Nimetullah Ökçetekin: Benim en büyük esin kaynağım, hayatın kendisidir

RÖPORTAJ: AYŞENUR MAMA

Başarılı yazar Nimetullah Ökçetekin ile yazın hayatına ve “İçimizdeki Issız Mahşer” adlı kitabına dair konuştuk. Keyifli sohbetimiz sizlerle…

Öncelikle sizi tanımak isteriz. Nimetullah Ökçetekin kimdir?

Böyle sorulardan hep uzak durmaya çalışmışımdır. Belki biraz bilindik gelecek; ama bana göre bir insanın adı, soyadı, doğduğu yer, yaşı onun gerçekte kim olduğunu göstermez. Bu bilgiler, yalnızca o insanın kimlik bilgileridir. Hayat hikâyem, yirmi sekiz yıl öncesine dayanır. İlk çocukluk çağıma dair pek bir şey hatırlamıyorum. İlkokul çağıma geldiğimde ise alfabenin harfleriyle tanıştıktan sonra yazı dünyası ile tanışmış oldum. Küçük yaşımda yazılara, şiirlere, kitaplara ayrı bir ilgi duymaya başladım. Ondan sonrası ise uzun bir hikâye…

Hayallerime ve hedeflerime söz vermiş biriyim. İnsanı “İki ayaklı, çok bilinmeyenli” olarak nitelendiririm. Herkesin hikâyesi farklıdır. Herkes, aynı pencereden bakmaz hayata; ama bazı hikâyeler, bazı hayatlar bilindiği gibi değildir. Ben de “iki ayaklı, çok bilinmeyenli” olan insanlardan biriyim. Doğu Anadolu’nun küçük bir köyünde doğdum. O zamanlar çocuktum. Her şeyim küçüktü; bedenim, ellerim, yaşım, köyüm… Ama hayallerim büyüktü.  Çocukken de pek anlaşılamıyordum. Büyüdükten sonra da şu anda da… Lakin bu, beni ilgilendirmez. Peşinden koşmaya devam ettiğim hedeflerim var. İnsanlık gibi önemli davalarım var. Onlarla iyi anlaşıyoruz. Onların da beni iyi anladığını düşünüyorum.

Yazın hayatınız nasıl başladı?

İlk yazmaya, karalamaya ortaokul sıralarındayken başladım. Gür akan, uzun mu uzun bir akarsuyu düşünün. “O zamanlar yalnızca o akarsuyu besleyen, akarsuyun kısa bir kolu gibiydim.” diyebilirim. Geceleri kısa kısa şiirler karalardım. Sonra sabahları okuyup yırtardım hepsini. Benim ne işim var şiirlerle, diye düşünürdüm. Lise yıllarımda da yazmaya devam ettim. Kendi küçük dünyamda türünü bile bilmediğim kısa kısa yazılar oluştururdum ve bunlardan birkaç kişi hariç kimseye bahsetmezdim. Anlaşılamama korkusu hep vardı içimde. Ondan sonrası malum. Son olarak ikinci kitabım olan “İçimizdeki Issız Mahşer” adlı deneme kitabım çıktı. 

Yazarken nelerden esinlenirsiniz?

Sanırım, bu konuda kendimi çok şanslı hissediyorum. Benim en büyük esin kaynağım, hayatın kendisidir. Bazen çalan bir şarkı, bazen okunan bir türkü, bazen yaşanan bir olay, bazen bir söz, bazen hapsolduğum dört duvar, bazen yaşayamadıklarım, bazen yaşadıklarım; ama hep insanlar, hep insanlar... “Çağımızın insanlarının yaşadıkları, yaptıkları ve yalnızlık bana fazlasıyla esin kaynağı oluşturuyor.” diyebilirim. Ondan çoğu zaman insanlara bahsetmeye bile çekinirim. 

Geçtiğimiz günlerde okurlarla buluşan “İçimizdeki Issız Mahşer” adlı kitabınızdan bahseder misiniz? Bu kitabı neden yazdınız?

Öncelikle şunu söyleyebilirim ki ben, “İçimizdeki Issız Mahşer” adlı eserime kitap gözüyle bakmıyorum. Bana göre o, hayatın birebir kendisidir. Bazı kitaplar, yalnızca okunmak için yazılmaz. Anlamak ve anlaşılmak ister.

İnsanların iç dünyalarının her gün biraz daha renkliliğini kaybettiğini düşünüyorum. İnsani etkileşimin her gün biraz daha yok olmasına seyirci kalmak istemedim artık.

Kitabım, üç bölümden oluşuyor. İlk bölümde daha çok yalnızlığı, düşleri ve umudu işledim. İkinci bölümde ise hayatı, insanları, insanlığı, fikirleri irdeledim. Son bölümde ise aşk, sevgi gibi duygulara yer vermek istedim. Okuyucu sıkılmasın diye yer yer çizimlere de yer verdim kitabımda. Olabildiğince kısa ve öz tutmaya çalıştım yazılarımı. 

Gelin, neden yazdığımı kitabımın ilk sayfalarında geçen şu cümlelerimle anlatayım:

Beynimizin merkezinde meydana gelen şiddetli depremlerin neticesinde moloz yığınları arasında kalan insanın tiz seslerini belki artık duyarsınız diye yazdım. Yüzyılın kuraklığının vurduğu gözbebeklerimizin coğrafyasındaki sevgi bahirleri kurumadan önce oluşan kuraklığın belki farkına varırsınız diye yazdım. Modern çağda yaşadığımız yalnızlık buhranının hayatımıza vermiş olduğu tahribatın sonuçlarını belki artık anlarsınız diye yazdım. İçimiz yangın yeriyken, duygu dünyamız alev almışken hiçbir şey yokmuş gibi sakin kalabilme dirayetini nasıl gösterebildiğimizi belki artık idrak edebilirsiniz diye yazdım. Aşkın kendi kendisine intihar etmediğini, kendi varlığını koruduğunu; ama aşkın katilinin de insan olduğunu belki artık kabul edersiniz diye yazdım. İstilaya uğramış, talan edilmiş insan vicdanının son umut kalesi düşmesin ve her daim hayatta kalsın gayesiyle vermiş olduğumuz mücadeleyi belki artık görürsünüz diye yazdım.

Kim bilir, belki de…

“İçimizdeki Issız Mahşer” okurlara hangi mesajları vermeyi amaçlıyor?

İnsanın kendi içine dönmesini ve kendisini sorgulaması gerektiğini düşünüyorum. Bilginin insanı kibirlendirmemesi gerekir. Aksine bilgi, insanı alçakgönüllü bir birey haline getirmelidir. İnsanlar; birbirlerine güven duymalı, samimi davranmalı. Hayalsiz, hedefsiz yaşanmamalı. İnsan, yaşamanın değerini bilmeli ve iyilik yapmaktan asla vazgeçmemeli. 

Kitabın ismi, nereden geliyor?

Her insan, ayrı bir dünyadır. Dolasıyla her insanın kendisine spesifik olan bir iç dünyası vardır. Biraz bu konuya dikkat çekmek istedim. Bildiğiniz üzere mahşer, kalabalık demek. Issız ise tenha, sessizlik anlamlarına gelmektedir. Yani aslında kendi içimizde sessiz gibi duran bir kalabalık var ve bundan çoğu zaman yalnızca bizim haberimiz oluyor. Bu haberden artık insanların da haberdar olmasını istediğim için kitabın adına “İçimizdeki Issız Mahşer” demek istedim.

Sizce kitap, beklenen başarıya ulaşacak mı?

Günümüzde sosyal medya diye bir realite var. Siz, o mecraları etkili kullanmadığınız sürece ne kadar kaliteli yazsanız da çok okura ulaşma şansınız biraz düşük oluyor; ama yine de kaleminiz güçlüyse bunun önüne hiçbir şey geçemez. “Su akar, yolunu bulur.” misali… Bana göre kitabın en büyük reklamı, içeriğidir zaten. Az tanınmama rağmen yine de bana destek veren, beni takip eden, beni okuyan okuyucularım var.

Franz Kafka’nın bir aforizması vardır: “Eğer okuduğunuz bir kitap, bizi kafamıza vurulan bir darbe gibi sarsmıyorsa niye okumaya zahmet edelim ki?” Bu aforizmaya katılıyorum. Bir kitabın başarısı; yüz binlerce kişinin okumasından ziyade bir bireyi gerçek manada sorgulamaya, irdelemeye, düşündürmeye sevk etmesi ile ilgilidir.  Bu bağlamda eğer kitabımı okuyanlar arasında bir kişiyi bile bu yollara sevk edebilmişsem benim için başarıya ulaşmıştır, diyebilirim. Bu söylediklerim; yanlış anlaşılmasın, yüz binlerce okuyucuya ulaşmış kitaplar tümüyle başarısızdır diye de algılanmasın. Elbette o kitapların da kendilerine göre bir başarısı vardır.

Kitabınızı bir okur gözünden nasıl değerlendirirsiniz?

Bunu tamamıyla okura bırakmak istiyorum; çünkü herkesin beklentisi, düşüncesi, mantalitesi, bakış açısı farklıdır. Okuyanlardan geri dönüş yapanlar oluyor elbette. Herkes, farklı yorumluyor; ama yorum yapanların çoğu; keyifle okuduklarını, hayatın kendisini işlediğimi söylüyorlar. Ben, her okuduğumda bende duygu ve düşünce uyandırıyor. Eminim, okuyucularımda da duygu ve düşünce uyandırıyordur.

Yazarken örnek aldığınız, izinden gitmeyi hedeflediğiniz yazarlar var mı?

Beni etkileyen yazarlar, şairler var. Günümüz yazarlarını ve şairlerini de olabildiğince takip ediyorum. Onları da okuyorum. İnsanın yaşadığı çağda bu alandan da haberdar olması gerekiyor. Kimler ne yazıyor, ne çiziyor? Öğrenmek, okumak gerekiyor. Benim çevremde küçük bir kitle, gittikçe Oğuz Atay’a evrildiğimi söylüyorlar. Saygı duyarım herkesin düşüncesine. Bunu zaman gösterecek. Üstat Yaşar Kemal’e ayrı bir hayranlığım var. Dünya Edebiyatı’ndan Çehov’u, Dostoyevski’yi, Tolstoy’u ve Kafka’yı sayabilirim. Olabildiğince birden çok yazarı, şairi okumaya çalıştığımı söyleyebilirim. Tek tek, isim isim saymaya kalkarsam bu, biraz uzun sürebilir. Son olarak kendim hakkında da şunu söyleyebilirim ki; ben, gerçekten yazıya âşık olan bir insanım. 

Hazırlık aşamasında olan farklı bir eseriniz var mı?

Evet, var tabii ki de… Yazmaya devam ediyorum. Son yazdıklarım, beni bile çok heyecanlandırıyor. Çok daha farklı imgeler kullanmaya başladım. Yalnız son yazdıklarımın hangi türe ait olduğunu ben bile kestiremiyorum. Yer yer hikâye tarzını andırıyor, yer yer deneme havası veriyor, yer yer de romanı anımsatıyor. Bunun sebebi de şudur: Yazarken kendimi hiç kasmıyorum. Ne zaman içimden bir şeyler yazmak gelse, kendimi özgür hissetsem oturup yazmaya başlıyorum. Kalemimi ve fikirlerimi hür bırakıyorum. Günlerce tek kelime bile yazmadığım oluyor. Bir saatte sayfalarca yazdığım da oluyor. Hatta bazı geceler yazmaktan sabahladığım bile oluyor. Bu, benim ruh halime göre değişiyor.

Şunu söyleyebilirim ki; ileriki zamanlarda okuyucularımı, kitapseverleri ve edebiyat dünyasını çok büyük bir sürpriz bekliyor olabilir.

Son olarak gazetemiz okurlarına neler söylemek istersiniz?

Yürekten yüreğe giden bir yol vardır. Yüreklere dokunmaktan korkmasınlar. Çağımızın insanının buna ihtiyacı var. Okumaktan, anlamaktan, anlatmaktan, sorgulamaktan ve insanlık davasından hiçbir zaman vazgeçmesinler.