OĞUZ ÇETİNOĞLU- M. KEMAL SALLI

BİRİNCİ BÖLÜM                                             

-İnsanların şahsiyeti ve karakterleri sizce doğuştan mıdır yoksa şahsın sonradan alacağı eğitimler ve/veya tercihleriyle mi oluşur?

Ali Polat: Bana göre yüzde 15’le yüzde 30 arasında genetikten gelen özellikler vardır. Eğer burada biz eski tıbbı da düşünürsek, genetikle birlikte doğum ayı, günün hangi saatinde dünyaya gelişi ve aynı zamanda havanın ne şekilde olduğu, insanın karakterinde bir takım bir husûsiyetler oluşturuyor ki biz ona eski tıpta mizaç diyoruz. O mizaçla oluşuyor. Dokuz çeşit mizaç oluyor. 

-Dokuz çeşit mizaç nasıl isimlendiriliyor?

-Polat: 1-Sıcak ve nemli, 2-Sıcak ve kuru, 3-Soğuk ve nemli, 4-Soğuk ve kuru, 5-Demevî, 6-Safravî, 7-Sevdavî, 8-Balgamî, 9-Mutedil.  

-Mizaçların özellikleri hakkında bilgi vermeniz mümkün mü?

Polat: Mizaçlar geniş ve karışık bir konudur. Alt mizaçlar, üçüncü dördüncü seviyede alt mizaçlar vardır. Aynı mizaca sâhip insanlar arasında da farklılıklar görülür. Ana grupların özellikler için sâde ve özet ifâdelerle şunlar söylenebilir: 

Sıcak mizaçlı insanlar: *Güler yüzlü ve naziktirler, *Enerjik ve aktiftirler, *Çok daha fazla su içerler, *Cinsî arzuya ve güce soğuk mizaçlılardan daha fazla sâhiptirler. *Buluğ çağına erken girerler.

Soğuk mizaçlı insanlar: *Soğukluk veren gıdaların tüketimiyle zayıflık, halsizlik, uykuda ağız suyunun akması, sinirlilik, fazla uyku, cilt sorunları gibi problemler yaşarlar. *Sıcaklık veren gıdaları ne kadar fazla tüketirlerse o kadar rahat hissederler. *Saçları erken beyazlar. *Sıcak mizaçlılara oranla fiziksel ve seks yönünden daha zayıftırlar.

Nemli mizaçlı insanlar: *Şişmanlama ve yüksek tansiyon potansiyeline sâhiptirler. İri cüsselidirler. *Kadınların göğüsleri büyük olur. *Yumuşak ve hassas bir ciltleri vardır. *Yaraları çabuk kapanır. *Rahat uyurlar. *Hassas, ince ve seyrek saçları vardır. *Kendilerine has psikolojik durumlara sâhiptirler. *Eğlenceli, esnek, şakacı ve cömert olurlar. 

Kuru mizaçlı insanlar: *Zayıflık ve düşük tansiyon potansiyeline sâhiptirler. *Çok zor şişmanlarlar. *Vücudun hem içinde hem dışında kuruluklar olur. (Cilt kuruluğu, eklem kuruluğu, burun içi kuruluğu, bağırsak kuruluğu vs.) *Uzun süre yüksek sesle konuşamazlar çünkü hemen boğazları kurur. *Vücut eklemleri kolayca görünür durumdadır. *Cildin elastikiyeti olmadığı için yaraları geç kapanır. *Kadınların göğüsleri küçük olur. *Az uyurlar. *Gür ve kalın saçlara sâhip olurlar. *Güçlü koku ve görme duyusuna sâhip olurlar. *Kendilerine has ruhî ve psikolojik durumlara sâhiptirler. Bunlara çabuk sinirlenme, işi yokuşa sürme, zor dinleme, ciddî, irêdeli, kötümser, inatçı, inançlarında ısrarcı olma gibi durumlar dâhildir. !Çoğu zaman ayak ya da el parmaklarında soğukluk görülür.

Mizacında denge olan kişiler: *Bu kişiler sıcak, soğuk, nemli ve kuru mizaçların arasında yer alırlar. *Böyle kişiler yiyeceklere karşı çok fazla reaksiyon göstermezler. Yiyeceklerin çoğu karakter ve mizaçlarına uygundur. *Diğer insanlara oranla daha az hastalanırlar. *Beslenme konularına uymadıkları takdirde gıdaların kötü etkileri zamanla zorlu hastalıkların ortaya çıkmasına neden olur.

-İzin verirseniz, bir ara soru: Mizaçlar değişebilir mi?

Polat: Genetik mizaç değişemez. Yani ufak yapılı biri belli bir yaştan sonra iri kemikli, uzun boylu birine dönüşemez veya koyu olan göz rengi elâ olamaz (göz hastalıları hariç). Boy artışı gibi değişimler ancak ergenlik döneminde gerçekleşebilir, sonrasında ise tabiî yollarla mümkün değildir. 

-Buyurduğunuz gibi mizaç konusu hayli teferruatlı. Muhtemelen her mizaca uygun beslenme yöntemleri de vardır. Onları başka bir röportajda konuşuruz. Karakter ve şahsiyetin oluşumu meselesini konuşuyorduk. Kaldığımız yerden devam buyurur musunuz?

Polat: Devam etmeden önce bir ara açıklama: Her insanın parmak izi farklıdır. Dolayısıyla insanların yaratılışı da farklıdır. Farklı olduğu için kendilerine yarayacak gıdalar da farklıdır. Böylece, her mizaca uygun beslenme meselesinin de başlığı belli oldu. 

Kaldığımız yerden devam edersek… Mizaçlar insanı etkisi altına alıyor ama diğer taraftan da varsayalım ki bir ailenin çocuğu çok temiz bir yerde dünyaya gelmişse, çok kaliteli bir ortamda dünyaya gelmişse, daha sonra hayatı değişiyor ve bir sürü kötü insanlarla beraber oluyor. Karakteri değişiyor ama karakteri kötü olanlardan daha az kötü olabiliyor. Demek ki karakterin oluşmasında %70 oranında toplumun etkisi vardır. %15’le 30 arasında da genetiktir. Ve bunu biraz daha açmak istersek, bu konularda bizim dünyaya gelişimizle ailede büyümemiz, onları hep o yüzde 15’le 30’a getiriyor ama bakıyorsunuz çok iy bir ailenin çocuğu katil olabiliyor. Çünkü o, kötü huyları toplumdan almış olabiliyor. Toplumda hangi muhitte büyümüşse, şahsiyeti ona göre şekilleniyor. Ben çoğu söyleyeceğim konuyu çok insanlarla deneme yaparım. İnsanlara soruyorum ki sen hangi müzikten hoşlanıyorsun? Diyor ki ben türkü severim, Türk hafif müziği, bir kısmı da söylüyor ki ben sadece Türk Sanat Müziği severim. Birtakımı diyor ki ben pop severim. Bu sefer dönüp soruyorum ki sen hangi çiçeklerden hoşlanırsın? Bakıyorum, birisi diyor ki ben gül çiçeğinden hoşlanırım, birisi diyor ki ben sardunyadan hoşlanıyorum diyor, birisi diyor ki başka başka çiçekler… Ve bunlar benim beynimde oluşturuyor ki bu adamlar tek renkli büyümüşler. 

-Tek renkli büyümek ne demektir? 

Polat:Tek renkli büyümek bu demektir ki olayları tek yönlü kendilerini ikna ediyorlar. Yani mono color’la tek renkte kalmış oluyorlar ve her şeyden zevk almayı, öğrenmeyi kendileri karar vermemiş oluyorlar. Eğer 15 tane, 20 tane 30 tane türkü biliyorsa o onu sevindiriyor, ömür boyu da o başka bir şeye ihtiyaç duymuyor. Çünkü dünyadaki hayatında eğer biz ihtiyaç duyar isek ihtiyaçlar bizi yönlendiriyor. Öğrenmemize, öğrenmemiz bizim daha fazla hareket etmemize imkân veriyor. Dolayısıyla sonuçlandırır isek bunu yani bu konuda üç beş saat konuşmak mümkündür ama burada kısaltırsak, 15’le 30 arasında aileden gelmedir. Onun ötesini, hangi toplumda yaşadığını, doğum tarihi, aylar, günler, kış olması, güz olması, yani bizim her şeye bağlılığımız ama bununla birlikte toplumdan aldığı bir konuyu da dile getirmek istiyorum ki toplumda insanda iki şey nüsridir. 

-Nüsri?

-Polat: Birbirine geçen, sirâyet eden demektir.  Bir insan, varsayalım ki hiç iyilikten anlamıyor. O bir grup içerisine giriyor, o insanlar da hepsi pozitif düşünüyorlar. Hiç negatif düşünmüyorlar, o da adım adım kendisini onlarla aynı renkte göstermek için ben de pozitif düşünüyorum demeye çalışacak ve onlarla hareket etmeye çalışacak. Çünkü o pozitif düşünme o adama geçmiş oldu, sirayet etti. Hastalık gibi. Geçtiğinde, hoşlanmasa da onlar gibi davranmak istiyor. Dolayısıyla kötülük ve iyilik nüsridir. Bunu şöyle söyleyeyim, bugün bizim dünyamızda 8 milyara yakın insan yaşıyor. Bu 8 milyarın eğer bizim dünyada şu an bulabilsek, 24 saat ve bütün ömründe hiç yanlış düşünmeyen insan bulabilsek ve bunlar 8 bin kişi olsalar, ömür boyu pozitif düşünseler, dünyanın düzeltilmesine yeterli olabilecektir. 

Buradan başka bir konuyu dile getirmek istiyorum. O şu ki bizim kitaplarımızda da bu var, bizim çektiğimiz bir ah veyahut da bir olumsuz duyguyu bir saniyenin 70’te birinde ama biz onu böyle ilim adamlarının yanında bunu konuşabiliyor muyuz, ilim adamları olmadığı zaman diyorum ki saniyeler içerisinde onun duygusu Uranüs’e kadar gidebiliyor. Bizim yerküresi yerden topraktan havaya kadar 50 kilometre bir yere hareket ediyor, ondan sonra ayrı ayrı şeyler başlıyor, dünyalar başlıyor. Dünya demeyelim ayrı ayrı küreler başlıyor. 350 kilometreye kadar bizim ahımız, pozitif veya negatif düşüncemiz, bir saniyede oraya ulaşabiliyor. Bizim tek bir dünyamız var, eğer bu negatif duygular oraya gittiği zaman o etkisini bizim havamıza veriyor, bizim havamız ise o etkiyi bize veriyor. Eğer biz mutlu hareket etmek istiyor isek, kendimizi biraz oyalayabiliriz ama bizim etrafımızda aldığımız nefesler eğer ahlarla, yokluklarla, zavallılıklarla dolu ise aldığımız nefeste biz onu da alıyoruz; o da bizi etki altına almış oluyor. Demek ki biz, genellikle mutluluğu kendimize aşılamakla birlikte, başkalarına ilga etmemiz gerekiyor, yani vermemiz gerekiyor, başkasına aktarmamız gerekiyor. Aktardığımız zaman, bu ne olabiliyor, Oğuz Bey siz bir iki sefer benim ofise geldiniz.

-Evet.

Polat: Benim ofise geldiğiniz zaman içinize dikkat etmeseniz, kendinizi serbest bıraksanız, benim ofisten hiç kalkıp gitmek istemiyorsunuz. İçinizde bir his doğacak. Niçin doğacak? Çünkü siz geldiğinizde antenleriniz açıktır, yüzler şüpheyle bakıyorsunuz ama gelip oturduktan üç dakika, beş dakika, 10 dakika, 20 dakika, zekâ seviyesine göre bakıyorsunuz şu oturduğunuz yerde, kendinizi emniyette hissedebilirsiniz. Ne konuda emniyette? Canda, malda, namusta… Emniyette hissettiğinize göre bu sefer sizde bir yakınlaşma, rahatlama, rehâvet meydana geliyor. Siz orada eğer mümkün olsa günlerce kalmak istiyorsunuz, o ortamda. Niçin kalmak istiyorsunuz? Sıkılmıyorsunuz, canınız sıkılmıyor çünkü siz orada benden dolayı değil, kendinizi emniyette hissediyorsunuz. Bir yere gidiyorsunuz, o yerden, 15-20 dakika sonra içinizden bir ses diyor ki: Benim canım sıkıldı ben gitmek istiyorum, bu gitmek istediğiniz, dolayısıyla sizi ne yapıyor? Siz gitmek istediğinizde siz istemiyorsunuz ki sizin ruhunuz öyle diyor.

Dolayısıyla bizim burada bizi rahatlatan, bizi temizleyen, bizi duygularımızla pozitif veya negatif hareket eden, ortamın atmosferidir. Eğer ortamda biz eğer düşünürsek ki 8 bin insan dünyayı düzeltebilir, demek ki eğer Ali Polat’ın ofisinde bir adam pozitif düşünüyor ise o ortam tamamen pozitif hale gelmiş olabiliyor. Dolayısıyla sonuçlandırır isek yüzde 30 kadar genetikten, aileden gelmedir, yüzde 70, kişinin yetiştiği ortamda. 

Burada size basit bir iki tane konu belirtmek istiyorum: Bir avukat kimlerle karşılaşır? Hatalılarla karşılaşır çoğunlukla. Toplumu hatalı görebilir. Bir savcı eğer bu, çok sayıda kütü kadınla karşılaşmışsa bütün kadınları kötü görmeye çalışacaktır. Çünkü onun karşılaştığı insanlar öyledir. Dolayısıyla bizi yetiştiren siz ömrünüzün sonuna kadar bir hâkim veya bir avukatı, bir savcıyı siz pozitif düşünen, mesela güzel bir yerde, bir çiçek bahçesinde çalışan insanları çok farklı göreceksiniz. Çünkü çiçek bahçesindeki çalışan insan iki şeyi düşünebiliyor; bir hayatını, bir de etrafında gördüğü çiçekleri. 

Halbuki bir savcı kapıdan çıkıyor, sabahtan akşama kadar karşılaştığı insanlar ona yalan söylüyor, o ondaki yalanı keşfetmeye çalışıyor ve onun etkisinde kalıyor. Dolayısıyla meslekler de insanları bu şekilde etkilerinde bırakabilirler. Yani şimdi şu an bizim ülkemizde yüz binlerce doktor var ve bunların çoğu, ben bu doktorlarla karşılaştığım zaman bunlara diyorum ki ben çocukluğumdan üç tane misal veriyorum Kemal Bey, 15 yaşındaydım, yani bundan 61 sene önce bir doktora gittim. Doktora gittiğimde, ben çocukluğumdan beri hep temizlikle uğraşan birisiyim onun için de hep her zaman sildim benim bu temizliğimden dolayı böyle iz etmiş, ben de o zamanlar anlamıyordum, doktora gittim cildiyeciye, o bana ilaç yazarken baktım, döndüm ona dedim ki benim abimin de eczanesi var, onu derken de içimden bu geçiyordu ki onun kendisine yakın bir meslektaş görmüş olacak benim abimi, benden para almayacak. O adam da onu hissetti, benden muayene ücreti almadı. Ben çok çok mutlu oldum. Çok çok. 

29-30 yaşındaydım bir köydeydim, bundan 46-47 sene önce, kasabadaydım. Kasabada hastalandım boğazımdan, bademciklerim şişti. Bir doktora gittim. Doktora gittiğim zaman doktor muayene etti, sonra dedi ki bekle. Neden diye sordum, dediler ki akşam, evine git. Dedim ki evine olur mu? Tabii olur dediler. Evine gittim doktorun, kapıyı çaldım doktor çıktı pijamalarıyla geldi beni muayene etti, sonra dedi ki sabret sana ilaç getireyim. 

Gitti bana ilaç da getirdi verdi. Doktor, muayene ücreti ne kadar olur ilaçlarla birlikte dedim. Dedi ki oğlum biz akşam saat beşten sonra hangi hasta bana gelse ben eğer ilacı da varsa ilacını veririm hem ilacını hem muayene ücretini almam, bu benim prensibimdir. 

Şimdi ben yıllardır doktorları gördüğümde diyorum ki siz haftada bir gün, sadece haftada bir gün parasız insanlara çalışın. Kapınızı açın, bugün fakirlere aittir, zenginlere bugün bakılmamaktadır yazın kapınıza. Eğer içinde de bir zengin gelirse, o iyililikleriyle zengin değil, görünüşte zengindir, kendini fakir görüyor, bırakın gelsin, onun zenginliğine dikkat etmeyin, o gün muayene ücreti almayın, mutlu olun. Bu lafı hiç kimseye ben anlatamıyorum ki nüsri dediğim bulaştırıcıdır, yani nüsri bulaştırıcı demektir. Sen eğer gelip de bir gün bir zavallıyı mutlu ettiğin zaman, hiçbir karşılık beklemeden mutlu ettiğin zaman, onun da mutluluğu sana geçmiş olacak, sen de mutlu yaşamış olacaksın. Dolayısıyla ben ömür boyu bazı hocaların ayağının altında oturdum ama diyanetten çıkan hocaların hiçbirisinin ayağının altında oturmadım, onları çok fazla dinlemedim çünkü Kuran’da kendim de biliyordum. Niçin dinlemedim çünkü onlar devletten para alıyorlar, o paranın karşılığında bir şeyler söylüyorlar. Eğer birisi hoca olsa, bakkal olsa pazar günü dükkânını kapasa, yarım saat konuşsa, o bedelsiz konuşuyor; diğeri bedelle konuşuyor. Para karşılığında konuşulduğu zaman hiçbir şey olmamaktadır. 

İnsanlar da tabiattan örnek almalı. Tabiat hiçbir şeyi kendisi için üretmez. Meyveyi, sebzeyi, buğdayı, bakliyatı, şifalı bitkileri hep insanlar için üretir. Zerresini bile kendi ihtiyacı için kullanmaz, stok yapmaz. Arılar balını insanlar için üretir. İnek ve koyunlar ürettikleri sütün bir gramını bile kendileri tüketmezler. İnsanoğlu egoisttir. Ürettikleri ya kendileri içindir veya satıp para kazanmak içindir. Tabiatta egoist düşünce yoktur. İnsanlar tabiattan örnek alıp egolarının bir kısmından olsun vazgeçebilseler, insanlık daha mükemmel bir dünyada yaşama imkânı bulur. 

-Mükemmel bir mesaj. Tebrik ve teşekkürlerimi sunuyorum. Sonrasında farklı sorularımız olacak.

(BİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU / DEVAM EDECEK)