KAAN TAŞANER: TİYATRO BİR PAZAR YERİYSE TELEVİZYON MARKETTİR

RÖPORTAJ: GİZEM YILDIZ

“Fatmagül’ün Suçu Ne” dizisini izlerken “Erdoğan Yaşaran’ı yolda görüp, dövmek istediğimiz, Kuzey Güney dizisinde “Şeref Komiser” için  “Ne kadar iyi bir dost!” deyip sarılmak için can attığımız Kaan Taşaner’i tanıyınca “Onunla sohbet etmek ne kadar keyifli” diyoruz. Gerçekten insanın kafasını açan ve farklı pencerelerden bakmayı gösteren bir röportaj gerçekleştirdik. Bu zor günlerde birazcık nefes almaya, hayatımızın normale dönmesini beklerken rutinimizi evin içinde normal bir akış da yaşamaya ihtiyacımız var. 

Kaan Taşaner, Stephan King’in ölümsüz eseri olan ve filme uyarlanmasıyla İmdb puanlamasında birinci sıraya yerleşen “Esaretin Bedeli”ni Kerem Alışık’la birlikte sahneliyor. Biraz oyun biraz televizyon biraz da Kaan’ın hayatından konuştuğumuz bu sohbetten birçok anekdot bulabilirsiniz…

Merhaba Kaan, Fatmagül’ün suçu ne, kuzey güney gibi ekranın reyting rekoru kıran dizilerinin içinde izledik seni. Oyunculuğa olan ilginin temeli, annenin de başarılı bir oyuncu olmasıyla ilgili olabilir mi?

Olamaz! Buna benzer sorular çok sık soruluyor, çünkü insanlar annemin konservatuar okuduğunu zannediyor. Benim annem alaylı. Ben, ondan önce tiyatro yapmaya başladım. O beni seyrettikten sonra, oyunculuk hoşuna gidip başladığı bir iş oldu. O bana değil, ben ona ilham olmuş oldum. 

“Kendi kendime yetenekli olduğumu söyleyemem”

Baba da böyle bir istek oldu mu?

O iyi bir eleştirmendir. Bu zamana kadar seyirci olarak kendini yetiştirdi. Emin olun bazen her şey iyi bir oyuncu olmak değildir, iyi bir seyirci olmak da önemlidir. 

“Fatmagül’ün Suçu Ne” dizisinde annenle birlikte oynadın. Nasıl bir histi?

Dizide onun rolü çok küçüktü. O sebeple çok fazla sahnemiz olmadı. Az sahnemiz oldu, ama bizim için keyifli bir anıydı. Daha çok sahnemizin olduğu, güçlü diyaloglar yazılmış sahnelerde oynamak nasip olur inşallah.

İçindeki o arzuyu, yeteneği ilk ne zaman keşfettin?

Oyunculuğa karşı öyle arzu diye tanımlanabilecek bir şey hissetmedim. Ben sahneye çok küçük yaşta çıktım. Orada kendimi güvenli hissettiğimi fark ettiğimde, insanların bana güvenle baktığını gördüğümde oyuncu olmak istemem için yeterliydi. Yetenek çok göreceli bir şeydir. Ben kendi kendime yetenekli olduğumu söyleyemem. 

Eğitim mi?

Şu an bulunduğumuz yerde eğitim de yeterli değil. En önemlisi tecrübe. İnsanlar o zamanı harcamadıkları için havada ve boşlukta kalıyor. Zaman olmadan hiçbir meslek gerçek yerine oturtulamaz. 

Oyunculuk eğlenceli bir iş mi?

Bazen eğlenceli bazen de çok stresli, ama ben stresin insanı öldüreceğini düşünmüyorum. Doktorların yaşadığı stresi düşünün. Özellikle şu zor zamanlarda… Bu durumda doktorların 30 yaşında ölmesi lazım. Stres insanın hayatından çalan bir şey değildir, aslında onu doğru tanımlarsak büyük bir motivasyon sebebidir. Oyunculuk da stresli bir iş, aynı zamanda doyum da getiren bir iş. Stres olmadan o işin doyumuna ulaşmak mümkün değil. 

Temelinde tiyatro kökenli olmanın oyunculuğuna kattığı şeyler nedir?

Bence bir yararı olmadı. Benim fark ettiğim tek yararı; bizim televizyonumuzda şuan günümüz işler yapılıyor. Biz de haliyle günümüz dilinde konuşuyoruz, diyaloglarımız, beden dilimiz bu şekilde. Tiyatro okumanın faydasını sadece dönem işinde oynadığım “Diriliş” dizisinde fark ettim. Konservatuarda eğitim görürken, Bala Hatun, Bağdat Hatun, Klasik oyunlar oynardık. Tarihi işler tiyatroda vardı. O zaman edindiğiniz beden dili, konuşma üslubu, metinlerin ağırlığıyla fark atabiliyorsunuz. Günümüzde yazılan senaryoların, tarihi iş için yazılan senaryoyla alakası olamaz. Aralarında gerçekten ciddi bir fark var. Diğer oyunculara (konservatuar mezunu olmayanlar) bakıyoruz ki, geçmişlerinde böyle bir deneyimleri olmadığı için boşluğa düşüyorlar.. Beş sene sonra sürekli tarihi işte oynayan bir oyuncu, iyi bir dönem işinde oynayan oyuncu olabilir. 

“Yazarın oyuncuyla paslaşması lazım”

Bugüne kadar hem iyiyi hem kötüyü, hem polisi hem de holding sahibi bir iş adamını oynadın. Önüne bir karakter geldiğinde kendine sorduğun ilk soru ne olur?

“Bana alan yaratıyor mu?” diye sorarım. Yazarın da oyuncuyla paslaşmaya açık olması lazım, çünkü dizi senaryosu ucu açık bir hikayedir. Bu bir avantajdır. Bir tiyatronun ve sinema eserinin başı ve sonu bellidir. O yüzden o belirsizlik içinde herkesin iyi bir paslaşma içinde olması lazım. 2-3 bölüm izleyerek, okuyarak hiçbir şey göremeyiz. Ben yazarı besleyebilecek miyim, yazar beni besleyebilecek mi? Benim için başarı sayılabilecek birçok proje, yazarlarla paslaşmamız sayesinde oldu. Fatmagül’ün Suçu Ne” dizisinde Ece Yörenç ve Melek Gençoğlu ile çok iyi paslaşıyorduk. Yazarın da yazdığı şeye sempati duyması gereklidir. İyi bir okuyucu olduğumu düşünüyorum, çünkü bize tiyatroda öğretilen ilk şey alt metin okumaktı. O anlamda eleştirme hakkını da kendimde görüyorum. 

O zaman eleştirel bir yapın var.

Yerinde yapılan eleştirilerim vardır. Yapıcı, işi daha iyiye götürmek için yapılan, samimiyetinizle insanı ikna edecek bir konuşma yaparsanız bu eleştiri insanı ileri götürür, ama “Bu nasıl bir iş böyle! Hiç beğenmedim” diyen biri ne kendine hizmet eder, ne de o işi yapan insana hizmet eder. Bu bir eleştiri değildir, eleştiri gibi gözüken bir yaftalama. Eleştiriyi karşı tarafa sunabilecek bir birikiminizin olması gereklidir. 

“Delirmek de bir marifet yok”

Her oyuncunun kendi içinde oynamak istediği hayali bir karakteri vardır. Böyle büyük, hayali bir karakterin var mı?

Oynanabilecek her şeyi oynadım (gülerek). 

Uç noktaları tatmak istediğin bir karakter yok mu?

Delilik bir oyunculuk başarısı değildir. Her joker oynayana Oscar vermezler. Delirmek birini iyi bir oyuncu yapmaz. Önemli olan denge ve kontroldür. İnsanların o rolleri başarılı oyunculuk olarak algılaması bir problem. Delice ağlayan, delice saldıran, delice gülen, delirmiş derecede kötü olan birini oynamak “Çok başarılı” olmak demek değildir. Normal bir karakteri de çok iyi yapmak lazım. Yoksa hepimiz deliriyoruz. Delirmek de bir marifet yok (gülerek). 

Stephan King’in ölümsüz eseri, herkesin izlediği “Esaretin Bedeli” filmini kerem Alışık ile birlikte tiyatroya uğurladınız. İmdb puanlamasında hala birinci sırada yer alan bu filmi tiyatroya uyarlamak nasıl aklınıza geldi?

Kerem Alışık ve ekibi bu oyunu yapmaya karar vermişti. Bana teklif edildi. Ben de hemen üzerine atladım, çünkü ben bayılırım belaya. Bu soracağın soruyu insanların soracağını biliyordum. Bence bu, kırılması gereken bir eşiktir. Ortada önemli bir eser var ve bu filme adapte edilmiş. Film öylesine başarılı olmuş ki, kendi başına bir idole dönüşmüş. Sanki onu o kişiden başka kimse oynayamaz. Bence bu bir tabu ve çok sağlıksız bir şey... Ben de bu tabuyu yıkmak için özellikle üzerine gittim. 

Film çok başarılı oldu. Tiyatroya uyarlanırken “Ya beğenilmezse…” korkusu oldu mu?

Adaptasyonda ne kadar hata yapabilirsiniz? Bu zaten çok düşüktür. 

Kıyaslamaya girebilir.

Tabi ki kıyaslayacaklar, ama ben şu ana kadar bir memnuniyetsizlik duymadım. Ben mesleğini zorlanarak yapan biri değilim, o yüzden de yaptığım işler de başarılı oldum.

“Benim ışığım bir yanar bir söner”

Oyunun içindeki rolünden biraz bahseder misin?

Andy suçsuz yere hapse düşen bir adam. İşlemediği bir cinayet nedeniyle hapiste, sürekli bu suçun sahibi olmadığını savunuyor. İçeridekiler buna inanmıyor. Andy oradan yırtmak için uzun bir yolculuğa çıkıyor. Bu arada kurduğu dostluklar ve ümidini kaybetmiş arkadaşlıklar üzerinden ümidi tanımlıyor. 

Andy ile Kaan’ın benzer rolleri var mı?

Benim ışığım bir yanar bir söner. Andy çok daha büyük bir ışık kaynağı. Benim yaşadığım dünyada bazen umutsuzluklar vardır, ama önemli olan tekrar ışımaktır. Hayatta böyle iniş çıkışlar olur, ama ışığın kaynağı içinizdeyse, tekrar aydınlanacaksınızdır.

“Çok fazla tiyatro izlemem”

Biraz önce sana tiyatronun kariyerindeki önemini sormuştum. Şimdi de diyorum ki; tiyatronun senin hayatındaki önemi nedir? Bana bunu anlatsan hangi cümleler eşlik eder?

Tiyatro bir yere kadar yapıldıktan sonra, bir yerden sonra terk edilmesi gereken bir alan olduğunu düşünüyorum. Hep tiyatroyla yaşanmaz. Hayatımızda televizyon diye bir gerçek var. Tiyatro bir Pazar yeriyse, televizyon  markettir. Elma aynı, ama marketteki elma daha pahalıdır. Ben başarılıyım diye ürünü satmaya çalışsanız da, maalesef ikisinin arasındaki değer yargıları farklıdır. 

Bunun keskin bir şekilde ayrıldığını düşünen meslektaşlarınız var. Dizi oyunculuğu, sahne oyunculuğu üzerine…

Bu saçmalıktan başka bir şey değil, boş konuşuyorlar. 

Çok oyun izler misin?

Hayır, izlemem. Tiyatro oyunları çok fazla izlemiyorum. Son dönem çıkan ödüllü filmlere göz gezdiriyorum. 10-15 dakika içinde beni yakalarsa izliyorum, ama ne kadar iyi olursa olsun beni yakalamamışsa izlemem. Deli gibi film, dizi izleyeyim kafasında biri değilim.

Hem televizyona iş yapmak hem de tiyatro yapmaya çalışmak bugünün şartlarında lmkansız gibi… Çok zor…

Zamanla ilgili bir sorun olduğunu düşünmüyorum. Eğer anlayış varsa, reji koordinasyonu işinin ehliyse, bu takvimi ayarlamak mümkündür. Aynı dizinin içinde tiyatro oyuncusu fazla olduğu zaman sıkıntı olabilir, ama bir iki kişi tolere edilebiliyor.

“Tiyatroya başladım başlayalı yazmaya devam ediyorum”

Yazarlıkla ilgili bir yeteneğin olduğunu duydum.

Valla kimse bana yetenekli olduğumu söylemedi (gülerek)

Kendine sakladığın projeler var mı?

Halihazırda, sürekli olarak yazmaya devam ediyorum. Zamanı geldiğinde “böyle bir şey yapmak istiyoruz” diye bir konuşmaya misafir olursam paylaşabilirim. 

O zaman elinde bir şeyler var.

20 yıldır tiyatro yapıyorum. Tiyatroya başladım başlayalı yazmaya da devam ediyorum. İlk sahneye çıktığım oyunun metnini ben yazmıştım. Hem yazdım, hem yönettim, hem oynadım. İyi bir oyuncu iyi bir yazar olmalıdır. Bazen oyuncu sahnede repliklerini unutur. Orayı kurtarmak için kendi kaleminizden bir şeyler çıkarmak zorundasınız. Yazarlık sadece kağıda kaleme dökmek değildir. Bazen kafanda birikir her şey. 

Oyuncu olmayan bir Kaan Taşaner yok”

Bu daha çok senaryo şeklinde mi?

Hepsinden var. Bazen içimi döktüğüm de oluyor, bazı durumlarla ilgili fikirlerimi yazıyorum. İnsanlarla paylaşmak istemiyorum, çünkü insanlar çok acımasız olabiliyorlar. Kendimi en iyi ben anlarım diye, düşüncelerimi kaleme döküyorum. 

Oyuncu olmayan bir Kaan Taşaner’in 24 saati nasıldır?

Oyuncu olmayan bir Kaan Taşaner yok. Ya düşünerek, ya yazarak, ya seyrederek bir şekilde oradayımdır. Bazen saatlerce, öylece duvara bakarım.

“Kavgacı bir karakterim yoktur”

Hobilerin?

Benim hobim yoktur. Zaten benim işim hem de hobimdir. Bir şeyler yapmıyorsam, durmaktan çok keyif alıyorum. Şimdi size nörolojik bir şey söyleyeceğim; hiçbir şey düşünmeden durmak, insan beynine çok mutluluk veren bir şeydir. Seratonin hormonunuz çok yükselir, ama günümüz şartlarında en zor şey durmak. 

İstediğin şeye ulaşmak için sonuna kadar gider misin?

Çok fazla harislik ve hırs görürsem geri çekilirim. Kavgacı bir karakterim yok. Bazıları çok hırslı, yakıp yıkmaya çok meyilli. Bunu fark ettiğim noktada geri çekildiğim olmuştur. Hırslı biri olduğumu söyleyemem, ama hiç hırssız olmakta kötü bir şey. Bu konuda kendimi eleştirdiğim doğrudur. 

Oyunculuğun yanı sıra gelen ünlü ve şöhret olmak gibi bir durum var, ama sen öyle yaşamıyorsun. İnstagram hesabın bile 2019 yılında aktif hale geçmiş. Sosyal medyayla arana ince bir duvar mı örüyorsun?

Bu sorduğun soruya göre o duvar baya kalın, yıkılması zor gibi görünüyor (gülerek). Bunun çok sebebi var, anlatsam kitap olur. 

“O duvarı ben örmedim”

Bir nedeni var?

Biraz önce de dediğim gibi; tiyatro bir pazar yeriyse, televizyonda markettir. Pazar yerinde malını çığırtkanlıkla satarsın, ama diğeri marketingdir. Marketing denilen şeyin içinde bir sürü eleman var. O elemanların hepsinin doğru çalışıyor olması lazım ki, siz o elmayı beş liraya satın. Pazarda aynı elma bir lira. Onu beş lira yapan şey, soğuk hava deposu, güvenliği, kasiyeri… Yani bu durum ne benim tek başına olan bir hatam ne de tek başına benim doğrum. Sosyal medyanın içinde de ilgili doğru çalışmayan şeyler var, ama mistik olarak birini suçlamak istemem.

“Ben tiyatroya doydum. Tiyatro sahnesini çok kutsayanlardan değilim.”

Ama bir duvar olduğunu kabul ediyorsun…

O duvarı ben örmedim. İletişimi doğru kuramazsan öyle bir duvarın karşına çıkması çok normaldir.

Bu yılki hedeflerin arasında neler var? Dizi düşünüyor musun yoksa tiyatroyla devam mı edeceksin? 

Tiyatroyla devam etmeyi düşünmüyorum. Zaten oyunun ikinci sezonundayız. Ben tiyatroya doydum. Bunu söylemekten de hiçbir zaman gocunmam. Madem öyle, biraz içimi dökmek isterim. Tiyatro sahnesini çok kutsayanlardan değilim. Yapılır ve biter. Asıl duvarı ören, sözde sanatçılar. Öyle bir duvar oyunculukla ilgili de yok performansla ilgili de yok. O ondan daha kutsal ve değerli diye kavram kargaşası yaratmaya hiç gerek yok. Sıkılabilirsiniz, doyabilirsiniz. “Tiyatroda para kazanamıyoruz, ama ruhumuzu doyuruyoruz” cümlesini söylemek bana kararsızlıklarla dolu geliyor. Ruhun doyma eşiği nedir? Ruh dediğim doy doy bitmez. “Ben” kelimesi Arapça bir kelimedir ve enayi kelimesi de ondan evrilmiştir. Sadece ruhunu doyurmaya çalışan enayidir. Sadece senin ruhunu doyurmaya çalışan da seni enayi yerine koyandır. 

“Oyun yazarı da oyuncunun ta kendisidir”

Ben onlardan değilim diyorsun…

O kadar da enayi değilim. Sadece alkış ve övgüyle yaşamak bence enayiliktir. Hayatın başka kodları vardır. “Tiyatroda para yok demek” de yaptığın işten şikayet etmek oluyor. 

Bu hoş sohbetin için teşekkür ederim. Hayat bir oyun yeri olsa, sen de bu oyunun içinde bir oyuncusun ve bu oyunun içinde herkesin payına düşlen bir rol var. Böyle bir durumda sen hangi karakteri giyinmek isterdin?

Öncelikle ben teşekkür ederim. Gerçekten keyifli bir sohbet oldu. Ben böyle bir durumda oyun yazarının ta kendi olmak isterdim. Oyun yazarı olarak orada olurum ve diğer karakterlerin bundan haberi bile olmaz. Oyun yazarı da oyuncunun ta kendisidir. 

Yeni Çağrı Gazetesi’nden alıntıdır.