Her hafta olduğu gibi bu hafta da "Aziz Karataş ile Bir Çay Söyleşisi" adlı köşemizde çok değerli bir konuk aldık. Akademik hayatına bilim ödülünü sığdırarak büyük başarılara imza atan ve taşıdığı edebiyat ruhuyla da küçüklüğünden beri şiirler yazan ve geçtiğimiz 14 Şubat 2022’de ilk şiir kitabını okuyucularıyla buluşturan başarılı akademisyen ve yazar Doç. Dr. Fulya Köksoy ile koyu bir sohbete koyuluyoruz.

Merhabalar hocam öncelikle bize kendinizden kısaca bahseder misiniz, Fulya Köksoy kimliğinin oluşum süreci nasıl gelişti?

Merhaba. Öncelikle hoş geldiniz. Ankara doğumluyum. Liseyi Büyük Kolej’de bitirdim. Lisans eğitimimi Atılım Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde yüksek başarı bursu ve birincilikle tamamladım. Sosyal ve akademik hayatın birarada olduğu çok keyifli bir üniversite dönemi geçirdiğimin özellikle altını çizmek isterim. Akabinde ilk yüksek lisans derecemi Polis Akademisi Uluslar arası Güvenlik bölümünde, ikinci yüksek lisansımı ise Ankara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde tamamladım. Doktoramı yine Polis Akademisi Uluslararası Güvenlik bölümünden kazandım. İkinci doktoram ise Ankara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler (AB) bölümünde devam etmekte. Aslında lise ve üniversite yıllarında sunuculuk deneyimlerim olması çerçevesinde ve sahnede olmayı çok sevmemden dolayı bir dönem ekran önüne yönelik bir eğitim almayı düşünsemde merkez noktam olan akademisyenliğe yöneldim. Bir nevi aşk ve tutku misali istediğim akademisyenlik mesleğini icra etmem noktasında hayat beni Batman Üniversitesi’ne getirdi. 2016 yılında Araştıma Görevlisi olarak Batman Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde göreve başladım. 2019 yılında doçentlik unvanımı kazandım. 2019 yılında Siyasi Tarih Anabilim Dalı Başkanı ve 2021 yılından bu yana Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı olarak görevime devam etmekteyim. Ayrıca Üniversitemizin Kariyer Merkezi Müdürüyüm. Ek olarak Inglobe Academy’nin Genel Koordinatörüyüm.  Akademik hayata başlamam birçok hocamızın yaşadığı gibi sancılı bir süreç akabinde gerçekleşti. Ancak insanın gerçekten çok istediği ve severek icra ettiği bir mesleği sürdürmesi büyük bir şans. Her görüşten ve farklı coğrafyadan öğrencilerim var. Farklılıklara rağmen onlarla ortak bir noktada buluşarak hemhal olabilmek tarifsiz bir duygu. Öğrencilerime bir cümle dahi katabiliyorsam bundan daha büyük bir mutluluk düşünemiyorum. Akademik anlamdaki Fulya Köksoy kimliğinin oluşmasında başta çok değer verdiğim hocalarımın etkisi ve benim fazlaca başarı, öğrenci odaklı ve tüm olumsuzluklar karşısında pes etmeyen karakteristik yapımın rolü bulunmakta. Öte yandan arkadaşlarım, meslektaşlarım ve yakınlarım tarafınca dışa dönük, yardımsever, çözüm odaklı, zorluklar karşısında yılmayan, azimli, hayata karşı inatçı, fazlaca tezcanlı, genel olarak negatiflikten uzak, sevgi aşığı ve insanların yüreklerine, hayatlarına dokunmayı seven biri olarak değerlendirilen Fulya Köksoy kimliğinin oluşmasında ise ailem, onların beni yetiştirme tarzı ve özellikle benim en kıymetlilerim olan anneannem ve dedemin yadsınamayacak rolü bulunmakta. Başta anneannem Ruhat Şanlıtürk ve nurlar içinde yatsın dedem Selçuk Şanlıtürk, annem Tülay Şanlıtürk ve teyzem Şenay Edremit’e çok şey borçluyum. Yeniden dünyaya gelsem yine onların benim ailem olmasını isterdim. Son noktada ise insanın kendi deneyimleri, kendini geliştirmeye ve başta iyi bir insan olmaya yönelik davranış kalıplarını takip etmeyi başarabilmesi, bireysel kimliğin oluşumu açısından çok önemli.

Her şeyin en başına dönecek olursak yazım hayatınızın başlangıcı olarak nitelendirdiğiniz ve sonrasında gelişen süreci bize anlatır mısınız? Sözcüklerle yakın bir ilişkiniz olduğunu ne zaman keşfettiniz?

Yazım hayatımın başlangıç noktası ilkokul yıllarına uzanıyor. Artık tutmasamda çocukluk ve ergenlik dönemlerinde tuttuğum günlükler, kalemimin güçlenmesini sağladı. Ortaokulda gerçekleşen bir kompozisyon yarışmasında birincilik kazanmıştım. Ama bu bence birazda genetik faktörlere dayanıyor. Anneannemin annesinden itibaren kuşaklara yayılan bir şiir yazma geçmişimiz var. Nitekim anneannemin dedeme yazdığı şiirler -birkaç tanesine kendi kitabımda da yer verdim- annemin de şiir kitabı bulunmakta.

İlk yazma deneyimlerine döndüğünüzde, şiirin sizin üzerinizdeki çekim gücünü nasıl tanımlıyorsunuz? Şiir durduk yere yazılmaz diye bildik hep.

Şiir yazmak ruhsal boyutun en nahif şekilde dışa vurumunu yansıtıyor bence. Yüreğinizin izdüşümünü sözcüklere hapsettiğiniz son derece büyülü bir boyuta ulaşmakla eş değer. Sizinle ilgili olmasa da yüreğinize bir şekilde etki eden olayların ayrıca kendi derinliklerinizde yıllarca biriktirdiğiniz tüm duyguların boş sayfalara yansıması şiir yazmak. Bir nevi yaşadığınız duygu seliyle beraber o boş sayfaların hayat bulmasını sağlıyorsunuz şiir yazarak. İsimsiz şiirlerse avuçlarımızda duran ve en acı şekliyle bazen avuçlarımızı kanatan. Önemli olansa gerçekten İSİMSİZ kalmamamız.

Şiirlerinizin nağmelarine değinelim biraz. ‘İsimsiz Şiirlerimdin’ isimli kitabınızdan biraz bahseder misiniz? Kitap genel olarak ne tür şiirler üzerine inşa edildi?

İsimsiz Şiirlerimdin projesi aslında çok uzun yıllardır biriktirdiğim şiirlerin bulunduğu ancak yayımlanması noktasında doğru zamanı bekleyen bir çalışmaydı. 14 Şubat 2022 Sevgililer Günü ise çıkış noktası olarak belirlendi. Aslında bir nevi yayımlanması için Sevgi Gününü bekledi. Sağolsunlar Nobel Yayınevi çalışanları da bu noktada hassasiyet göstererek, büyük emek harcadılar. Kitap, en kıymetlim canım dedem Selçuk Şanlıtürk’e, Batman’da şehit düşen öğretmen Şenay Abyüke Yalçın’a, kardeşim olarak adlandırabileceğim yakın dostum Songül Demirci’ye, talihsiz bir trafik kazasında kaybettiğim arkadaşım Emre Devecioğlu’na yazdığım adrese teslim şiirler dışında ağırlıklı olarak insanı, gurbeti, özlemi, korkuları, öfkelerimizi, ayrılıkları ve AŞKI tema edinen şiirlerden oluşmakta. Şiirlerin en büyük ve dikkat çekici özelliği ise “İSİMSİZ” oluşları. İstedim ki okuyucular mutlaka kendilerinden bir şeyler bulabileceği şiirlerime ne hissediyorlarsa kendileri isimler versin. Bu noktada İSİMSİZ ŞİİRLERİMDİN: Ben Adını Koyamadım. Sen Ne Hissediyorsan Bırak Öyle Kalsın gün yüzüne çıktı.

‘İsimsiz Şiirlerimdin’ isimsiz kahramanlara ithaf edilmiş bir şiir cümbüşünden mi doğdu? konu seçimi tesadüfi mi oluyor ya da hayatta karşılaştığınız bazı olaylardan mı etkilenip yazıyorsunuz?

Baştada belirttiğim üzere birkaç tane adrese teslim isimsiz şiir bulunmakta. Diğer şiirlerimi ise okuyucuların hayal gücüne bırakıyorum. Doğrusunu söylemek gerekirse bazı şiirler evet isimsiz kahramanları hedef alıyor. Ancak çoğunluğu hem kendi hem de dış çevrem zarfında gördüklerim, deneyimlediklerim ve tüm bunların yüreğimde yarattığı etki doğrultusunda yazdığım şiirlerden oluşmakta. Şiir yazmak hakikaten enteresan bir duygu durumu. İnanın yeri geliyor fanustaki bir balığa bile şiir yazabiliyorsunuz. Hepimiz yaşadıklarımızla, deneyimlediklerimizle üzüntülerimize ve yaralarımıza kabuk inşa etmeye çalışıyoruz. İşte şiir yazmak, hem mutluluklarımızın vuku bulduğu hem de kabuk bağlamasını umduğumuz yaralarımızın dile gelmesini sağlayan ruha dair bir öngösterim aslında. 

Siz aynı zamanda “Uluslararası Bilim Ödülü” almış çok başarılı bir doçent öğretim üyesisiniz. Ödüllü bir bilim insanı olmak size neler hissettiriyor ve ne tür sorumluluklar yüklüyor? 

Öncelikle güzel düşünceleriniz için çok teşşekkür ederim. Akademik anlamda ödüllendirilmek her akademisyen için çok kıymetli bir durum. Ama bunu abartmamak lazım. Yapmış olduğunuz çalışmaların yetkin mercilerce taçlandırılması son derece değerli ama önemli olan bizlerin ödül alması değil, öğrencilerimize hem akademik olarak hem de hayatın tüm aşamalarına ilişkin ne katıp ne katamadığımızdır. Akademisyenliği sadece derse girmekle asla eşdeğer tutmayan bir akademiyen olarak öğrencilerime ilişkin her konuyla yakından ilgilenmeye çalışıyorum. Hem onlar hem de ben birbirimize karşı sorumluluklarımızın bilincindeyiz.

Kaleme aldığınız “ Kartal ve Ejderha’nın Valsi Amerika / Çin İlişkileri, Çatışma Çözümü” gibi eserlerinizde güçlü anlatım tarzınızın öne çıktığını belirtmeliyim. Bunun yanı sıra oldukça kapsamlı bir araştırma sürecinden geçtiğinizi düşünüyorum. Bizlere eserlerinizin vücuda geldiği bu süreci biraz anlatır mısınız?

Tüm eserlerin ortaya çıkışında ciddi anlamda sancılı süreçlerden geçildi. Çalışmanızı doğrudan kendinizde yazsanız editörlük de yapsanız her ikisinin de kendine göre zorlukları oluyor. En basiti uykusuz kaldığınız, bedensel uzuvlarınızı bilgisayar karşısında hissetmemeye başladığınız bazen ruhsal olarak sıkıştığınızı hissettiğiniz anlar yaşanabiliyor. Ama son kertede, başarının avuçlarınızda durması tarifsiz bir his.

Bundan sonra ki hedefleriniz neler?

Hayatta en çok olmasını arzu ettiğim meslek dalını icra ediyorum. Bu gerçekten tarifi olmayan büyük bir mutluluk ve kıvanç duyma sebebi. Önümüzdeki süreçte profesörlük var. Akademisyende olsanız bilginin sonu yok bu noktada öğrencilerime her daim faydalı olmaya çalışmak, onlara hayata dair kendi perspektiflerine sahip olma yetisini aşılamak ve her şeyden önce iyi insan olmalarını sağlamak yegâne hedefim.

Yazma ritüelinizden bahseder misiniz? örneğin hangi ortamda, hangi materyallerle, hangi müzikle, nasıl bir coğrafyada yazmayı tercih ediyorsunuz?

Yazmaya ilişkin herhangi bir ritüelim yok. Enteresandır ki Allah rahmet eylesin trafik kazasında kaybettiğim arkadaşıma yazdığım şiir, araba kullanırken biranda hissetiklerim çerçevesinde aracı yol kenarına çekip yazmaya başlamamla ortaya çıkmıştı. Bazı şiirler Ayvalıkta, bazıları Batman’da, Ankara’da, İstanbul’da vs… Kısaca nerede olduğunuzun veya her ne kadar müzik ruhun gıdası da olsa ne dinlediğinizin net bir önemi yok. Burda önemli olan sadece hissiyatlar.

Okuyucularınız kitaplarınızı nereden bulabilirler?

Hem akademik kitaplarımın hem de şiir kitabımım yayımlanmasında Nobel Yayınevi ve edebiyat alanıyla ilgilenen yine Nobel’in bir alt yayın grubu olan Ey Yayınları ile çalıştım. Bu noktada kitapların sayfa, kapak tasarımı ve redaksiyon gibi tüm aşamalarında büyük bir özveri gösteren, beni hiçbir konuda kırmayan tüm yayınevi çalışanlarına ve özellikle benim için çok kıymetli olan Genel Yayın Koordinatörü Gülfem Dursun ve Yayınevi Müdürü Sadık Küçükakman’a şükranlarımı sizin vesilenizle iletmek istiyorum. Değerli okuyucular kitaplarımı başta Nobel Yayınevi olmak üzere hemen hemen tüm kitapçılarda ve online platformda bulabilirler.

Batman Üniversitesi Kariyer Merkezi Müdürü olduğunuzu söylemiştiniz. Bu noktada faaliyetlerinizden bahsedebilir misiniz?

Kariyer Merkezi, Üniversitemiz öğrencilerinin ve mezunlarının kariyer planlama ve gelişimlerine destek olmak temel amacı doğrultusunda; 19 Eylül 2017 tarihinde kuruldu. Son dönemde DİKA sahipliğinde ve Avrupa Birliği’ne bağlı “ TRC3 Bölgesinde Genç İstihdamının Teşvik Edilmesi” projesini yürütüyoruz. Proje kapsamında kariyer eğitimleri verilmekte ve farklı sektörden işverenlerle öğrencilerimiz bir araya getirilmektedir. Ek olarak dış paydaşımız olan İŞKUR uzmanları tarafından öğrencilerimizin kariyer gelişim süreçlerine yönelik eğitimler düzenlenmektedir.  Bu perspektif doğrultusunda mevcut öğrencilerimize kariyer merkezli hizmetler sunarak onları hayata hazırlamakla beraber mezunlarımıza yönelik faaliyetlerimizi dönüşüm, gelişim ve yenilikçilik odaklı olarak güçlendirmeye çalışmaktayız. Kariyer basamaklarını yavaş yavaş çıkan gençlerimize tek tavsiyem “ASLA PES ETMEMELERİ”. Kariyer süreci engebeli yollarla dolu. Dolayısıyla asla pes etmemek gerekiyor. Bunun dışında doğru rol modelini benimsemeleri, risk ve sorumluluk almaktan korkmamaları ve mümkün olduğunca vizyon sahibi olmaya çalışarak kendilerini geliştirmeleri ve küçük de olsa bir fark yaratmaları büyük öneme sahip.

Günümüzde sizce insanların kitaplara ilgisi ne durumda? Özellikle gençlerin.

Gençleri ve özellikle Z kuşağını hedef alarak bu soruyu cevaplandırmam gerekirse, ne yazık ki gençler kitap okuma konusuna oldukça mesafeliler. Bilgi teknolojilerinin çığır açan bir boyutta gelişim göstermesi çerçevesinde gençler bu yeni çağın içine entegre olmuş durumdalar. Kitap okumak yerine sosyal medya ve onun türevlerine hapsolmuş bir çoğunluk bulunmakta. Bu noktada başta ailelere ve biz hocalara büyük sorumluluk düşmekte. Kendi adıma elimden geldiğince öğrencilerimi kitap okumaya yönlendiriyorum. Daha doğrusu dikte etmeden onların anlayacağı dilden yaklaşarak kitap okumayı sevmelerini sağlamaya çalışıyorum.

Sizi örnek alarak yazarlık veya akademik kariyerine adım atmak isteyen okurlarınıza tavsiyeleriniz nelerdir?

Hem yazarlık hem akademisyenlik birbiriyle ayrı meslek dalları olsa da aslında bir şekilde birbirini tamamlıyor. Akademisyenlik ciddi anlamda zorlukları olan meslek dallarından biri.  Hiçbir şekilde mesainiz sona ermiyor. Çoğu zaman ailenizden, sevdiklerinizden uzak kalıyorsunuz. Sürekli okumak, yazmak ve üretmek sorumluluğunu üstlenmiş durumdasınız. Kendinizi sürekli geliştirmek zorundasınız. Ama son noktada elinizden geldiğince donanımlı, hayata ilişkin bir duruşu, görüşü olan bireyler yetiştiriyorsunuz ki daha öncede söylediğim gibi bu mutluluğun tarifi yok. Akademisyen olmak isteyen öğrencilerime söylediğim gibi bu kutsal mesleğe yönelmek isteyenlerin en başta bu mesleğe aşkla bağlı olmaları gerektiğini düşünüyorum. Ne olursa olsun hiçbir şekilde pes etmemelerinin ve başarı odaklı olmalarının önemi büyük. Hangi coğrafyada, bölgede kısaca nerede akademisyenlik yaptığınızın bir önemi yok. Önemli olan bugünlere gelmenizde büyük payı olan hocalarınızdan öğrendiğiniz akademik bilgileri ve onların hayat deneyimlerini kendi bilgi ve hayat donanımlarınızla harmanlayarak tüm bunları öğrencilerinize yansıtabilmeniz.

Biz de gazetemiz adına bizimle yaptığınız bu özel ve içten röportajdan ötürü değerli sanat yüreğinize şükranlarımızı sunar, gelecek çalışmalarınızda başarılar diliyoruz…

Röportaj: Aziz Karataş