RÖPORTAJ: Habib BABAR

Tam kırk sekiz yıl önce Londra’da bir iş görüşmesi yaptı, resepsiyonist olarak önce Yunanistan’a, sonra da Brezilya’ya gidecekti. Bir karışıklık oldu, Türkiye’ye geldi. İstanbul’a indiğinde, çok daha oryantal bir ülke beklerken, modern bir hayatın içine girdi. Yemyeşil ve masmavi İstanbul’a âşık oldu. Lüks içinde bir hayat gördü burada. Kocaman salonlar, kocaman pencereler, gelişmiş bir mimari zevk, eski Amerikan arabaları, dolmuşlar, büyük bahçeler, radyoda çalan değişik dillerde şarkılarla İstanbul masal gibiydi. Karanlık, tutucu İngiltere’den sonra eğlenmenin ayıp sayılmadığı bir toplumun içindeydi. Aklında ne şarkıcılık ne de oyunculuk vardı. Sadece İstanbul’u, Türkiye’yi çok sevdi… Ve artık burada yaşamaya karar verdi Suna Yıldızoğlu… Film ve dizilere konu olacak hayat hikayesini gelin birlikte dinleyelim ünlü oyuncudan…

   

ANNE VE BABANIZ AYRILDIĞINDA KAÇ YAŞINDAYDINIZ?

Annem ve babam ben sekiz yaşındayken ayrıldılar ve biz anneannemin yanına gittik.  Ufak bir köydü. Orada çok mutluydum. Daracık yollarda hızlı hızlı bisikletimi sürerdim. Çocukluğum ağaçların tepesinde,  nehirde, kır çiçeklerinin ve hayvanların arasında geçti. İki küçük erkek kardeşim vardı. Sonra babam ve ikinci eşinin 4 erkek çocuğu daha oldu.  Yaşadığımız yere iki kilometre uzakta bir küçük havalimanı vardı. Annem orada çalışıyordu. Yeni uçakların testleri o havalimanında yapılırdı ve ben ağaçların tepesinde uçakları seyrederdim. Bir gün teyzemin yakışıklı esmer erkek arkadaşı ile tanıştım. Dokuz yaşındaydım. Tunusluydu ve ismi Tarık’tı. O küçücük yaşta bile bana çok yakışıklı geldi. Uçaklar ve yabancı, esmer bir erkek… Sanırım geleceğimin tohumları o günlerde atılmış.

YABANCI GELİN SONİA NASIL SUNA YILDIZOĞLU OLDU? 

Nişantaşı’nda  “Merhaba” adında bir kafe işletiyordu Kayhan. Benim arkadaşım Catherine ise onun yanında çalışıyordu. Tanıştığımızda kültürüne, bilgisine ve espritüelliğine hayran kaldım. Ayrıca beni hiç rahatsız etmiyordu. O dönemde çok gençtim ve farklı tipimden dolayı tanıştığım tüm erkekler peşimden koşuyordu. Kayhan’la çok güzel bir iletişim içindeydik. Daha sonra ilişkiye dönüştü.

GÖSTERİ DÜNYASINA ATILDINIZ? 

İlk okuldayken tiyatro ve dansla uğraşıyordum. Sonra on bir  yaşındayken ciddi bir şekilde tiyatroya başladım. Kayhan’la birlikte yaşamaya başladığım dönemde bana küçücük bir rol için teklif geldi. İstekli değildim aslına bakarsanız. Hem başarabileceğime inanmıyordum, hem de Kayhan’la ilişkimin zedelenmesinden korkuyordum  (ki  bu konuda haklı  çıktım). Ama maddi durumumuz pek parlak değildi ve bu yüzden başladım. İyi ki de başlamışım. Müjdat Gezen’in bir filmiydi “Şoför Mehmet”. O filmde Seden Kızıltunç da oynuyordu. O arada TRT yeni çekilecek “Bir Yürek Satıldı” adlı televizyon filmi için yeni bir yüz arıyormuş. Seden de benden bahsetmiş. Kendimi bir anda Ahmet Mekin’le başrol oynarken buldum. Sonra yine Ahmet Mekin’le “Bir Adam Yaratmak” adlı televizyon filminde oynadım. Daha sonra ise çoğu  tiyatro oyuncularından oluşan geniş bir kadroyla, o günlerde çok ses getiren “Şıpsevdi” adlı televizyon dizisi ve Can Gürzap’la  başrol oynadığım “Bir Trafik Cezası”… Derken Yeşilçam… Kadir İnanır’la başladım. Sanırım 35 kadar film çevirdim. Benim için çok heyecanlı bir dönemdi. Nereden nereye!..

SAHNEYE NE ZAMAN ÇIKTINIZ? 

1978 yılında İzmir Fuarı için sahne teklifi geldi. Menajer Osman Diper bana açık çek verdi.  Kabul etmedim, sesim yok dedim. Sonra yine Kayhan’la birlikte yaşadığımız maddi sıkıntılardan dolayı, ikinci kez geldiklerinde teklifi kabul ettim. Tek şartım şan dersi almaktı. Eğer şan hocası sesimin müsait olduğunu söylerse sahneye çıkarım dedim. Ertuğrul Çayıroğlu’nun orkestra elemanlarıyla çalıştım. Kısa Dalga Vokal grubundan Birsen hanım vardı. Sesimi beğendi ve o yılın Aralık ayında Harbiye’de o zaman İstanbul’un en popüler gece kulübü olan Gala Kulüp’te sahneye çıkmaya başladım. Çok tuhaf bir dünyadaydım. Bee Gees’in “Staying Alive” şarkısını okurken sahnenin iki tarafında kabadayılar oturuyordu. Bunlar birbirlerini sevmiyorlarmış meğerse, masanın üzerinde silahlar, öyle oturuyorlar. Ortada ben: “Ah ah ah ah staying alive…” Şimdi komik geliyor ama o zaman öyle değildi. 

KAYHAN YILDIZOĞLU İLE AYRILDIKTAN SONRA TÜRKİYE’DEN GİTMEYİ DÜŞÜNMEDİNİZ. NEYDİ SİZİ BURADA KALMAYA İKNA EDEN?

SY: Kayhan’dan ayrıldıktan sonra dönmeyi hiç düşünmedim. Türkiye çok farklı ve heyecan verici bir yer. Yaşıyordum, dans ediyordum, şarkı söylüyordum… İnsanlar sevecendiler ve duygularını gösteriyorlardı. İngiltere’de hep kontrollü olmak gerekiyordu. Burada ise özgürdüm. Kendimi buldum. Ayrıca hayatıma Çetin Alp girmişti.  Çetin’le geçen senelerimin çoğu güzeldi. Sürekli beraberdik, işte ve evde... Kızları bizimle yaşıyordu. Harika çocuklardı. Biz şanslıydık. Ben kısıtlı zamanlarda aşk yaşamaktan hiç hoşlanmam. Sabah erken ofise git, eve yorgun gel... İlişkiyi yıpratan bir sistem bu. Çetin’in üstüne çok gelindi. Bu kadının bu adamla ne işi var gibi saçma sapan haberler çıkardılar. Ona çirkin erkek imajını yapıştırdılar. Sanki o da yavaş yavaş tüm bunların hırsını benden çıkarmaya başladı. 1986 yılında artık dayanamadım ve hiç bir şey almadan evimden ayrıldım, ilişkiyi bitirdim.

SEKSENLERDE EPEYCE ÇOK SAYIDA YEŞİLÇAM FİLMİNDE ROL ALDINIZ. SEVDİNİZ Mİ SİNEMAYI? 

SY: Oyunculuk ruhuma özgürlük verdi. Filmlerde ben başkası olabiliyordum, başka hayatları canlandırabiliyordum. Set bitip evime geldiğimde kendimi deşarj olmuş ve huzurlu hissediyordum. Oyunculuk benim için çok önemliydi; bu yüzden de 2000 senesinde bıraktım. Çünkü 1996’da aldığım en iyi kadın oyuncu ödülünden sonra bir daha sinema teklifi almadım.    Sahnede ve dizilerde çoğu zaman mutsuzdum çünkü içimdekileri ortaya dökme fırsatı tanımıyorlardı. Ben işimin dışında çok sosyal değilim. Herkesle geçinirim ama pek gezip tozan bir insan değilim. O dönemde film sektöründe gruplaşmalar vardı var doğal olarak. Hollywood’da da yönetmenler sık sık aynı oyuncularla çalışıyor. Ben hiç bir gruba takılmıyordum.

ESKİ FİLMLERLE YENİ FİLMLER ARASINDAKİ FARK NEDİR SİZCE?

Eski filmler, 40-50 yıl sonra, hala zevkle izleniyor, hatta bazen tercih ediliyor. Neden acaba? Bence eski filmlerdeki naiflik ve samimiyet hissediliyor. Yetmişlerin sonunda ve seksenlerde, teknik ekibi ve oyuncuların çoğu, filmlerden büyük para kazanmamış. Sinema bir aşktı, bir heyecandı, amatör bir ruhla yapılan profesyonel bir isti. Yeşilçam filmini izlerken sadece sanatçıları görürsünüz ama başarının büyük bir oranı set ekibinden dolayı idi.  Yönetmen, kameraman, şıkçıların eforlarıyla yarattığı ortamı bir doğum günü pastası olarak görsek, oyuncular da pastanın üzerindeki mumlarlar ve tepelerinde oynayan alevidir. Oyuncunun vazifesi karakterleri ve hikayeyi canlandırmak, aydınlatmak. Şartlar zor olunca insanlar birbirine destek olur. Ben kaprise, şarkıcı olup sahneye çıktıktan sonra, şahit oldum; setlerde görmedim. İlginç bir birlik, beraberlik vardı ve bunu bugünkü izleyiciler hissediyor sanırım. Yetmiş senelerde Türkiye’ye özgü filmler başladı. Görünmeyen bir kesimin hikayeleri anlatılıyordu. Derken seksenlerde Yeşilçam bu kesimin hikayelerini komediyle dile getirmek zorunda kaldı ve Kemal Sunal, Şener Şen, İlyas Salman gibi usta oyuncular, yıldızlar doğdu.  Bana sorarsanız kadınlar için en önemli sanatçı Müjde Ar idi. Kadınların dertlerini, zorluklarını dile getiren bir stardı. Bu oyuncuların arkasında nice aydın, zeki, muhteşem yönetmenler vardı. Bugüne bakılırsa yine komedi ön plandadır ama maalesef ortada olan çok usta oyuncuları bu filmlerde fazla görmüyoruz. Film festivallerine gittiğimde çok güzel filmleri görüyorum ama box office’de para kazandırmıyor. Bunun sebeplerine girmek istemiyorum. Sinemaya gittiğimizde yeni yeni filmin yönetmeni için gitmeye başladık; çoğu zaman dizilerden şöhret kazanmış oyuncular var. 

BİZE BİRAZ KEMAL SUNAL’I ANLATIR MISINIZ?  

Kemal Sunal set ortamında oldukça ciddi bir insandı lakin kameranın karşısına geçince anında karakterine girerdi. Karşısındaki oyuncuya alan tanırdı, takıntısı yoktu, kaprisi hiç yoktu. Ona adapte olmak çok kolaydı, sanırım onunla oynayan herkes için geçerli bir durum. Oynamak istemediğim, senaryoda olmayan bir sahne vardı, yönetmen bir az ısrar edince birden Kemal Sunal kalktı, “İstemiyor, zorlama,” dedi. Samimiyetimiz yoktu ama o anda ona nasıl müteşekkirdim anlatamam. 

KIZINIZIN OYUNCULUĞUNU NASIL BULUYOR SUNUZ?

Kızım büyünce hiç hayatına karışmadım. Yönetmen olmayı düşünüyordu ama ben film endüstrisine girerse kendini kameranın önünde bulacağını biliyordum. Kızımın oyunculuğuna hayranım.