RÖPORTAJ: KIVANÇ TERZİOĞLU

Kendinizi tanıtır mısınız?

1981 yılında İstanbul’da doğdum. Klasik Kemençe icracısıyım. Müziğe ilgim küçük yaşlarda başladı.Kendimce besteler yapıp kaydederdim.İlkokul öğretmenimÇiçek Ertenmüziğe olan ilgimi fark ederek beni desteklemişti.1992 yılında, İ.T.Ü. Türk Musikisi Devlet Konservatuarı sınavlarına girdim. Üç aşamalı sınavların ardından okula girmeye hak kazandım. 1992-98 yılları arasında ortaokul ve liseyi(Çalgı Eğitimi Bölümü), ardından 1998-2002 yılları arasında da üniversiteyi(Çalgı Eğitimi Yüksek Bölümü) bölüm birincisi olarak bitirdim. İlk büyük sahne deneyimim, okul yıllarında, hocam Serdar Öztürk’ün sanat yönetmenliğini, Altan Günbay’ın da rejisörlüğünü yaptığı, Yunus Emre Müzikali’nde rol almamdı. Çok sesli Türk Müziği eserlerini seslendirdiğimiz bu müzikali, Atatürk Kültür Merkezi’nde sahneledik. Dünyanın birçok yerinde, Türk Sanat Müziği, Klasik Batı Müziği, Türk Hafif Müziği ve Dinî Müzik alanlarında, birçok grup ve orkestrayla konserler verdim. Sanat yönetmenliğini yaptığım, kendi projelerim olan, “45’liklerden Günümüze”, “Viyana’dan İstanbul”a konserlerinde icracılığın yanında sunuculuk da yaptım. 2018 yılında kurulan, şefliğini yaptığım Sefarad Müziği ve Türk Sanat Müziği’nin bir arada seslendirildiği Genç Emekliler Korosu ile ilk konserimizi, yine aynı yılNeve Şalom Sinagogu’nda verdik.  Uzun yıllar çalışmalarla, konserlerle yoğurulan ve gelişen koromuz ile, yeni bir oluşum ile;“İkinci Bahar Korosu”adı ile devam ediyoruz. Bugün, pandemi nedeni ile çalışmalarımızı online olarak sürdürmekteyiz.

Genç bir sanatçı olarak konservatuvarda klasik kemençeyi seçme sürecinizi anlatır mısınız?

Enstrüman seçiminde tercihlerim arasına klasik kemençeyi de yazmıştım. Sesini duyduğum ama çok da bilmediğim bir aletti. Hocam Prof. Nermin Kaygusuz ve Cüneyd Orhan’dan istifade ettim. Çaldıkça daha da sevdim, kemençe ile bir bütün oldum. Birlikte yaptığımız derslerimizde, onları örnek aldım; onlar gibi çalmaya çalıştım. Bir zaman sonra kendi çalış üslubumu geliştirdim. 

Türk Müziği ve Klasik Türk Müziği enstrümanlarının Batı Müziği enstrümanlarıyla bir arada kullanılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Benim düşüncem, müziğin klasik üslubun dışında da kullanılabilmesidir. Bunun yakın geçmişteki ilk örneği; hocam Cüneyd Orhon’un, Barış Manço’nun meşhur bestesi “Dağlar Dağlar”a, dört telli klasik kemençesi ile yaptığı icradır. Klasik tarzda yaptığımız konserlerde ise, belli bir çalış üslubu içinde hareket ederiz. Gereği de budur. Yeri gelmişken; günümüzde, ne yazık ki müzikte fazla ajilite ve aşırı süslemeli çalmanın güzel olduğunu, çok güzel çalıyor/çalıyorum düşüncesinde olan insanları görüyoruz. Ben bu aşırılıktan yana olmayan taraftayım. Her şeyin yerinde yapılması, yapılan şeyin değerini arttırır. Kulakta hoş bir sada bırakır.                

En son çıkarttığınız tekliniz “Mavi Liman”ınortaya çıkma sürecini anlatır mısınız?

Ege,Adalar, denizin kokusu, insanların güler yüzü, o nefis tatlar, kahkahalar, danslar ve tabii ki samimiyet.Tüm bunlar, insanı saran ve yaşatan şeyler… İşte, yaptığım tüm gezilerde, özellikle Ege’de yaşadığım anıların her biri notalarla buluştu. Ege’de gün batımları harikadır. Güneşin sarıdan turuncuya, kırmızıya, batıncaya kadarki renkleri gökyüzü ile birleşen deniz, küçük adalar ile durgunlaşır, hoş bir melodi söyler adeta...Albümün başlangıç bölümünün cümleleri bu esnada çıktı ortaya; sahilde yürürken…İlerleyen zamanlarda diğer bölümler de olgunlaştı, yerini aldı.Bugün de kıymetli arkadaşlarım Ersin Ersavaş ve Sarper Eroğlu’nun da değerli katkılarıyla müzikseverlerle buluşuyor.