İlâhiyatçı Prof. Dr. NADİM MACİT Açıklıyor:

                                                                            

Oğuz Çetinoğlu: Bir makalenizin başlığı; ‘Muhâfazakârlık, yükselen sosyo politik değer’ idi. Sizinle bu konuyu konuşmak istiyorum. ‘Muhafazakârlık’ kavramının târifinden başlayabilir miyiz?

Prof. Dr. Nadim Mâcit: Muhafazakârlık, 18. Yüzyılda hem Amerika hem de Avrupa’nın her tarafında etkili olan aydınlanma düşüncesine karşı geliştirilen fikrî ve siyasî bir söylemdir. Başlangıç itibâriyle bir tutum ve duruşun ifâdesi olarak ortaya çıkan muhafazakârlık, geleneğin modern dille kuruluşunu temsil eden bir anlayıştır. 

Çetinoğlu: İdeolojik yönü var mı?

Prof. Macit: Modern değişimci ve ilerlemeci proje karşısında yetersiz kalan muhafazakâr siyâsî dil; farklı ideologların birbiriyle kesişen ve ayrışan söylemi sebebiyle tanımlanabilir bir ideoloji seviyesine kavuşamamıştır. Bununla birlikte modern dünya sisteminin değişim, yenilik ve dönüşüm çağrısı ve uygulamalarına karşı fikrî ve siyâsî temelleri olan bir bakış açısı olduğunu belirtmemiz gerekir.

Aydınlanma hareketinin siyâsî ifâdesi hangi açıdan bakılırsa bakılsın kesin bir dönüm noktasıdır. Çünkü modernlik, özel bir sosyal gerçeklik ile dünya görüşünün birleşimini ifâde eden kapsamlı bir ideolojidir. Bu ideolojinin temel maksadı; ‘insanları, esasta kötü ve kötüleştirici olduğuna inanılan mit, önyargı ve hurâfenin, dolayısıyla bunları üreten ve besleyen dinin temsil ettiğine inanılan eski düzenden kurtararak, yine esasta iyi ve özgürleştirici olduğu kabul edilen aklın düzenine sokmaktır.’ 

Çetinoğlu: Muhafazakârlık’ kavramının daha açık bir târifi mümkün mü? 

Prof. Macit: Belirtilen hedef çerçevesinde bir değişim projesi olarak aydınlanma; (a) toplumu dünyaya olan bağımlılıktan, (b) ferdi, geleneğin baskısından (c) aklı, insan-üstü alana ait olduğuna inanılan bilgiden kurtarmak, yâni insan eylemine kurallar dayatacak her hangi bir hârici üstün varlığı veya ilkeyi reddetmek şeklinde târif edilebilir.

Keskin bir ayrımı ve kopuşu öngören bu eğilim, târihin doğasında bulunan imkânlar hakkında belli bir görüşe sahip olmak, geçmişin hükmünden uzaklaşmayı amaçlamıştır. Politik radikalizmin tanımlayıcı unsuru ilerleme olunca, târihi ele geçirmek, insanî maksatlara göre biçimlendirmek ve değişimi denetlemek kaçınılmaz olarak eski düzeni biçimlendiren dini ve dinî kurumları etkisizleştirme, ‘her türlü sosyal projeyi akılda somutlaşan ilkelere bağlayarak’ bilgiyi akıl dışı alandan kurtarma eğilimi, iyiye ve bağımsızlığa ulaşmanın yolu olarak görülmüştür.  Dolayısıyla değişim ruhu hem değişimi ortaya çıkarma hem de geleceği kontrol etme etmenin yolu olarak görülür. Çağın gerisine düşen inanç, fikir, değer ve tutum, modern toplumun dışına düşen bir düşünce biçimidir. Geleneğin dilini konuşan bir toplum ise isimsiz toplumdur.

İlerleme düşüncesine dayalı târih anlayışına göre bir toplumun geçmişi üzerinde konuşmak anlamsızdır. Bir kültürün geçmişini incelemek, kendine malûmat sağlamak için târihe dayanmak geleceği sâhiplenmenin yolu değildir. İyiye ulaşmanın yolu akılcı ve devrimci yöntemlerle siyâsetin alanını genişleten hürriyet arayışından / özgürleşmeden geçer. Toplumu bağımsızlaştırmak için klasik toplum düzenin fikrî ve siyâsî temellerinden ve uygulama yöntemlerinden koparmak şarttır. 

Çetinoğlu: Sözünü ettiğiniz ‘kopuş’ nasıl olacak?

Prof. Macit: Gelenekten kopuş şu süreçleri izler: (a) İktisadî alanda salt ekonomik kuramına, yâni salt matematik modeline geçişin rasyonel / hesaplanabilir esasları oluşturulmuştur. (b) İnsanların olaylara ve olgulara karşı tutumları, algılama ve etkilenme süreçleri, mânevî tutum ve bunalımı dinî mahfillerden ve kütüphanelerden laboratuarlara taşınmıştır. (c) Gezginlerin anlattıkları bir tarafta tutularak târihin işleyişini gösteren sosyal kanunların felsefesi öne çıkarılmıştır. Bu bakış açısına temel oluşturmak için antropolojik incelemelere ve gözlemlere öncelik verilmiştir. (d) Olgu ve olayları üzerinde sağlıklı gözlem yapmak, tecrübe ederek sorgulamak ilmî bilgi olarak kabul edilmiş, ardından belirtilen özelliklerin dışına düşen ifâdelerin geçersizliği vurgulanmıştır. (e) İnsanın aklının yetkinliğine atıf yapılarak varlığın özünü kendinden aldığı ileri sürülmüş, bu felsefî öncül çerçevesinde din hurâfeleri ve ön yargıların besleyen bir kurum olarak tanımlanmıştır.

Çetinoğlu: Klasik dünya anlayışından hayli uzakta kalınıyor…

Prof. Macit: Toplumu bağımlılıktan, bireyi geleneğin baskısından kurtarmak adına insan aklının yetkinliğine sığınan bu yenilenme tasarısı, köklü bir değişimi gerçekleştirmeyi, siyasetin alanını genişletmeye bağlamıştır. Köklü bir değişim projesiyle klasik dünya anlayışı alt-üst olmuştur. Tabii haklar, özgürlük ve barış dile getirilmiş ve bu konularda önemli mesafe katedilmiştir. Fakat aynı ölçüde dünya da alt-üst olmuştur. İnsanlık târihinde en kapsamlı savaşlar ve katliamlar gerçekleşmiştir. Geleneğin baskısından kurtarılmak istenen insanın olguya dayanan bilgi sistemi ve soyut toplum karşısında gerilimi artmış ve bu durum birçok düşünür tarafından bunalım felsefesi kapsamında değerlendirilmiştir. 

Çetinoğlu: Anlattığınız düşünce sistemi kime ait?

Prof. Macit: Muhafazakâr siyâsî söylemin öncüsü E. Burke (1729-1797) toplumsal dinamiklerin yönü ve geleceğini, daha doğrusu Fransa Devrimi’nin gideceği yönü tahlil ederek önemli tespitlerde bulunmuştur. Yapmış olduğu çözümleme ona büyük itibar kazandırmış ve bu durum daha sonra muhafazakâr siyâsî söylemin anlamı ve önemine gerekçe yapılmıştır. E. Burke’un çözümlemesine göre insan tabiatının gerilimi ve sosyal yapıdan kaynaklanan acılar insanın varoluş şartlarından ayrı olarak düşünülemez. Bu sebeple değişim tasarımları geliştirmek yerine acıları ve kötülükleri kuşatmak ve etkilerini azaltmak için ılımlı öneriler yapmak, siyâseti kısıtlı bir etkinlik hâline getirmek, varolanı korumak için onları yenilemek gerekir. Bu sebeple siyâseti köktenci değişimin değil, târihî tecrübenin denenmişliği açısından anlamak gerekir. Çünkü bireylerin tutum ve davranışlarını şekillendiren gelenektir. Geleneğin içinde oluşan alışkanlıklar, kurallar ahlâkî öğretilerden daha güçlüdür. Kuşakları bir araya getiren bu alışkanlıklar, kurallar ve davranış biçimleridir.

Ayrıca E. Burk, insan aklının mükemmelliğine yönelik vurgunun, aklın sınırlarını aşan bir bakış açısı olduğunu belirterek şu değerlendirmeyi yapar: İnsan kusurlu bir varlıktır ve aklı sınırlıdır. Dolayısıyla insanın yaşadığı bitmez tükenmez gerilimleri ve sosyal yapıdan kaynaklanan acıları gidermenin / azaltmanın yolu akılcılık değil, mâkûl olmak ve târihî tecrübeye işlerlik kazandırmaktır. Yenilenme mâkûl olmanın gereğidir, mâkûl bir yenilenmeye gelenek yoluyla ulaşılabilir. Yenilenme araçlarından mahrum bir toplum, var olanı koruma araçlarından da mahrum bir toplumdur.  Akılcılığa, değişime ve ilerleme telakkisine karşı söylem geliştirerek siyâsî benliğini oluşturan muhafazakârlık: Bir karşı bilinç inşa etme durumudur. 

Çetinoğlu: Hedefleri ne idi?

Prof. Macit: Bir felsefi bakış açısı geliştirerek köktenci değişime karşı çıkan muhafazakâr düşünürler, başlangıçta durumu tersine çevirme, zararı sınırlama ve beliren değişiklikleri mümkün olduğunca engelleme maksadını gütmüşlerdir. Dinî değerlere ve kurumlara, geleneğe atıf yaparak hem Aydınlanma ile hesaplaşmış hem de yeni ortaya çıkan liberalizme meydan okuyan toplum kuramları geliştirmişlerdir. Toplumu akılcı bir tahlile bağlı görmeyen muhafazakâr anlayış, toplumun teşkilatlanmış biçimi olan devleti, târihî bir gelişim sürecinin, âdetlerin, örfün ve alışkanların bir ürünü olarak görmüş ve uyumlu bir toplumun oluşmasını bireyler arasında geçerliliğini devam ettiren ilişkiler ağına bağlamışlardır.

Muhafazakâr fikriyata göre sosyal sözleşme insan etkinliği alanına giren her alanda ortaya çıkan bir uyumun ürünüdür. Bu uyumun dışına düşen ‘soyut hak ve özgürlükler üzerine’ üretilen sosyal sözleşmeler insanın tutunma bağlarını koparmaktan başka bir işe yaramaz. Ayrıca her değişimi iyi, onun gerisinde kalan her şeyi ilkel gören bir anlayış; kurallar ve gelenekler üzerine kurulan somut durumu görmezlikten geldiği için sosyal uyumu bozar. Öyleyse değişim / yenilik tasarıları varolan kötülükleri aşmak için kullanılmalı ve yenilik toplumun ortak uyumunu sağlayan geleneklerle korunmalıdır. Değişime karşı ihtiyatlı tavrın arkasında târihî süreç içinde tecrübe edilmiş olanların önceliğine dayanan bir bakış açısı yatmaktadır. Bu bakış açısına göre geleneğe dayalı tutum ve kurumları, sosyal uyumu sağlayan değerleri aşındıran bir değişim koruyucu ve geliştirici değildir. Eğer değişim zarûrî değilse, değiştirmemek zarûrîdir.  

Çetinoğlu: Muhafazakâr söylemde dinin yeri nerededir?

Prof. Macit: Sosyal istikrarı sağlamanın bir unsuru olan din; muhafazakâr söylemde önemli bir yer tutar. Mânevî bir bağ olarak dinin toplumu bir arada tuttuğu, dinî sembollerin ve kurumların ortak bir tutum ve davranışa katkı sağladığı görüşü benimsenir. Kaldı ki bazı muhafazakârlar bağlılık biçimini aşan bir dinî söylemi benimsemişlerdir. Hıristiyanlığın insan ve târih anlayışını söyleminin önemli bir parçası yapan Joseph de Maistre (1753-1821),Charles Maurras (1868-1952) ve benzerleri devrimci toplumdaki karışıklığın karşısına Ortaçağ’ın yitirilmiş umudunu çıkarmışlardır. Değişim tasarısına kilisenin diliyle karşı çıkmış ve eleştirmişlerdir. Onlara göre bireyin sosyal varlığını içeren toplum, ilahî bir kaynağa sâhiptir ve Tanrı’nın otoritesini yansıtır. Bu sebeple yükümlükler her zaman haklara göre öncelik taşır. Sosyal düzenin devamlılığı ahlâki kurumlar olan aile, kilise ve devletle garanti altına alınmıştır.Sosyal uyumu ve düzeni koruyan geleneğe dayalı değerlere karşı geliştirilen radikal saldırı / yâni aydınlanma düşüncesi kötü olanın seçimi ve Tanrı’ya isyanın adıdır. Çünkü Tanrı’nın bağışladığı gelenek ve duygular karşısında aklın, bilimin ve deneyin yeri olamaz. 

Çetinoğlu: Sonraki dönemlere göz atabilir miyiz?

Prof. Macit: Geleneğin dilini siyâsî ve fikri muhalefetin parçası yapan muhafazakârlar, endüstriyel üretimin klasik yapıyı bozduğunu ve dönüştürdüğünü görmüşlerdir. Hiyerarşiyi, aristokrasiyi, devletin birey karşısındaki önceliğini ve mukaddes olanın aşırı önemini temsil ettiklerini düşündükleri için, sosyal değişim ve dönüşümü önlemeye dönük olarak devlet gücünü ellerinde tutmak veya yeniden ele geçirmek mecbûriyetinde oldukları görüşünü benimsediler. Bu yönde yaptıkları çalışmaların sonucu olarak 1815’te Fransa’da iktidara geldiler ve yeniden yapılanmadan söz etmeye başladılar. Fakat hiçbir şeyi eski hâline dönüştürmek mümkün olmadı. Bu târihten itibaren muhafazakârlık, fikrî ve siyâsî kırılmaya uğramış, kendisini muhafazakârlığın muhalifi olarak tanımlayan liberalizmin / modern olma bilinci denebilecek bir temel üzerine inşa edilmesinin yolunu açmış ve eski muhafazakârlık parçalanmıştır. Her kriz yeni bir dile ihtiyaç duyduğu için bağdaşması mümkün olmayan iki siyâsî söylemin (muhafazakârlık / liberalizm) ortak / kesişme noktaları keşfedilmiştir. Bu aşamadan sonra liberal öğretiye yönelik yalın bakış ve küçümseyici bakış açısı değişmiş, kapitalizm ve liberal demokrasinin etkisi doğrudan kabul edilmiştir. Yeni bir bakış açısının gereği olarak daha teknik ayrımlar eşliğinde bugün ile geleceğin karışımını üretmeyi denemişlerdir.

Çetinoğlu: Başarabildiler mi? 

Prof. Macit: Yükselen bir sosyo-politik söylem muhafazakârlıktır. Dinlerin yükselişine şâhitlik eden çağımız, gelenekten ve liberal söylemden bünyesine taşıyarak yeni bir siyâsî bilinç oluşturan muhafazakârlığın etkisi altına girmiştir. Dolayısıyla muhafazakârlığın iki yüzünden bahsedebiliriz: (a) Siyâsî uzlaşma, denge, ılımlılık ve uyum gibi bir tutumu ve duruşu ifâde eden muhafazakârlık. Bu eğilim kendisini, bir zihnî tutum ve eylem biçimi olarak farklı bağlamlarda gösterebilir. Muhafazakârlık; değişime karşı istikrarı, bilinmeyene / gizemli olana karşı bilineni, mükemmele karşı uygun olanı tercih eden bir siyâsî tutum görüldüğü sürece bir ideoloji olarak tanımlanamaz. (b) Belirtilen tutuma ek olarak radikal-hızlı değişim yerine değerleri ve toplumu koruyan yeniliği, sınırları genişletilmiş siyâset yerine, sosyal dengeyi ve adâleti koruyan sınırlı siyâseti, sosyal istikrarı sağlama adına ekonomik seçkinciliği tercih ederek hayatın politikası içinde her alana yönelik karşı görüş sunan bir anlayış ideoloji olarak tanımlanmayı hak eder.

Prof. Dr. NADİM MACİT:

12 Kasım 1958 tarihinde Erzurum’un Oltu ilçesinde dünyaya geldi. 

1978’de Erzurum İmam-Hatip Lisesi’nden, 1983-1984’de Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakülte’sinden mezun oldu. Bir süre Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde öğretmenlik ve idarecilik görevlerinde bulundu. Gerek idarî gerekse kültürel alanlarda göstermiş olduğu etkinliklerden dolayı ödüllendirildi. Yüksek lisans ve doktorasını Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde tamamladı. 1992-1993’te Yüzüncü Yıl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelam Anabilim Dalı’na yardımcı doçent olarak tâyin edildi. Felsefe ve Din Bilimleri, Temel İslam Bilimleri Bölüm başkanlığı görevlerini yürüttü. 1995’te doçent oldu. İki yıl doçent olarak görev yaptıktan sonra 1997’de Gazi Üniversitesi Çorum İlahiyat Fakülte’sine geçiş yaptı. 1998–1999 Eğitim ve Öğretim yılında dekan yardımcılığı ve 1998-2002 yılları arasında Temel İslam Bilimleri Bölüm Başkanlığı görevlerinde bulundu. Çeşitli ilmi dergilerde birçok makale yayımladı. Millî ve milletlerarası çeşitli akademik faaliyetlerde bulundu. 2001’de profesör oldu. 2002’de aynı fakültenin dekanlığına tâyin edildi. 2003–2004 yılında YÖK İlahiyat Danışma Komisyon üyeliği yaptı. Kur’ân’da Şirk Kavramı, Kur’ân’ın İnsan-Biçimci Dili, Ehl-i Sünnet Ekolü’nün İlk Öncüleri ve Görüşleri, Din-Siyaset İlişkisinin Teolojik Yorumu, Eylem-Değişim İlişkisinin Teolojik Yorumu adlı beş telif ve Fahruddin er-Razi’den yaptığı Meâlimü Usûli’d-Din: İslam İnancının Ana Konuları adlı çeviriyi, Kelam İlmi’nin tarihi, yöntemi ve konuları ile ilgili birçok makale yayımladı ve tebliğ sundu. Küresel Hegemonya, Türkiye ve İslâm, Teolojik Dilin İmkânı ve Farklı Dünyalar, Kelam İlminin Yeniden Yapılandırılması, Post-Modern Teoloji konuları üzerinde çalıştı. Son iki yıl içinde yayımladığı makalelerin bazıları şöyledir: *Cumhuriyet Döneminde Kelam İlmi ve Yöntem Meselesi, *Dini Bilginin Kuramsal Yapısı ve Öğretimi, *Türkiye’de Politik Zihniyetin Ayrışma Hatları ve İslâm, *Küresel Sarkacın Salınım Açısı: Ilımlı İslâm, Misyonerlik ve Terör, *Sivil Toplum Düşüncesi Bağlamında Dini, Etnik ve Ezoterik Cemaatler, *Kilise, Politik Misyonerlik ve Şark, *Dini-Politik Diplomasinin Küresel Yüzü: Hoşgörü ve Diyalog, *Küresel Emperyalizm ve Dinler Arası Diyalog, *Post-Modern Politik Söylemin Dini Görüntüleri. 

    Hâlen Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsünde görev yapmakta olan Prof. Dr. Nadim Macit evli ve üç çocuk babasıdır.