Hakkı Saygı Baba Erenler: Alevi/Bektaşi örf ve geleneklerini uzun yıllar boyunca araştırmış ve çalışmış bir kişi olarak, edindiği bilgi birikimini, yazdığı kitaplar ile paylaşmakta. Son kitabında ise, Kâinat ve İnsanın varoluşu gibi teolojik konu- lara, hem bilgileri hem de kendi görüşleri ile açıklamalar getirmekte. Kendisi ile bu konular üzerine öğretici bir söyleşi gerçekleştirdik. Bu kıymetli söyleşiyi bölümler halinde yayınlayacağız. Bugün sizlerle altıncı bölümü paylaşıyoruz.

Arş. Gör. Yusuf Tolga Ünker
Maltepe Üniversitesi
GSF Grafik Tasarımı Bölümü

6.BÖLÜM

 Hakkı Baba, buraya kadar kâinatın var oluşunu ve insan da dahil görünür görünmez tüm canlıların nasıl yaratıldığını anlattınız. Tüm canlıların ölümlü olduğunu biliyoruz, ölüm nedir, anlatır mısınız?

Tolga  Bey, Kuran’da: “Külli nefsin zaikat’ül mevt”   ifadeleri yer alıyor.. Mealen: “Her canlı (ruh)  ölümü tadacaktır” deniyor. Kitabımın pek çok yerinde insan, kendisini madde bir bedenden ibaret kabul etmekte ve tüm yaşamını bu madde bedenin istekleri ve arzularına göre düzenlediğini söylemiştim.
Aslında bizim “ben” dediğimiz bu madde beden, moleküler yapı denen; hava, su, ateş ve topraktan, yani dört ana unsurdan (Anasır-ı Erbaa) meydana gelmiştir.

Beyinin, bu madde bedendeki tüm faaliyet ve fiilleri ruh vasıtasıyla koordineli olarak yerine getirmektedir. Öyle ise ruh hakkında gerekli bilgiye sahip olmamız gerekiyor
Hep merak ederiz, insanlar öldükten sonra bu et beyin ve ruh ne olacak, et beyin dediğimiz şey yok olacak mı? Hayır! Böyle bir şey yok, çünkü beyin, insan denen varlığın hafızasıdır, Bir başka deyimle et beyinin hakikati kuantum beyindir. Daha doğrusu, Hakk’ın, “ilim, irade ve kudret”ini ihtiva ettiği beyindir.  Yani şu anda var olan, varlığı algılayan, veri tabanı olan beyin, aynen muhafaza edilmektedir. Aslında ölüm diye bir şey yoktur, ölüm sonrası yok olacak olan etten-kemikten meydana gelen madde bedendir. İnsanın hakikati olan ruh, yani ölen kimsenin ruhu, bir başka boyutta, bir başka bedende yaşamına devam edecektir.

Hakkı Baba, ölen bir kimsenin ruhu, bir başka boyutta nasıl devam edecek, ruh boyutunda mı yoksa yine bir canlı olarak mı devam edecek, anlatır ısınız?

Tolga Bey, bu konuyu hadis ve Kuran ayeti ile şöyle anlatmaya çalışacağım. Hz. Peygamberimiz, insanlara: “Siz şu anda madde bir bedenle yaşamınızı idame ettiriyorsunuz. Ancak, ölüm denen olayı tadacaksınız ve madde beden boyutu ötesinde bir başka bedenle yaşamınıza devam edeceksiniz. Aslında ölüm bir son değil, yeni bir yaşam boyutunda yeni bir yaşamın başlangıcıdır”  diyerek, ölümün bir son olmadığını anlatmak istemiştir.
Yine Hz. Peygamberimiz, bir gün fena sarayımdan ahrete göçeceğini anlayınca, Allah’ın Aslanı Hz. Ali’yi yanına çağırdı. Ona “Ya Ali! Ben fena yurdundan, beka yurduna göç edeceğim,  dilerim sana bazı vasiyetlerim olsun. Ya Ali! Müminler ölmez, fena yurdundan, beka yurduna göç ederler, Bu bir haneden diğer bir haneye taşınmaya benzer”  diyerek, ölümün bir son olmadığını anlatmak istemiştir..

Kuran’ın şu ayetinde de:”Mutlaka siz, boyutlar değiştirerek, o boyutların uygun bedenlerine dönüşeceksiniz”  deniyor
Bu ayet ve Peygamberimizin hadislerine göre, ölüm sonrası yaşam devam ediyor. Eğer vefat eden bir kimse, Hz. Peygamberimizin hadisleri ve Kuran ayetine göre; madde beden boyutu ötesinde bir başka bedenle yaşamına devam edecekse, bu nasıl olacak?
Çok hassas olan bu durumu, yüce Rabbimin benim şuurumda açığa çıkardığı bilgiler doğrultusunda anlatmaya çalışacağım. Bakara suresi 255. ayette; “O’nun bildirdiklerinin dışında, insanlar O’nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler” deniyor, evet bu ifade doğrudur. Fakir bundan dolayı, “tenzih ve teşbih ederek, Rabbimin benim şuurumda açığa çıktığı kadarıyla bu hususu anlatmaya çalışacağım.”
Hz. Peygamberimizin hadisleri ve yukarıdaki Kuran ayetine göre, “boyutlar değiştirerek, o boyutların uygun bedenlerine dönüşecek olan ölen kimsenin ruhudur.” Eğer durum yukarıdaki İnşikak, ayetinde belirtildiği gibi ise insan son nefesini verdiği anda, hangi şuur boyutunda ve hangi bilinç mertebesinde bulunuyorsa, bir sonraki yaşamına, o boyutun uygun bedeninde devam edecek demektir.
Daha önce söylediğim gibi, ölen bir insanın ruhu,  doğrudan doğruya biyolojik olarak, yani döllenme ile bir erkek veya dişinin sülbünden bu dünyaya gelemez. Biyolojik üreme, kesinlikle besin ve gıdalardan alınan enerji ile meydana gelir. Ölen kimsenin ruhu, ilk önce bir bitki, tahıl, meyve ve gıda olabilecek herhangi bir besin maddesine üflenir  ve o besin maddesinin sıfatına bürünür. Bu ayette söz edilen “üfleme” ifadesi, Rabbin, o ruh zerresine yüklemiş olduğu genetik özelliklerdir. Bir başka deyişle, ruh hangi varlık sıfatına bürünecekse, o varlığın yaratılış gayesine göre, o varlığın hayatını idame ettireceği tüm genetik özelliklerdir.
Kuran’da: “Allah sizi bir nebat bitirir gibi topraktan bitirdi”  deniyor. Yine Kuran’da; “Biz her canlı şeyi sudan yarattık”  ifadeleri yer alıyor.
Bu iki ayeti biraz açmak istiyorum; pek çok yerde moleküler yapıdan söz ettim. Moleküler yapı, hava, su (H2O), ateş ve topraktan meydana gelen bir yapıdır. Gıda, yani besin olabilecek tüm bitkiler, nebatlar ve meyvelerin kökü topraktadır. Topraktan aldıkları hava, su (H2O), ateş ve diğer minerallerle olgunlaşarak, besin olarak soframıza gelirler. İnsan da dahil, tüm canlı varlıklar bu gıdalarla beslenirler.
Canlı, bu gıdalardan aldığı enerjinin bir bölümü ile hayatını idame ettirir. Bu enerjinin bir bölümü ise canlının bedeninde birikir. Biriken bu enerji, bir müddet sonra canlının bedeninde önce, erkek veya dişi üreme hücresine dönüşür. Daha sonra, cinsi duyguları tetikler ve böylece her iki cins arasında  “sevgi, aşk ve muhabbete” dönüşür. Bu iki cinsin birleşmesi sonucu, baba adayı olan erkeğin bedenindeki üreme hücresi, “sperm” olarak, anne adayı olan dişiye aktarılır, yani üflenir. Aktarılan bu sperm, bir damla sudur ve anne adayının yumurtasıyla birleşerek, zigot olur. Bu hususu, daha önceki bölümlerde anlatmıştım.
Ruhun bu halden hale geçmelerinde ruhta, herhangi bir değişim söz konusu değildir. Ruh, emir âleminden olduğu için Rabbin dilemesiyle, yine; “kün” (ol) der, o da hemen oluverir” ayet gereğince, Rabbin uygun gördüğü bir sıfata bürünür ve o sıfatın şeklini alır.
Yaptığım bu açıklamalardan sonra şunu söyleyebilirim: Âlemlerin Rabbi Zat, ölen kimsenin hayatta iken hangi şuur ve bilinç boyutunda olduğunu çok iyi bilir. Eğer ölen bir kimse, dünya hayatında iken kendisini yoktan var eden Rabbi hakkında yeterli bilgiye sahip ise, belli bir şuur bilincine erişerek kemal mertebesine ulaşmış ise, bu kimsenin ruhunu, öyle bir besin bitkisi sıfatına sokar ki, ölen o kimsenin en kısa zamanda tekrar bir insan sıfatında bu beşeri âleme dönmesini sağlamış olur.
Böylece ölen bir kimsenin ruhunun, devrana girip, halden hale geçerek, farklı farklı sıfatlarda gidip gelmesine izin vermez. Eğer bunun tam aksi olursa, reenkar olan kimsenin ruhu devrana girer, tekrar insan sıfatında bu âleme gelebilmesi yıllar sürer veya hiçbir zaman gerçekleşmez.

 Hakkı Baba, ölen bir canın arkasından, “Hakk’a yürüdü, Allah’tan geldi Allah’a döndü ve devri daim olsun” gibi dileklerde bulunuyoruz. Bu ifadeler ne kadar doğru, açıklar mısınız?

 Tolga Bey, Hakk’a yürünmez, O’nun belli bir adresi yok ki, ölen kimsenin ruhu, O’nun yanına yürüyerek gidebilsin! “Allah’tan geldi Allah’a döndü veya aslına nail oldu” gibi ifadeler, tamamen birer temenni niteliğinde söylenen sözlerdir. “Devri daim olsun” demek ise çok farklıdır. Ölen kimse, devrana girsin, sıfatlardan sıfatlara geçsin” demektir ki, doğru değildir.  “Aslına rücu etmek, aslına dönmek” ise, insan olarak gidip, yine bu beşeri âleme, tekrar insan olarak dönmektir.
Bu husus biraz açmak istiyorum. Örneğin; bildiğimiz buzun aslı sudur. Bu buzu, suyun içerisine koyduğumuz zaman, erir, yok olur ama esasta yok olmamıştır, aslına rücu etmiştir, aslına dönmüştür, onun aslı zaten su idi. Eğer bu buzu, suya değil de herhangi bir yerde erimeye bırakırsak, erir, yok ulur ama aslına rücu etmiş sayılmaz, toprağa karışıp yok olmuştur. Eğer, buharlaşıp, gökyüzüne yükselirse, belki tekrar su olarak, yeryüzüne dönebilir veya dönemez, buna devran denir.
Bir başka örnek:  Bir buğday tohumunu ele alalım, bu tohum canlıdır, onda ruh vardır. Bu tohum, toprağa atıldıktan bir müddet sonra çatlar ve içerisindeki ruh, fide olarak toprak yüzüne çıkar. Bu fidenin köküne baktığımız zaman, tohumun, çatlamış, içersinde ruh, yani genetik yapı toprak yüzüne çıkmış,, tohumun ise kabuk şeklinde kaldığını görürüz. Tohum yok olmuştur, ancak tohumdaki ruh, emir âleminden olduğu için, Rabbinin dilemesiyle, yani; “kün (ol) der, o da hemen oluverir” ayeti  gereğince, değişik sıfatlara bürünerek, altı safhada tekrar buğday tohumu haline gelmiştir. Onun aslı buğday tohumuydu, halden hale geçerek, takrar buğday tohumu haline geldi. Yani aslına rücu etti, veya  aslına döndü.
Bu tohumdaki ruh aynı ruhtur, ruhta herhangi bir değişim olmaz, bu halden hale geçmelerde, sadece tohumun bedeninde safha, safha değişiklikler meydana gelir ve sonunda bu beden sap, saman olarak yok olur ama o tohumun tüm genetik özelliklerini taşıyan ruh, hep aynıdır ve sonsuza kadar var olacaktır.
Buğday tohumundaki ruhun, aslına rücu ettiği gibi, insanın ruhu da öldükten sonra, aynı tohumdaki ruh gibi, tekrar insan sıfatında bu beşeri âleme dönerse, aslına rücu etmiş sayılır. Devrana girip te, reenkar olursa, yani farklı farklı sıfatlarda bu beşeri âleme gidip gelmeye başlarsa, “aslına dönmüş” sayılmaz. Çünkü ölen o kimsenin aslı, Mutlak Zat’ın, kendisine ait, “ilim, irade, kudret” gibi tüm genetik özellikleriyle halk ettiği, kendi Zat’ının sıfatıdır. Yani Âlemlerin Rabbinin, bu âlemdeki sıfatıdır. Tekrar, insan sıfatında dönebilirse, Hakk’a dönmüş sayılır. İşe o kimse için, “Allah’tan geldi, Allah’a döndü” ifadeleri kullanılabilir.

Hakkı Baba, ölen bir kimsenin tekrar bu beşeri âleme insan sıfatında gelmesi, yani aslına rücu etmesi veya devrana girip, farklı farklı sıfatlara bürünmesi, hangi koşullara bağlıdır, anlatır mısınız?

Tolga Bey.daha önce söylediğim gibi, ölen bir kimsenin ruhunun tekrar herhangi bir canlı sıfatına bürünebilmesi için, muhakkak ki, besin olabilecek bir bitki sıfatına bürünmesi gerekir.  Diyelim ki, ölen kimsenin ruhu, herhangi bir bitki sıfatına büründü ve onu bir insan yedi.  Bu bitki, eğer hemen soframıza gelip yenecek bir bitki veya tahıl ise, örneğin;  “ekmek, domates, taze fasulye, bamya, dereotu, maydanoz” ve bunlara benzer, bir gıda ise, adı geçen bu bitkilerin ruhu, kendisini yiyen kimsenin bedeninde enerjiye dönüşür. Bu enerji,  erkek veya dişi üreme hücresi haline gelir ve biyolojik olarak, yeniden insan sıfatında yaratılmış olur, yani aslına rücu etmiş sayılır.
Burada önemli bir hususa dikkat çekmek istiyorum: Herhangi bir kimsenin, almış olduğu enerji, farklı farklı birçok gıdadan aldığı enerjidir. Bu enerjilerden pek çok erkek üreme hücresi, sperm olarak, baba adayı tarafından anne adayına aktarılır, yani üflenir. Bu sperm zerrelerinden hangisi ölen kimsenin ruhundan meydana gelmiş olabilir? Bunu ancak Allah bilir, çünkü bu sperm zerrelerinden sadece bir tanesi, bazen de iki tanesi, başını ve kuyruğunu atarak, nokta halinde dişi üreme hücresi yumurtayı delip içine girerek, yumurtayı döllemiş olur ve zigot oluşur, diğerleri ise yok olur.
Çok hassas olan bu sorunun cevabını, yine Kuran’da; görüyoruz. “Allah, dilediği kimseyi kendi nuruna, kendi hakikatine erdirir.”  
Eğer adı geçen bu bitkiyi bir hayvan yerse, bu bitkinin ruhu kendisini yiyen hayvanın bedeninde enerjiye dönüşür. Bu enerji, erkek veya dişi üreme hücresi haline gelir ve biyolojik olarak, yeniden hayvan sıfatında yaratılmış olur. Bu durumda ölen kimsenin ruhu, aslına rücu etmiş sayılmaz, çünkü hayvan sıfatına bürünmüş olarak devrana girmiştir.
Bir başka örnek; eğer adı geçen ruh, bir çiçeğin sıfatına bürünmüş ise, bu çiçeğin nektarını, bildiğimiz bal arısı, toplayıp bal yapar. Bu defa bu çiçeğin ruhu bal sıfatına bürünür. Bu balı yiyen bir insan ise, bu balın ruhu kendisini yiyen insanın bedeninde enerjiye dönüşür. Bu enerji,  erkek veya dişi üreme hücresi haline gelir ve biyolojik olarak, yeniden dolaylı olarak insan sıfatında yaratılmış olur. Yani ölen kimsenin ruhu, dolaylı olarak aslına rücu etmiştir.
Eğer bu balı bir ayı yerse, bu balın ruhu, ayının bedeninde enerjiye dönüşür, erkek veya dişi üreme hücresi haline gelir ve biyolojik olarak yeniden dolaylı olarak ayı sıfatında yaratılmış olur. Yani ölen kimsenin ruhu, hayvan sıfatında devrana girmiş olur ve hayvandan hayvana geçerek, devranını sürdürür. Görüldüğü gibi, ölen bu kimsenin ruhu, aslına rücu etmemiştir.
Eğer adı geçen bu çiçeğin nektarını bir kuş veya herhangi bir böcek yerse,  bu defa bu çiçeğin ruhu,  hiçbir değişikliğe uğramadan, kendisini yiyenin bedeninde enerjiye dönüşür. Bu enerji,  erkek veya dişi üreme hücresi haline gelir ve biyolojik olarak, yeniden kuş veya böcek sıfatında yaratılmış olur.
Buradaki önemli ayrıntı şudur; çiçeğin nektarı, hiçbir değişikliğe uğramadan, doğrudan, besin maddesine dönütü. Birinci örnekte ise, önce bal olarak besin maddesine dönüşmüştü.


Bir başka örnek; eğer adı geçen ruh, besin olabilecek herhangi bir bitki sıfatına bürünmüş ise, bu bitkiyi bir koyun yerse.  Bu bitkinin ruhu kendisini yiyen koyunun bedeninde et ve süt sıfatına bürünür. Bu eti veya sütü yiyen bir insan ise, bu et veya sütün ruhu, kendisini yiyen insanın bedeninde enerjiye dönüşür. Bu enerji, erkek veya dişi üreme hücresi haline gelir ve biyolojik olarak, yeniden dolaylı olarak insan sıfatında yaratılmış olur.
Eğer adı geçen bu koyunun etini bir etobur yaratık yerse,  bu etin ruhu, kendisini yiyen etoburun bedeninde enerjiye dönüşür. Bu enerji, erkek veya dişi üreme hücresi haline gelir ve biyolojik olarak yeniden dolaylı olarak, etobur sıfatında yaratılmış olur.
 Görüldüğü gibi vefat eden bir kimsenin ruhu, Rabbinin dilemesiyle, yani “kün” (ol) der, o da hemen oluverir” ayeti gereğince, devrana girip, değişik sıfatlara büründü ve bir sıfattan bir başka sıfata geçerek, yeni yeni sıfatlarda devranını sürdürdü.
Bu örneklerde çok önemli husus şudur. Belli bir şuur boyutuna erişmiş ve Mutlak Zat’ın vasıfları hakkında bilgi sahibi olmuş bir hakikat yolcusunun ruhu, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak tekrar insan sıfatında yaratılıyor ve aslına rücu ediyor.
Cahil ve esfelde kalmış bir kimsenin ruhu ise, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak, herhangi bir hayvan sıfatında devrana giriyor. Bu kimsenin ruhunun tekrar insan sıfatına girmesi, yıllar alıyor. Cennet ve cehennemin gerçek anlamı da işte budur.
Aslında devrana girip, halden hale geçerek değişik sıfatlara bürünen ruh,  bizim özümüzdür, Daha doğrusu, Hakk’ın ta kendisidir. İşte bundan dolayıdır ki, har varlık, hangi sıfatta yaratılırsa yaratılsın, büründüğü sıfatta mutludur.
Bu hususu Kuran’da da görüyoruz: “Semalarda ve arzda ne varsa O’ndan ister.”HU” her “AN” yeni bir oluştadır.”
İşte bundan dolayıdır ki ister bitki olsun, ister nebat olsun, ister meyve olsun, ister tahıl olsun, ister hayvan olsun,  her varlık, kendisini yoktan var eden Rabbine şükreder. Onların tüm şükürleri ve dilekleri bir insan tarafından yenilerek, insan sıfatında kendilerini halk eden Rabbine ulaşmaktır. Çünkü Allah, insanı ahseni takvim üzere yaratmış, yani en güzel bir surette yaratmıştır. İnsan da dahil tüm varlıklar, Allah’ın Zat’ının bu âlemdeki sıfatlarıdır. Ancak insan, Allah ile varlıklar arasında bir berzah ve kavşak noktasıdır.