Muhammet Kayku: Ben ölümsüzlüğün mutluluk olduğunu düşünüyorum

RÖPORTAJ: GİZEM YILDIZ

Merhaba Muhammet, oyunculuktan fotoğrafçılığa uzanan macera ve neşe dolu, inişli çıkışlı bir yolculuğun sonunda şimdi buradasın. Fotoğrafçılıktan veya başka meslekten oyunculuğa geçen çok insan var, ama oyunculuğu bırakıp farklı bir mesleğe giden az insan vardır. Senin seçimin miydi?

Kesinlikle benim seçimim. Bir yönlendirme yok. Oyunculuk da benim seçimimdi. Seçimlerimden hiç pişman değilim. Sette geçirdiğim o özel günler, gırgır şamata günleri de benim için çok özeldi. Zaten biz oyunculuğu sette beklemek için yapıyoruz. Bunu anladığım zaman keyif almaya başladım. O zaman da fotoğraf çekmeyi çok seviyordum. Bir makinem vardı. Ortam gereği o zamanlar da bol bol çekim yapardık. Böylece yeni mekanlar öğrenmeye başladım, keşif yaptım. Öyle öyle ilerlerken bir anda kendimi meslek değiştirirken buldum. Aslında yurtdışına gittikten sonra tam anlamıyla fotoğrafçılığa döndüm diyebilirim.

Fotoğrafçılığa karşı ilk merakın ne zaman başladı?

13 sene önce başladı. O zamanlar tiyatro eğitimi alıyordum. Tiyatro eğitimi almaya başlarken bir fotoğraf makinem oldu. Fotoğraf makinesini aldıktan sonra hemen fotoğrafçılık eğitimi almaya başladım. Böylece temel fotoğrafçılık eğitimi aldım. Fotoğrafçılığa dair ilk ilgi tohumlarım o zamanlardan atıldı.

Şimdi bir stüdyon var, ünlü isimlerle birlikte çalışıyorsun. Stüdyonda neler yapıyorsun?

Benim stüdyom tam anlamıyla portre stüdyosu, ama oyuncularımız genelde bütün çekimlerini burada yapmak istiyor, çünkü çok keyif alıyorlar. Sıcak bir ortam, küçük, mekanın bulunduğu konum onlar için çok samimi bir ortam yaratıyor. Diğer büyük işlerimizde kiralanabilir stüdyolar tercih ediyorum. Yıllardır o kadar birbirimizle dirsek teması halindeyiz ki, onlar da artık bizim dostlarımızın stüdyosu oldu. 

Uzun bir zamandır seni ekranlarda göremiyoruz. Artık sadece kameranın arka kısmında mı olacaksın yoksa seni kamera karşısında da görebilecek miyiz?

Bunu bir örneklemeyle anlatmak istiyorum; bir gün telefonum çalıyor. Menajer bir arkadaşım arıyor. Ben de bir toplantıdayım. Yarın çekim var, ekiple bir araya geldim. Menajerin o kadar çok aradığını görünce hemen geri döndüm “Tam senlik bir rol var. bir fotoğrafçı karakterini canlandıracaksın. Yarın set, ne dersin?” dedi. Benim için imkansız. Her şey kurulmuş, yarın çekimim var “imkanı yok. Çekimim var” dedim. Birini iptal etsem, diğerini iptal edemeyeceğim. Öyle bir kördüğüm olmuştum. O zaman anladım ki, oyunculuk yapacağım zaman en az 6 ayımı boş bırakmam gerekecek. Şuan benim akışım fotoğrafçılık üzerine ilerliyor. Oyunculuk ise boşluk bırakman gereken bir alan…

Oyunculuğu tamamen bıraktım demiyorsun.

Kesinlikle hayır, ben oyunculuk yapmayı çok seviyorum. 

Yakışıklı, genç, yetenekli ve bugüne kadar yaptığın çoğu işi de başarıyla taçlandırmışsın. 

Böyle gördüğünüz için teşekkür ederim. Henüz tam anlamıyla başarmak istediklerimi başaramadım. Sadece elimden geldiğince bir noktaya geldim, o noktaya çıkmanın mutluluğunu yaşıyorum, ama daha iyi şeyler için biraz daha zamanım var. Şuan kendimi yeniliyorum, bol bol araştırma yapıyorum. Severek yapıyorum. İyi ki iki mesleğimi de çok sevmişim. Meslek diye adlandırıyorum, çünkü günümüzde böyle geçiyor. 

Oyunculuk, hele de son yıllarda oyunculuk dendiğinde estetik özelliklerin ön planda tutulduğu bu çağ senin aklını çelmiyor mu? 

Benim aklımı çelmiyor, ama bu konuda oyunculuğu fiziksel özelliklere indirgeyenleri de desteklerim. Sonuçta bizim sektörde herkes okullu değil, bence bir oyuncuyu ekranın sevmesi de çok önemli. Yapımcılarımız genelde bir marka olarak bakıyor. O fotoğrafı gördüğünde “İşte tam istediğim karakter bu!” diyor. Tabi ki yetenek olması lazım, ama ekrana çok yakışan, yapımcıya istediği reklamı getirecek bir oyuncu da özel eğitimler alarak oyunculuk yapabilir. Bana göre karakteri doğru oturmuş bir insan gördüm mü, estetiği seviyorum. 

Çektiğin bir fotoğrafın içine sinmesi, “İşte bu!” demen için olmazsa olmazın nedir?

Çok güzel bir enerji oluşması benim için olmazsa olmazdır. O fotoğrafa baktığımda benim yüzümü güldürebilecek güzel zamanlar geçirdiysem, o anı bana kahkaha ve keyifle hatırlatıyorsa benim için yeterlidir. 

Bir fotoğrafçı olarak kendin fotoğraf çektirmeyi sever misin?

Ben seviyorum. Fotoğraf çekmeyi sevdiğim kadar, fotoğraf çektirmeyi de severim. Güzel bir fotoğraf çekimi geçtiyse, güzel bir mekandaysam mutlaka orada bir fotoğraf çektiririm, ama paylaşmam. Kendi ışığımı kadrajımı ayarladıktan sonra poz vermek çok basit (gülerek) 

Fotoğraf denildiği zaman cebimizden çıkan bir telefon ve karşımızda bir telefon ekranına gülümseyen insanlar aklıma geliyor. Gerçek fotoğrafçılık ölüyor mu?

Ölmez, dijitalleşme yenilik getiriyor. Bununla alakalı kendi aramızda çok konuşuyoruz. Artık insanlar kendi fotoğraflarını kendileri çekebiliyorlar. Bir markanın önünde, o renklere uygun giyinip, açılarını seçerek fotoğraf çektiren insanlar var. Bence bu kötü bir şey değil. Zaten bizim ülkemizde herkesin kendi özel çekimini yatırma gücü, ne yazık ki çok zor. Bence bu dijitalleşme sayesinde insanlar kendini bulmaya başladılar. Biz insanların kendilerini çekmesini istiyoruz. Gözümüz güzel fotoğraf görsün. Sadece uygulama kullanırken biraz abartıyorlar. Bunu gördüğümde “Neden?” diye sorgularım, çünkü o zaman fotoğraftan soğuyorum. 

Bu mesleğe ilk başladığın yıllarda çektiğin fotoğraf ile şimdi çektiklerine baksak nasıl bir Muhammet görürüz?

O zamanın duygusu çok farklıydı, şimdi çok farklı. O zamanlar dönemine göre hareket ettiğimizden dolayı o zamanı yansıtan hatalar görüyoruz. Yenilik ararken herkes küçük hatalar yapabilir. Şimdi de yine sevdiğim her şeyi çekiyorum; yeri gelir obje çekerim, yeri gelir manzara çekerim… Fotoğrafçılık özgür bir alandır. Kendini kısıtlayamazsın. 

Bir düşünür, “Fotoğrafı makine değil, insan çeker” demiş. Denklanşöre giden parmaklarından önce duyguların mıdır?

İstediğin şeyi görmek için onu durdurmak istiyorsun (denklanşöre basıyorsun). Eğer insan çekiyorsanız duygusal olmak zorundasınız. Nötr’ün bile bir duygusu vardır. 

Değişen ve dönüşen dünyanın içinde senin mutluluk pozun hangisidir?

Arkadaş çevremin hep yanımda olması ve mutluluğumun hiç bozulmamasıdır. Ben herkesi mutlu karşılarım, mutlu cevap veririm, eğer karşımdaki mutlu olamıyorsa birkaç kez mutlu etmeye çalışırım, olamıyorsa biraz uzaklaşırım. Sonra yine devam ederim. Benim dünyam tamamen keyif almak, gülmek eğlenmektir. İşimi yapıyorum, ama çalıştığım günleri belirlerken bile diğer günlerimi keyfime ayırırım. 

Hep gerçeklikten, yaptıklarından, başarılarından bahsettik. Peki ya hayallerin? Şuan karşımda oturan Muhammet en büyük hayalini gerçekleştirdi mi?

Her gün yeni bir hayalle uyanıyorum ve o hayalimi gerçekleştirmek için uğraşıyorum. Allah’a bin şükür gerçekleştiriyorum. En büyük hayalimi düşünmedim. Herhalde mutlu ölmek (gülerek). Biraz kendini hayatın akışına bırakmak lazım. Benim Avrupa’dan sonra fotoğrafçıya olmaya karar vermem, hobi olarak yaptığım işten para kazanmam… Bunların hepsi benim önüme geldi ve ben de başardım. Şimdi tekrardan yurtdışına çıkmak istiyorum. Ekim ayında konsolosluklar açık olursa bu işimi, hayalimi biraz da Amerika’da devam ettirmeyi hedefliyorum. 

Kendi hayatının fotoğrafını çekiyor olsan, denklanşöre hangi an basardın?

Şu an basardım (gülerek). Benim için mutlu olduğum, kahkahayla andığım her an olabilir. Benim bir derdim yok. Bir ilişkim biter, mutlu ayrılırım, kavga olur gülerek ayırırım, cebimde üç beş kuruşum varsa kendi keyfim için harcarım. Yalnız kalırsam çok korkarım. Unutmamak için yalnızlığı çekmek isterim. Ben ölümsüzlüğün mutluluk olduğunu düşünüyorum. 

Yeni Çağrı Gazetesi’nden alıntıdır.