Daha önceki yıllarda yazdığı kitaplarda da bir araya gelip röportaj yaptığımız MURAT GÜLEN ile yeniden yeni kitabı “O Gemi Gelene Kadar Ben Uçmayı Öğrendim” için bir araya geldik. "Kalemimiz iyilerin saçlarını okşayacak kadar hafif, kötülerin kafalarını kıracak kadar serttir" diyen Murat Gülen bugün sizlerle… Siz de o gemi gelene kadar uçmayı öğrenenlerdenseniz, işte bu röportaj sizin için…

“Kelimelerimiz iyilerin saçlarını okşayacak kadar sakin, kötülerin kafalarını kıracak kadar serttir. Dedikodu yapanın, haksız fikir elde edenin, insanın yüzüne gülüp dudaklarının içinde diş bileyenin, mantıksızın ve vurdumduymazın gizli gizli hesap vereceği yerdir, kitaplar.”

Hoş geldiniz Murat Bey. Ben sizi ilk kitabınızın çıktığı zamanlardan tanıyorum ancak tanımayan okurlarımız için kısaca kendinizden bahsedebilir misiniz?

Kendine bahsetme konusunu somut kavramlar üzerine oluşturmayı epey zaman önce bırakmış biriyim. Bu kararı, her adımımızda gerçekliğin içine çöktüğünü gördüğümde oyalanmayı bırakıp almıştım. Son kitabımın henüz ilk cümlelerinde şunları demiştim. ‘Kim olduğumun bir önemi yok, insanın kim olduğunu görme niyetinde olanların da siluetlerden, memleketlerden, yaşlardan hatta sözlerden bile ne çok yanıldığını eminim ki iyi biliyorsundur. İsmimim bir önemi yok, herkes çocuğuna onca güzel isim seçerken, bunca kötü insan neden var? Yaşımın bir önemi yok, dünyaya meraklı bir çocuk ile enerjisine sadık bir yetişkin aynı yaşta değil midir zaten? Nereli olduğumun bir önemi yok; Malatya’daki Mehmet ile Meksika’daki Jorge aynı merhamete sahipse yeryüzünün her yeri cennettir. Cinsiyetimin dahi bir önemi yok. Erkeğe ve kadına biçilen roller daha doğmadan önce belli değil midir zaten?’

Bu nedenle kendime Hiç Gezgini derim. Hiçliğin, boşluğun ya da düşlerin asıl gerçeklik olduğunu düşünürüm. Geri kalan teferruatlar zaten her yerde yazıyor.

Yeni kitabınızdan bahsedelim istiyorum. “O Gemi Gelene Kadar Ben Uçmayı Öğrendim” ismi nasıl oluştu?

Ben genelde isimler konusunda fazlasıyla düşünen biriyim. Yani başlık atıp herhangi bir iş için bir vizyon oluşturup ilerlemek beni daha motive kılıyor. Başlık atınca o şemsiyenin altında dünyanın bütün karamsarlıklarına da göğüs gerebiliyorum. Sanırım yeni kitap için isim düşünme aşamamın yedinci ayına girmişken, artık biraz da bunalmış haldeyken, bir deniz kenarındaki gemilere bakarken aklıma bu isim geldi. Malum herkesin bir bekleyişi var ve eminim ki herkesin beklettiği birileri. Bak bunu anlatırken aklıma geldi. Her bekleyenin bir de beklettiği var mıdır? Vardır, vardır. O zaman kimse de masum değildir. Bak, yeni kitap geliyor. Ama önce isim bulmalıyım :)

“Zaman, sıradan olmayan insanlar için ıstıraptır” diyor kitabın kapağında. Beklemekten mi bahsediyorsunuz? Sizce beklemek zor mudur?

Zaman o kadar görkemli ve ezici bir olgu ki... Hatta beni hayatta tek korkutan şeydir diyebilirim. Belki de bu yüzden Atlıkarıncaları Affediyorum isimli kitabımda Gülnihal karakterine şöyle bir cümle kurdurmuştum: ‘Ben en çok büyümekten korktum.’ Herkesin dünyada neden olduğuna dair düşüncesi ya da inancı farklı olabilir ama hakikat, milyarlarca yıldır bizden habersiz var olan evrenin yine milyarlarca yıl boyunca bizi fark etmeden yaşayacak olduğudur. Zaman sanki baktığımız her yerde pençelerini açıp bizi izlemektedir. İki dakika önce gördüğümüz denizi, bir süre sonra belki de göremeyecek olmamızın endişesi ağırdır. Ben bir süre kurumsal bir şirkette yöneticilik yaptım. Orada gri binaların, hiddetli insanların, sağlıksız insan iletişimlerinin içinde hep zamanı düşündüm. Milyarlarca yıllık görkemin içinde boy göstereceğimiz birkaç seneyi bu şekilde kapitalist bir döngü içinde harcamak beni kederlendirdi. O an zamanı geniş boyutlu detaylandırmak istedim. O Gemi Gelene Kadar Ben Uçmayı Öğrendim, isimli kitabımı da zamana adadım.

Kitabın amacı neydi? Sizce amacına ulaştı mı? Okurlardan gelen yorumlar nasıl?

Kitabın amacı, kitabın etki alanına girecek tüm insanların sosyolojik maskelerini bir ayna olup onlara göstermekti. Anlaşılıp anlaşılmama düzleminden öte, yazarlar aynı zamanda birer zihin şövalyesi olmak zorundadır. Örneğin, iltifat küfürden daha medeni bir eylemdir. Ama iltifatı gayet medeni şekilde alıp hemen iki dakika sonra onu bir silah olarak kullanan birine karşı da iltifat değil, küfür makbuldür. Kelimelerimiz iyilerin saçlarını okşayacak kadar sakin, kötülerin kafalarını kıracak kadar serttir. Dedikodu yapanın, haksız fikir elde edenin, insanın yüzüne gülüp dudaklarının içinde diş bileyenin, mantıksızın ve vurdumduymazın gizli gizli hesap vereceği yerdir, kitaplar. Çünkü orada yalnızdırlar, yazar da ondan çok uzaktadır. Bu minvalde haksızlığa uğrayanın da yalnız olmadığını anlatandır kitaplar. Dört duvar odalarda yaşanan mutsuzluklara el vermeye çalışan ve harflerle kuşandığı zırhından bir şövalye edasıyla ortaya çıkmak, benim zaten yaşam amacımdır. Okurlardan gelen yorumlar konusunda her kitap sonrası etkinin bir daha arttığını görmek adımlarımı daha büyük atmamı sağlamaktadır. Daha cesur ve daha nitelikli ne varsa onları düşünüyor ve not ediyorum. Tüm okurlarım, var olsunlar.

Yazar Akademisi var bir de… Ondan da bahsedelim isterim. Neler yapıyorsunuz?

Yazar Akademisi, benim yazarlık serüveninin ilk aşamalarında yaşadıklarımı insanlar yaşamasın diye kurulmuş bir eğitim alanıdır. İki yıl önce vurdum ve şu ana kadar da 500’ü aşkın öğrenciye yazarlık kursları verdik. Kimleri kitaplar çıkarttı, kimileri dergilerde yazdı, kimileri ise kendi halinde notlarını aldı. Her ne olursa olsun, yazmanın insana okumaktan dahi daha çok şeyler kattığını gördüm. Çünkü orada bir sınır yok. Şu an gazeteden içeri bir dinozorun bile girdiğini yazabiliriz mesela, kim tutabilir ki bizi? Kurslar, birebir ve online şekilde verilmektedir. Katılımcılarının ödev ve egzersizdeki yazılarının gelişimine şahit olmak da ayrıca ne güzel bir histir.

Bundan sonraki hayalleriniz, planlarınız neler?

Bir konuda bir plan yaptığım zaman yazamadığımı fark ettim. Bu minvalde benim yaşam amacım yazmak ise plansız olmam en güzeli diye düşünüyorum. Akış o kadar tatlı ki... Size sert sillesini vurana kadar onu izlemek en güzeli diye düşünüyorum. Planlar beklentileri, beklentiler kederi oluşturur. Zaten yeteri kadar dertliyiz…

Aşk ve ilişki üzerine yaptığınız tespitler de çok beğeniliyor. Sizce aşk nedir? Mutlu ilişki sırları verebilir misiniz? Ve tabii kadınlara birkaç taktik :)

Aşk tanımı bence toplum marufiyetiyle üretilmiş bir konudur. Kitabımda da yazdım, ilk insanların yani bizim atalarımızın böyle bir gündemi yokmuş çünkü onların hayatta kalma, hayatı anlama gibi çok büyük sorunları mevcutmuş. Tarım Devrimi’nden sonra insanlar yerleşik düzene geçince kimileri kimilerini yaşam adına beraber yürümek için seçmişler. Birileri birilerini daha çok görmek istemiş. İşte tam da bu noktada insan kendisine uymayan gömleği giymeye başlamış. Şimdi aslında bunun sosyolojik, psikolojik ve tarihi birçok açıklamasını yapabilirim. Ama gel gör ki mantığın olmadığı durumlarda ne söylerseniz söyleyin, karşı tarafa geçmez. Hani bilimsel bir yorum yaparsınız, açıklamanız tutarlıdır ama aşkı bu şekilde tanımladığınızda ‘duygusuz’ olursunuz? Komik. Hayata karşı kimin ne kadar duygulu ne kadar derin olduğunu anlama niyetinde olanlar, bu ithamı attıkları kişilerle dünyalarında nelerin olup bittiğini konuşabilir. Bu nedenle aşkı tanımlarken rotamızı somut değil, soyut şeyler üzerine kurmalıyız. Yaşamakta inatçı isek de beklentimizi en alt düzeyde tutmalıyız. Yine son kitabımda şunu demiştim. Aşkın sobasına ne kadar beklenti atarsanız, bacasından da o kadar pişmanlık çıkar.

Instagram paylaşımlarınız da çok ilgi görüyor. Babanızın sizi ve kız kardeşinizi telefonuna kaydetme şeklini paylaşmıştınız :) Sosyal medya ile aranız nasıl? Okurlarınız ile devamlı iletişimde misiniz?

Instagramımı yaklaşık on yıl önce açmıştım. Açıkçası belirli kitlelere daha çok isim duyurulması konusu dışında beni yoran bir alan diyebilirim. Çünkü orada gördüklerim, görmek istemediklerimle çok benzer. Hani bazen keşfet kısmına denk geliyorum, yani bir gün boyunca yaşama sitem etmek istiyorum. Çağın stresi basıyor. Bu nedenle o alanı daha doğal bir yol ile kullanamaya çalışıyorum diyebilirim. İçimden ne geliyorsa paylaşırım, konuşurum, anlatırım. Yazarın beslendiği nokta iletişimdir. Her sohbeti bir giz olarak bırakıp her konuda herkesle konuşmak, dinlemek, anlatmak isterim. Geçtiğimiz günlerde de içimden geçti ve öyle bir şey paylaştım, çok güzel dönüşler oldu.

Son olarak neler söylemek istersiniz?

Harika sorularınız ve enerjiniz için öncelikle teşekkür ederim. Gazetenizin değerli okurlarına da selamlarımı iletiyorum. Diyalektiğin ritminde elbet bir gün buluşmak üzere.

Röportaj: Yağmur Tanyıldız