NEDRET HOTUN

Kariyerinde 150’den fazla ödüle sahip, Fotoğraf Dergisi’nde 25 yıl köşe yazarlığı yapmış (Fotoğrafta Pratik Öneriler), kitapları, üniversitede verdiği dersleri, sanat platformları,  jüri üyelikleri ile 60 yıllık fotoğraf sanatı geçmişine sahip zamansız bir usta konuğumuz. Fotoğraf sanatçımız İbrahim ZAMAN ile sıcacık keyifli söyleşimizi siz değerli okurlarımızla paylaşmaktan gurur duyuyorum.                 

-İbrahim hocam merhaba,  Siz fotoğraf sanatının beyefendisi, ışığın efendisi, fotoğrafın ağabeyi gibi birçok sıfatla anılıyorsunuz. Adapazarı’nda doğduğunuz sokağa ‘Bu sokakta bir değer yetişti’ açıklamasıyla isminizin yazıldığı bir layiha yerleştirildi. Bize biraz çocukluğunuzun geçtiği sokaktan bahseder misiniz, İbrahim Zaman kimdir hocam?

1937’de Adapazarı’nda doğdum. Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç eden 3 çocuklu ailenin en küçüğüyüm. Bizim ekonomik durumumuz fevkalede zor olduğundan çocukluğum, sonu tarlaya çıkan bir sokakta geçti. Oturduğumuz sokakta ve caddede süpürgecilik yaygındı. Süpürgeciler mahallesi ile aramızda küçük bir mesafe vardı. Eğer biraz büyümüş olsaydım süpürgeciler ailesinin içine katılmak zorunda kalacaktım şüphesiz.

O zamanlar Adapazarı’nda çocuklar daha ilkokula giderken uzun yaz taillerinde hem hayatı tanısın, bir şeyler kavrasın, hem de toz toprak içinde oynamasın diye bazı işyerlerine çırak olarak verilirdi. Ben de ilkokulun 2.sınıfının yaz tatilinde ‘Foto Lale’ye Mustafa Elele ustamın yanına çırak olarak verildim. Fotoğrafçılığı çok sevdim ve yaz tatili gelsin diye adeta iple çeker oldum. Foptoğraf serüvenim böylelikle başlamış oldu.

-Sanatsal fotoğrafa ilginiz nasıl başladı hocam?

Ben fotoğrafhanede çalışırken bir taraftan da çok meraklıydım. Bana fotoğraf adeta sihirbazlık gibi geliyordu. Bir kağıdı negatifin üzerine koyuyorsunuz, alttan ışıklandırıyorsunuz, bir suya atıyorsunuz(banyo), o suda sanki sihirbazlık gibi bir hayal beliriyor,  fotoğraf meydana geliyordu. Bu beni fevkalede pozitif etkiledi ve bütünüyle kendimi fotoğrafçılığa adamış oldum. Stüdyoda çalışırken başka türlü fotoğraf yöntemleri olduğunu farketmeye başladım. O zamanlar Avusturyalı Othmar adında bir fotoğrafçı vardı. Cumhuriyet döneminin albümünü yapmıştı. Ben Othmar’ın çektiği fotoğrafları hayranlıkla ve de inanılmaz bularak izliyordum. Othmar’ın tarzı hiç kimsenin tarzına benzemiyordu ve bana o günkü anlayışımla şaşırtıcı derecede cazip geliyordu. Tabi o zamanlar Adapazarı bir taşraydı. Sene 1949-50 gibi bahsettiğim zamanlar. Ben bu arada amatör tavırlı fotoğrafa ilgi duymaya başladım, ucundan kenarından fotoğraflar çekiyordum. Ama Othmar’ın çektiklerine katiyetle benzemiyordu. ‘Hay Allah onu acaba şöyle mi yapsam, acaba böyle mi çeksem’ diye uğraşıyordum. Çünkü o zamanlar bize kurs verecek fotoğrafçılar ya da kütüphaneler dolusu kitaplar yoktu. Arada bir İstanbul’a fotoğrafla ilgili kitaplar gelir, kapışılıp giderdi. Biz hep el yordamıyla, sınama, yanılma ve merak sonucu ilerleme kaydettik ve bu bende sevda halini aldı. Fotoğrafın diğer derinliklerine doğru dalmaya başladım. Adapazarı’nda öğrendiklerim bana yetmez oldu.  Bizim fotoğraf ustalarımız konuya esnafça bakıyordu. Belli bir yere kadar bilgi donanımları onlara yetiyordu. İşimi ilerletmek için 2 yıl İstanbul’da kaldım, sonra Adapazarı’na tekrar döndüm. Orada bir müddet kendimi kanıtlama fırsatı bulmuştum, askere gittim. Askerliğim sırasında da muhabere okulundaydım, yine fotoğrafla ilgilendim. 

-‘Grup 5’ ten bahsedelim mi, ne zaman ve nasıl kuruldu, hala grubunuzla beraber misiniz İbrahim hocam? 

Askerden döndüğümde bizim çalışmalarımız Hüsnü Gürsel hocamızın dikkatini çekmişti. Hüsnü hocamız muhterem bir zattı. Bir gün bize ‘Çocuklar siz farklı görüşlerle çalışmalar yapıyorsunuz, bir grup kuralım ne dersiniz?’ dedi, biz de meraklı olduğumuz için ‘Gayet tabi olur’ dedik ve ben, Naci Sevinç, Mümtaz Ertürer, Hayri Yazıcıgil ve Hüsnü Gürsel hocamla 5 kişilik grubumuzu kurduk ve birtakım projeli çalışmalar üretmeye başladık. Konulu demek daha doğru olur. Diyelim ki Sapanca Gölü’nü çalışacağız. Ben sazlarını alırdım, arkadaşım balıkçıları, diğeri tekneleri çekerdi. Böyle grup çalışmaları yapıyor, konumuz dışında hoşumuza giden sahneleri de fotoğraflıyorduk.  Numuneleri bastıktan sonra önümüze koyuyor, hep birlikte mütalaa ediyorduk. O kalmalı, öbürü gitmeli, neden gitmeli diyerek birbirimizi yetiştirdik. Merakımız ve öğrenme arzumuz ile mesafeler katettik.

Bu arada dedik ki madem biz böyle projelerle meşgul oluyoruz bir yarışma düzenleyelim. 21 Haziran Adapazarı’nın kurtuluş yıldönümünde etkinlikler yapılıyordu, biz de o etkinliklerde bir yarışma yaparak sergi açmaya karar verdik. Daha önce ‘Grup 5’ olarak ‘Foto Zaman’ ve ‘Foto Şehir’ stüdyolarının ortaklarıyla ilk sergimizi açmıştık (1962). Yarışma jürisi olarak İstanbul’dan seçkin kişilere rica edelim, onların gelmesi bizi mutlu eder diye düşündük. 2.yarışmamız için Hüsnü Gürsel hocamın Şinasi Barutçu ile olan irtibatı nedeniyle İstanbul’a gittik. Film yapımcısı ve rejisörü olan Baha Gelenbevi ve Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü Başkanı Zeki Faik İzer’e rica ettik, geldiler. Onların rejisörlüğü, fotoğraf yeteneklerinin peşine düştük, onlardan feyz aldık. Değerlendirmeleri yaptılar, bittikten sonra Baha Gelenbevi çağırdı bizi.

‘ -Yahu çocuklar siz ne yapmışsınız öyle’ dedi,

‘-Eyvah’ dedik acaba ne yaptık? 

‘-Siz harikalar yaratmışsınız, biz sizden böyle bir iş umarak gelmedik buraya. Çok güzel şeyler yapmışsınız, ben sizi burada bırakmam, İstanbul’a istiyorum’ dedi. 

Bizi o sırada gururlandırıyor diye kabul ettik, meğerse gerçekten ciddiymiş. 2-3 ay sonra bir mektup geldi. 

‘İstanbul’da galeriniz hazır, Şubat ayında bekliyorum’  

 Sevince boğulduk tabi, İstanbul’a gittik. Orası İstanbul Belediyesi Şehir Galerisi idi. İstiklal Caddesindeydi.

Baha Gelenbevi o kadar memnun olmuş ve etkilenmiş ki bizim çalışmalarımızdan; 

‘-Ey İstanbul fotoğrafçıları, eloğlu Anadolu’da gelin bakın neler yapıyor, görün, onları eleştirin, bunlar geleceğin Jön Türkleri, haberiniz olsun’ diye 50’ye 70 bir kâğıdın üzerine kendi el yazısı ile bir manifesto yazmış, imzasını atmıştı. Biz tabi çok onurlandık. 

Galeri 2 bölümden oluşuyordu. 3/1 ‘lik bölümde Baha Gelenbevi sergisini açmıştı. O küçük bölümde sergilediği fotoğrafları, bize benzemesin, mukayese edilmesin, bizi ezmesin düşüncesiyle tamamen farklı ‘Nü’ çalışmalarından meydana geliyordu. Böylesine de ince düşünceliydi, nur içinde yatsın. Galerinin diğer 3/2’lik kısmı bize ayrılmıştı. 

Hatta bir anımı daha anlatayım. O kadar mütevazi bir adamdı ki Baha Gelenbevi, Moda Kulübünde bir konferansı vardı. O zaman aktiviteler basılmış fotoğraflarla sunuluyordu. Fotoğrafları göstermek için beni seçmişti. Bu arada Baha Gelenbevi’nin konferansından önce 1967 yılında ‘Güvercinler’ adlı kişisel sergimi açmıştım (Yeni Cami güvercinleri ile) O fotoğrafların içindeki güvercinler çok hoşuna gitmişti Baha Bey’in. Oysa bana başlangıçta o kadar dar yere kendini hapsetme, içinden çıkamazsın diye tereddütünü söylemişti. Ben de nedense çok benimsediğim için güvercinleri çektim, yaptım, götürdüm, ‘aferin’ dedi ‘ben bu kadar iyi sonuç alacağını sanmıyordum’. Beni taltif etti ve ben yine Şehir Galerisi’nde sergimi açmış oldum. O konferansta fotoğrafları gösterirken bir güvercin fotoğrafı çıktı, hitap ettiği kişilere ‘Siz bunu fotoğraf mı zannediyorsunuz, bu arkadaşımız bir fotoğraf sergisi açtı ki Güvercinler adıyla, bu solda sıfır kalır’ dedi. Beni orada bir kere daha onurlandırdı, nur içinde yatsın.  Biz bu şekilde kendimizin ne yaptığının farkında olarak, biz bunu yapıyoruz ama nasıl sorusunu kendimize sora sora mesafeler, deneyimler kazandık ve onu fotoğraf ömrümüzde uygulamaya koyulduk.

İşte bizim ‘Grup 5’i kurmamızın hikayesi böyle oldu.  Aslında biz 6 kişi olduk sonradan. Cemal Turgay İzmit’ten bizi takip eden, iyi fotoğraflar üreten bir arkadaşımızdı. Cemal Turgay ‘bizim buralarda böyle şeyler olmuyor, sizi hayranlıkla izliyorum, ben de size katılabilir miyim? ‘dediği zaman biz ‘tabi’ dedik olsa olsa sen bize destek ve güç kazandırırsın. 6 kişi oluruz ama biz adımızı ‘Grup 5’ olarak lanse ettik, artık bunu grup 6 yapmak zor olur dedik. ‘Benim için önemli değil, ben sizinle birlikte olayım yeter’ dedi. Ondan sonraki sergilerimizi birlikte açmaya başladık.  30-40 sergi açtık, beraberinde yurt dışı yarışmalarına katıldık, o yarışmalardan ödüller aldık, çeşitli fotoğraf günlerinde kendimizi kanıtlayacak faaliyetlerde bulunduk. ‘Grup 5’ in devam süreci böyle gelişti. 

Gel zaman git zaman Adapazarı’nda bir deprem oldu 1967 Temmuz’uydu. Benim evim de işyerimde yerle bir oldu. Biz Şile’de denizde olduğumuz için çok şükür kurtulduk ama komşularımızı kaybettik. Bir bavulla sokakta kalınca ben eşime dedim ki biz madem sil baştan kuracağız işimizi başka bir yerde şansımızı deneyelim. Eşim ‘sen nereye ben oraya’ dedi ve böylece İstanbul’ a taşındık. İstanbul’ da Baha Gelenbevi, Zeki Faik İzer’le ilişkilerimizi sürdürdük. O sırada benim amatör çalışmalarım bir hayli açığa çıkmaya başlamıştı ve mesafe katetmeye başladım. 

‘Hala grubunuzla beraber misiniz?’ deyişiniz beni duygulandırdı, çünkü ne yazık ki grubumuzun benden sonraki bütün üyeleri bugün artık aramızda değil. Tek temsilcisi ben kaldım, ama onların son nefesine kadar biz ‘Grup 5’ olarak birbirimize kırıcı bir söz bile söylemeden birlikteliğimizi sürdürdük. Ben İstanbul diğer arkadaşlarım başka yerlere dağıldı ama ilişkilerimiz daima sıcacık ve samimi olarak devam etti.  1994’te son sergimizi açtık.

- Size neden ‘Işığın Efendisi’ deniliyor hocam?

‘Bana fotoğrafta önemli olan nedir?’ diye sorduklarında devamlı olarak ışığı başa alıyorum dedim. Benim için fotoğrafı meydana getiren ilk unsur ışıktır, bunu adete bir slogan gibi kullandım. Benim ışıktan çok faydalı ürünler meydana getirdiğimi görenler de artık beni ışıkla özdeşleştirdiler. Bir gün Ali Balkı adlı bir arkadaşım ‘ buldum, buldum, senin adını buldum’ diyerek Arşimet gibi koşa koşa önüme geldi ‘hayırdır, ben senden isim filan mı istedim’ yok dedi ‘senin adın Işığın Efendisi’ artık. Çevredeki arkadaşlar sonraki günlerde benimsemişler, benim işlerimden de esinlenerek ‘Işığın Efendisi’ adı bana yafta  gibi yapışmış oldu, şimdi o şekilde anılmaktayım.

Son nefesime kadar benim savunacağım fotoğrafta ilk unsur ışıktır. Sonrasında tabi ki kompozisyon, kadraj, leke dağılımı, grafik gibi birçok fotoğrafça kural geçerlidir.  Ben en başa ışığı koyarım ve diğer unsurları da kusursuz yerine getirmeye çalışırım. Sonradan öğrendiğim bir durum karşıma çıktığında haklılığım da kanıtlanmış oldu. Eski Yunan’da Foto ışık,  Grafi de çizgi demek. Dolayısıyla ışıkla çizmek, ışıkla yazmak anlamında olduğuna göre fotoğraf, ben durumu netleştirmiş oldum. Kendimde bundan tatmin oldum. 

-Masa başında fotoğraf üretilmez deyip 75 ülke gezdiniz, gördüğünüz medeniyetler sizi fotografik ve hayat anlamında nasıl katkıladı, neler hissettirdi, en etkilendiğiniz coğrafyalar nereleri oldu?

Fotoğraf kültürü ve sanatı içinde barındıran bir olgudur. Masa başında üretimi mümkün değildir. Fotoğraf yerine gidildiği zaman önem kazanır. (Belgesel Fotoğraf) 

Fotografik anlamda en etkilendiğim yer benim ülkemdir. Ülkemin her km2’si güzellikler barındırır ve bu coğrafya insanı mutlu eder. Düşünsenize Toroslar’da kayak yaparken Antalya’da denize girebiliyorsunuz. Dünyada böyle güzellikler var ancak bir arada değil.

Bana eğer dünyada fotoğraf cenneti neresi diye sorarsanız ‘Hindistan’ derim. Hindistan’da 250 inanış biçimi, 250 lehçe olduğu söylenir. Kültüründeki bu çeşitlilik,  renkli Hint insanının yaşantısı, mensup oldukları kabileye ait giysiler, pazar yerlerindeki rengarenk çeşitlilik sizi etkiler ve ilginizi çeker.

-Türk veya Dünya Fotoğrafında etkilendiğiniz sanatçılar kimlerdi?

Sebastiao Salgado benim en çok etkilendiğim sanatçılardan biridir. Çalışmalarıyla beni şaşırtacak düzeyde işler üreten bir üstad, bir sanatçı, bir gazeteci, bütünlük içinde bir şahsiyet. 

Henri Cartier Bresson beğendiğim fotoğrafçılardandır. 

Bir de doğa fotoğraflarıyla fevkalade izler bırakmış olan ve de zon sistemini fotoğraf dünyasına armağan eden Ansel Adams’ etkilendiğim sanatçılardandır.

-Arşiviniz nerede korunuyor, yeni nesiller arşivinizle buluşacak mı hocam?

Arşivimin akıbetinden emin değilim. Çünkü Batı toplumları 2 kırık küp parçasına müze açarken bizim Osmanlı tarihimizden kalan müzelik cevherler ne yazık ki mahzenlerde çürüyor. Hal böyleyken fotoğraf arşivimiz kimin umurunda olur diye düşünmüyor değilim.

-Gelecek nesillere fotoğraf sanatı adına vermek istediğiniz mesajınız ne olurdu?

Öncelikle fotoğraf, kültürü ve plastik sanatları bünyesinde barındıran bir olgudur. Plastik sanatlardaki sergileri, yayınları yakından takip etmek genç fotoğrafçıların ufuklarını açar, hem de ilham almalarını sağlar. Fotoğrafta ışığı başa koymaları gerekmektedir. Işığı tanımadan iyi fotoğrafçı olunmaz. Bunu ilke edinmiş genç arkadaşlar ilerleme kaydeder ve fotoğraf sanatının her basamağını emin adımlarla çıkarlar.

-Değerli katkılarınız ve içten söyleşiniz için çok teşekkür ediyorum İbrahim hocam. Son olarak bizim sormayı unuttuğumuz sizin dile getirmek istedikleriniz var mı? 

‘Türk Fotoğraf Sanatı’ da rüştünü ispat etmiştir. Çok güzel işler üreten fotoğraf sanatçılarımız vardır. Fotoğrafa yıllarını vermiş biri olarak söylüyorum bunu. PR’ımızın  eksikliği nedeni ile dünyaya sesimizi duyuramama ve yeterince tanınamama sorunumuz vardır . 

-Daha nice yıllar söyleşmek dileğimle size sağlıklı yıllar diliyorum İbrahim hocam..Sevgi ile kalın..Hoşçakalın.. 

İBRAHİM ZAMAN kimdir?

1937’de Adapazarı’nda doğdu. 1959’da sanatsal nitelikli fotoğrafa ilgi duydu. Adapazarı’nda ‘GRUP 5’ ve ‘AFAK’fotoğraf kulüplerinin kurucu üyeliğini yaptı.

İlk ödülü ‘Potre Dalında’ Adapazarı’nda 1963’te aldı.

İlk kişisel sergisi ‘Güvercinler’i Şubat-1967’de İstanbul’da açtı.

1985 FİAP GÜMÜŞ MADALYA Ödülü 1998 yılında Cumhuriyetin 75.Yıl kutlamaları kapsamında ‘CANIM TÜRKİYEM’konulu fotoğraf sergisi ve saydam gösterileri gerçekleştirdi. Ekim 1999 Adana Altın Koza Kültür ve Sanat Festivali Açılışı kendisinin ‘CANIM TÜRKİYEM’sergisi ile yapıldı. 2001 yılında Koç-Allianz’ın ‘Çarşı Pazar’ yarışmasında fotoğraf dalında birincilik ödülünü alarak 150 civarında ödülün sahibi oldu. ‘Zamanla 40 Yıl’ ‘Türkiye’de Zaman’ ‘Türk Fotoğrafçıları Kütüphanesi’ ‘Tarlalar’ ‘Yansımalar’ ‘Işığın Peşinde 50 yıl’ ‘Fotoğrafta Pratik Öneriler’ ‘Dünyada Zaman’ve ‘Dünyada İnsan Halleri’adında kişisel fotoğraf albümleri ve kitapları bulunmaktadır. 25 yılı aşkın süredir Fotoğraf Dergisi’nde kompozisyon, ışık teknikleri üzerine karşılaştırmalı yazılar yazmaktadır.  

Halen Uluslararası yarışmalarda jüri üyeliği yapmaktadır. İbrahim Zaman İfsak, Bufsad, Gefsad, Sille Sanat Sarayı, Kufsad, Gifsad Gezginler Kulübü, Sagüsad, Basaf ve Fotoğrafmetre onur üyesidir. Ayrıca Kufsad ve İfsak tarafından 2012 Yılın Fotoğraf Ödülleri verilmiştir.