Y. TOLGA ÜNKER

Hakkı Baba: “1980 yılından bu yana tasavvuf çalışıyorum. Vardığım nokta ise “ben ne Aleviyim ne Bektaşiyim; Ben bir insanım” diyorsunuz. Şu anda elimde son kitabınız,“Kâinatın Var Oluşu” var. Böylesine zor bir konu hakkında yazmak fikri nereden çıktı. Bu kitap hakkında biraz bilgi verir misiniz?

Tolga Bey, 1979 yılında Hava Trafik Kontrolörü olarak çalıştığım Devlet Hava Meydanlarından emekli olduktan sonra yayıncılık ve matbaacılıkla ticari hayata atıldım. Bu vesileyle araştırma ve yazma imkânı buldum. Aynı zamanda bir inanç önderi olduğum için asil görevimin gereği olarak, “batinî” ilimler, tasavvuf ve felsefe ile ilgilendim. Başta İbnü’l Harabi olmak üzere; Beyazıd-ı Bistami, Cüneyd-i Bağdadi, Hasan Basri, Gazali, Zinnün-u Mısri gibi önemli şahsiyetlerin eserlerini okuma fırsatı buldum. Özellikle İbnü’l Harabi’nin “Fütühat-ı Mekkiyye ile Fusus al-Hikem” adlı eserlerinden çok faydalandım. 

Ayrıca Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş Veli, Mevlana, Yunus Emre ve Şeyh Bedreddin gibi ulu kimselerin düşüncelerini ve eserlerini inceleme fırsatı buldum.  Özellikle aklı temel alan Mutezile ekolü ile Fazlullah Hurifi ve Nesimi’nin düşünceleri ilgimi çekti.

Bu düşüncelerle önce iki binli yıllarda “Allah, İnsan ve Sırları” adlı eserimi yayınladım. Daha sonra bir yayın evinin talebi üzerine bu eserimi, “Allah, İnsan ve Evren” ismiyle üçüncü olarak yayınlandı. Bu eserimi yazarken, “Allah, Evren,  İnsan ve yaratılış” gibi konular, çok önemli hususlardı. Hz. Ali Efendimizin torunu,  İmam Zeynel Abidin, bir hadisinde; “nice gizli sırlar ve bilim cevherleri vardır ki, bunlardan bir tanesini söyleyecek olsam, beni puta tapmakla suçlarlar” diyor. 

Hz. Zeynel Abidin’in söylemiş olduğu, “gizli sırlar, bilim cevherleri, Kuran’daki, “O, evveldir, ahirdir, zahirdir ve batımdır” gibi ifadelerler, bir kutsi hadisteki, “Ben gizli bir hazine idim, bilinmek istedim de tüm yarattıklarla birleşip, zuhura geldim” gibi ifadeler, ne anlama geliyordu?

Tüm bu soruların cevabını verebilmek,  bir nebze olsun insanların şuurlarını açıp, farkındalık yaratabilmek ve insanların bir üst boyuta yükselmelerini sağlamak amacıyla;  “Kâinatın Var Oluşu” adlı eserimi yayınlamış bulunuyorum. Bu eser, benim onuncu kitabımdır.

Hakkı Baba, elimizde mevcut olan kâinatın var oluşu ile ikinci baskısını hazırladığınızı söylediğiniz bu eserin, “Kâinatın Yaratılışı” ile ilgili bölümlerini yazarken hangi kaynaklardan faydalandınız?

Tolga Bey, birinci olarak Kuran’daki kâinat ve yaratılışla ilgili ayetler, ikinci olarak “küntü kenzen mahfiyen” diyerek başlayan kutsi hadis, üçüncü olarak ise, Hallac-ı Mansur, Fazlullah Hurifi, Seyyid Nesimi, Kul Himmet, Pir Sultan, Edip Harabi Baba, Pervane Sıktkı Baba, Hamdullah Şiri, Şah Hatayi, Yunus Emre ve bunlara benzer pek çok değerli kimselerin manzum eserinden faydalandım.  En önemlisi de Allah’ın bana ihsan ettiği aklımı kullandım.

Buunu anlatmak çok zor ama anlatmaya çalışacağım. Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e gelinceye kadar tüm peygamberler, birer “Nebi” idiler. Nebi, neba kökünden türümiş bir ifadedir ve “haber taşıyan” demektir. Bu nebiler, Âlemlerin Rabbinden aldıkları ilahi mesajları, insanlık âlemine ulaştıran kimselerdir. Âlemlerin Rabbi, kullarına ulaştırmak istediği ilâhi mesajlarını, Cebrail, yani akıl vasıtasıyla Nebilerin şuurunda açığa çıkarır. Nebinin şuurunda açığa çıkan bu ilâhi bilgilere, “vahiy” denir.

Son Peygamber Allah’ın Resulü Hz. Muhammed, bu âlemden ayrıldıktan sonra, “Allah’ın kelam sıfatı kesilmedi. Nübüvvet, yani nebilik devri kapandı ama Hz. Ali ile birlikte velayet devri başladı ve Allah’ın kelam sıfatı Hz. Ali ve onun devamı olan Allah’ın kâmil kulları ile devam ediyor.

Seçilmiş olan bu kullar, Rabbleri tarafından, kendi şuurlarında açığa çıkan bu ilâhi mesajları, diğer kullara ulaştırmakla yükümlüdürler. Nasıl mı? Eğer Mutlak Zat, yukarıda ifade ettiğim O’nun, “evvel, ahir, zahir ve batın” vasıflarının, kulları tarafından bilinmesini isterse, Cebrail, yani akıl vasıtasıyla bu gibi ilâhi bilgileri, zaman zaman kendi Zat’ının sıfatı olan bir kâmil kulunun şuurunda açığa çıkarır. Bu bilgiler “ilhamdır.” Mutlak Zat’ın bu âlemdeki sıfatı olan kâmil kul, “aklıma geldi” diyerek, değerlendirmeye başlar. 

Fakir de Âlemlerin Rabbinin bu âlemdeki sıfatlarından birisiyim ki, hiç beklemediğim bir zamanda, özellikle gece sabaha yakın, “şuurumda bazı bilgiler açığa çıkıyor. Sanki birisi, “kalk bunları yaz der” gibi, hemen aklıma geldi diyerek, yazmaya başlıyorum. Aslında, yazdıran da, yazan da Hakk’ın kendisidir. Fakir, sadece klevyenin tuşlarını kullanıyorum. Bu konu o kadar geniş ve zor bir konu ki, “ben yaptım, yazdım, tamamladım” demek mümkün değildir. Her an fakirin şuurunda yeni yeni bilgiler, açığa çıktığı için, ikinci baskı için hiç acele etmiyorum ve bekliyorum.

Hakkı Baba, Hakk ne demektir? Hakk’ın zatını diğer bir deyişle Vücud-u Mutlak’ı anlatır mısınız?

Tolga Bey, daha önce verdiğim şu ayette: “O, Evvel’dir, Ahir’dir, Zahir ve Batın’dır” ifadeleri yer alıyor. Ayrıca: “Küntü kenzen mahfiyen” diyerek başlayan bir kutsi hadiste ise: “Ben gizi bir hazine idim. Bilineyim istedim de bilinmekliğim için tüm yaratılmışlarla birleşip, zuhura geldim” diyor

Bu ayet ve hadisteki ifadelere göre, başlangıcı ve sonu bilinmeyen, yani ezeli olarak var olan bir “Külli Kudret” var. Ayrıca bu Külli Kudret; kendisinin bilinmesi için tüm yaratıklarla birleşip, zuhura geldiğini söylüyor.

Bu duruma göre şöyle bir genel tanım yapabiliriz: Ezeli olarak var olan Külli Kudretin, zahir (görünen)  ve batın (görünmeyen iki vasfı var ve her ikisi de Hakk’tır. 

Ayette zikredilen “Batın” olan vasfı,  “Mutlak” olan Zat’ı işaret eder ki, O, hiçbir zaman görülmez. O, bizim özümüzdür. Yani ana rahminde iken bize üflenen ruhtur. Ana rahminde iken üflenen bu ruh, Mutlak Zat’ın; ilim, irade, kudret” gibi tüm genetik özelliklerini üzerinde toplamış olan ruhtur. Bir başka deyimle bu ruh; herhangi bir canlının, yaratılış gayesine göre,  ete-kemiğe bürünmüş ve o varlıkta kendisini gizlemiştir ve batın olmuştur.

Ayette zikredilen “Zahir” olan vasfı ise “Her an değişebilen” Mutlak Zat’ın sıfatı olan  “Allah”ı işaret eder ki, O, her varlıkta başka başka sıfatlarda tecelli eder ve biz bu sıfatların tümüne birden “Allah” diyoruz. 

Bir başka deyimle, her an değişebilen bu vasfı; Mutlak Zat’ın, “ilim, irade, kudret” gibi tüm genetik özelliklerini ihtiva eden ruhun, her varlığın yaratılış gayesine uygun olarak, ete-kemiğe bürünmüş ve o varlık sıfatında zahir olmuş halidir.. Tekrar söyleyeyim ki, zahir olan bu sıfatların tümü birden “Allah”tır. “Allah” ise, Mutlak Zat’ın sıfatıdır.

Bu genel tanımın nasıl meydana geldiğini şöyle görmeye çalışalım. Yukarıda verdiğim ayette, “O, evveldir, ahirdir” ifadeleri yer alıyor. Kutsi hadiste ise, “Ben gizli bir hazine idim” ifadeleri yer alıyor. 

Bu ayete göre; başlangıcı ve sonu bilinmeyen zamandan beri, yani ezeli olarak var olan bir “Külli Kudret” var.  Hadiste ise, henüz ismi olmadığı için kendisini “Ben” ve “gizli hazine” olarak ifade ediyor. Bu ifadeler, zat mı, sıfatı mı, fiil mi? Önce bunu bilelim ki, isim yerine O’nu koyalım! 

 Bakara suresi, 285. ayette,  “Amener Resule Bi ma ünzile ilehyi min Rabbihi” ifadeleri yer alıyor. Bunun anlamı; “Resul de (Hz. Muhammed), Rabbinden indirilene iman etti.” Burada önemli bir ayrıntı var; “Amener Resule Bi ma ünzile ilehyi min Allah’i” denmiyor, yani “Allah’tan indirilene” denmiyor. “Rabbinden indirilene” deniyor. Çünkü Kuran,  gereksinim duyuldukça, Hz. Muhammed’in, özünün derinliklerinde mevcut olan, ilahi mesajların, Cebrail (akıl), aracılığı ile kendi, şuurunda açığa çıkmış halleridir ki, bunlar “Vahiy” dir. Bir başka deyimle; Resul, kendiözünü, kendi hakikatini oluşturan Rabbi’nden” indirilmiş ve kendi şuurunda açığa çıkmış olana iman etti deniyor. 

Öyle ise hem ayetteki “O” ve hadisteki “Gizli Hazine” ifadelerinin karşılığı, “Rabb” dır.  Ayrıca Kuran’ın şu ayetlerinde; “O’nun Zat’ından başka her şey yok olacaktır deniyor. Kuran’ın şu ayetinde de: “Allahu lâ ilahe illâ Huvel” Mealen: HU ismi, aynı zamanda Zat’a işaret eden isimdir, yani Zat’ı ifade eder. Bu ayetlerdeki ifadelere göre O’na;  “Âlemlerin Rabbi “Zat” veya “Hu” diyebiliriz. 

Esas konumuza dönecek olursak: Kuran’da: “O, Evvel’dir ve Ahir’dir” deniyor. Bu ifadelere göre: “Ezeli olarak var olan, yani başlangıcı ve sonu bilinmeyen zamandan beri var olan  Âlemlerin Rabbi: daha önce değindiğim bir kutsi hadise göre: “Küntü kenzen mahfiyyen fe ahbebtü en u’refe fe’halaktel halk-a li-u’ref-e” buyuruyor..

Bu hadisin ilk üç ifadesini irdelediğimiz zaman şunu görüyoruz:”Küntü”(Ben idim) ifadesiyle Mutlak Zat, kendisinin henüz bir ismi olmadığı için “Ben” ifadesini kullanıyor. “Kenzen mahfiyyen” (gizli bir hazine) ifadesiyle kendi varlığından bizleri haberdar ediyor. “Fa ahbebtü en u’rafe” (sevdim, arzu ettim)  ifadesiyle, âlemde ilk olarak faaliyete geçen sıfatının “aşk, sevgi ve muhabbet” olduğunu bildiriyor.

Bu hadisin genel anlamı şudur: “Ben gizli bir hazine idim, yani her çeşit suretten ari, salt, latif, nur halinde bir “Ruh-u Azam” idim. Görünmeyi arzu ettim de tüm yarattıklarla birleşip, bilinmem için zuhura geldim” diyor. 

Haklı olarak şöyle bir soru sorulabilir: Neden bilinmek istedi, buna ihtiyacı var mıydı? Şöyle düşünelim; Bir erkeğin, “oğlu-kızı” yoksa veya ona “baba” diyecek her hangi bir evladı yoksa o erkek, baba mıdır? Bu soru bir anne için de geçerlidir. Bir kadına, “anne” diyecek her hangi bir evladı yoksa o kadın, anne midir? Hayır, her ikisi de sadece, bir erkek ve bir kadındır.

O, “Külli Kudret” dediğimiz Mutlak Zat’a, “Sen bizim Rabbimizsin, Mevla’sın,  Hüda’sın, Hakk’sın, Allah’sın, Rahman’sın ve Rahim’sin” diyecek birileri yoksa O’nun bu sıfatlarının hiçbir anlamı olmazdı. Nasıl ki, kadına ve erkeğe,  “anne ve baba” diyecek evlatları olması gerekiyorsa, O, Âlemlerin Rabbi Zat’a da verdiğim “Esma sıfatlarıyla” hitap edecek birileri olmalıydı. 

Kuran ve Kutsi hadisteki ifadelere göre Âlemlerin Rabbi ZAT (HU; şeffaf ve latif,  kudret kandilinde balkıyan “nur”  halinde bir  “Ruh”tur, yani “Ruh-u Azam”dır. Buna bütün anlamına gelen, “Külli Ruh” ta deniyor. 

1 Örneğin, bu gizli sır ve bilim cevherleri; Kuran’daki, Bakara suresinin 115 ayeti ile Kaf suresinin 16. Ayeti ve bunlara benzer ayetlerin gerçek anlamları olabilir.

2 Sad suresi, 72

3 Kasas, 88

4 Al-i İmran, 2

5 Hadid suresi, 3

6 Bu ifade aslen Allah’ın olup, ifadesi Hz. Muhammed’de aittir

7 Şeyh Bedreddin “Varidat Şerhi”, Çevik Matbacılık, s. 38, 1994/İstanbul

Yusuf  Tolga Ünker

Maltepe Üniversitesi Grafik Tasarımı Bölümü Araştırma Görevlisi