NEDRET HOTUN

Türk Pop müziği araştırmacısı, koleksiyoner, müzik prodüktörü, yapımcı, radyo programcısı, elektrik mühendisi Hakan Eren bu haftaki konuğumuz. 

Türkçe pop tarzında yayınlanmış plakların 96%'sına sahip olmasının dışında birçok sanatçımızın yayınlanmamış şarkıları da arşivinde yer alıyor. Türk Pop Müzik tarihi uzmanı ünlü prodüktör, o dönemin sanatçılarının da desteğiyle Türkiye’deki en detaylı Türkçe pop müzik albüm ve plak arşivine sahip.

Türkiye’de 7’den 70’e tüm sanatçılar ile sıkı bir dostluğu bulunan Hakan Eren’in renkli hayat hikayesine gelin hep birlikte bakalım.

- Hakan Bey merhaba, ben sizin çocukluğunuzu merak ediyorum. Çocukluğunuz gazinolar içinde mi geçti, nasıl bir çocukluk geçirdiniz? 

1963 Diyarbakır doğumluyum. Annemin kaybından sonra İstanbul’a göç ettik. Çocukluğum maddi imkansızlıklarla geçti. Aksaray’da ‘Vatan Gazinosu’nun karşısında oturuyorduk. Gazino afişlerini seyrediyor,  hangi assolist, solist nerede çıkıyor ezberliyordum.

Harçlıklarımı biriktirir, Hey Dergisi, Gong Dergisi, Ses Dergisi alırdım. O dergilerin o tarihte verdiği ödül törenlerini kaçırmazdım.  Örneğin Spor Sergi Sarayı’nın o yılki  ‘Yılın Sanatçıları Ödül Töreni’ne gider Sezen’leri, Nükhet’leri, Ajda’ları orada görürdüm. Bu sanatçıları nereden biliyorsun? diye soruyorlardı bana, oysaki ben çocukluğumdan beri harçlıklarımı hep en popüler müzik dergilerine yatırıyordum. Babam sağ olsun maddi durumumuz kötü olmasına rağmen çocukluğumdan beri evimize hep Hürriyet Gazetesi alırdı, hala da öyledir. 70’li yıllarda özellikle Hürriyet Gazetesi 2-3 sayfa gazino ilanları ile dolu olurdu. O yıllarda İstanbul’da bütün gazinoların kadrolarını sayardım. Niye onları ezberliyorsam gerçekten bilmiyorum; ama hafızama kaydediyordum. Aldığım Hey Dergilerini hatim ederdim. O tarihte bana listelerde 1, 2 numarada hangi plak var deseler biliyordum. Televizyon programlarını, gazete haberlerini kaçırmazdım. Bu edindiğim bilgiler, tüm listeler kafamda kayıtlı kalmış.  Psikolojide böyle bir şey vardır, aslında bildiğin; ama bilmediğini düşündüğün bilinçaltındaki bilgiler bir iş yaptığında ortaya çıkar. Bu işlere başlayınca kendime de şaştım, birçok bilgiyi hafızamda saklamışım. Bunun adı müzik sevgisi, başka bir şey olamaz.  

-Türkiye’de bir nostalji rüzgarı esiyorsa sizin çok büyük emeğiniz var. Plak dönemi nasıl geri döndü? Siz olmasaydınız 70’li 80’li 90’lı yılların pop şarkıları yok olup gider miydi?

Yani ben yaptım demek istemiyorum, birilerinin yapması gerekiyordu, şanslar benim önüme geldi, ben de böyle bir şey yapabilirim diye yola çıktım. Dediğim gibi müzik sevgisinden kaynaklanan bir durum bu ve duayenlere karşı inanılmaz bir hassasiyetim var benim.  Bir nevi yaptıkları müziği bize sevdirdikleri için onlara vefa borcuymuş gibi kendi iç yapımdan oluşan bir his bu.  Yıllar önce bir konserde Sezen Cumhur Önal’la karşılaştığımız zaman ‘Oğlum bu piyasaya bir deli lazımdı, sen çıktın’ demişti.  Benden önce sağ olsun rahmetli Hasan Saltık türküleri, otantik müzikleri günümüze taşıyordu, ben de pop müzikle işe başladım.  Birisi gerçekten bir şeyler yapmaya kalkarsa ve bunu düzgün anlatırsa her kurum veya kişinin yardım edeceğine inanıyorum ki benim için de öyle oldu.  Bazen duayen bir sanatçı ‘Sen olmasaydın bunları yapan olur muydu?’ diye sorar,  ben de cevap olarak ‘Siz bana yardım etmeseydiniz nasıl başaracaktım’ derim. Bana destek çıkıp, yardım etmeseler tek başıma yapamazdım. Mühendislikten geldiğim için hayatım boyunca şuna inanmış bir insan olarak yaşadım, ben diye bir şey yoktur  ‘Hayat hep ekip işidir’

-Müzik koleksiyonerliğine nasıl başladınız?

Benim hayatım hep şanslar üzerine kurulu. Koleksiyonerliğe başlamam da bir şanstır.  Mühendisliğe başladığım zaman ilk maaşımla en güzel müzik setini aldım.  Müzik setinin üzerinde pikap vardı; ama plak yoktu. Çocukluğuma ait biriktirdiğim pek çok plağımı kaybetmiştim. CD ve kasetler modası başladıktan sonra plakların yüzüne bakmamaya başlamıştık.  Hayatımızdan o kadar düşmüştü ki modası geçti diye plaklarla frizbi oynuyorduk.  

Bir gün Beyazıt’ta babamın dükkanından çıktık yürüyorduk, tesadüf eseri bir dükkanın önünde bir koli plak gördüm. Çocukluğumun en sevdiğim plağı en üstte duruyordu. Sevda Karaca’nın ‘Selam Ben Geldim’ diye bir şarkısı vardı. Plağı gördüğüm zaman çok heyecanlandım.  O kadar ucuza satılıyordu ki bir torba plağı aldım. Eve gelip akşam onları dinleyince daha da heyecanlandım. Çok hoşuma gitmişti, ertesi gün gittim bütün koliyi aldım. Onları dinleyip daha da hoşuma gidince başka araştırmalar yapmaya başladım. Çocukluğumun çok sevdiğim plaklarının peşine düştüm. Boş vakitlerimde hep bit pazarlarını geziyordum. Bahsettiğim zamanlar 90’ların başı.. Onların hemen hemen hepsini topladıktan sonra merak ettiklerimin peşine düşmeye başladım. Merak ettiklerimin dışında bu sefer ilgimi çekenlere yöneldim. Her gittiğimde torba torba plak taşıyordum. 90’larda çok sahaf ve bit pazarı vardı.  Cd dönemi başlayınca plaklar hiç önemsenmemeye başladı. O yüzden ben de bit pazarlarında evlerden çıkan eski plakları topluyordum. Derken bir anda bir baktım koca bir arşive sahibim. O arşiv bu işlere önümü açtı. Hep konuşulan şeydir ‘Hobisini mesleğe çeviren ender insanlardan biriyim Türkiye’de’

Yani hobimi profesyonel bir iş olarak yapmaya başladım. İlk yıllarıma dönersek 98 yılında ilk radyo programıma Radyo D’de başladım. 23 yıldır aynı radyoda çalışıyorum. Fatih Altaylı genel müdürümdü. Ceyda Erenoğlu ile Şebnem Öz de genel yayın yönetmenimdi. Radyoya öylesine başlamıştım o tarihte, hiç aklımın ucunda yoktu radyocu olmak.  Yoğun bir şekilde mühendislik yapıyordum. Türkiye’de büyük otel projeleri, 12 kumarhane inşaatı, Kız Kulesi aydınlatma tasarımlarını uyguladım. Kendi sektörümde bayağı isim yapmıştım. Aydınlatma uzmanıydım çünkü. O tarihte hayatımı mühendislikten kazandığım gelir ile sürdürüyordum. 10 sene boyunca müzik sektörü içinde şirket olarak çalışırken de mühendisliği bırakmadım. Oradan kazandıklarımı müziğe yatırıyordum. 45 yaşında emekliliğim gelince mühendisliği bıraktım.  

-Müzikte ilk yaptığınız projeyi hatırlıyor musunuz?

Benim müzikte ilk yaptığım proje Altın Mikrofon Şarkı Yarışması şarkılarını Cd olarak sunmaktır. Müzik sektörüne girdikten sonra bana ilk Odeon’dan teklif geldi. Odeon; “Arşivimizi açıyoruz bize müzik danışmanlığı yapar mısınız? dedi. Fakat o tarihte ben Fatih Altaylı’ya gitmiştim. Hürriyet Gazetesi’nin ‘Altın Mikrofon’ diye bir şarkı yarışması vardı. Ben de bu yarışmanın şarkılarının bir paket olarak çıkarılması ve arşivlerde yerini alması için bir proje hazırlamıştım. Türkiye’nin en önemli yarışmasıydı ve Türkiye’de yapılmış ilk büyük yarışmadır. Erkin Koray’ından Cem Karaca’ya, Moğollar’dan Mavi Işıklar’a hepsi bu yarışmadan çıkıp, meşhur olmuşlardır. Türkiye’nin müzik tarihinin oluşumunun CD’sini paket yapabilir miyim diye düşünmüştüm. DMC kabul etmedi, Ercan Saatçi vardı başında. Dost Müzik’ten Gökay Özkan ile Galip Kayıhan’dan teklif geldi ‘Gel biz yapalım projeni’ diye ve onlarla yaptık projeyi. ‘Altın Mikrofon Şarkı Yarışması’ 4 adet CD olarak paket yapıldı.  İlk projem hayata geçmiş oldu. Daha sonra Odeon'da ‘Bak Bir Varmış Bir Yokmuş’ serisiyle devam ettim. 2005 yılında ‘Füsun Önal Best Of’, ‘Nilüfer Best Of’ yaptık. Aslında önceleri Naim Dilmener’le birlikte Ada Müzik’ten Ayten Alpman, Ali Rıza Binboğa, Hümeyra, Timur Selçuk gibi seçkiler yaptık.  Bir olay sebebi ile Odeon Müzik’e kızınca, niye böyle dışarıya yapıyorum projelerimi diye düşünüp, Ossi Müzik’i  kurmaya karar verdim. 

-Yeni dönem baskı plakların kötü kayıtlarla çıkması sizi üzüyor mu?

Tabi üzüyor. Benim bu konudaki hassasiyetimi kimse değiştiremez. Ossi Müzik’i kurduğumdan beri en hassas olduğum konu ses kalitesi konusudur. Şu ana kadar haklarını alıp yayınladığım bütün plakların hepsi inceleme altına alınabilir, elimden geldiği kadar en muhteşem kayıtları çıkarmaya çalıştım. Ses kayıtlarının kalitesi konusunda çıkartılan plak olsun, CD olsun, digital platformlardaki albümler olsun 16 senedir bana ‘Bu nasıl kötü kayıttır?’ şeklinde gelen eleştirisel mailler 1-2 taneyi geçmemiştir.  Ben bunu başardığımı düşünüyorum. Ama burada gerçekten ekip işi giriyor devreye, 2005 yılından bu yana sağ olsun Bora Ebeoğlu hep benimle beraber oldu.  Bütün temizlemeleri, masteringleri, kayıtların hepsini Bora yapmıştır. Perde arkasında Bora Ebeoğlu vardır. Hiç bıkmadan, usanmadan yaptı o yüzden de biz Bora’nın sayesinde hiç kötü eleştiri almadan yürüdük. Facebookta, instagramda, digital platformlarda bazı plakların yeni baskılarının kötü kalitede çıktığını görüyorum yapılan yorumlardan dolayı. Dinleyici bu konuda kesinlikle haklı. Kötü ses kalitesinde plak çıkarmasınlar. Yani sonuçta tarihi bir kayıt çıkartıyorsun, bütün şirketlerin o masteringleri, temizlemeleri gerekiyor. Para harcamamak için yapmıyorlar, kötü kayıtları koyuyorlar. Küfürü yiyorlar, hak ediyorlar, bu kadar net benim için. Nasıl ki ben harcamalar yapıyorsam hepsi yapsın, mis gibi kayıt kalsın. Şunu unutuyorlar, eski bir kayıdı piyasaya çıkarttığın zaman bunun üzerinden yayılıyor her yere; ama senin çıkarttığın o kötü kayıtlar kalıyor. Bir daha o şarkının yenisini kimse yapmıyor, bunu adam gibi çıkartırsan o öyle kalıyor. Mesela Ajda Pekkan’ın eski bir şarkısı on kere çıkmaz ki, bir kere çıkacak ve öyle kalacak. Kötü kayıt çıkarsa kötü, iyi kayıt çıkarsa iyi kalır. Şu an plak trendi var ortalıkta, gençler plaklara meraklandı.  Bu seneki verilerde CD’den çok plak satışı gözüküyor; fakat şirketler para kazanacağım derken saçma sapan plaklar basıyorlar. Bu belli bir zaman sonra sektörümüze kötü yansımaya başlayacak. Eskiden 70’lerde 80’lerde birinin plağı çıktığı zaman gözümüz kapalı gider alırdık. Kötü bir şeyle karşılaşacağımız aklımızın ucuna gelmezdi, hiç yoktur da. Şimdilerde müzik markete gidiyorsun, bakıyorsun yeni birinin plağını basmışlar. Gözünüz açılıyor; ama iyi bir kayıt mıdır, kötü mü diye içimize kurt düşüyor. Alıp almamakta kuşkuya düşüyorsun. O yüzden digital forumlarda şunun plağı çıkmış, arkadaşlar sizce kayıtlar güzel mi diye soruyor dolaşıyor, kötü bir şey bu. Herkesin gereken özeni göstermesi gerekiyor bence.  

-Türk Pop’u üzerine hemen her şeyi bulmuş birisi olarak sizi heyecanlandıran bir şey kaldı mı Hakan Bey?

Bizim plak sektörümüz 50’lerde taş plaklarla başladı. 60’lardan itibaren 45’likler dönemine geçildi, Long Play, kaset, CD derken müzik tarihimizde maalesef hiç bir şey kayıt altına alınmadı. Böyle kötü bir müzik geçmişimiz var. Elbette şimdi olduğu gibi irili ufaklı bir sürü müzik şirketi geldi geçti müzik dünyamızdan. Herkes bir şeyler yapmaya çalıştı. 60’larda 70’lerde bazı ufak şirketlerin yaptığı hiç duymadığımız kayıtlar, plaklar hala çıkabiliyor. Benim gibi koleksiyoncu arkadaşlarda kapağını daha önce görmediğim plakları görüyorum bazen, heyecanlanıyorum. Ama beni asıl heyecanlandıran duayenlerin, eski sanatçıların evlerini talan ederken (Sağ olsunlar müsaade ederler) dolaplarından çıkan bantlardır. O bantlardan hiç duymadığımız, hiç yayınlanmamış çok kayıt aldım. O tarihlerde hiç piyasaya çıkmamış veya televizyon için yapılmış ya da konser için yapılmış çok kayıtlar buldum. Çoğunu da çıkardım, izin alabildiklerimi çıkarmaya da devam ediyorum. Bunlar beni heyecanlandırıyor. Nil Burak’ın evinden bir bant bulduğum zaman hiç adını sanını duymadığım şarkı adı yazıyorsa ‘Nil bu şarkı neydi, ne zaman çıktı?’ diye araştırmaya başlıyorum. O kayıdın ne olduğunu buluncaya kadar tacizlerim devam eder. Yoksa rahat edemem.

- Türk Pop sanatçılarının hepsini tanıyor musunuz?

Hepsini tanıyorum demek biraz fazla abartı kaçar; ama 60’lar 70’lerle ilgili yaşayanların hemen hemen %95’iyle tanıştım, iş yaptım, birçoğunu sahneye çıkarttım. 2000’li yıllara gelen kuşakla ilgili çoğuyla da çalıştım; ama oran %50’dir.Herkesle iş yapıyorum, herkesin bir şekilde benimle çalışması gerekiyor; çünkü telif yasalarıyla ilgili hak hukuk takibi yapıp, edisyon şirketi olarak da çalışıyoruz. Muhakkak birilerinin bir yerden bizimle yolu kesişiyor. Cover yapıyorlar, cover yaptıkları için de yolları bana çıkıyor, beni arıyorlar ya da müziğini beğendiğim müzisyenlere yol açıyorum, prodüktörlüklerini yapıyorum.  Gençlerle de böyle tanışıyoruz. 

-Bir şarkının hit olması için hangi parametreler gerekli sizce?

Bunun formülünü daha kimse keşfedememiş. Dünyada bile keşfedilmiş böyle bir formül yok. Hepimizi heyecanlandıran ne güzel bir şarkı dediğimiz, stüdyolarda deli divane olduğumuz şarkılar bazen hiç tutmamıştır, bazen de öylesine yaptığımız şarkı bir anda hit olmuştur, ben hep şöyle diyorum ‘Her şarkının bir kaderi var’ 

Bazı insanlar doğuştan kaderlidir. Doğuştan şanslı doğarlar. Bazı insanlar daha ileride şanslarını yaşarlar. Şarkılarda aynı. Sen yaparsın besteni, Ahmet söyler hiçbir şey olmaz; Ajda Pekkan söyler bir anda herkes duyar. Şimdi sen o besteyi yaptığın zaman belki Ahmet’e değil Ajda Pekkan’a versen daha büyük ses getirecek, belki hit olacak; ama Ajda Pekkan’a gelinceye kadar şarkı yok da olabilir.  

Şarkı yaparsın, bir filmin öyle bir yerine denk gelir ki bir anda duyulur, birisi reklama koyar duyulur. Ayla Dikmen’in ‘Anlamazdın’ şarkısı 1975 yılında yapılmış, 2008 yılında ‘Issız Adam’ filmiyle tekrar hit olmuştur. Demek ki kaderi öyleymiş. Onun için hangi şarkının ne zaman tutacağını gerçekten kimse bilmiyor. Şu anda çok tutan bir şarkı ortalıktan kaybolup, 10 sene sonra tekrar patlayabiliyor. Birisi şarkıyı coverlar, bambaşka bir boyuta getirir tekrar şarkı gündeme gelir, yılların şarkısını nasıl baştan yaratmış dersin. Kaderi ne zaman gülerse, o şarkı duyulur. Ben hiçbir şarkının boşa gitmeyeceğini düşünüyorum. En beğenmediğiniz şarkı bile bir zaman gelir bir şey olabilir. Bakın 60’larda 70’lerde yüzüne bakılmayan, satılmayan plaklar şu anda korkunç pahalı; çünkü az tutmuş şarkılar, plaklar, albümler az basılmış demektir.

Yüzüne bakılmayan az basılmış plaklar sonuçta az sattığı için bulunması da zor oluyor. Ama biz koleksiyonerler onları merak ediyoruz. Az basılan CD’ler de çok değerlenmeye başladı. Şu dönemde daha çok plak basıp, eski yayınlanmış albümleri digital platformlara koyuyoruz. CD artık çok az basıyoruz. Bu arada 2. el satan dükkanlara gidin 90’lı yıllarda basılmış CD’lerin fiyatları görünce dudağınız uçuklar.    

-70’ler, 80’ler, 90’lar müziklerini tekrar hatırlamamızı sağladınız..2000’leri de yapacak mısınız? 

23 yıldır bu işlerle uğraşıyorum. 60’lar 70’ler 80’lerle başladım. Şu anda ağırlıklı 90’lar yapıyorum, eğer sağlığım elverip devam edersem 2000’leri de yapacağım gibi geliyor bana. 

2000’ler biraz daha şanslı, çünkü hayatımızda şu an digital platform dediğimiz bir dünya var. 70’lerle ilgili belge bulmakta zorlanıyorduk. O zaman yazılı basında kalmış bazı şeyler. 2000’ler tamamen digital dünyada kayıtlı. Google her şeyi sana bulabiliyor. O yüzden de 2000’ler daha şanslı, belki benim gibi birinin uğraşması gerekmeyecek şekilde, kayıtların kalacağını düşünüyorum. Şimdi CD almıyorlar cep telefonundan her türlü platforma ulaşıp, müzik dinleniyor. Niye para verilsin ki, haklılar kimseyi suçlamıyorum. 

-Gazino kültürünün yok olması nedeniyle mi ‘Gazino Show’ konserleri yaptınız?

İnsanlar artık konserlere gitmekte zorlanıyor bu bir gerçek.  

Eskiden, İstanbul 7-8 milyon bile yok, 30 küsur tane gazino vardı. 70’lerden bahsediyorum, bu gazinolar dünya kadar insan alır, sadece Cuma, Cumartesi, Pazar çalışmaz her gece çalışır, her yer dolardı.

İzmir Fuarında 5-6 tane gazino açılır, her biri 5-10 bin insan doldururdu. Bir ay boyunca tıklım tıklım dolar, yer bulamazdık. Şu anda bir barda program yapıyoruz, ünlü isim çıkarıyoruz 200 kişilik mekanı dolduramıyoruz. Pandemi öncesinden bahsediyorum tabii ki. Her yer mekanını doldurmakta zorlanıyor; çünkü insanlara artık bu tarz eğlenceler pahalı geliyor. Açıkhava tiyatrosunda adam başı 250 TL bilet olursa, 4 kişilik bir aile nasıl gidebilir. Ama eskiden gazinolar çok pahalı değillerdi, ailece gazinoya gidilirdi. 

Gazino kültürünün yok olmasının bir sürü nedenleri var. Teknolojinin gelişmesi, özel televizyonların açılmaya başlaması, insanların hayatlarına değişik eğlencelerin girmesi gibi. İsim vermeyeceğim bazı sanatçılar kaşelerini fahiş fiyatlara getirtip, gazinoların çökmelerine neden oldular. Halbuki gazinolar Türkiye için çok anlamlı bir kültürdü. O tarihlerde düşünebiliyor musun çok cüzi bir rakama içeri girer, o paraya kaç tane star seyreder ve bütün gece boyunca eğlenir, en sevdiğin sanatçıları görebilirdin. Bu arada hala Yunanistan’da gazino kültürü vardır. Ülkemizde bizim yaptığımız projelerin dışında yok şu an. 

Şimdi gittiğin yerlerde bir kişi seyrediyorsun, çok para veriyorsun o kadar da eğlenemiyorsun; çünkü ellerde cep telefonu sosyal medyaya görüntü çekeceğiz diye kimse konser seyretmiyor. 

60’lar 70’ler 80’ler ve 90’lar sanatçılarının hepsi her gece çalıştığı için aslanlar gibi canlı şarkı okuyabiliyor. Bu iş tecrübeyle ilgili, ne kadar çok sahne yaparsan o kadar çok tecrübeli olursun. O yıllarda ayın 30 günü çalıştıkları için sanatçıların sahne performansları da yüksek olurdu. 2000 sonrası sanatçıların çoğu playbackçi. Ve canlı oku dediğin zaman çuvallıyor, neden çünkü iş bulabilirse Cuma, Cumartesi sahne yapabiliyor. Bu da onu ne kadar tecrübeli yapacak sahne konusunda.. Bunu yaptıkça gelişiyor sahne performansları. Gençlerin çoğunun çok iyi sahne performanslarının olmamasının nedeni bundan ötürü. 70-80-90’lardaki sanatçıların hepsi her zaman canlı sahne yapabilirler. Bir yere gittiğimiz zaman playback işi dediğimde “Canlı okusak olmaz mı?” diyorlar. Herkes için geçerli değil tabi ben genelleme yapıyorum. Gençlerin içinde çok güzel canlı okuyanlar da var. Herkes üstüne alınmasın. 

-‘Bir Zamanlar Hakan Eren’ olarak biliniyorsunuz. Radyo D’deki ‘Bir Zamanlar’ programınız 23. yılını kutladı. Radyo programcılığının sizde ki önemi nedir?

Ben bu işlere radyo programıyla başladığım için radyo benim ilk göz ağrım. Bu sektöre girmeme neden olan bir kurum. Bu kadar yoğunluğum ve işlerim arasında bana kimse radyoyu bıraktıramadı.  Gece az uyuyor, yine devam ediyorum. Eskiden daha çok vakit ayırıyor, daha çok program yapıyordum; ama şu an sadece Pazar günleri saat 21.00’de tek program yapıyorum ‘Bir Zamanlar’. 23 yıldır Radyo D 104.00’deyim ve genel müdürüm Murat Duran’a beni kovuncaya kadar buradayım diye takılıyorum.   

Bu arada benim yaptığım programları Cumartesi günleri Kırgızistan’da Manas radyo da yayınlıyor. Bir ara aynı anda 3 özel radyoda çalışan bir tek ben oldum, başka da yoktur. Aynı anda Radyo D, TRT FM, Manas Radyo (Kırgızistan) program yapıyordum.  

-Yeni projeleriniz neler?

Ben de proje çok. İlk sahne showlarına  ‘Gazino Geceleri’ ile başladım. Kimse gazino kelimesini ağzına alamazken Bostancı Gösteri Merkezi’nde ilk gazino showumu yaptım. Benim amacım gazino kültürünü tekrar canlandırmaktı. Tabi şu anda canlandırmak çok zor; ama en azından gazinoyu merak eden gençlere o hissiyatı verdirecek şeyler yaptım.

Ondan sonra ‘Çocuk Diskosu’ projesi yaptım. Çocukların şu anki soundlarla kendi şarkılarını dinlemeleri gerektiğini savunan birisiyim. Çocukların yedi yaşına kadar  ‘Arı vız vız vız’ dinlemesi lazım. Gülşen’in ‘Yatcaz Kalkcaz’ şarkısını dinlememeli. Doğru değil benim gözümde, ileride nasılsa Gülşen, Demet Akalın dinleyecekler. O yüzden o altyapılarda çocuk şarkıları yaptığımız proje idi ve devam ettireceğim.

-Sektördeki  değerliniz dediğimde ilk aklınıza gelen isim kim olurdu?

Okan Bayülgen benim çok kıymetlim. Okan benim ilk göz ağrımdır. Bu sektöre girdiğimden beri hiçbir zaman desteğini esirgememiştir. İlk tanıdığı günden beri, ben sıfır bir adamken bile beni hep desteklemiştir. Nostaljiye başladığım zamandan beri ben onun çok desteğini gördüm,  o yüzden Okan bir şey istediği zaman hemen koşarım. Okan’a koşarım yani, Beyazıt’a koşmam. Okan ile birebir çalıştığınız zaman daha iyi anlarsınız, dünyanın en iyi insanıdır. Çok zeki, bilgili ve kültürlü, yardımsever bir insandır.

‘Okan Bayülgen’in kendisi bir reyting’dir diye altını çizeyim. Yani program yaptığı zaman illa birisini konuk alıp reytingini artıracak diye bir kaygısı yoktur. Yoldan geçen birini bile alıp, kendine konuk yapsa onunla reyting yapar; yani reytingini kendisi yaratır. Onun için TV showmenlerinin içinde gelmiş geçmiş en iyisi Okan’dır. Bunca yıldır o kadar reytingli program yapan kaç kişi var, bu kadar basit. Beyazıt, sanatçılara sırtını dayayarak reyting yapmıştır, reyting yapmayacak konuk almaz programına.

Ben Radyo D’de radyo hayatına başladığım zaman Okan Bayülgen, Beyazıt Öztürk, Kadir Çöpdemir, Şebnem Sungur, Muzo, Şebnem Öz gibi bütün ünlü radyocularla ile birlikte çalışıyorduk. Öyle başladım radyoculuğa o tarihte. Hürriyet’in baş yazarlarından Fatih Altaylı bizim radyolar grubunu yönetiyordu. Türkiye’nin en meşhur DJ’leri bizim radyodaydı. Öyle büyük insanlarla o kadar avantajlı başladım radyo hayatına. 

-Gelecek kuşaklara geniş yelpazeli Türk Pop Müziği arşivini bırakacaksınız. Mesajınız nedir?

Benim hayatım 2 dönemdir. Mühendislik dönemim ve müzik dünyası dönemim. Yani 35 yaş öncesi mühendislik ve sonrası müzik. 35’ten önce mühendislik, şantiye hayatı… Bambaşka bir hayat.. 35 yaşından sonra müzik sektörü, sanatçılar, konserler, bambaşka bir hayat. İkisi de birbirinin tam zıttı. Hayatımda benim önüme hep şanslar geldi ben bu şansları başka bir yere çevirdim. Ben çok ballı bir adamım. O yüzden de şimdi hobisini mesleğe çeviren biri olarak bu şansları nasıl değerlendirdiğim konusunda üniversiteler beni öğrencilere konferans vermem için çağırıyor. Pandemiden önce Yıldız Teknik Üniversitesi, Arel Üniversitesi ve Kültür Üniversitesi’ne gittim. Mart’ın sonunda Hacettepe Üniversitesi davet edildim. Üniversitelerde bu yaşadıklarımı öğrencilere anlatıyorum. Gençlerin bir nebze dikkatini çekmeye çalışıyorum, farkındalık projesi gibi. Herkes kendi kaderini kendi yaratıyor sonuçta. Z kuşağı gençlerini çok seviyorum. Her sektörün kendine göre başarılı insanları vardır. Hangi sektördeyse o alanın başarılı insanlarının biyografilerini incelemelerini öneriyorum feyz almaları için. Bir insan kendi kendine zirveye çıkamaz.  Genç sanatçılara, şarkıcılığa başlayan müzisyenlere oturun bir Ajda Pekkan’ın hayatını inceleyin diyorum. Bu kadın Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük süper starıdır. Bu kadın kolay mı Ajda Pekkan olmuş, nasıl olmuş, hala kaç yaşında ve kaç saat çalışıyor. Bazı starların hayatları ipucu verir. Gençlere araştırın, inceleyin, feyz alın diye sesleniyorum.  

Hoşça kalın, sağlıkla kalın.

-Değerli söyleşiniz ve bize keyifli dakikalar yaşattığınız için ‘Önce Vatan Gazetesi’ adına çok teşekkür ederim.. Bizi nostaljik esintisiz, 70’ler 80’ler 90’lar ruhundan mahrum bırakmayın sevgili Hakan EREN.

Sevgim ve saygım ile..