RÖPORTAJ: AYŞENUR MAMA

Başarılı yazar Meriç Kan ile yazın hayatına ve “Caan ve Hüddam” adlı kitabına dair konuştuk. Keyifli sohbetimiz sizlerle…

Öncelikle sizi tanımak isteriz. Meriç Kan kimdir?

2 Mayıs 1985’te Mersin'de doğdum. İyi bir eş, sevecen bir baba, özverili bir yönetici ve fantastik bir yazarım. Bunlara ilave olarak da uzun yıllar profesyonel olarak müzikle uğraşmanın verdiği rahatlıkla söyleyebilirim; iyi bir müzisyenim de. Üniversite yılları ve sonrasındaki iş hayatına atılma serüveni, bazı noktalarda fedakârlık yapmaya itiyor insanı. Benim fedakârlığım da müzik hayatıma nokta koymak olmuştu. Okumayı, yazmayı, müziği, tiyatroyu, sinemayı, gezmeyi, doğayı, kısacası ruha dokunan her şeyi çok seven bir insanım. 

Yazın hayatınız nasıl başladı? 

Aslında hikâye, tam olarak şöyle: Küçük yaşlardan beri süregelen bir okuma merakım vardı ve neticesinde lise yıllarında yazabildiğimi keşfettim. 

Lise yıllarında şiir ve deneme türlerinde yazılarım oldu. Bunun yanında birkaç adet de tiyatro oyunu yazmış ve hatta töre komedisi dalında bir oyunumu da sahneye koymuştum. Uzun zaman karalamalarım devam etti; fakat olgunlaşmadı o dönemlerde. Araya giren üniversite yılları ve yurt dışında yaşama maceram esnasında yalnız kalışlarım ve kendimi dinleyebilme fırsatı bulabilmem, beni ve yazdıklarımı olgunlaştırdı. En sonunda da pandemi dönemi, artık yazdıklarımı yeniden gözden geçirme imkânı verdi bana. 

Tabii bir de sürekli yanımda olan ve benden desteğini hiçbir zaman esirgemeyen sevgili eşime de ayrı bir parantez açmam gerekiyor. Belki de onun destekleri olmasa eserlerim sadece yazılmış olacaktı. Hiç kimseye ulaşamayacaktı.     

Yazarken nelerden esinlenirsiniz?

Okurun da tahmin edebileceği gibi yazmak, istendiği zaman gerçekleşen bir eylem değil maalesef. Bazen gecenin bir yarısında aklınızda kurduğunuz bir hikâye sizi yatağınızdan fırlatabiliyor. “Caan ve Hüddam” kitabını yazarken olay tam olarak öyle olmuştu. Kafamda dönen hikâye yüzünden gecenin ikisinde kalkarak sabaha kadar yazdığım o günü dün gibi hatırlıyorum.  

Ben, daha çok fantastik türde kitaplar yazıyorum ama bu, şu demek değil; uçuk kaçık şeyler yazmıyorum. Gerçekte olan şeyleri farklı bir tarz ve abartılarla okuyuculara sunuyorum. Esinlendiğim şeyler, gerçekler aslında. Yani korkularımız, sevinçlerimiz, kötülüklerimiz, iyiliklerimiz, kısacası bizi biz yapan, insana dair her şey. Gerçek hayatta gördüğüm şeyleri kendi üslubumla yoğurarak kâğıda geçiriyorum. Hayat; bana söylüyor, ben de yazıyorum, hepsi bu.

Şubat ayında okurlarla buluşan “Caan ve Hüddam” adlı kitabınızdan bahseder misiniz? Bu kitabı neden yazdınız?

Bu sorunun cevabı, aslında çok eski yıllarda gizli. Benim gençlik yıllarımda. Daha önce de bahsetmiştim; benim çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım, Mersin'de geçti. Argo bir tabirle bıçkın bir çocuktum. Yani korkusuz ve gözü pektim. O sıralarda insan, şu an kendisine çok korkunç gelebilecek bazı şeyleri deneyimleyebiliyor veya şahit olabiliyor. O yıllarda şahit olduğum ve bizzat deneyimlediğim birkaç doğa üstü olay, hikâyeyi taslak şeklinde oluşturmamı sağladı. Buna kafanızda oluşturduğunuz kurguları da eklediğinizde ortaya güzel ve lezzetli bir ürün çıkıyor. 

İnsanlar, görmedikleri şeylerden korkmalarına rağmen çok da merak ediyorlar. İçeriden bir tıkırtı duyduklarında veya yalnız kaldıklarında içlerinden dua etmeye bile başlıyorlar. Bu kitapta yazdıklarımın birçoğu, insanların öteki âleme olan meraklarını giderebilecek cinsten. Kitaptaki büyük kurgular hariç yazılanların bazı kısımları, gerçek hikâyeden alıntıdır. Bizzat benim şahit olduğum hikâye; ama kitabın bir kurgu kitap olduğu da unutulmamalıdır. Yoksa ilk iblis olan Caan'ı kimse görmedi daha önce. (Gülüyor.) 

Bu kitabı neden yazma gereği duyduğuma gelince; insanların korku eşiklerini ölçmek istedim, diyelim. (Gülüyor.)

“Caan ve Hüddam” okurlara hangi mesajları vermeyi amaçlıyor?

Ben, okurlarıma herhangi bir mesaj vermiyorum. Sadece okusunlar ve keyif alsınlar istiyorum; fakat okur, illaki bir mana çıkarmak istiyorsa o, kendisinin bileceği bir iş. Ben, sadece bir anlatıcıyım. Gördüklerimi,  korkularımı, sevinçlerimi, hüzünlerimi kaleme alıyorum. Hepsi, bu kadar.

Kitabın ismi, nereden geliyor?

“Caan ve Hüddam” korku-gerilim türündeki film veya romanları seven insanlar için aslında bir bakışta anlaşılabilecek iki isim. Kitaba isim verirken çok fazla düşündüm. Defalarca isim türettim hatta. En sonunda bu kitapta geçen hikâyeye en çok yakışacak isimlerin bunlar olduğuna karar verdim. İnsanlar, ilk başta kitabın ismini duyduklarında korkuya kapılabilirler; fakat soğuk denize girmek gibi zamanla alışıyorsunuz. (Gülüyor.) 

Gelelim kelime anlamlarına. Caan; ilk iblise verilen isim, yani iblislerin atası. Hüddam ise diğer âlemden gelenleri kontrol altına almaya uğraşan bir ilim. 

Kulağa korkunç geliyor; ama öyle değil. Kitabımı okurken gerçek bir hikâyeyi bir solukta, hatta hiç korkmadan okuyacağınızı garanti ediyorum.

Sizce kitap, beklenen başarıyla ulaşacak mı?

Bu, nereden baktığınıza bağlıdır bence. Başarı, sizin bunu ne ile ölçtüğünüzle ilişkilidir. Bir yarışmaya katılmak; kimisi için başarı sayılırken, kimisi için de 2. olmak başarısızlık olarak kabul edilebiliyor. Ben, bir kitap yazdım ve bunu yayınlayarak insanların takdirine sundum. Bence bu, bir başarıdır.

Kitabınızı bir okur gözünden nasıl değerlendirirsiniz?

Ben; fantastik, korku, gerilim, polisiye, spiritüel türde yazılan kitapları oldum olası çok severim. Bu türlerden hoşlanan bir okur olarak kitabımı değerlendirecek olsaydım kesinlikle çok sürükleyici, reel ve merak uyandıran bir kitap olduğunu söylerdim ve herkese de tavsiye ederdim; çünkü kitabım sizi ve korkularınızı anlatıyor.

Yazarken örnek aldığınız, izinden gitmeyi hedeflediğiniz yazarlar var mı?

Ben, kendi tarzını yazılarına yansıtan ve o çizgide de ilerleyen bir yazarım. Yazarken örnek aldığım bir yazar yok; fakat soruyu; “Sevdiğiniz yazarlar kimler?” diye sorarsak işte orada size inanılmaz isimlerden bahsedebilirim. Mesela Zülfü Livaneli, Sabahattin Ali, Stephan King, Dean R. Koontz… Dünya klasiklerine gidersek Tolstoy, Puşkin, Dostoyevski, Gogol… Yani bu liste, uzarda gider. 

Hazırlık aşamasında olan farklı bir eseriniz var mı?

İki adet tamamlanmış; bir adet de yazım aşamasında olan eserim var. Bahsettiğim bu 3 eser de yine gerçeğin fantastik birer anlatışı. 

İkinci kitabımın adı “Şizofmen”, üçüncü kitabımın adı “Sarı Köpek”, şu an yazım aşamasında olan kitabımın adı da “Aşkalaşmak.” Onları da bir süre sonra yayınlatmak istiyorum elbette; ama her şeyin bir sırası var. 

Son olarak gazetemiz okurlarına neler söylemek istersiniz?

Hayatın plan yapmak ve uygulamak için çok uzun olmadığını hiçbir zaman için unutmasınlar. Ne yapmak istiyorlarsa kalksınlar ve harekete geçsinler. Kimse, oturduğu yerde birileri tarafından keşfedilmez. Canınız yazmak istiyorsa yazın, müzik aleti çalmak istiyorsa da çalın. Yani kısacası ne istiyorsanız onu olun.