Yaklaşmanız lazım! Çünkü size bir sır vereceğim. Baştan da söylemeliyim, bazı konularda hiç de öyle tevazu sahibi bir insan olamıyorum. Özellikle de konu edebiyat ise! Kolay kolay beğenen bir insan olduğumu da hiç söyleyemem. Ve hatta biraz daha açık olmam gerekir ise neredeyse ülkede üretilen birçok esere sırf saygımdan dolayı eleştiri getirmiyorum. Nitekim bu da benim işim değil. Kitap eleştirmenliğini yapan tonlarca insan var. Onlardan biri de olmayı hiç istemem. Fakat Meltem Arıkan’ın son kitabı daha kitapevlerine dağılmadan önce ellerimdeydi. Ve sindire sindire okuduğum bu yapıt, benim için kesinlikle masalsıydı!

Aylardır “artık sarılmanın vakti gelmedi mi?” deyip, duruyorum. Ve onu tanıdığım için mutluyum. Kendisi ile geçmişten, yeni yapıtından ve pek daha fazlasından lafladık. O şimdilerde burada değil! Görülen o ki; uzun bir zaman daha da olmayacak. Fakat yine de burada birçok insanın hayatına ve iç dünyasına dokunuyor. Dokunmaya da devam edecek. Ve şimdi biz de onun hayatına kısa bir süreliğine dokunacağız!

Bugünlerde nasılsınız? Malum, yeni kitabınız “Tek Bildikleri Aşktı” yayımlandı. Az sonra buna uzun uzadıya değineceğiz. Fakat onun öncesinde biraz dertleşelim istiyorum. Bir süre önce Türkiye’den Galler’e uzanan bir yolculuğunuz oldu. Bilmeyenler için bu zorunlu bir yolculuk gibi miydi ya da başka bir deyiş ile buradan uzaklaştığınız şu vakitlerde “tam da sırasıydı!” dedirten bir olaylar bütünü müydü? Neler oldu?

Bugünler oldukça yoğun geçiyor diyebilirim. Bazen günler yetmiyor gibi hissediyorum. Türkiye’den Galler’e olan yolculuğum, yazdığım “Mi Minör” adlı oyunu nedeniyle maruz kaldığım haksız suçlamaların ardından başlayan karalama kampanyası ve aldığım tehditler sonucunda verdiğim zorunlu bir karardı. Aradan dört buçuk yıl geçmesine rağmen bugün bile ara ara tehditlerin devam ediyor olmasına ve şu anda ülkede yaşananlara baktıkça çok doğru bir zamanda Galler’e geldiğimi düşünüyorum. Bugün eğer Türkiye’de yaşıyor olsaydım neler yaşardım bilemiyorum ama bu kadar keyifle üretmeye devam edemeyeceğimi çok iyi biliyorum. O günlerde neler olduğunu, neler yaşadığımızı bir gün tüm ayrıntıları ile anlatacağım ama şu anda zamanı olmadığını düşünüyorum.

Buradan ayrılmak için size ağır gelen gerekçeler ne veya nelerdi? Bedenen burada olsanız da, bir bakıma zihnen uzaklaşma süreciniz yine bu zamanda mı olmuştu? Yoksa daha öncesinde zaten çoktan uzaklaştığınızı düşündünüz mü?

“Mi Minör” oyunun yaratıcı ekibi olan bizler, bugünlerde artık neredeyse kanıksanan karalama kampanyalarının Gezi’den sonraki ilk kurbanlarındandık. Sanırım beni duygusal olarak en çok kıran ve yıkan; yapılan haksız suçlamalar yetmiyormuş gibi bir de aylar boyunca binlerce hakaret ve her türlü tehdit mesajlarının muhatap olmaktı. Ayrıca özellikle Mi Minör’ü ve bizi sürekli olarak hedef tahtasına koyan Ankara Belediyesi Eski Başkanı’nın içindeki kini görmek, bu kini başkalarına bulaştırabilmek adına yaptıklarının şahidi olmak bana fazlasıyla yetti. Bir kere suçlandığınız zaman bu suçlamanın haklı olup olmamasının önemi kalmıyor, hayatınız bir anda kâbusa dönüşebiliyormuş. Bu kâbusun içinde yaşadım. Bütün yaşadıklarım Galler’e yerleşmek isteğimin haklılığını göstermekle kalmadı en sonunda orada bir yaşam kurmama sebep oldu.

Peki, şu aralar hayat nasıl gidiyor ve elbette en önemlisi şimdilerde mutlu musunuz?

Bu yanıt biraz acı bir yanıt ama hayatım boyunca hiç olmadığım kadar huzurlu ve mutluyum. Yaşamak için hayalini kurduğum topraklarda, doğa ile iç içe, en sevdiğim insanlarla hem beraber yaşayıp hem de beraber üretiyoruz. Bir tek Türkiye’de benim için çok özel olan bir kaç kişiyi özlemek dışında hiçbir sıkıntım olmadığı içinde bence hayatımın en güzel ve özel yıllarını yaşıyorum.

Şimdi orada neler yapıyorsunuz? Sanat ile artık daha bir iç içe misiniz? Şüphesiz sanat ve sanatçı için yer ve mekân olgusunun aslında çok da önemli olmadığını söyleyebiliriz. Ve buna inanan ve her şeyi daha iyi bir gelecek inşa etmek için tasarlayanlardan olduğunuzu düşündüğünüz olur mu?

Galler’de şu anda Galce ve Türkçe oynanacak yeni oyunumuzu yazıyorum. Bu sene bu oyunun provaları ve bütün Galler’de turnesi olacak. Ayrıca geçen sene yazdığım “Enough is Enough” adlı tiyatro oyunumuz bu sene Londra’da oynanacak. Şu sıralar onun koşturmacası içindeyiz. Ayrıca “Ekmek” diye üçüncü bir tiyatro oyunu ile ilgili ilk adımları atıyoruz diyebilirim. Ben Galler’de yaşamaya başladıktan sonra daha çok yazan biri haline geldim. Ayrıca sadece yazmak değil burada fotoğrafla da ilgilenmeye başladım. Bir fotoğraf sergim oldu daha sonra fotoğrafların üzerinde oynayarak yaptığım soyut çalışmalarım çeşitli sanat dergilerinde yayımlandı. Yani özetlersem evet burada sanatla daha iç içe bir yaşamım var. Önce yazdığı roman yasaklanmış, ardından yazdığı oyun nedeni ile suçlanmış ve ülkesini terk etmek zorunda kalmış bir yazar olarak benim için mekân çok önemli, çünkü Türkiye’de kalsaydım eğer onca suçlama, onca baskı, onca tehditten sonra bir şeyler üretebilir miydim bilmiyorum.

Şüphesiz! Ve kitabınıza gelmek istiyorum. “Tek Bildikleri Aşktı” ile bir kez daha belirtmek istiyorum ki; iş yoğunluğumdan yeni yeni başlayabildiğimi geçen günlerde ilettim. Ve her sayfada biraz daha irkiliyorum. Bu sizin onuncu olsa da, mutlu son ile biten ilk kitabınız. Peki, bu romanın diğerlerinden farkı nedir?

Büyük büyük sözlerden, büyük büyük kavramların yarattığı karmaşalardan, insanların bilgi yarışlarından, ben de ben de buradayım, ben de ben de önemliyim bağrışlarından çok yoruldum... Kimseye bir şey ispatlamak, kabul görmek, birilerini mutlu etmek ya da birilerini mutsuz etmek, en önemlisi kimseye bir şeyler anlatmak gibi eğitmek gibi bir derdim yok. Daha önce ki romanlarımda bir şeyler anlatma, anlaşılma derdim vardı bu romanımı yazarken ne bir şeyler anlatma ne de anlaşılma kaygım yoktu. Gerçekten ne istiyorsam, nasıl istiyorsam öyle yazdım o nedenle de duygularım bu romana daha çok sızdı. Diğer romanlarımı yazarken aklımı ve mantığım ile kurguya yön verirken bu romanımda kendimi duyguların gelgitli dalgalarına bırakmayı seçtim. Sanırım ilk defa kırılganlığımı ortaya koyarak yazdım.

Masalsı bulduğumuzu söylemekten kendimi alıkoyamıyorum. Bu işte bir farklı hüner vardı. Her birinde olandan çok daha farklı olması ve burada işlenilen katmanlı anlatımınızdan mı kaynaklıydı, yoksa daha farklı ve bizim göremediğimiz, anlamadığımız bir ince detay mı saklı?

Sanırım romanın dilimin yalın ve duygulu olması, romanın katmanlı yapısı ve kullandığım fantastik öğeler yan yana geldiğinde “Tek Bildikleri Aşktı”yı masalsı bir roman yaptı.

Yarattığınız o karakterlerden bahsedebilir miyiz? Şüphesiz doğadaki her bir nesnenin ruhu var. Ve sizin karakterlerinizde ise bu ruh farklı şekilde vücut buluyor. Onların yaratım süreci ve nasıl ortaya çıktıklarını biraz açabilir miyiz? Çünkü giderek farklılaşan ve içe dönük bir anlatım ve izdüşümü oluşuyor gibi. Bu spesifik mi oldu? Yoksa Meltem Arıkan bir başka şey mi deniyor?

Edebiyatı geçen yüzyılın kalıpları içerisinde sürdürmek çabasında olanların dünyadaki değişimi algılamadıklarını düşünüyorum. Teknolojideki gelişmelerin zamanın kullanılmasında yarattığı hız, bilgiye erişim kolaylığı, sosyal medyanın hayatımızdaki yeri derken aslında hepimizin algısının değiştiğini düşünüyorum. Hem bir önceki romanım Eropsa’yı hem de bu romanımı yazarken bu algıyı göz önünde tutarak yazmaya özen gösterdim. Bu da zaten özlemini çektiğim sade anlatımla örtüşen bir alan yarattı. Karakterlerimi yaratırken onların duygularına daha çok yoğunlaştım. Sanırım benim doğa ile kurduğum ilişki roman kahramanlarımın da doğa ile kurduğu ilişkide yankı buldu...

Bu kitapta en can alıcı nokta nedir sizce? Yani “Elsi” ya da “İnci Tanır” aslında onlar kimler? Çünkü karakterleri yaratır iken onların içerisine bir ruh katarız. Ve bu ruh onların hayal dünyamızda betimlememize yardımcı olur. Bu karakterlerde siz neler kattınız içlerine? Nedir onlarda insanları bu denli içine çeken detay?

Benim için kitabın en can alıcı noktasını çok sevdiğim okurum ve dostum Bora Üzüm bana yazdığı notunda çok güzel anlatmış; “Aynı ezoterik temayı 3 kahramanın farklı hikayeleriymiş gibi vermen...” Hem Elsi hem de İnci Tanır aslında bizlerin içlerinde olan, bizlerle yaşayan, hepimizin bildiği kadınlar, başka bir değişle bütün kadınların içlerinde birer parçasını bulabilecekleri kadınlar. Bu karakterlerin içine sanırım dürüstlük, kendileriyle yüzleşme cesareti ve duygularından korkmadan onları söyleyebilme ve yaşayabilme korkusuzluğu kattım. Ne yazık ki gerçek hayatta o kadar çok korkuyoruz ki, anlaşılmamaktan, yargılanmaktan, yalnız kalmaktan, sevilmemekten, başarılı olamamaktan, kabul edilmemekten... Bütün bu korkular yüzünden de kendimizden ve kim olduğumuz gerçeğinden gün geçtikçe uzaklaşıyoruz. Aynılaşmak, aynılıkların içinde birbirimizi yansıtmanın sıkıcılığını güven olarak algılıyoruz. Bırakın duygularımızı artık bedenlerimizi bile aynı yapmak için paralara ödüyoruz. Herkesin dudağı, kaşı, gözü birbirine benzemeye başladı... Aynılaştıkça birbirimizi öldürüyoruz aslında. Galiba hem Elsi hem de İnci Tanır her şeye rağmen kendileri olabilmek adına ölmeye direnen iki karakter.

Söyleşi; Güney Güneyan