunluk kazanan sanayileşme, yalnızca çevreyi kirletmekle kalmıyor, çevre ile birlikte insanın zihnî ve fizikî gücünü de tahrip ederek, kültür kirlenmesini de hızlandırıyor. Sanayileşmenin ana dinamiği olan, daha çok üretim, daha çok kazanç ve daha çok tüketim isteği, bir yandan çevrenin, diğer yandan kültürün kirlenmesini artırıyor. 

Tüketim yarışıyla daha bir hız kazanan çıkar kavgası, öyle bir değer sistemi oluşturdu ki, bu değer sistemi içinde yer alan insan için, kısıtlayıcı hiçbir ahlakî ve insanî değer kalmadı. Savaşların en şiddetli olduğu bir dönemde, eğlence dünyasında hayâsız yayınlar ve uyuşturucu üretimi, silah ticaretinden çok daha fazla kazanç sağlıyor. Bunun için, kitle haberleşme araçlarında, cinsiyet unsurları başköşeyi tutuyor.

Ekonomiden edebiyata kadar her alana, Freud'ün niteliklerini sergilediği insanlar köşe başlarını tutuyor. Dünyanın her yerinde, ekonomi ve kültür politikaları, kendini iktisadî çıkarlara adamış insanlarca belirleniyor. Ekonomiyi, rasyonellik adına kazanç sağlama tutkusu; insanı da özgürlük adına cinsiyetle alakalı tutumlar yönlendiriyor. Bunun sonucunda, bir yandan tabiat ve çevre, öte yandan da kültür ve değerler kirleniyor.

Çetinoğlu: Bilgi ve kültür kirlenmesi, çevre kirliliğinden daha fazla diyorsunuz… Peki, Batı bu durumun farkında mı?

Prof. Gürdoğan: Evet! Başta Batı ülkeleri olmak üzere, bütün ülkelerde çevreden daha çok kültür ve bilgi kirlenmesi var. Dehşet verici bir kültür ve bilgi kirlenmesiyle karşı karşıya olunmasına rağmen, kimse böyle bir kirlenmenin varlığını kabul etmeye ve tedbir almaya yanaşmıyor. Değer çözülmesi, yozlaşma, yabancılaşma ve sekülerleşme gibi kavramlarla, açıklanmaya çalışılarak, bilgi ve kültür kirlenmesi bir yandan ekonomiye bağlanırken, diğer yandan da onların kültürle olan bağları göz ardı edilerek, kirlenmenin ulaştığı boyutlar görmezden geliniyor.

Bütün dünyada çevre kirlenmesinden söz ediliyor. Doğu'dan Batı'ya pek çok ülkede hükümetlerde çevre meseleleriyle ilgilenen bakanlıklara yer veriliyor. Dünyada hemen hemen her üniversitenin bir çevre mühendisliği bölümü vardır. Çok sayıda kurum ve uzman çevre kirlenmesi üzerinde çalışıyor. Buna karşılık, kültür ve bilgi kirlenmesini ciddi olarak araştıran kurumlar olmadığı gibi, konunun gündeme getirilmesinden de kimse hoşlanmıyor.

Kültür ve bilgi kirlenmesinin ortaya çıkardığı dertler yanında, çevre kirlenmesi önemini ve önceliğini yitiriyor. Çünkü kültür ve bilgi kirlenmesi sonucunda aile dağılıyor, alkollü içki tüketimi ve uyuşturucu madde alışkanlığı artıyor, hırsızlıklar, yolsuzluklar ve cinayetler giderek önü alınamaz boyutlara ulaşıyor. 

Çetinoğlu: İnsanoğlu, düştüğünün farkında değilse, kalkmaya teşebbüs etmez. Muhtemelen batılılar, ahlakî çöküntüleri önlemek niyetinde değiller. Sizin tespitleriniz nelerdir?

Prof. Gürdoğan: Metafizik değerlere dayanmayan seküler Batı uygarlığının, mukaddes kültür kökenli ahlak ölçülerini öne çıkarmasını ve dört elle sarılmasını beklemek, hiç bir zaman gerçekleşmeyecek rüya görmektir. Marx gibi, mukaddes kültürü ‘toplumların afyonu’ olarak gören, Nietzsche gibi, ‘Tanrı'yı öldüren’ seküler Batı kültüründe, köklü bir paradigma dönüşümüne gidecek yolları açmadan, bütün dünyayı tehdit eden global ısınmanın üstesinden gelmek mümkün değildir.

Çetinoğlu: Neden?

Prof. Gürdoğan: Dostoyevsky'nin ‘Karamazov Kardeşler’ isimli romanındaki İvan Karamazov gibi: ‘Allah yoksa her şey mubahtır’ diyen, seküler Batı dünyasının değerleriyle, çok boyutlu çevre problemleri çözülemez. Değişik alanlarda ortaya çıkan kirlenmenin kaynağında, mukaddes kültürle bağlarını bütünüyle koparmış, seküler kültürün doğurduğu değer karmaşası vardır. 

Çetinoğlu: Kirlenmenin kaynağını kurutmak meselesine geçmeden önce, genç okuyucularımızdan bâzılarının, konunun uzağında bulunma ihtimalini düşünerek; ‘seküler’ kelimesinin ve ‘seküler kültür’ kavramının efradını câmi, ağyarını mâni ölçüsünde açıklamasını lütfeder misiniz?  

Prof. Gürdoğan: Seküler’ kelimesini kısaca; ‘Dinden bağımsız, dinî veya ruhanî olmayan …’ şeklinde açıklamak mümkün. Genel kabul görmüş bir başka ifâde ile ‘devlet ve dinin ayrı olması veya özellikle bir dine bağlı veya karşı olunmaması; dinî ve sivil işlerin birbirinden ayrılması inancı’ olarak târif edilmektedir. 

Kelimeyi ve ‘seküler kültür’ kavramını biraz daha açmak gerekirse; Bir düşünce sistemi olarak kabul edilen ve ‘Sekülerizm’ veya ‘sekülarizm’ olarak kullanılan bu düşünce sisteminde; toplumda ahiretten ve diğer dinî, mânevî meselelerden ziyâde dünya hayatını merkeze alan, din ve ahret ile ilgilenmeyenlerin düşünce sistemidir. Türk Dil Kurumu, sekülerizm kavramına karşılık olarak ‘dünyacılık’ kelimesini teklif etmiştir. Bu düşüncenin mensupları, dinî unsurları sosyal, hukukî ve siyasî mânâda tâyin edici kılan bir yaklaşımı redederler. Çok geniş bir terim olan sekülerizm, içinde birçok farklı akım ve teori barındırır. 

Çetinoğlu: Bâzı makalelerde ve konuşmalarda sekülerizm kavramının laiklikle aynı mânâda kullanıldığı görülüyor.  

Prof. Gürdoğan: Laiklik ve sekülerizm kavramları Türkçede sıklıkla aynı mânâda kullanılır. Laiklik, dinî kişi ve kurumların devletin işleyişine ve devlet kurumlarına müdâhale etmemesi; devletin de din işlerine karışmaması anlamına gelir. Daha net bir ifâde ile söylemek gerekirse laiklik devletle alakalı bir kavramdır. Şahıslar laik olamazlar. Ya bir dine inanırlar veya inanmazlar. Kendi tercihleridir. Sekülerizm, daha çok şahıslarla alakalı bir kavram olmakla birlikte, laiklik kavramını da içine alır.

Çetinoğlu: Teşekkür ederim Efendim. ‘Kirlenmenin kaynağını kurutmak’ söz konusu olduğunda neler yapılabilir?

Prof. Gürdoğan: İlmî çalışmaların maksadı, her zaman üretime dönük uygulanabilir sonuçlar elde etmek değildir. İlim genel geçerliliği olan doğruları araştırdıkça, insanın, toplumun ve dünyanın daha derinden kavranılmasına yardımcı olur. İlmî araştırmaların sonucu ortaya çıkan teknolojik gelişmelerle, tabiattan ve tabiat kaynaklarından yararlanma yeni boyutlar kazanır. Teknoloji, bilme, kavrama ve anlama amacıyla yapılan ilmî çalışmaların bir sonucu, bir ödülüdür.

Batıda ilmî çalışmaların uygulamaya dönük alanındaki gelişmeler, on sekizinci yüzyılın ikinci yarısında kendini göstermeye başladı. Batılılar diğer medeniyetlerin, büyük ölçüde de İslam medeniyetinin oluşturduğu bilgi birikiminin üstüne, kendi seküler özlerini de ekleyerek, son yıllarda büyük boyutlara ulaşan teknolojik gelişmelere öncülük etti. Kazanç sağlamak için her şeyin mubah kabul edildiği seküler Batı dünyasında, endüstriyel üretim bütün alanlarda kartopu etkisiyle büyüdü.

Batı'da üniversiteler teknolojik ve ilmî bilginin peşine, yalnızca fizikî üretimi artırmak maksadıyla düştü. Ekonomik gelişmenin temeli olan teknolojiyle, her alanda üretim büyük bir hız ve artış kazandı. Teknokratların aklını başından alan, politikacıların gözlerini kamaştıran teknoloji, belirli bir azınlığın elinde bencilce kullanıldı. İktidar alanını büyütme tutkusuyla, teknolojiyi yanına alan Batı insanı, yeryüzünü bir yangın alanına dönüştürdü. Sermaye birikiminin ana dinamiği; Anadolu'da söylenilenin tersine, dişten artan değil, işten artan oldu. İşten artırmanın sürükleyici gücünün de teknoloji olduğu keşfedildi.

Teknolojinin en önemli ürünü olan makineler, bütün insanları kendi hızlarına uymaları için peşlerinden sonu gelmez bir yarışa zorluyor. Yönlendirme gücü, insanlardan makinelere geçti. İnsanın gölgesi olan teknoloji; insanla anlam kazanacağı yerde, insan teknolojiyle anlam kazanır konuma düştü. İnsan değerini yitirirken teknoloji değer kazandı. Makinelerle insanlar arasında koparılamaz bağlar oluştu. Hayatın bütün boyutlarında yeni güç ilişkileri ortaya çıktı. Teknolojinin insan ve toplum üzerindeki olumlu etkileri yanında, olumsuz etkileri de hızla arttı.

Özet olarak ifâde etmek gerekirse; ‘kirlenmenin kaynağını kurutmak için’ makineyi değil, insanı merkeze almak gerekiyor. Makineden vazgeçilemez. Ancak, makineyi insanın emrine vermek, insan için maddî faydalar sağlarken, manevî değerlerini kaybettirmeyecek şekilde kullanmak mümkündür.  

Çetinoğlu: Makinenin merkeze alınmasının zararlarından bahseder misiniz? 

Prof. Gürdoğan: İki Dünya Savaşı, Ortadoğu'daki savaşlar ve teknolojik kazalar, teknolojinin sağladığı faydalar yanında, yol açtığı zararların da ne kadar büyük olduğunu gösteriyor. Teknolojiyi geliştirenler ve teknolojiden faydalananlar, ister farkında olsunlar isterse olmasınlar, teknolojik yeniliklerle donatılan silahlar, gökyüzünden yeryüzüne ölüm yağdırıyor. Dünyada nükleer silahlar, bütün dünyayı yüzlerce defa yok edebilecek kapasiteye ulaştı.

Çetinoğlu: Teknolojinin toplum, ekonomi, işletmeler, çevre ve insan üzerindeki etkileri nelerdir? 

Prof. Gürdoğan: Bu sorunuzu çoğaltmak mümkün. Mesela: Teknolojinin geçmişteki işlevi ne oldu? Bugün nasıl bir işlev yükleniyor? İnsanın tutum ve davranışlarına etkisi nasıl ve ne yönde gelişiyor? 

Bu soruların üzerinde düşünüldüğünde, bütün boyutlarıyla kirlenmenin kaynağı olan teknolojinin, dünyanın her yanında denetlenmesinin ne kadar önemli, ne kadar hayatî olduğu ortaya çıkar.

İktidar tutkunu, açgözlü insanların elinde teknoloji, yeryüzünü yangın alanına çevirdi. Krala bağlı erdemli bir asker olan Macbeth'i dehşet verici cinayetlere sürükleyen, insandaki iktidar olma tutkusu, teknolojik yeniliklerden faydalanarak, bütün insanlığı sonu gelmez bir çatışmaya sürüklüyor. Öfke, kin ve öç duygularıyla beslenen iktidar tutkunu Yeni Macbethler, teknolojiyle el ele vererek, dünyayı bir ‘Yeryüzünü Cehennemi’ne dönüştürdü.

Dünyada bütün boyutlarıyla ortaya çıkan bunalım, iktisadî veya siyasî alandaki bir yetersizlikten daha çok kültürel alandaki bir yetersizlikten kaynaklanıyor. Bunalımın kaynağında Yunus'un değerleriyle Macbeth'in değerlerinin çatışması yatıyor. Bir yanda ‘bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürür’ diyenler, diğer yanda da ‘iktidar öldürmeye muktedir olmaktır’ diyenler var. ‘İktidar olmak her şeydir’ demek, ‘iktidar olmak için her şey yapılır’ demektir.

Bütün dünyada teknoloji çoktan kültürün önüne geçti. Hayatın bütün boyutlarında belirleyici olanın kültür değil, ekonomi olduğu vurgulanıyor. ‘İşten artırma’nın sihirli çözümü olan ‘teknolojik gelişme’nin, her yerde her zaman olumlu sonuçlar vereceğine inanılıyor. Oysa teknolojik gelişme insanları işsiz bırakma yanında güçsüz de kılıyor. İnsanı ilkeli kılacak, insanı erdemli kılacak bir kültürün değerlerini, iktisadî ve siyasî hayata kazandırmadan, bütün insanları peşinden sürükleyen teknolojiyi denetlemek mümkün değildir.

Çetinoğlu: Herhalde sanayileşmeden vazgeçilmesini düşünmüyorsunuz…

Prof. Gürdoğan: Kesinlikle… Kirlenmeyi ve teknolojiyi denetlemek, ülke ekonomilerinin sürükleyici gücü olan sanayileşmeden vazgeçmeleri anlamına gelmez. Mesele sanayileşmenin önünü kesmek değil, teknolojinin olumsuz etkilerinin önüne geçmektir. Yapılması gereken insanın denetiminden çıkan teknolojiyi denetim altına almaktır. Teknolojiyi göz ardı etmek demek, dünyada yoksulluk çeken milyonlarca insanı göz ardı etmek demektir.

Dünyanın kaynakları insanların karınlarını doyurmaya yeter, gözlerini doyurmaya yetmez. Bu yüzden, kirlenmenin kaynağını kurutmak için öncelikle yapılması gereken, insanların gözlerinin doyurulması ve tutkularının dizginlenmesidir. Temelinde açgözlülük ve kazanma tutkusu olan bir kültürle, kimsenin gözünü doyurmak mümkün olmadığı gibi, herkesin karnını doyurmak da mümkün olmaz.

İnsansız teknoloji, teknolojisiz insan olmaz. Teknoloji insanla teknoloji, insan da değerlerle insan olur. İnsanda teknolojiyi teknolojide insanı gören, yağmur yüklü bulutlar gibi değer yüklü aydınlar, teknolojinin burnuna halka takacak öncülerdir. Onlar mukaddes kaynaklardan beslenen değerlerle, bilgiyi bilgeliğe dönüştürerek, yalnızca teknolojiyi değil, ilmi de denetim altına alacak kesimlerin başında gelir.

Çetinoğlu: Bu vazifenin kime ait olduğunu düşünüyorsunuz?

Prof. Gürdoğan: İnsanı yoğuracak, teknolojiyi biçimlendirecek, kirlenmenin kaynaklarını kurutacak olanlar, Edward Said'in ele aldığı bağlamda, eleştirmekten ve eleştirilmekten korkmayan entelektüellerdir. İnsanın davranışlarını yönlendiren, eşyaya bakışını biçimlendiren, olayları değerlendirmede, ürünleri kullanmada, kuralların ve değerlerin benimsenmesinde entelektüellerlerin, vazgeçilmez bir görev ve sorumlulukları vardır.

Kurallar ve değerler bütünü olan kültür, entelektüellerle yeni yaklaşımlar ve yeni açılımlar kazanır. İlmî ve teknolojik gelişmeleri, mukaddes kaynaklardan beslenen kültürle yoğuran entelektüellerin yorulma bilmez çalışmalarıyla, kirlenme buzdağının görünen ve görünmeyen boyutları gözler önüne serilecektir.

İnsanlığın yok olmanın sınırına geldiği bir yüzyılda Doğulu ve Batılı entelektüellerin sürekli tekrarladığı gibi, dünyanın önünde iki yol vardır: Ya toptan yok olmak veya yeni bir değer dünyası inşa etmek. Târih içinde yok olan nice topluluklardan olmamak için, bütün insanlığın târihin derinliklerinden gelen ve bütün insanlığın vicdanına seslenen, uyarılara kulak vermesi gerekir.

Prof. Dr. ERSİN NAZİF GÜRDOĞAN:

1945 yılında Eskişehir'de doğdu. Üniversite eğitimini İstanbul Teknik Üniversitesi’nde Makina Mühendisliği alanında yaptı. İşletme İktisadı Enstitüsü'nün uzmanlık programını 1968 yılında tamamladı. Devlet Planlama Teşkilatı'nda 1968 yılından 1972 yılına kadar uzman olarak çalıştı. Erzurum Üniversitesi’nde başladığı akademik çalışmalara, Maltepe Üniversitesi’nde devam etmektedir. Gürdoğan 1975'de doktor, 1987'de doçent ve 1994'de profesör oldu. Evli ve üç çocuk sâhibi olan Gürdoğan, Mâverâ Dergisi’nin kurucuları arasında yer aldı.

Gürdoğan'ın yayınlanmış kitapları:

1-Üretim Planlamasında Doğrusal Programlama ve Demir Çelik Endüstrisinde Bir Uygulama, 2-Ticarî ve Sosyal Açıdan Proje Değerlendirme Yöntemleri, 3-İşletmelerde Yatırım Yönetimi, 4-Girişimcilik ve Girişim Kültürü, 5-Hicaz'dan Endülüs'e, 6-Günler Akarken, 7-Zamanı Aşan Şehirler, 8-Teknolojinin Ötesi, 9-Kültür ve Sanayileşme, 10-Görünmeyen Üniversite, 11-İki Dünyanın Hesaplaşması, 12-New York'tan Los Angeles'a Yeni Roma, 13-Kirlenmenin Boyutları, 14-Düşünceyi Eylem Bilmek.