YUSUF TOLGA ÜNKER

Gökbey Uluç, bizlere de sekizinci baskı yapılan önemli çalışmasının bir baskısını armağan etti. Kitabı ve bu zamana değin yapmış olduğu araştırmaları ışığında edindiği bilgilere dair sorularımızı yanıtladı.

Göktürkçe ismi verilen Türkçenin bu  eski halinin kullanımı bugün yaygın değil. Yaygın hale gelmesi sizce ne gibi bir fayda sağlayacaktır?

Göktürkçe sözcüğü Eski Türkçe’nin bir bölümünü, dahası ilk aşamasını belirtir. Dolayısıyla Türkçemizin, doğal olarak da şu an konuşulan tüm Türk dillerinin ortak atasıdır, denebilir. Oysa ayırt etmek için böyle adlandırdığımız bu dile, dönemin Türkleri Göktürkçe demezdi. Onlar doğrudan bizim bugün anadilimiz için kullandığımız adı, demeli Türkçe adını kullanırlardı. Söz konusu bu kök Türkçe zaman içinde evrilerek, bir ağaç gövdesinin dallara, budaklara ayrılması gibi günümüzdeki kollarına ayrılmış, kendi içinde gelişim gösteren ağızlar, lehçeler, dahası diller ortaya çıkmıştır. Bu yüzden bizim hiçbir çalışmamızda eskiye dönmek, günümüz dilinden caymak gibi amacımız olmamıştır. Çağdaş dilimizi bırakıp eski konuşma biçemimizi günümüze taşımak gibi çabamız da büyük bir yanlış olurdu. Bizim Türk Dili Derneği olarak yapmak istediğimiz Göktürkler döneminde kullanılan damgalığın (alfabenin) bugün yeniden kullanılmasının altyapısını oluşturmaktır. Öğreneklerimizde (kurslarımızda) toplumun her kesiminden katılımcılarımız olmakta ve genel olarak da Türk damgalarının (Türk alfabesinin) günümüz çağdaş Türkçeyi yazmasını öğretmekteyiz. Akademik çalışmalarda kendini geliştirmek isteyenlere ise ileri düzeyde eğitim sunup dönemin metinlerini anlatıyor, yazıt ve yazmaları inceletiyoruz. Bunu yapıyoruz, çünkü bu damgalar Türkçe yazılsın diye yaratıldılar. Ulus olmanın ön koşullarından biri de kendi yazı düzeneğine sahip olmaktır. Üzerinde durduğumuz bu damgaların yüzyıllar öncesinde ortaya çıkması çağdaş dilimize yetersiz geleceği ön yargısını çoktan kırmıştır. Var olan özelliklerinin yalnızca günümüzü değil, Bilgi Çağı’nı, dahası Uzay Çağı’nı bile karşılayabileceği görülür. 

Göktürkçenin kökeni ve kullanış tarihini anlatır mısınız?

Göktükçe 5. yüzyıl ile 8. yüzyıllar arasını kapsar. Yine de bu dönemde kullanılan damgalar ile 9. - 10. yüzyıllarda yazılan metinler de bulunmaktadır. Göktürklerin yerine geçen Uygurlar ise Soğd kökenli damgaları kullanmaya başlamışlar ve bu yazı da Osmanlı dönemine değin uzanır. Fatih Sultan Mehmet’in bile Soğd yazısıyla metni bulunur. Sözü getirmek istediğim yer, bizim Türk damgalarını başka bir deyişle Göktürkçeyi bırakıp Arap damgalarına (Osmanlıcaya) geçmediğimizdir. Çoğu kez böylesi bir yanlış ile karşılaştığımız için anımsatmak istedim. Bizim yaklaşık 1000 yıl kullandığımız Arap damgalarından önce arada Soğd yazısı vardır.  Türk damgalarından doğrudan bir geçiş bulunmaz. 

Göktürklerin ismi çok sonraları arkeologlar tarafından verilmiş bir isim. Bunun haricinde ise Türk Kağanlığı olarak da adlandırılmakta. Aslında kendilerine başka bir isim vermişler midir?  

Göktürkler ya da Göktürkçe, Göktanrı gibi adlandırmaların tümü sonradan verilmiştir. Buradaki adlandırma, var olan çağdaşından ayrılması için olsa gerek! Art alanda başka bir amaç için adlandırma yapılmış da olabilir. Dönemin metinlerinde kendilerine “Türk” derler. Birkaç yerde Kök Tengri, Kök Türük gibi kullanımlar geçse de buradaki kullanımları ayrı idi. Kök, bugünkü gök sözcüğünün eski biçemidir ve hem gökyüzünü hem de mavi rengini belirtir.

Göktürkçe ne denli büyüklükteki bir coğrafyada yaygındı.

Elimizdeki metinlere bakarak Moğolistan’da bulunan Orhun, Yenisey ırmaklarının çevresinde egemen olduklarını söyleyebiliriz. Yine bugün Çin tarafından işgal altında bulunan Turfan’da da epey Göktürkçe metin bulunmuştur. Günümüzde şimdileyin bile yeni metinler bulunmakta Orta Asya’da geniş bir alana yayıldığını söyleyebiliriz özetle.

Göktürkçe bugün kullandığımız Türkçe ile ne denli bir yakınlığa sahip?

Ağaç benzetmesi ile konuyu sürdürecek olursak Göktürkçe ağacın gövdesi, günümüz Türkçesi de onun dallarından biridir.

Ok, at, ay damgalarının bildiğimiz bir ismi oluşturduğunu çeşitli mecralarda örnek vermektesiniz. Sizce Türkçe isimlerin ne kadarı bu şekilde ortaya çıkmıştır?

Oktay adı “ok + at + ay” biçiminden gelir ancak geçmiş dönemdeki her adın böyle ortaya çıktığını söylemek yanlış olur. Kayıtlarda geçen Kutlu, Deniz, Bilge gibi adların böylesi nesneler ile oluşturulmadığı açıktır. Atalarımızın soyut kavramları da ad yaptığını özellikle “kut” sözcüğü üzerinden değerlendirebiliriz.

Kimi araştırmacıların, “Çince kaynakların taranmasını Türkologlar bu zamana dek pek ciddiye almadılar” savı var. Bunun hakkında ne söylersiniz?

Bu savın doğruyu yansıttığını düşünmüyorum. Çince eğitimin geçmiş dönemde ülkemizde yetersiz olmasından Çince bilenlerin sayısının az olmasıyla ilişkili olabilir. Bu konuda özellikle son yıllarda Prof. Dr. Ahmet Taşağıl’ın Çin kaynaklarını dilimize kazandırmasına vurgu yapmak isterim. Öte yandan Çin de kaynaklarını kolay kolay paylaşmamaktadır.

Çince metinde Türkleri kardeş olarak gördükleri ve dostane ilişkiler kurdukları anlatılır. Birbirlerine eşit güçler oldukları izlenimi verilir. Türklerin, Çinli prenseslerle yaptıkları evlilikler bu dostane ilişkileri gerçekten sağlamlaştırmış mıdır? Tarihsel olarak gerçek böyle midir? Eğer Çin Hükümdarının himayesine girselerdi bugün bir Türk varlığından söz etme şansımız yine de olur muydu sizce?

Çince metinler özünde siyasî metinler olduğundan güzelleme ifadelerine yer verilmesi olağandır. Kimileyin de kötülerler. Mukan Kağanı pek sevmezler örneğin. Hatta geçmiş yıllarda bunun animasyonunu da yaptılar, ülkemizde yasaklanmıştı. Bilge Kağan’a ise büyük saygıları vardır. Çin konçuylarıyla (prensesleriyle) evlilik de bir tür siyasi girişim idi. Benzeri durumları birçok ülkeler arasında görürüz. Çinlilerle eşitlik durumuna gelecek olursak tahterevalli benzetmesini yapabiliriz. Güç bir onlarda bir bizde idi. İl Kağan döneminde Çin izine denk gelinmeyecek denli ilerlediğimiz yazılır. Sonraki yıllarda da Çinliler bizi tutsak eder. 

Kül Tigin ve Bilge Kağan yazıtlarının benzerlik ve farklılıkları nelerdir ve kaç satırdan oluşmaktadırlar?

Gültekin (Kül Tigin) yazıtı, Bilge Kağan tarafından kardeşi Gültekin’in ölümü üzerine diktirilmiştir. Dolayısıyla sözler de Bilge Kağan’a aitti. Bilge Kağan yazıtı ise Bilge Kağan’ın ölümünden sonra oğlu Tengri Kağan tarafından diktirilmiştir. Bilge Kağan yazıtının büyük bölümü Gültekin yazıtındaki metinlerden alıntı biçimindedir. Bilge Kağan yazıtında 71, Gültekin yazıtında da 70 satır bulunur. Dönemin siyasi olaylarını ve savaşlarını birincil ağızdan anlattıkları için ayrı bir önem taşır ancak bugün daha çok dilbilimcilerin metinlerle, kullanılan sözcüklerle ilgilendiğini görürüz. Bu yazıtlara edebî bir ürünmüş gibi bakılır. Kuşkusuz dilbilimciler kendi açılarından bakıyorlar ve kendi alanlarıyla ilgili verileri işliyorlar ancak öbür sosyal bilim alanlarının da ilgi göstermelerini dileriz. 

Metinlerin dil özellikleri nelerdir?

Damgalarda yazımda 9 ünlü sesin kullanıldığı görülür. Türkiye Türkçesinden ayrı olarak kapalı e sesini belirten bir damga da bulunur. Sözcük sonlarında /g/ seslerine denk gelir. Örneğin bugün kullandığımız kapı sözcüğü kapıg, ütü sözcüğü ütüg, kutlu sözcüğü de kutlug biçiminde idi. Günümüzdeki yumuşak birçok ünsüz o dönemde sertleri ile söylenir idi. Kalınlık incelik durumunun katı olduğu gözlemlenirken düzlük yuvarlaklık ilişkisi şimdiki gibi değildi. Atasözlerinden çokça yararlanıldığı, soyut benzetimlerin varlığı da çokça ilgi çekicidir.

Metinler tarihi belge olmalarının yanında destan olarak da anılmaktalar. Bunun nedeni nedir?

Söz konusu metinler belirttiğiniz gibi tarihi olayları, dönemin siyasi gelişmelerini, savaşlarını birincil ağızdan, kağanın kendi ağzından anlatan yazılardır. Destan olarak adlandırılması bu bakımdan yanlıştır. 

Metinlerde, Türklerin dini inanışları hakkında ne gibi bilgiler yer almaktadır?

Tanrı inancında olduklarını anlıyoruz ancak inançlarının ilkelerini anlatan yazılar bulunmaz. Türk damgalarıyla yazılı metinlerde inanç konusuna değinilmez. Uygurların Göktürklerden sonra yazdıkları Soğd kökenli yazılarda ise inanç konusu bolca işlenmiştir. 

Göktürk anıtlarının tam metin çevirilerini yaptınız mı ve yayınlayacak mısınız?

Göktürkçe Öğreniyorum adlı çalışmamda öğrenme tekniklerine ve birtakım eski metinlerin okunuşlarına yer verdim. Irk Bitig Okumaları adlı çalışmada da IX. Yüzyılda yazılmış ve elimize ulaşmış damgalarla yazılı tek betiğin (kitabın) incelemesini yaptım. Büsbütün yazıtları da incelemeyi ilerleyen zamanlarda yapmayı istemekteyim.

Göktürkçe yazıtların Türkçenin ilk edebi metinleri olarak bugüne etkileri nelerdir?

Göktürk dönemindeki metinlerin içeriğinden, dolayısıyla da Türkçe oluşlarından çok yeni haberimiz oldu, diyebiliriz. 1893 yılına değin ne olduklarını bilmiyorduk. Bu yüzden yüzyıllardır ne olduklarını bilmeden dilimizin gelişimini sürdürmüş, kendi iç varlıklarımız ile bugüne getirmişliğimiz de göz önünde bulundurulmalıdır. Yazıtları ve içeriğini öğrenince dilimizin köklerini XI. yüzyıldan daha geriye VII. yüzyıla çekerek köklerini derine indirebildik. Dönemin tarihi olaylarını, devlet yönetimini, askeri bilgilerini de böylece öğrendik. Bir kere en başta Türk adının, ulusumuzun varlığını yazılı belgelerde gördük. Bugün bile, “Türk diye bir ulus yoktur.” diyenlerin varlığını bilince, böylesi önemli bir bilginin varlığı daha da değerlenir. Öte yandan yazıtlardaki söz varlığını kullanarak dilimizdeki eksik kavramları karşılamak yoluna da etki etmiştir. Yeni sözcük türetimlerinde kullanılmak üzerine elimize yeni sözcükler geçmiştir. Çağdaş Türk ulusları olan Kazak, Kırgız, Uygur gibi topluluklarla ortak bir geçmişimizin, ortak bir atamızın varlığını belgelemesi de söz konusu bu toplulukların gelecekteki iş birliklerine önemli etkilerde bulunacaktır.

Göktürkçe Öğreniyorum isimli kitabınızın sekizinci baskısı yapıldı. Bu zamana değin kitabı okuyanlar ve sizlerden ders alanlar toplam kaç kişi oldu?

Yirmi beş bin kişi dolayında varlar.