RÖPORTAJ: GİZEM YILDIZ

Hayatta bazı hikayeler vardır, onları dinlediğinizde “Hadi canım! Nasıl yapmış?” dersiniz. Hep anlatılır, dilden dile başarıları aktarılır. O isimler hiç unutulmaz. Çünkü geçmişlerinden gelen bir birikim, anlatacak bir hikayesi vardır. Mert Turak’ın konservatuara girme hikayesini bir de onun ağzından dinlediğim zaman, gerçekten ben de o ağzı açık kalan insanlardan biri oldum. 11 kere konservatuar sınavına girip denemiş, 11 kere o yolu gitmiş gelmiş, içinde hüzünler, hayal kırıkları yaşamasına rağmen bir gün bile denemekten vazgeçmemiş. Mucize filminde gerçekten mucizeler yaratan adam Aziz, Karıncalar oyunuyla 1 buçuk saat tek başına oyunculuğunu ayakta alkışlatan “Mert Turak” bu sene tekrar “Mucize 2 Aşk” filmiyle Aziz’in hikayesini kaldığı yerden anlatmaya hazırlanıyor. Sinema gişelerinde yaşanan “Mısır Krizi” dolayısıyla vizyon tarihinde gecikmeye giden “Mucize 2” Aziz’in muhteşem değişiminin sır perdesini aralıyor.

- Merhaba Mert, 38 yıllık hayat tecrübenin içine birçok tiyatro oyunu, film, dizi gibi oyunculuğunu ispatladığın yapımların içerisinde rol almışsın. Oyunculuğa başlamadan önceki yıllarına gittiğimde 11 kere konservatuar sınavına girip, 11. Kere de Isparta Güzel Sanatlar Fakülte’sini kazandığını okudum. Girdiği bütün işlerin içinde kendini avuç içleri patlayıncaya kadar alkışlatana bu adamın, 11 kere kapıdan dönmesinin nedeni nedir?

- (Gülerek) Çok iyi çalışmışsın. Valla, o kadar güzel özetledin ki durumu, ben de geriye dönüp baktığımda ara ara sorguluyorum. Herhalde biraz hazır olmamakla alakalı bir şey.

- Tereddüt var mıydı peki? Acaba doğru mu yapıyorum?

- Bilmiyorum ki, o döneme geri dönüyorum, şimdi çocukların girdiği dönemki gibi değildi. Bir kere hazırladığın tiradı oynamak, o tiradın üzerine yorum yapılması, o dönem şiir okumamak, şair bilmemek imkansız gibi bir şeydi. Kendimi bulmam zaman almış olabilir. Benim annem de memur, babam da memur, onlar da dişiyle, tırnağıyla gelmişler, ben de dişimle, tırnağımla geldim. Ben hiç torpil var diye düşünmedim. Benden daha iyi bir 10 kişi vardı diye düşündüm sınavlarda. Birazcık kalın kafalıyımdır (gülerek). Karıncalar oyununu 192 oyun oynadık. Oyunu yeni yeni anlamaya başlıyorum (gülerek).

Oyundan bahsetmişken, Karıncalar, tek kişilik 1 saat 15 dakikalık bir oyun. Tek kişi, sadece anlatarak, bu kadar izlenmeyi nasıl başarıyorsunuz?

- Tek kişilik oyunlar bence oyuncunun namusu gibi, mahremi gibi. Bu belki benim hayatımda oyunculuğu koyduğum yer, ama ben oynarken her şeyimi veriyorum. Özellikle bu oyunda, oyunun yazarı Gökhan’la, yönetmen Ergun’la hep konuştuğumuz şey; biz sadece bir insanla bunu anlatıyoruz. Sahne üzerinde de barkovizyonlarımız, arkada oynayan klipler, büyük görsel şovlar yok. Sadece bir adam, bir yükselti ve anlattığı bir hikaye var. Bir seyirci şunu yazmış “Mert Turak sahnede ateş oldu, silah oldu, kurşun oldu, kan oldu, rüzgar oldu” Aslında bir nevi Karıncalar benim oyun farkım gibi. Aynı zamanda Gökhan’ın yazdığı bir oyun, Ergun’un Şehir Tiyatrosu’nda ilk rejisi, hepimiz için bir şeref meselesi oldu bu oyun. Bu kadar çok talep olunca her oyuna,   “daha iyi olmam lazım” diyerek giriyorum.

Jackline, oyunun neresinde kalıyor? Sadece askerimizin aşkı mı?

- Jackline kimine göre bir umut, kimine göre gerçekten sevgilisi, bence Jackline o gece barda dans ederken yanından geçerken sadece küçük bir bakış atan bir kız. Aslında askerimiz için Jackline sadece bir umut ışığı. Zaten askerin adı yok, meçhul asker, ama Jackline’nin adı var. Ben biraz da Jackline’nin seyirciye kalmasını seviyorum. Bana sorarsan benim Jackline’nim seyirci. Ben oyunu onlara anlatıyorum, onlara sinirleniyorum, onlara koşuyorum, onlara ulaşmaya çalışıyorum. Bana sorarsan Jackline bir güvercin, bir uçurtma.

Askerin bütün kaçma çabaları, başına gelenler ve bunlara katlanma sebebi... Hepsi aşk için mi?

- Aslında oyunun katmanlı olmasını bu yüzden seviyorum. 150. Oyundan sonra ben oyunu anlamaya başladım diyorum, millet gülüyor. Kimisi aşk için diye düşünebilir, ama daha iyi bir dünya için olabilir, kendisi için olabilir, ailesi için olabilir. Bütün bunlar aslında yaşama aşkıyla alakalı. Belki de Jackline oyunun ortasında bir mektup yolluyor ve asker o mektubu önce yırtacak gibi oluyor. Biz bilmiyoruz, ama belki de Jackline o mektupta vazgeçti zaten. Belki Jackline için “Senin dönmeyeceğini anladım. Biz ayrıldık.” mektubuydu, çünkü askerimiz mektubu bir yırtacak hale geliyor, sonra yırtmayıp bir kenara koyuyor. Aklını oynatmaması için Jackline beni terk etmedi diye devam ediyor.

Peki, sence hayatta herkesin doldurmasını beklediği bir ilk sayfası var mı?

- Tabi ki herkesin beklettiği bir ilk sayfası vardır, ama çok da bekletmemek lazım. O zaman, özel bir günde giyeriz diye kenara koyduğumuz ve hiç giymediğimiz tişörtlerimiz, ayakkabılarımız gibi kurtlanabilir, eskiyebilir, küçük gelebilir. İnsan kendine hedefler koymalı, ama bu hedefler onu motive edecek, hayata bağlayacak sayfalar olmalı. Olmayacak dilekler yerine, olabilecek dilekler olabilir. Bu sayfalar çok beklememeli, yoksa efsanelere dönüşüyorlar ya da vaktinden çook önce eskimiş, can vermiş olabiliyorlar.

Bu 11 kerelik süre içerisinde umut kaybına, hayal kırıklığına uğradın mı?

- Çok... En kötüsü de, Ankara’dan, Eskişehir’den dönersin, o yol boyu ağlamaktan için şişer. Ölüm gibidir. Bu konuda güzel bir atasözü vardır “Kazanmak birkaç tebrik kartı, bir şişe şampanyadır, ama kaybetmek çok şey öğretir” demişler. Ben inanırım. O anlamda, o dönemde yaşadıklarım, belki benim hayat mottomu oluşturmuştur. Şimdi bana diyorlar ki “Karıncalar 1 saat 15 dakika bir oyun ve sadece anlatıyorsun. Nasıl başarıyorsun?” monolog, çocuk sürekli günlüğünü okuyor, ama geri dönüp baktığımda, içinde bulunduğum bütün işlerde hep daha çok çalışmam gerektiğini düşünmüşümdür. Yönetmenden önce orada olmak zorundayım, oyuncu arkadaşlarımdan önce orada olmak zorundayım, senaryoyu çok iyi bilmek zorundayım. Sonra bir baktım Beckett’in sözüyle bir başıma kalıyorum “Hep denedin. Hep yenildin. Olsun, yine dene, yine yenil. Daha iyi yenil.”

- Kaybetmenin sana daha çok şey kazandırdığını düşünüyorsun.

- Evet, ben hala kendime sinirlendiğim zaman “Lan loser’lığın tuttu gene” derim. Biraz kendime acımasızımdır. Demişler ya “İnsan kendi cennetini de kendi cehennemini de kendi kafasında taşır” benim motivasyonum o anlamda ters çalışır.

- O zaman birinin sana ceza vermesine gerek yok.

- Yok, ben kendimi öyle bir öldürürüm ki, Of! Ama kendimi de öyle bir şımartırım ki (gülerek).

Oyunculuk senin için nerede başladı? O kapıdan içeri girdiğin gün mü?

- Çocuklukta başlıyor. Annemin babamın bana Levent Kırca taklitleri yaptırması, benim kendi sülaledeki çok sigara içen teyzemi taklit etmem, onun sinirlendiğinde neler yaptığını taklit etmem. Marlon Brando’nun güzel bir sözü vardır “Oyunculuk özenmekle başlar” herhalde benim için de o zamanlar başlamıştı.

- Taklit ilk eğitmenin

Tabi canım, hala öyledir. En iyiyi taklit et, o zaman sana kimsenin öğretemeyeceği şeyleri öğrenirsin. Taklit deyince insanlar bir korkuyorlar “Taklit etmeyelim, kimseyi tekrar etmeyelim!” ya edemezsiniz, oynarken kendinizden bir şey katıyorsunuz.

Hayatında her şeyden çok oyuncu olmayı istemişsin. Bir şeyi gerçekten çok istediğin zaman onu çağırmış mı oluyorsun? Bunun üzerine de birçok yorum yapılmış, herşey istemekle başlar diye sözler söylenmiştir. Katılıyor musun?

- Çok istediğim şey de olmuyor Gizem (gülerek). Konservatuarı kazanmam zor oldu. Bizim şansımız Yıldız Kenter, Haldun Dormen, Suat Özturna hepsi bizim hocamızdı. Üçüncü sınıfta şehir tiyatrolarına girmem, sonra orada devam etmem. Bir bakıyorsun geriye, sadece oynamak kalmış.

Oyunculuğun sana getirdiği keşkeler oldu mu?

- Hayatımda çok keşke demişimdir. Ben öyle “Hiç keşke demedim” diyen adamlardan değilim. Hayatım pişmanlıkla doludur, ama bunun aktörlükle olan kısmı genel de “İyi ki”lerin arasında yer alır.

- Oyunlar dışında, oyunculuğun sen de bıraktığı izlerde keşkelerin oldu mu? Senin için hep oyunculuk ön plandaydı. Geride bıraktıkların için keşkelerin oldu mu?

- Olmuştur, çünkü oyunculuk benim için defterini, kitabını, kalemini kapatıp, eve gelip, evde eş, evlat, baba, olan bir adam değil. Benim için oyunculuk 7/24 devam eder. Bunun için 39 yaşında yalnız bir adamım, çoluğum çocuğum yok. Muhsin Ertuğrul’un sözünü biraz yanlış anladım galiba “Kimileri amca, hala, teyze olur, kimileri de aktör” ben biraz fazla ciddiye almışım.

İşimi tercih ettiğim için, o an bir provada olup zaman ayıramadığım insanlar için, pişmanlıklarım vardır. Bununla da ilgili sana küçük bir hikaye anlatayım; diyorlar ki “Neden yalnızsınız, neden evlenmediniz. Arkadaşlarınızın torunları filan oldu” ben de şöyle bir durum oluyor, bazıları “Ne kadar acımasızsın” diyor. Zaten 20 yaşında Devlet konservatuarını kazanmışım, üçüncü sınıfta 2003’de şehir tiyatrolarına girmişim, 2005’te annemle babam boşanmışlar, benim 2 ay sonra haberim oldu. “Anne niye söylemediniz?” dediğimde, “Oğlum sen Şehir Tiyatrolarında her akşam sahneye çıkıyorsun, ekmeğini moralinle kazanıyorsun, söylemedik.” Annem ameliyat olmuş, rahmini almışlar, benim 1 ay sonra haberim oldu “Teyzeciğim neden söylemediniz?” “E, sen oyuncusun, her akşam insanların karşısına çıkıyorsun.”. Babam evini taşımış, sokaklarda, yağmurlarda rezil olmuş, eşyaları helak olmuş “Niye söylemedin?” “E, oğlum sen gelmeye kalkarsın, sonra oyunlara çıkamazsın. Sen hayatında aktörlüğü, ailenin bile yaklaşamadığı bir yere koyuyorsan, ondan sonra elin kızı için sevgilin için ikinci plana atamazsın.

- Ama o elin kızı sonrasında senin karın oluyor.

- Bilmiyorum, o kısma henüz kimseyi geçirmedim.

- Belki de biraz korku? Annene, babana bıraktığın boşlukların nedeni olarak, belki onda da böyle boşlukları bırakırım diye ciddi bir adım atmaya korkuyorsun?

- Şimdi öyle bir yere çıktık ki, ben işimle evliyim diyen adamlardan oldum herhalde.

- Bunun pişmanlığıyla yaşamaktan bir endişen olursa?

Yo, kimisinin çocuğu olur, kimisi bir kitap bırakır, kimisi bir oyun bırakır, eser bırakır. Şimdi bakıyorum, evlendiğinde çok da mutlu olan insanlar görmüyorum.

- Bir de kiminle evlendiğine bağlı...

Hay yaşa! Öyle birine denk gelirsin ki, o da kendi sanatının peşindedir ve şuan gördüğüm mutsuz evliliklerle uzaktan yakından alakası olmayan bir yolculuğa çıkarsın.

- O zaman insanların hayat tecrübesi olarak koydukları; Okulunu bitir, işe gir, evlen, çocuğun olsun, torunun olsun kavramına katılmıyorsun?

- O tez çökeli çok oldu. Aileler birbiriyle aynı evinde konuşmuyor; annenin ellinde telefon, babanın elinde telefon, çocuğun elinde telefon...

Sahneye ilk çıktığın zaman ne hissettin? Işık yüzüne vurduğunda, karşında canlı kanlı yüzlerce insan gördüğünde “Ya başaramazsam, çuvallarsam” dedin mi?

- Dedim. 15 yaşındaydım, Konak Belediyesi Tiyatrosu’nda, Rıza Kocaoğlu, Öner Erkan, Kadir Çelmik... Çok önemli insanlara ev sahipliği yapmıştır. Çok korkmuştum. Kalbim gırtlağımdan çıktı ve konuşamadığımı hatırlıyorum.

- Sonrasında toparladın

- Gözümü karartıp, bütün lafları bir anda söylediğimi hatırlıyorum (gülerek).

Mucize filmiyle çok büyük bir başarı elde ettiniz. Oynadığın karakter herhangi bir karakter değildi. Bugün Aziz gibi milyonlarcasının, hatta Aziz’in yakını olan milyonların yüreğine dokundun. Mahsun Kırmızıgül sana bu filmle geldiğinde, ilk dile getirdiğin şey ne oldu?

- Çok sevindim. Uzun zamandır söylüyordu “Mert, kafamda bir rol var. Senin için çok iyi olacak” diyordu. Çok heyecanlandım, çünkü şunu anladım, bir aktörün hayatı boyunca bir ya da iki kez denk gelecek rollerden biri bu. Onun sorumluluğu ateşten bir gömlek gibiydi.

- Mahsun Kırmızıgül sana nasıl getirdi filmi?

- O çok güzel anlatır. Ben senaryoyu okumadım. O öyle bir iştahla anlattı ki, ben bir anda filmi kafamın içinde gördüm.

Aziz zor bir karakter, hem psikolojik olarak, hem fizyolojik olarak. Peki, bu karakteri canlandırma korkusu içine girdin mi? O psikolojinin içine girmek olsun, o hareketler olsun...

- Aslında kendimi öyle eğittiğim için, bir nevi Özel Harekât Tiyatro Timi olarak eğittiğim için, zor olmadı. Kimsenin kolay kolay başaramayacağı bir hedef olursa ben motive olurum. Şimdi diyorlar ki “Mert Bey, falanca dizideki, falanca rolü beğenmemiş” Evet, çünkü herkes oynar. “Teşekkür ederim. Bana ihtiyacınız yok bu rol için” diyorsun, o zaman da alınıyorlar. Gerçekten aban ihtiyaçları yok. bu rol iyi bir aktörün oynayabileceği bir roldür. Benim yüreğimle, kalbimle, gece gündüz, tuvalete giderken bile, aralıksız günlerce, saatlerce çalışabileceğim, bedensel, ruhani acılar çekebileceğim, bir hamilelik dönemi yaşayıp, o rolü doğurabileceğim süreç için oynamaya değer bir rol olması lazım. Mucize bu anlamda hep çok cezp edici oldu.

Bu Aziz’in gerçek olduğunu bilmek Mert’e neler hissettirdi?

- Korkuttu, heyecanlandırdı, sevindirdi... Hepsini yaşadım, ama ben gerçek Aziz’le filmden önce tanışmadım. Mahsun özellikle filmden sonra tanıştırdı bizi. Ben çok isterdim, onu tanıyayım, hangi sigarayı içiyor, eşi kim, çocuğu kim öğreneyim.

- Senin kafanda yarattığın Aziz’i etkilemek istemedi.

- Belki de. Önemli bir devlet adamını oynasan, böyle bir iz sürmeye girebilirsin, ama burada Mahsun farklı bir yol izledi.

Aziz karakterine hazırlanman ne kadar süreni aldı?

- İlk film için de, ikinci film için de 4 ay.

Mert olarak Aziz’in içerisine nasıl girdin? Yani, Mert’in gözünden Aziz kim?

- Eğlenceli bir adam aslında; herkes ona şaşırıyor. Sakat gibi değil. Çok hınzır, çok yaramaz, çok sevgi dolu... Bana benziyor o anlamda. Aziz çocuk gibi, ona ilgi gösteren herkesle bir bağ kurmaya çalışıyor. Aslında herkes öyledir, en iyi mağazaya girsen bile bir tezgahtar sana soğuk davrandığında hemen çıkarsın, ama girdiğinde biri sana ilgi gösterdiğinde gülümseyerek ayrılırsın.

- Peki Aziz’in acıları ne oluyor?

- Onları Mahsun hallediyor zaten (gülerek).

Mucize filminin sonunda Aziz’i hayatını kısıtlayan, onu hor gören insanlara inat hayatını yenileyen bir şekilde görmüştük. Şimdi, Mucize Aşk Aziz’in değişimini ele alan süreci mi anlatacak?

- Evet, o 7 yılda nasıl iyileştiğini anlatacak bize.

Aziz’in Mucizesini gerçekleştiren aşk mı oldu?

- Tabi ki, karısının ona duyduğu aşk oldu. Filmin sonunda “Ben karıma aşık oldum” demişti ya, karısının onu vazgeçmeden sevmesi, Aziz’in mucize oldu.

Bir kadın gerçekten bir erkeğin hayatında bu kadar güçlü bir etkiye sahip midir?

- Bence öyledir. Baksana şimdi 50 yıllık evlilikler görüyorsun. Bir evliliğin 50 yıl sürmesi bana imkansız geliyor. Bir bakıyorsun onlar arkadaş gibi olmuşlar, iki yaren olmuşlar, dost olmuşlar. Derler ya “Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır” ben bu söze inanırım.

- Şimdi sen de aşka evlilik gözüyle bakmıyorsun ya, Aziz’in değişimini değişimini kendi bakış açından yadırgadın mı?

- Ben Aziz’e göre çok daha kirliyim. Ne yazık ki roller tarafından satın alınmış bir ruhum var. Ben Aziz’e göre daha 21.yüzyıl insanıyım, daha şehir insanıyım, daha pragmatik çalışıyor kafamız, her şeyi kontrol etmeye çalışıyoruz, bedenimizle uğraşıyoruz, daha çok bilgini bizi daha uzun yaşatacağını düşünüyoruz. Bir nevi bağdan, bahçeden, doğadan, topraktan uzaklaşıyoruz. Aslında şehir insanının bu sıkışmışlığı, cep telefonun içindeki bu yalan dünya, oradaki kadınlar, oradaki erkekler, artık cafelerde, yolculuklarda bile insanlar kafalarını kaldırmıyorlar. Kafanı kaldır bir bak, belki karşında duruyor kız. Aziz beklentisiz seviyor ve insanları amaçsız hayatına alıyor. Aziz bu anlamda bir mucize zaten. Öyle birini bulsam hemen evlenirim (gülerek)

Ötekileştirme, belki de Aziz’i yarım bırakan en önemli duygu bu muydu?

- Y ada motive eden. Onu hırslandıran duyguydu ötekileştirmek. “Hadi oradan sen anlamazsın!” deli zannediyorlardı Aziz’i. Seni öldürmeyen her şey güçlendirir. Aziz’i hem yarım bıraktı hem tamamladı.

Toplumda Aziz’e yapılanın aynısı birçok kişiye yapılıyor. Sence bunun değişmesi için neler yapılabilir?

- O konuda biraz Nietzsche’ciyim ben. Bunu çözüleceğini insan var olduğu sürece, kibir var olduğu sürece, düzelmeyecektir. Ne yazık ki herkes daha iyisini giymek, ne yazık ki insan daha iyisini yemek isteyecektir ve insanın olduğu yerde de her zaman sınıf farkı olacaktır. Keşke olmasa, ama çok zor. Artık herkes en güçlü olmak istiyor, sosyal medya seni oraya itiyor, hayat seni oraya götürüyor. Bence sosyal medya bütün dünyanın problemi, sadece Türkiye’nin değil. Telefonda çok zenginsin. Facebook, twitter, instagram senin için he şeyi yapıyor. Dolayısıyla sen birine tahammül etmeye, hayatına sokmaya niye gerek duyasın ki. Ondan sonra kısırlaştırıldık. Klavye delikanlılığı denen şey ne kadar yaygın. Herkes o kadar peşin hükümlü, herke o kadar tahammülsüz ki birbirine, bu söylediğinin gerçekleşmesi çok zor, ama inşallah diyelim.

Peki, Aziz’in hayatını değiştiren şey, aşksa, Aziz’in hayatına dokunan öğretmenin ona gösterdiği dostluk filmin neresinde kalıyor?

- Ama öğretmenle de yaşadıkları bir aşk var. Mevlana Şems gibi düşün ve onu kalabalığın içinden tutup ilk çıkaran adam. Karısıyla tabi ki bir aşk yaşıyor, ki karısı bile insanın bazen eşini, babası, evladı, kardeşi gibi sever ya, Aziz’i öyle seviyor. Aziz’in annesi de karısına emanet ediyor zaten. Öğretmenle yaşadığı şey de çok değerli, onunla da arasında bir aşk var aslında.

Seni en çok etkileyen sahne ne oldu?

- Şeydi; benim karımı itiyorlardı, onu hırpalıyorlardı, ben uzaktan görüyordum ve yanına ciddi bir mesafeyi koşuyordum, ben gidene kadar da diğer kadınlar gitmiş oluyordu. benim karım ağlaya ağlaya “Ben artık burada yapamayacağım” diyordu. Ben de refleks olarak, aynı sahneyi birkaç defa çektik de ben refleks olarak koştum diye mi, -20 derece soğuk olduğu için mi bilmiyorum, bir anda kükredim. Ağzımdan salyalar, sümükler, her şey çıktı. Sonra herkes bir dondu. Baktım köylü bir amca alkışlamaya başladı. Sonra bütün set alkışlamaya başladı. Aaa dedim, “İleride insanlara anlatacak bir hikayem var”. Beni de en çok etkileyen sahne oydu.

Mucize ve Mucize 2 arasında net farklılıklar izleyecek miyiz? Temalarda bir değişiklik var mı?

- Mucize 2 bambaşka bir film.  Genelde şöyle bir durum olur “Ben ilk filmi izlemedim” önce 2’yi izleyip sonra ilkini izleyebilirsin, bence Mahsun’un şuana kadar yazdığı en iyi senaryo. Mahsun’un içine kattığı şeyler, Mahsun’un kalemi, çekim tekniği, görüntü yönetmenimizin etkisi, çok başarılı bir senaryo ekibi, çekim ekibi, bir kostüm, bir ışık... Her şeyiyle bu film çok başka bir film oldu. Kaldı ki, Fikret Kuşkan, Erdal Özyağcılar gibi çok önemli oyuncularla oynamanın da hazzını söylemeden geçmek izlemem. Ben Yıldız Kenter’in öğrencisiyim, Fikret Kuşkan Yıldız Kenter’in öğrencisi, Erdal Özyağcılar da Yıldız Kenter’in öğrencisi, biz üç kuşak buluşmuş gibi olduk.

Bu güzel sohbet için teşekkür ederim. Mucize 2 Aşk için seyircilerimize ne söylemek istersin? 4 milyon izlenmiş Mucize’den sonra, Mucize 2 daha iddialı bir giriş yapar mı?

- Ben Mucize’yi geçeceğini düşünüyorum, çünkü ciddi bir kitle bekliyor. Herkes merak ediyor, filmin sonunda o çocuğun nasıl iyileşip geldiğini.

- Bazı filmlerde olur ya “ İlki daha güzelmiş, ikinci daha bir kopmuş”

- Ben de genelde buna inanırım, ben de bu filmi o anlamda biraz zor kabul etmiştim. Sonra Mahsun senaryoyu bana yollayınca, anladım ki, bu bambaşka bir film. Bu devam filmi gibi değil.